Web sitemize hoşgeldiniz, 19 Mart 2024
Beğen 2

Ahmet El Acemi-22.Cüz

22.CÜZ-LATİNCE
33-AHZAB SURESİ
Bismillahirrahmanirrahim
31. Ve mey yaknüt minkünne lillahi ve rasulihı ve ta’mel salihan nü’tiha ecraha merrateyni ve a’tedna leha rizkan kerıma
32. Ya nisaen nebiyyi lestünne ke ehadim minen nisai inittekaytünne fe la tahda’ne bil kavli fe yatmeallezı fı kalbihı meraduv ve kulne kavlem ma’rufa
33. Ve karne fı büyutikünne ve la teberracne teberrucel cahiliyyetil ula ve ekımmes salete ve atınez zekate ve etı’nellahe ve rasuleh innema yürıdüllahü li yüzhibe ankümür ricse ehlel beyti ve yütahhiraküm tathıra
34. Vezkürne ma yütla fı büyutikünne min ayatillahi vel hıkmeh innellahe kane latıyfen habıra
35. İnnel müslimıne vel müslimati vel mü’minıne vel mü’minati vel kanitıne vel kanitati ves sadikıyne ves sadikati ves sabirıne ves sabirati vel haşiıyne vel haşiati vel mütesaddikıyne vel mütesaddikati ves saimıne ves saimati vel hafizıyne fürucehüm vel hafizate vez zakirınellahe kesırav vez zakirati eaddelahü lehüm mağfiratev ve ecran azıyma
36. Ve ma kane li mü’miniv ve la mü’minetin iza kadallahü ve rasulühu emran ey yekune lehümül hıyeratü min emrihim ve mey ya’sıllahe ve rasulehu fe kad dalle dalalem mübına
37. Ve iz tekulü lillezı en’amellahü aleyhi ve en’amte aleyhi emsik aleyke zevceke vettekıllahe ve tuhfı fı nefsike mellahü mübdıhi ve tahşen nas vallahü ehakku en tahşah felemma kada zeydüm minha vetaran zevvecnakeha li key la yekune alel mü’minıne haracün fi ezvaci ed’ıyaihim iza kadav minhünne vetara ve kane emrullahi mef’ula
38. Ma kane alen nebiyyi min haracin fıma feradallahü leh sünnetellahi fillezıne halev min kabl ve kane emrullahi kaderam makdura
39. İllezıne yübelliğune risalatillahi ve yahşevnehu ve la yahşevne ehaden ilellah ve kefa billahi hasıba
40. Ma kane muhammedün eba ehadim mir ricaliküm ve lakir rasulellahi ve hatemen nebiyyın ve kanellahü bi külli şey’in alıma
41. Ya eyyühellezıne amenüzkürullahe zikran kesıra
42. Ve sebbihuhu bükratev ve esıyla
43. Hüvellezı yüsallı aleyküm ve melaiketühu li yuhriceküm minez zulümati ilen nur ve kane bil mü’minıne rahıyma
44. Tehıyyetühüm yevme yelkavnehu selam ve eadde lehüm ecran kerıma
45. Ya eyyühen nebiyyü inna erselnake şahidev ve mübeşşirav ve nezıra
46. Ve daıyen ilellahi bi iznihı ve siracem münıra
47. Ve beşşiril mü’minıne bi enne lehüm minellahi fadlen kebıra
48. Ve la tütııl kafirıne vel münafikıyne ve da’ ezahüm ve tevekkel alellah ve kefa billahi vekıla
49. Ya eyyühellezıne amenu iza nekahtümül mü’minati sümme tallaktümuhünne min kabli en temessuhünne femaleküm aleyhinne min ıddetin ta’tedduneha fe mettiuhünne ve serrihuhünne serahan cemıla
50. Ya eyyühen nebiyyü inna ahlelna leke ezvacekellatı ateyte ücurahünne ve ma meleket yemınüke memma efaellahü aleyke ve benati ammike ve benati ammatike ve benati halike ve benati halatikellatı hacerne meake vemraetem mü’mineten iv vehebet nefseha lin nebiyyi in eraden nebiyyü ey yestenkihaha halisatel leke min dunil mü’minın kad alimna ma feradna aleyhim fı ezvacihim ve ma meleket eymanühüm li keyla yekune aleyke harac ve kanellahü ğafurrar rahıyma
51. Türcı men teşaü minhünne ve tü’vı ileyke men teşa’ ve menibteğayte mimmen azelte fe la cünaha aleyk zalike edna en tekarra a’yünühünne ve la yahzenne ve yerdayne bima ateytehünne küllühünn vallahü ya’lemü ma fı kulubiküm ve kanellahü alımen halıma
52. La yehıllü leken nisaü min ba’dü ve la en tebeddele bihinne min ezvaciv ve lev a’cebeke husnühünne illa ma meleket yemınük ve kanellahü ala külli şey’ir rakıyba
53. Ya eyyühellezıne amenu la tedhulu büyuten nebiyyi illa ey yü’zene leküm ila taamin ğayra nazırıne inahü ve lakin iza düıytüm fedhulu fe iza taımtüm fenteşiru ve la müste’nisıne li hadıs inne zaliküm kane yü’zin nebiyye fe yestahyı minküm vallahü la yestahyı minel hakk ve iza seeltümuhünne metaan fes’eluhünne miv verai hıcab zaliküm atheru li kulubiküm ve kulubihinn ve ma kane leküm en tü’zu rasullellahi ve la en tenkihu ezvacehu mim ba’dihı ebeda inne zaliküm kane ındellahi azıyma
54. İn tübdu şey’en ev tuhfuhü fe innellahe kane bi külli şey’in alıma
55. La cünaha aleyhinne fı abaihinne ve la ebnaihinne ve la ıhvanihinne ve la ebnai ıhvanihinne ve la ebnai ehavatihinne ve la nisaihinne ve la ma meleket eymanühünn vettekıynellah innellahe kane ala külli şey’in şehıda
56. İnnellahe ve melaiketehu yüsallune alen nebiyy ya eyyühellezıne amenu sallu aleyhi ve sellimu teslıma
57. İnnellezıne yü’zunellahe ve rasulehu leanehümüllahü fid dünya vel ahırati ve eadde lehüm azabem mühına
58. Vellezıne yü’zunel mü’minıne vel mü’minati bi ğayri mektesebu fe kadıhtemelu bühtanev ve ismem mübına
59. Ya eyyühen nebiyyü kul li ezvacike ve benatike ve nisail mü’minıne yüdnıne aleyhinne min celabıbihinn zalike edna ey yu’rafne fe la yü’zeyn ve kanellahü ğafurar rahıyma
60. Le il lem yentehil münafikune vellezıne fı kulubihim meraduv vel mürcifune fil medıneti le nuğriyenneke bihim sümme la yücaviruneke fıha illa kalila
61. Mel’unıne eyne ma sükıfu ühızu ve kuttilu taktila
62. Sünnetellahi fillezıne halev min kabl ve len tecide li sünnetillahi tebdıla
63. Yes’elüken nasü anis saah kul innema ılmüha ındellah ve ma yüdrıke lealles saat tekunü karıba
64. İnnellahe leanel kafirıne ve eadde lehüm seıyra
65. Halidıne fıha ebeda la yecidune veliyyev ve la nesıyra
66. Yevme tükallebü vücuhühüm fin nari yekulune ya leytena eta’nellahe ve eta’ner rasula
67. Ve kalu rabbena inna eta’na sadetena ve küberaena fe edallunes sebıla
68. Rabbena atihim dı’feyni minel azabi vel’anhüm la’nen kebıra
69. Ya eyyühellezıne amenu la tekunu kellezıne azev musa fe berraehüllahü mimma kalu ve kane ındellahi vecıha
70. Ya eyyühellezıne amenüttekullahe ve kulu kavlen sedıda
71. Yuslıh leküm a’maleküm ve yağfir leküm zünubeküm ve mey yütııllahe ve rasulehu fe kad faze fevzen azıyma
72. İnna aradnel emanete ales semavati vel erdı vel cibali fe ebeyne ey yahmilneha ve eşfakne minha ve hamelehel insan innehu kane zalumen cehula
73. Li yüazzibellahül münafikıyne vel münafikati vel müşrikıne vel müşrikati ve yetubellahü alel mü’minıne vel mü’minat ve kanellahü ğafurar rahıyma
34-SEBE SURESİ
Bismillahirrahmanirrahim
1. Elhamdü lillahillezı lehu ma fis semavati ve ma fil erdı ve lehül hamdü fil ahırah ve hüvel hakımül habır
2. Ya’lemü ma yelicü fil erdı ve ma yahrucü minha ve ma yenzilü mines semai ve ma ya’rucü fıha ve hüver rahıymül ğafur
3. Ve kalellesıne keferu la te’tınes saah kul bela ve rabbı le te’tiyenneküm alimil ğayb la ya’zübü anhü miskalü zerratin fis semavati ve la fil erdı ve la asğaru min zalike ve la ekberu illa fı kitabim mübın
4. Li yecziyellezıne amenu ve amilus salihüt ülaike lehüm mağfiratüv ve rizkun kerım
5. Vellezıne seav fı ayatina müacizıne ülaike lehüm azabüm mir riczin elım
6. Ve yerallezıne ütül ılmellezı ünzile ileyke mir rabbike hüvel hakka ve yehdı ila sıratıl azızil hamıd
7. Ve kalellezıne keferu hel nedüllüküm ala racüliy yünebbiüküm iza müzzıktüm külle mümezzekın inneküm lefı halkın cedıd
8. Eftera alellahi keziben em bihı cinneh belillezıne la yü’minune bil ahırati fil azabi ved dalalil beıyd
9. E fe lem yerav ila ma beyne eydıhim ve ma halfehüm mines semai vel ard in neşe’ nahsif bihimül erda ev nüskıt aleyhim kisefem mines sema’ inne fı zalike le ayetel li külli abdim münıb
10. Ve le kad ateyna davude minna fadla ya cibalü evvibı meahu vet tayr ve elenna lehül hadıd
11. Enı’mel sabiğativ ve kaddir fis serdi va’melu saliha innı bima ta’melune besıyr
12. Ve li süleymaner rıha ğudüvvüha şehruv ve ravahuha şehr ve erselna lehu aynel kıtr ve minel cinni mey ya’melü beyne yedeyhi bi izni rabbih ve mey yeziğ minhüm an emrina nüzıkhü min azabis seıyr
13. Ya’melune lehu ma yeşaü mim meharıbe ve temasıle ve cifanin kel cevabi ve kudurir rasiyat ı’melu ale davude şükra ve kalılüm min ıbadiyeş şekur
14. Felemma kadayna aleyhil mevte ma dellehüm ala mevtihı illa dabbetül erdı te’külü minseeteh Fe lemma harra tebeyyenetil cinnü el lev kanu ya’lemunel ğaybe ma lebisu fil azabil mühın
15. Le kad kane li sebein fı meskenihim ayeh cennetani ay yemıniv ve şimal külu mir rizkı rabbiküm vşeküru leh beldetün tayyibetüv ve rabbün ğafur
16. Fe a’radu fe erselna aleyhim seylel arimi ve beddelnahüm bi cenneteyhim cenneteyni zevatey ükülin hamtıv ve esliv ve şey’im min sidrin kalıl
17. Zalike cezeynahüm bima keferu ve hel nücazı illel kefur
18. Ve cealna beynehüm ve beynel kuralletı barakna fıha kuran zahiratev ve kadderna fıhes seyr sıru fıha leyaliye ve eyyamen aminın
19. Fe kalu rabbena baıd beyne esfarina ve zalemu enfüsehüm fe cealnahüm ehadıse ve mezzaknahüm külle mümezzak inne fı zalike le ayatil li külli sabbarin şekur
20. Ve le kad saddeka aleyhim iblısü zannehu fettebeuhü illa ferıkam minel mü’minın
21. Ve ma kane lehu aleyhim min sültanin illa li na’leme mey yü’minü bil ahırati mimmen hüve minha fı şekk ve rabbüke ala külli şey’in hafıyz
22. Kulid’ullezıne zeamtüm min dunillah la yemlikune miskale zerratin fis semavati ve la fil erdı ve ma lehüm fıhima min şirkiv ve ma lehu minhüm min zahır
23. Ve la tenfeuş şefaatü ındehu illa li men ezine leh hatta iza füzzia an kulubihim kalu ma za kale rabbüküm kalül hakk ve hüvel aliyyül kebır
24. Kul mey yerzükuküm mines semavati vel ard kulillahü ve inna ev iyyaküm leala hüden ev fı dalalim mübın
25. Kul la tüs’elune amma ecramna ve la nüs’elü amma ta’melun
26. Kul yecmeu beynena rabbüna sümme yeftehu beynena bil hakk ve hüvel fettahul alım
27. Kul eruniyellezıne elhaktüm bihı şürakae kella bel hüvellahül azızül hakım
28. Ve ma erselnake illa kaffetel lin nasi beşırav ve nezırav ve lakınne ekseran nasi la ya’lemun
29. Ve yekulune meta hazel va’dü in küntüm sadikıyn
30. Kul leküm mıadü yevmel la teste’hırune anhü saatev ve la testakdimun
31. Ve kalellezıne keferu len nü’mine bi hazel kur’ani ve la billezı beyne yedeyh ve lev tera iziz zalimune mevkufune ınde rabbihim yarciu ba’duhüm ila ba’dınil kavl yekulüllezınestud’ıfu lillezı nestekberu lev la entüm lekünna mü’minın
32. Kalellezınestekberu lillezınestud’ıfu e nahnü sadednaküm anil hüda ba’de iz caeküm bel küntüm mücrimın
33. Ve kalellesınestud’ıfu lillesınestekberu bel mekrul leyli ven nehari iz te’mürunena en nekfüra billahi ve nec’ale lehu endada ve eserrun nedamete lemma raevül azab ve cealnel ağlale fı a’nakıllezıne keferu hel yüczevne illa ma kanu ya’melun
34. Ve ma erselna fı karyetim min nezırin illa kale mütrafuha inna bima ürsiltüm bihı kafirun
35. Ve kalu nahnü ekseru emvalev ve evladev ve ma nahnü bi müazzebın
36. Kul inne rabbı yebsütur rizka li mey yeşaü ve yakdiru ve lakinne ekseran nasi la ya7lemun
37. Ve ma emvalüküm ve la evladüküm billetı tükarribüküm ındena zülfa illa men amene ve amile salihan fe ülaike lehüm cezaüd dı’fi bima amilu ve hüm fil ğurufati aminun
38. Vellezıne yes’avne fı ayatina müacizıne ülaike fil azabi muhdarun
39. Kul innne rabbı yebtütür rizka li mey yeşaü min ıbadihı ve yakdiru leh ve ma enfaktüm min şey’in fe hüve yuhlifüh ve huve hayrur razikıyn
40. Ve yevme yahşüruhüm cemıan sümme yekulü lil melaiketi e haülai iyyaküm kanu ya’büdun
41. Kalu sübhhaneke ente veliyyüna min dunihim bel kanu ya’büdunel cinn ekseruhüm bihim mü’minun
42. Fel yevme la yemlikü ba’duküm li ba’dın nefav ve la darra ve nekulü lillezıne zalemu zuku azaben narilletı küntüm biha tükezzibun
43. Ve iza tütla aleyhim ayatüna beyyinatin kalu ma haza illa racülüy yürıdü ey yesuddeküm amma kane ya’büdü abaüküm ve kalu ma haza illa ifküm müftera ve kalellezıne keferu lil hakkı lemma caehüm in haza illa sıhrum mübın
44. Ve ma ateynahüm min kütübiy yedrusuneha ve ma erselna ileyhim kableke min nezır
45. Ve kezzebellezıne min kablihim ve ma beleğu mı’şara ma ateynahüm fe kezzebu rusüli fe keyfe kane nekır
46. Kul innema eızuküm bi vahıdeh en tekumu lillahi mesna ve füraa sümme tetefekkeru ma bi sahıbiküm min cinneh in hüve illa nezırul leküm beyne yedey azabin şedıd
47. Kul ma seeltüküm min ecrin fe hüve leküm in ecriye illa alellah ve hüve ala külli şey’in şehıd
48. Kul inne rabbı yakzifü bil hakk allamül ğuyub
49. Kul cael hakku ve ma yübdiül batılü ve ma yüıyd
50. Kul in daleltü fe innema edıllü ala nefsı ve inihtedeytü fe bima yuhıy ileyye rabbı innehu semıun karıb
51. Ve lev tera iz feziu fe la fevte ve ühızu mim mekanin karıb
52. Ve kalu amenna bih ve enna lehümüt tenavüşü mim mekanim beıyd
53. Ve kad keferu bihı min kabl ve yakzifune bil ğaybi mim mekanim beıyd
54. Ve hıyle beynehüm ve beyne ma yeştehune kema füıle bi eşyaıhim min kabl innehüm kanu fı şekkim mürıb
35-FATIR SURESİ
Bismillahirrahmanirrahim
1. Elhamdü lillahi fatıris semavati vel erdı caılil melaiketi rusülen ülı ecnihatim mesna ve sülase ve ruba’ yezıdü fil halkı ma yeşa’ innellahe ala külli şey’in kadır
2. Ma yeftehıllahü lin nasi mir rahmetin fe la mümsike leha ve ma yümsik fe la mürsile lehu mim ba’dih ve hüvel azızül hakım
3. Ya eyyühen nasüzküru nı’metellahi aleyküm hel mim halikın ğayrullahi yerzükulüm mines semai vel ard la ilahe illa hüve fe enna tü’fekun
4. Ve iy yükezzibuke fe kad küzzibet rusülüm min kablik ve ilellahi türceul ümur
5. Ya eyyühen nasü inne va’dellahi hakkun fe la teğurrannekümül hayatüd dünya ve la yeğurranneküm billahil ğarur
6. İnneş şeytane leküm adüvvün fettehızuhü adüvva innema yed’u hızbehu li yekunu min ashabis seıyr
7. Ellezıne keferu lehüm azabün şedıd vellezıne amenu ve amilus salihati lehüm mağfiratüv ve ecrun kebır
8. E fe men züyyine lehu suü amelihı fe raahü hasena fe innellahe yüdıllü mey yeşaü ve yehdı mey yeşaü fe la tezheb nefsüke aleyhim haserat innellahe alımüm bima yasneun
9. Vallahüllezı erseler riyaha fe tüsıru sehaben fe suknahü ila beledüm meyyitin fe ahyeyna bihil erda ba’de mevtiha kezaliken nüşur
10. Men kane yürıdül ızzete fe lillahil ızzetü cemıa ileyhi yas’adül kelimüt tayyibü vel amelüs salihu yerfeuh vellezıne yemkürunes seyyiati lehüm azabün şedıd ve mekru ülaike hüve yebur
11. Vallahü halekaküm min türabin sümme min nutfetin sümme cealeküm ezvaca ve ma tahmilü min ünsa ve la tedau illa bi ılmih ve ma tahmilü min ünsa la tedau illa bi ılmih ve ma yüammeru min müammeriv ve la yünkasu min umurihı illa fı kitab inne zalike alellahi yesır
12. Ve ma yestevil bahrani haza azbün füratün saiğun şerabühu ve haza milhun ücacve min küllin te’külune lahmen tariyyev ve testahricune hılyeten telbesuneha ve teral fülke fıhi mevahıra li tebteğu min fadlihı ve lealleküm teşkürun
13. Yulicül leyle fin nehari ve yulicün nehar fil leyli ve sehhareş şemse vel kamera küllüy yecrı li ecelim müsemma zalikümüllahü rabbüküm lehül mülk vellezıne ted’une min dunihı ma yemlikune min kıtmır
14. İn ted’uhüm la yesmeu düaeküm ve lev semiu mestecabu leküm ve yevmel kıyameti yekfürune bi şirkiküm ve la yünebbiüke mislü habır
15. Ya eyyühen nasü entümül fükaraü ilellah vallahü hüvel ğaniyyül hamıd
16. İy yeşe’ yüzhibküm ve ye’ti bi halkın cedıd
17. Ve ma zalike alellahi bi azız
18. Ve la teziru vaziratüv vizra uhra ve in ted’u müskaletün ila hımliha la yuhmel minhü şey’üv ve lev kane za kurba innema tünzirullezıne yahşevne rabbehüm bil ğaybi ve ekamus salah ve men tezekka fe innema yetezekka li nefsih ve ilellahil mesıyr
19. Ve ma yesteil a’ma vel besıyr
20. Ve lez zulümatü ve len nur
21. Ve lez zıllü ve lel harur
22. Ve ma yestevil ahyaü ve lel emvat innellahe yüsmiu mey yeşa’ ve ma ente bi müsmiım men fil kubur
23. İn ente illa nezır
24. İnna erselnake bil hakkı beşırav ve nesıra ve im min ümmetin illa hala fıha nezır
25. Ve iy yükezzibuke fe kad kezzebellezıne min kablihim caethüm rusülühüm bil kitabil münır
26. Sümme ehaztüllezıne keferu fe keyfe kane nekır
27. E lem tera ennellahe enzele mines semai maa fe ahracna bihı semeratim muhtelifen elvanüha ve minel cibali cüdedüm bıduv ve humrum muhtelifün elvanüha ve ğarabıbü sud
28. Ve minen nasi ved devabbi vel en’ami muhtelifün elvanühu kezalik innema yahşellahe min ıbadihil ulema’ innellahe azızün ğafur
29. İnnellezıne yetlune kitabellahi ve ekamus salete ve enfeku mimma razaknahüm sirrav va alaniyetey yercune ticaratel len tebur
30. Li yüveffiyehüm ücurahüm ve yezıdehüm min fadlih innehu ğafurun şekur
31. Vellezı evhayna ileyke minel kitabi hüvel hakku müsaddikal lima beyne yedeyh innellahe bi ıbadihı le habırum besıyr
32. Sümme evrasnel kitabellezınestafeyna min ıbadina fe minhüm zalimül li nefsih ve minhüm muktesıdve minhüm sabikum bil hayrati bi iznillah zalike hüvel fadlül kebır
33. Cennatü adniy yedhuluneha yühallevne fiha min esavira min zehebiv ve lü’lüa ve libasühüm fıha harir
34. Ve kalül hamdü lillahillezı ezhebe annel hazın inne rabbena le ğafurun şekur
35. Ellezı ehallena daral mükameti min fadlih la yemessüna fıha nesabüv ve la yemessüna fıha lüğub
36. Vellezıne keferu lehüm naru cehennem la yukda aleyhim fe yemutu ve la yühaffefü anhüm min azabiha kezalike neczı külle kefur
37. Ve hüm yastarihune fıha rabbena ahricna na’mel salihan ğayrallezı künna na’mel e ve lem nüammirküm ma yetezekkeru fıhi men tezekkera ve caekümün nezır fe zuku fe ma liz zalimıne min nesıyr
38. İnnellahe alimü ğaybis semavati vel ard innehu alımüm bi zatüs sudur
39. Hüvellezı cealeküm halaife fil ard fe men kefera fe aleyhi küfruh ve la yezıdül kafirıne rüfruhüm ınde rabbihim illa makta ve la yezıdül kafirıne küfruhüm illa hasara
40. Kul eraeytüm şürakaekümüllezıne ted’une min dunillah erunı maza haleku minel erdı em lehüm şirkün fis semavat em ateynahüm kitaben fehüm ala beyyinetim minh bel iy yeıdüz zalimune ba’duhüm ba’dan illa ğurura
41. İnnellahe yümsiküs semavati vel erda en tezula ve lein zaleta in emsekehüma min ehadim mim ba’dih innehu kane halımen ğafura
42. Ve aksemu billahi cehde eymanihim lein caehüm nezırul le yekununne ehda min ıhdel ümem felemma caehüm nezırum mazadehüm illa nüfura
43. İstikbaran fil erdı ve mekras seyyi’ ve la yehıykul mekrus seyyiü illa bi ehlih fe hel yenzurune illa sünnetel evvelın fe len tecide li sünnetillahi tebdıla ve len tecide li sünnetillahi tahvıla
44. E ve lem yesıru fil erdı fe yenzuru keyfe kane akıbetüllezıne min kablihim ve kanu eşedde minhüm kuvveh ve ma kanellahü li yu’cizehu min şey’in fis semavati ve la fil ard innehu kane alimen kadıraw
45. Ve lev yüahızüllahün nase bima kesebu ma terake ala zahriha min dabbetiv ve lakiy yüahhıruhüm ila ecelim müsemma fe iza cae ecelühüm fe innellahe kane bi ıbadihı besıyra
36-YASİN SURESİ
Bismillahirrahmanirrahim
1. Yasın
2. Vel kur’anil hakiym
3. İnneke le minel murseliyn
4. Ala sıratım müstekıym
5. Tenziylel aziyzir rahıym
6. Li tünzira kavmem ma ünzira abaühüm fehüm ğafilun
7. Le kad hakkal kavlü ala ekserihim fehüm la yü’minun
8. İnna cealna fı a’nakıhim ağlalen fe hiye ilel ezkani fehüm mukmehun
9. Ve cealna mim beyni eydihim seddev ve min halfihim sedden fe ağşeynahüm fehüm la yübsırun
10. Ve sevaün aleyhim e enzertehüm em lem tünzirhüm la yü’minun
11. İnnema tünziru menittebeaz zikra ve haşiyer rahmane bil ğayb fe beşşirhü bi mağfirativ ve ecrin kerım
12. İnna nahnü nuhyil mevta ve nektübü ma kaddemu ve asarahüm ve külle şey’in ahsaynahü fı imamim mübiyn
13. Vadrib lehüm meselen ashabel karyeh iz caehel murselun
14. İz erselna ileyhimüsneyni fe kezzebuhüma fe azzezna bi salisin fe kalu inna ileyküm murselun
15. Kalu ma entüm illa beşerum mislüna ve ma enzeler rahmanü min şey’in in entüm illa tekzibun
16. Kalu rabbüna ya’lemü inna ileyküm le murselun
17. Ve ma aleyna illel belağul mübın
18. Kalu inna tetayyarna biküm leil lem tentehu le nercümenneküm ve le yemessenneküm minna azabün eliym
19. Kalu tairuküm meaküm ein zükkirtüm bel entüm kavmüm müsrifun
20. Ve cae min aksal medıneti racülüy yes’a kale ya kavmittebiul murseliyn
21. İttebiu mel la yes’elüküm ecrav vehüm mühtedun
22. Ve ma liye la a’büdüllezı fetaranı ve ileyhi türceun
23. E ettehızü min dunihı aliheten iy yüridnir rahmanü bi durril la tuğni annı şefaatühüm şey’ev ve la yünkızun
24. İnnı izel le fı dalalim mübın
25. İnnı amentü bi rabbiküm fesmeun
26. Kıyledhulil cenneh kale ya leyte kavmı ya’lemun
27. Bima ğafera lı rabbı ve cealenı minel mükramiyn
22.CÜZ-MEAL
33-AHZAB SURESİ
31 – Ama kim Allah ve Resulüne itaat eder, güzel ve makbul işlere devam ederse
ona da mükâfatını iki misli verir ve ona cennette kıymetli bir nasip hazırlarız.
32 – Ey Peygamber hanımları! Siz herhangi bir kadın gibi değilsiniz.
Takvâ sizin sıfatınız olduğuna göre, namahrem erkeklere hitab ederken tatlı ve cilveli bir eda ile konuşmayın ki
kalbinde hastalık bulunan bir şahıs, şeytanî bir ümide kapılmasın.
Ciddi, ölçülü konuşun.
33 – Hem vakarla evinizde durun da,
daha önceki Cahiliye döneminde olduğu gibi süslenip dışarı çıkmayın,
namazı hakkıyla ifa edin, zekâtınızı verin,
hülasa Allah ve Resulüne itaat edin.
Ey Peygamberin şerefli hane halkı, ey Ehl-i beyt!
Allah sizden her türlü kiri giderip sizi tertemiz yapmak istiyor.
Âyette geçen Ehl-i beyt, Resulullahın ev halkıdır. Yani ezvac-ı tahirat (eşleri), evlatları, damadı Hz. Ali ile torunları Hasan ile Hüseyin (r.anhüm) buna dahildirler.
34 – Oturun da evlerinizde okunan Allah’ın âyetlerini ve Resulullahın hikmetlerini anın.
Allah muhakkak ki latif ve habirdir (ilmi en gizli şeylere bile nüfuz eder).
35 – Allah’a teslim olan erkekler ve teslim olan kadınlar,
İslâm dinine iman eden erkekler ve iman eden kadınlar,
taate devam eden erkekler ve taate devam eden kadınlar,
dürüst erkekler ve dürüst kadınlar,
sabreden erkekler ve sabreden kadınlar,
mütevazi erkekler ve mütevazi kadınlar,
hayır yolunda infak eden erkekler ve infak eden kadınlar,
oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar,
ırzlarını koruyan erkekler ve ırzlarını koruyan kadınlar,
Allah’ı çok zikreden erkekler ve çok zikreden kadınlar var ya,
işte Allah onlara mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır. [49,14; 39,9; 2,238; 3,43; 30,26]
36 – Allah ve Resûlü herhangi bir meselede hüküm bildirdikten sonra,
hiçbir erkek veya kadın müminin o konuda başka bir tercihte bulunma hakları yoktur.
Kim Allah’a ve Resulüne isyan ederse
besbelli bir sapıklığa düşmüş olur. [4,65; 24,63]
37 – Hani hem Allah’ın nimet ve ihsanına, hem de senin iyiliğine nail olmuş olup da hanımını boşamaya karar vermiş olarak sana danışmaya gelmiş olan kişiye Sen:
“Eşini yanında tut Allah’tan kork” demiştin.
Allah’ın açığa çıkaracağı bir durumu içinde saklamıştın, çünkü insanlardan çekinmiştin.
Halbuki Allah’tan daha çok çekinmen gerekirdi.
Neticede, Zeyd eşini boşayıp onunla ilişkisini kestikten sonra,
Biz onu sana nikahladık ki, bundan böyle evlatlıkları, eşleriyle ilişkilerini kestikleri, onları boşadıkları zaman, o kadınlarla evlenmek hususunda müminlere bir güçlük olmasın.
Allah’ın emri her zaman gerçekleşir. [4,23]
Allah’ın ve Peygamberimizin ihsanlarına nail olan şahıs, Zeyd ibn Harise (r.a)’dır. Çocuk iken esir düşüp köle olarak satılan Zeyd’i Hz. Hatice (r.a) almış, daha sonra Hz. Peygamber (a.s.) ile evlendiği zaman ona hediye etmişti. Bilahere ailesi fidye vererek geri almak istedi. Peygamberimiz, isterse fidyesiz olarak ailesine gitmesi hususunda onu muhayyer bıraktı. O ayrılmak istemeyince Hz. Muhammed (a.s.m.) onu evlat olarak ilan etti.
Hz. Peygamber, Zeyd’in, halası Ümeyme’nin kızı Zeyneb ile evlenmesine vesile oldu. Fakat Zeyneb, köle asıllı olan Zeyd’i kendisine denk saymadığından, işin başından beri onunla uyum sağlayamadı. Sonunda Zeyd Hz. Peygambere gelip evliliğe son vermek istediğini söyledi. Durumu izleyen Hz. Peygamber (a.s.m) bu neticeyi yerinde bulmakla beraber Zeyd’in yüzüne karşı söylemek de istemedi. “Eşini yanında tut!” diye asıl temennisini dile getirdi.
Zeyd boşayıp iddetini doldurunca Zeyneb serbest kaldı. Peygamberimiz çekinmesine rağmen, Allah onunla evlenmesini emretti. Böylece evlatlık kurumunu ilga işinde Hz. Peygamber, kendi nefsinden örnek vermek imtihanı ile karşı karşıya kaldı. Hz. Peygamberin, bir gün Zeyneb’in güzelliğinin farkına varması neticesinde Zeyd’in onu boşadığı zannını uyandıran ve nakil yönünden de sahih olmayan rivayetin, muhtevası da makul değildir. Zira halası kızı olarak öteden beri tanıyıp evlenmelerinde de tam bir aracılık yapan Hz. Peygamber’in onu yeni fark ettiği iddiasını doğru bulmak mümkün değildir.
38 – Allah’ın, kendisine takdir edip helâl kıldığı bir hususu yerine getirmekte Peygambere herhangi bir vebal, güçlük yoktur.
Sizden önce gelip geçen peygamberler hakkında da Alahın kanunu böyle cari olmuştur. Allah’ın emri, mutlaka yerini bulan bir kaderdir.
39 – Onlar öyle seçkin kimselerdir ki Allah’ın buyruklarını tebliğ ederler, O’nu sayıp çekinirler, Ondan başka kimseden çekinmezler. Hesaba çeken olarak Allah yeter. [6,124]
40 – Muhammed içinizden hiçbir erkeğin babası değildir, lâkin Allah’ın resulü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah her şeyi hakkıyla bilir.
41-42 – Ey iman edenler! Allah’ı çok zikredin, Onu sık sık anın. Sabah akşam Onu takdis ve tenzih edin. [30,17-18]
43 – O’dur ki sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için feyiz ve rahmet indirir, melaikesi de sizler için dua ederler. O, müminlere gerçekten pek merhametlidir. [2,151-152; 40,7-9]
44 – Allah’a kavuşacakları gün: “Selam!” iltifatı ile karşılanırlar.
O, onlara pek değerli ve cömertçe, bir mükâfat hazırlamıştır. [36,58; 10,10]
45-46 – Ey şanlı Peygamber! Biz seni insanlar hakkında şahit, müjdeci, uyarıcı,
Allah’ın izniyle O’nun yoluna dâvet eden bir peygamber ve aydınlatan bir lamba olarak gönderdik. [ 2,143]
47 – Sen, müminlere Allah’tan büyük bir lütfa nail olacaklarını müjdele!
48 – Sakın kâfirlere, münafıklara itaat etme, onların verdikleri sıkıntılara şimdilik aldırma ve yalnız Allah’a dayan. Koruyucu olarak Allah yeter.
49 – Ey müminler! Mümin kadınlarla nikâh akdi yapıp da onlara dokunmadan kendilerini boşayacak olursanız, onların iddet beklemelerini isteme hakkınız yoktur.
Bu durumda onlara müt’alarını vererek güzel bir şekilde boşayın. [2,236-237]
Müt’a: Koca tarafından boşadığı karısının gönlünü almak için vermesi gereken mal, para, elbise gibi şeylerdir.
50 – Ey Peygamber, Biz, şu gruplara dâhil kadınları sana helâl kıldık:
Mehirlerini verdiğin eşlerin,
Allah’ın sana ganimet olarak verdiği elinin altındaki cariyeler, seninle beraber hicret eden amcakızların, halakızların, dayı ve teyzekızların.
Bir de kendisini mehir istemeksizin Peygambere hibe eden ve Peygamberin de kendisini nikâhlamak istediği mümin kadını, diğer müminlere değil, sadece sana mahsus olmak üzere helâl kıldık.
Bizim, müminlerin eşleri ve ellerinin altındaki cariyeler hakkında gerekli kıldığımız mehir gibi hususlar, zaten malumumuz olup onları bildirmiştik.
Hibe yoluyla mehirsiz evlenmeyi sana mahsus kılmamız, nikâh konusunda senin için bir güçlük olmaması içindir. Allah gafurdur, rahîmdir (çok affedicidir, merhamet ve ihsanı boldur).
Bildirilen hükümler: İznin en fazla sınırının dört hanım ile sınırlandırılması, velisiz, şahitsiz, mehirsiz evlilik akdi yapılmamasıdır. Diğer taraftan evlenmede şartlar müsait olursa, bir erkek en fazla dört kadınla evlenebilir. Kur’ân’ın indirildiği toplumda olsun, Yahudi ve Hıristiyan şeriatlarında olsun, sınırsız kadınla aynı anda evlenme imkanı dörde indirilmiştir. Şayet birden fazla kadınla evli olursa adaleti uygulama farzı getirilmiştir. Bildirilen evlilik hükümleri özetle bunlardır.
51 – Ey Peygamber, eşlerinden dilediğini boşarsın, dilediğini yanında tutarsın.
(Ric’i talakla) boşayıp ayırdığını da yanında tutmak istersen, bunda sana bir vebal yoktur.
Bu hal onların sevinmeleri, mahzun olmamaları, yaptığın muameleden hepsinin hoşnud olmaları yönünden daha münasiptir.
Allah kalplerinizde olan her şeyi bilir. Allah alîmdir, halîmdir (her şeyi hakkıyla bilir, müsamahası boldur).
Bu âyette tam kapsamlı bir taksim yapılmıştır. Zira insan eşini ya yanında tutar yahut boşar. Nikâh altında tutarsa ya eşiyle yatar yahut terk eder, kasm (nöbet uygulaması) yapar veya kasm yapmaz. Boşaması durumunda da ya onu serbest bırakır yahut tekrar almayı arzu eder.
Rivayete göre bu âyetin indirilmesinden sonra Hz. Peygamber (a.s.m) eşlerinden Sevde, Cüveyriye, Safiyye, Meymûne ve Ümmü Habîbe’yi (r.anhünne) geri bırakmış, şu dört hanımı Hz. Âişe, Hafsa, Ümmü Seleme ve Zeynebi ise (r.anhünne) yanına almıştır. Allah hepsinden razı olsun. Demek ki azami dört hanım hükmünü böylece uygulamıştır.
52 – Bundan böyle artık başka kadınlarla nikâhlanman, bunları başka hanımlarla değiştirmen, kendilerini güzel bulup beğensen bile, sana helâl değildir.
Ancak elinin altındaki cariyeler bunun dışındadır. Allah her şeyi gözetlemektedir.
53 – Ey iman edenler! Yemeğe izin verilmeksizin,
vaktine de bakmaksızın, Peygamberin evine girmeyiniz.
Fakat dâvet edildiğinizde hemen girin.
Yemeği yiyince hemen dağılın, yemekten sonra sohbete dalmayın.
Çünkü bu hareketiniz Peygamberi rahatsız ediyor, lâkin utandığından, size karşı bir şey söylemiyordu.
Oysa Allah, gerçeği açıklamaktan çekinmez.
Eğer müminlerin annelerinden bir şey soracak veya isteyecek olursanız, onu perde arkasından isteyiniz.
Böyle yapmanız, hem sizin hem de onların kalpleri yönünden daha nezihtir.
Sizin Allah’ın Resulünü rahatsız etmeniz
ve kendisinin vefatından sonra onun eşlerini nikâhlamanız asla helâl değildir.
Çünkü bu, Allah katında büyük bir günahtır.
54 – Herhangi bir şeyi açığa vursanız da, gizleseniz de bilin ki Allah her şeyi pek iyi bilir. [40,19]
55 – Peygamberin eşlerine ve mümin kadınlara:
Babaları, oğulları, kardeşleri,
kardeşlerinin oğulları, kızkardeşlerinin oğulları,
müslüman kadınları ve malik oldukları köleler
hakkında bir günah yoktur.
Bunlar onların evlerine gelebilir ve onlarla karşılaşabilirler.
Bununla beraber, ey Peygamber eşleri, Allah’a karşı gelmekten sakının, çünkü Allah her şeye şahittir. [24,31]
56 – Muhakkak ki Allah ve melekleri Peygambere hep salat ederler.
Ey iman edenler! Siz de ona salat edin ve tam bir içtenlikle selam verin. [33,41-43; 2,157]
Allah’ın salatı: Nebîsini rahmetine mazhar etmesi, onun şanını yüceltmesidir. Meleklerin salatı Hz. Peygamberin şanını yüceltme, müminler için duadır. Müminlerin salatı da, duadır. Selamları ise ona güven verme, ona kendileri tarafından vaki olabilecek zarar, saygısızlık gibi olumsuz durumlardan teminat verme anlamına gelir.
Demek ki salat-u selam, Hz. Peygamberin Allah Teâla tarafından getirdiği ne kadar ahkâm varsa hepsini kabul edip, devamlı sûrette ona verilen biatı yenileme mânasına gelir. Evet, her salavat bir tecdid-i biattır.
Hatıra gelen bir soru da Hz. Peygamberin salata, dua ve rahmete ihtiyacı olmadığı halde bunun üzerinde önemle durmanın sebebidir. Şöyle denilebilir: Ümmetin Hz. Resulullaha ihtiyacı fazladır. Hele bu ihtiyaç uzun ve tehlikeli, meşakkatli âhiret hallerinde son derece fazla olacaktır. Resul-i Ekrem (a.s.m) ın bu itibarı, tabir caiz ise Allah Teâla nezdindeki bu kredisi, ne kadar artarsa, bu imkânların kullanılması o derece fazlalaşacaktır. Her bir müslümanın ondan istifadesi daha da artacaktır. Demek ki salavat, nihayetsiz ümmetin, nihayetsiz ihtiyaçları ile ilgili olduğu için, ne kadar yapılsa yeridir.
Ayrıca salavatla müminler Hz. Peygambere karşı görevlerini daha sık hatırlamakta, onun buyruklarıyla irtibata geçme ve ona olan sevgilerini artırma vesilesi bulmaktadırlar.
57 – Allah ve Resûlünü çirkin iddia ve davranışlarıyla incitenlere Allah dünyada da, âhirette de lânet etmiş ve onları zelil eden bir azap hazırlamıştır.
58 – Mümin erkek ve mümin kadınlara haksız yere, kötü söz ve hareketleriyle eziyet edenler,
bir iftira ve aşikâr bir günah yüklenmişlerdir.
59 – Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve mümin kadınlara söyle:
Ev dışına çıktıkları zaman dış elbiselerini üzerlerine salıversinler.
Böyle yapmaları onların iffetli tanınmaları ve kendilerine sarkıntılık edilerek incitilmemeleri yönünden en uygun bir davranıştır. Allah gafurdur, rahîmdir (çok affedicidir, merhamet ve ihsanı boldur). [24,31] {KM, I Korintos. 11,5-6}
Cahiliye araplarında kadınlar örtünmezdi. Erkeklerin dikkatlerini çekecek tarzda açılıp saçılan kadınlar fazla idi. Böyle kadınlar erkeklere ümit verdiklerinden, onlar tarafından ilgi görürlerdi. İslâm kadının haysiyetini yüceltmek ve ahlâksız erkekler tarafından rahatsız edilmelerini önlemek için, iffetlerinin bir alameti olarak örtünmelerini emretti. Cilbab (dış elbise) gözler açık olsa da yüzün büyük kısmını, gerdanı ve bütün bedeni örten elbisedir.
60-61 – Münafıklar, kalplerinde bir hastalık bulunanlar ve şehirde müminlerin kusurlarını arayarak kötü haber yayanlar, bu hallerinden vazgeçmezlerse,
Biz onlara seni musallat ederiz de sonra orada ancak az bir zaman sana komşuluk edebilirler. Lânetlenirler, nerede rastlanırlarsa yakalanıp öldürülürler.
62 – Allah’ın daha önce gelip geçenler hakkındaki nizamı budur. Allah’ın nizamında asla bir değişiklik bulamazsın.
63 – İnsanlar senden kıyamet saatini sorarlar.
De ki: ona dair bilgi Allah’ın nezdindedir.
Ne bilirsin belki de o saat yakındır! [16,1; 54,1; 21,1]
64 – Allah kâfirlere lânet etmiş ve onlara harlı bir ateş hazırlamıştır.
65 – Onlar onun içinde devamlı kalacak
ve kendileri için ne bir koruyucu ne de bir yardımcı bulamayacaklardır.
66 – Yüzleri ateşte gâh bu yana, gâh öbür yana çevirileceği gün:
“Ah! derler, ah ne olurdu!
Keşke Allah’a itaat etseydik,
keşke Peygambere itaat etseydik!” [25,27-29]
67 – “Ey Ulu Rabbimiz! derler, sözün doğrusu, biz önderlerimizin ve büyüklerimizin dediklerine uyduk, ama onlar bizi yoldan saptırdılar.”
68 – “Ey Ulu Rabbimiz! Onlara azabın katmerlisini ver, en dehşetli lânetle lânet et onlara!”
69 – Ey iman edenler! Mûsâ’ya eziyet edenler gibi olmayın.
Eziyet ettiler de, Allah onu, onların dediklerinden akladı, beri olduğunu ortaya koydu.
O, Allah nezdinde pek itibarlı bir kişi idi.
70-71 – Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve hep doğru söz söyleyin ki
Allah da işlerinizi ve hallerinizi düzeltsin, günahlarınızı affetsin.
Kim Allah’a ve Resulüne itaat ederse, pek büyük bir mutluluk ve başarıya nail olmuş olur.
72 – Biz emaneti göklere, yere, dağlara teklif ettik de
onlar bunu yüklenmekten kaçındılar.
Zira sorumluluğundan korktular, ama onu insan yüklendi.
İnsan (bu emanetin hakkını gözetmediğinden) cidden çok zalim, çok cahildir.
Emanet: farzlar, yükümlülükler, Allah’a itaat, akıl ve düşünme kabiliyeti şeklinde tefsir edilmiştir. Kader sırrı yani Allah’ın takdirine razı olmaktır, diyenler de vardır. İnsana verilen benlik de emanetin bir unsurunu teşkil eder. Benlik bütün mahlûklar içinde yalnız insana verilmiştir. Eğer insandaki ene (ben) gerçek mahiyetini anlayıp Rabbine yönelmezse dünyayı zulüm, inkâr ve şirkin dehşeti ile dolduran bir mahiyete dönüşür. Vallahü a’lem
73 – Bunun varacağı sonuç da, Allah’ın münafık erkekleri ve münafık kadınları, müşrik erkek ve müşrik kadınları cezalandırması, mümin erkek ve mümin kadınların ise tövbelerini kabul buyurması olacaktır.
Allah gerçekten gafurdur, rahîmdir (çok affedicidir, merhamet ve ihsanı boldur).
34 – SEBE’ SÛRESİ
Mekkî olup 54 âyettir. Bu sûre-i şerife, ihtiva ettiği konulardan biri olan ve 15. âyette geçen Sebe’ halkı sebebiyle bu ismi almıştır. Diğer birçok Mekkî sûre gibi tevhid, nübüvvet ve âhiret esaslarını hatırlatmayı gaye edinir. Bu hakikatler bazı peygamber kıssaları ile de desteklenir. Ezcümle: Hz. Davud (a.s.) ile Hz. Süleyman (a.s.)a Allah Teâlanın verdiği iktidar, onların çağdaşı olan Sebe’ medeniyeti anlatılırken, nimetin ancak şükürle devam ettiği dersi verilir. Müşriklerin şüpheleri izale edilir. Sûre kâfirleri tevhide dâvet ederek sona erer.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1 – Bütün hamdler, güzel övgüler gerçek ilah olan Allah’a mahsustur ki göklerde ve yerde olan her şey O’nundur.
Âhirette de hamdler O’na mahsustur.
O hakîmdir, habîrdir (tam hüküm ve hikmet sahibidir, her şeyden hakkıyla haberdardır). [92,13]
2 – Yere giren ve oradan çıkan, gökten inen ve oraya yükselen ne varsa O, hepsini bilir. O rahîmdir, gafurdur (merhamet ve ihsanı boldur, çok affedicidir).
3 – Kâfirler: “Kıyamet saati bize gelmez, böyle bir şey yok!” diye iddia ettiler.
De ki: “Hayır! Rabbim hakkı için o gelecektir!
O gaybları bilen öyle bir Zattır ki O’nun ilminden göklerde ve yerde zerre miktarı birşey bile kaçamaz.”
Zerreden daha küçük ve daha büyük hiçbir şey yoktur ki herşeyi açıklayan kitapta (levh-i mahfuzda) bulunmasın. [7,187; 20,15; 10,53; 64,7]
4 – Böylece Allah, iman edip güzel ve makbul işler yapanları ödüllendirir.
İşte onlara bir mağfiret ve çok değerli bir nasib vardır. [59,20; 38,28]
5 – Âyetlerimize karşı koymak için çalışanlara, hükmümüzden kurtulacaklarını sananlara, iğrenç ve gayet acı bir azap vardır.
6 – Kendilerine ilim nasib edilenler,
sana indirilen kitabın, Rabbin tarafından gelen gerçeğin ta kendisi olduğunu
ve o mutlak kudret sahibi, bütün güzel övgülere lâyık olan Allah’ın yolunu gösterdiğini bilirler. [7,43; 36,52; 30,56]
7 – Böyle iken kâfirler kendi aralarında şöyle dediler:
“Siz ölüp de tamamen parçalandıktan ve çürüdükten sonra size yeniden yaratılacağınızı söyleyerek peygamberlik iddia eden bir adam gösterelim mi?
8 – Yalan uydurup onu Allah’a mı mal ediyor; yoksa kendisinde delilik mi var, bir türlü anlayamadık.”
Hayır, öyle değil, âhirete inanmayanlar azap içinde ve derin bir sapıklık içindedirler.
9 – Onlar gökte ve yerde önlerinde ne var, arkalarında ne var bakmadılar mı? Eğer dilersek onları yerin dibine geçiririz, yahut üzerlerine gökten parçalar düşürürüz. Elbette bunda Rabbine yönelen her kul için ibret vardır. [51,47-48; 36,81; 40,57]
10-11 – Biz Davud’a tarafımızdan bir imtiyaz verdik: “Ey dağlar! Ey kuşlar! Onunla beraber tesbih edin, şevke gelip Allah’ın yüceliğini terennüm edin.” dedik.
Ayrıca demiri ona yumuşattık (demiri şekillendirme kudreti verdik) “Bütün bedeni örtecek uzun zırhlar yap, onları dokumada intizama dikkat et ve siz de ey Davud ailesi! Hepiniz faydalı ve makbul işler yapınız, çünkü Ben burdan yaptıklarınızı görüyorum.” buyurduk. [21,80] {KM, Mezmurlar 96,11-12; 97,5; 114,4}
Demir madenini işletmeyi eskiden yalnız Hititliler ve Filistinliler biliyor ve bunun sırrını saklıyorlardı. Davud (a.s.) zamanında İsrailoğulları da işletmeye başlayıp, büyük bir kuvvet elde ettiler.
Bu âyetten itibaren, Cenab-ı Allah, bazı peygamberlere lütfettiği birtakım mûcizelerden bahsetmektedir. Kur’ân’ı Kerim’in âyetlerinin, birden fazla irşad vecihleri ihtiva ettiği, müfessirlerin ittifakiyle sabittir. Dolayısıyla bu âyetlerin bildirdikleri çeşitli mânalar arasında bir de, bilimsel ve teknolojik gelişmelere teşvik işareti sezilmektedir.
Peygamberler hidâyet rehberi olarak gönderildikleri gibi, onları yaptıkları her işte örnek almaya çalışıp, rehberliklerinden yararlanmak da müminlere düşen bir görevdir. Allah Teâla Peygamberlere mûcize olarak verdiği nimetlerle onların nübüvvetlerini ispat etmenin yanısıra, kâinata koyduğu bilimsel kanunlardan istifade işinde de onların örnek alınmalarını, işaret yoluyla teşvik etmektedir. Hatta denebilir ki manevî kemalat gibi maddî kemalatı da, beşeriyete ilkin mûcize eli hediye etmiştir. Bu gerçeğe bir işaret olarak geleneksel san’atlar, peygamberlerden birini san’atlarının piri ve önderi saymışlardır: (gemiciler Hz. Nuh’u, saatçılar Hz. Yusuf’u, terziler Hz. İdris’i gibi (aleyhimüs selam)
Davud (a.s.)’ın dağları konuşturmasında gramafon, plak, teyp tekniğine; demirin yumuşatılması ve erimiş bakırın sel gibi akıtılmasında, madenlerin işletilip sanayii geliştirmeye; Süleyman (a.s.)’ın bir günde iki aylık mesafeyi havaya binerek kat etmesinde uçak teknolojisine, Mûsa (a.s.)’ın değneği ile taştan, topraktan su çıkarmasında artezyene, İbrâhim (a.s.)’i, ateşin yakmamasında ateşe dayanıklı maddelerden elbise yapmaya, Îsâ (a.s.)’ın felçlileri hatta ölmüşleri tedavi edip diriltmesinde tıbbi tedavinin en ileri noktalarına; Süleyman (a.s.)’ın ilimde ileri gitmiş vezirinin, iki bin km. lik uzaklıktan Belkıs’ın tahtını getirmesinde televizyona hatta daha ileri seviyelere teşvik sezilmektedir.
12 – Süleyman’ın emrine de rüzgârı verdik. Onun sabah gidişi bir aylık mesafe, akşam dönüşü de bir aylık mesafe idi.
Onun istifadesi için, erimiş bakırı kaynağından sel gibi akıttık. Rabbinin izniyle cinlerden bir kısmı, onun önünde çalışırlardı. Onlardan kim emrimizden sapsa, onu zelil ve perişan eden bir azap tattırırdık. [21,81] {KM, I Krallar 7. bölüm; II Tarihler 4,6}
13 – O cinler ona kaleler, heykeller, havuz büyüklüğünde çanak ve leğenler, sabit kazanlar gibi istediği şeyleri yaparlardı.
Ey Davud hanedanı, şükür gayreti içinde olun. Kullarımdan gereği gibi şükredenler çok azdır.
Timsal: Canlı veya cansız bir şeyin biçimine benzer yapılan herhangi bir şekile denir. Onun için Razî bunun izahında “nakışlar” demekle yetinmiştir. Canlıların tasvirleri hadislerle yasaklanmış ise de, bir şeriatte mahzurlu olan şeyin bir başkasında mübah bırakılması mümkündür. Fakat Hz. Süleyman (a.s.) Tevrat ahkâmına bağlı idi. Tevratta ise sûret yapmak yasaklandığından (Çıkış 20,4) Hz. Süleyman (a.s.)’ın yaptırdığı resimlerin cansızlara aid manzaralar ve nakışlar olduğu ihtimali ağır basmaktadır.
14 – Süleymanın ölüm fermanını çıkarmamızdan sonra, cinler ve çevresindekiler onun öldüğünü, ancak dayandığı asasını bir ağaç kurdunun yemesi sonucunda, kendisinin yere yıkılmasından sonra anlayabildiler.
O, yere düşünce cinler kesin olarak anladılar ki şayet gaybı bilmiş olsalardı kendilerini zelil ve perişan eden angarya işlerde devam edip gitmezlerdi.
15 – Gerçekten Sebe’ halkına oturdukları diyarda bir ibret dersi vardı. Onların meskenleri sağdan soldan iki bahçe ile çevrili idi. Peygamberleri kendilerine dedi ki: “Allah’ın nimetlerinden yiyiniz, içiniz, O’na şükrediniz. Ne hoş bir diyar! Ne iyi, ne müsamahalı ve bağışlayıcı bir Rab!”
Sebe’: Yemende yerleşmiş bir kabile adı olup başkentleri Ma’rib, bu günkü San’a civarında yer alıyordu. Kurdukları üstün medeniyet dillere destan idi. Hz. Süleyman (a.s.) vesilesiyle mânen de yükselen bu millet, daha sonra şirke ve tefrikaya mâruz kaldı. M.Ö. 5. asırda ünlü Ma’rib barajının çöküşü ile bu ülkenin yıldızı da söndü.
16 – Fakat onlar bu dâvete sırtlarını döndüler, Biz de onların üzerlerine kükremiş, hırçın mı hırçın, bendleri yıkan bir sel gönderdik.
O güzelim bahçelerini, içinde sadece buruk yemişli, ılgınlık, biraz da dikeni çok, meyvesi az ağaçlardan ibaret bozulmuş bahçelere çevirdik. [27,22;24]
17 – Biz inkâr ve nankörlükleri sebebiyle onları böylece cezalandırdık. Zaten nankörlükte çok ileri gidenden başkasını cezalandırır mıyız?
18 – Onların diyarlarıyla, feyz ve bereket verdiğimiz kutlu beldeler arasında sırt sırta vermiş, biri birinden görülebilen nice kasabalar var ettik ve bunlar arasında düzenli ulaşım imkânları sağladık.
“Oralarda geceler ve gündüzler boyunca, güven içinde gezin dolaşın!” dedik.
Meskûn yerlerin birbirine yakınlığı, ülkenin refah ve bereketini gösteriyordu. Feyz ve bereket verilen şehirler ise Şam şehirleridir.
19 – Fakat onlar: “Ya Rabbena, seferlerimizin arasını uzaklaştır (şehirlerimiz birbirine çok yakın, bunların arasını uzat, daha uzun mesafelere gidelim, ülkemizi genişlet) diye dua ettiler ve böylece kendilerine yazık ettiler.
Biz de onları dillere destan olan, hayret ve ibretle bahsedilen masal haline getirdik, başka yerlere göç etmeleri suretiyle darmadağın ettik. Bunda elbette çok sabırlı, çok şükürlü olan kimselerin alacakları hayli ibretler vardır. [28,58; 16,112]
Onlar kazanç hırsıyla, fakirleri daha çok soymak için yol konaklarının aralarının uzaklaştırılmasını bilfiil temenni ettiler.
Muir, o zaman Yemen ile Şam arasında ticaretin çok mühim olup iki tarafı da zenginleştirdiğini anlattıktan sonra Hadramut ile Eyle arasında yetmiş konak bulunduğunu, bu konakların bugünkü konaklara uyduğunu belirtir.
Sebe’lilerin darmadağın olmaları darbımesel haline geldi. Öyle ki bugün bile Araplar, bir topluluğun darmadağın olmasından bahsederken: “Sebeliler gibi darmadağın oldu” derler.
20 – Hakikaten İblis onlar hakkındaki zan ve temennisini gerçekleştirdi, muradına erdi. Müminlerden bir kısmı hariç, onun peşine düştüler. [7,17; 17,62]
Yemende tevhide inanan bir cemaatin devam ettiği, bu âyetten anlaşılmakta olup, tarihi ve arkeolojik bulgular da bunu desteklemektedir.
21 – Aslında Şeytanın onlar üzerinde bir sultası, zorlayıcı gücü yoktu. Ancak âhirete iman edeni, o konuda şüphe eden kimselerden ayırt edip ortaya çıkaralım diye ona bu fırsatı verdik. Rabbin her şeyi hakkıyla gözetlemektedir.
22 – De ki: “Allah’tan başka, tanrılığını iddia ettiğiniz şeylere istediğiniz kadar yalvarın durun bakalım, ele ne geçireceksiniz? Onların ne göklerde ne yerde, size verecekleri zerre kadar bir fayda yoktur.
Onların oralarda en ufak bir ortaklıkları yoktur. Allah’ın onlardan bir yardımcısı da yoktur. [35,13]
23 – Allah’ın huzurunda, O’nun izin verdiğinden başkasının şefaatleri fayda vermez.
Nihayet o kıyamet saati dehşetinden duydukları korku gelince:
O dirilenler birbirlerine “Rabbimiz neye hükmetti?” diye sorarlar.
Ötekiler: “Hak ve adalet neyi gerektiriyorsa o hükmü verdi” derler. “O, yüceler Yücesi, büyükler Büyüğüdür.” [2,255; 53,26; 21,28]
24 – Söyle onlara: “Göklerden, yerden sizi rızıklandıran kimdir?
(Onların cevaplarını beklemeden:) “Allah’dır” de.
O halde ya biz veya siz, ikimizden biri doğru yol üzerinde veya besbelli bir sapıklıktayız.”
Bu âyet, münazarada insaf prensibine işaret etmektedir. Hakikate sahib olan kimse, başlangıçta bunu iddia etmeyecek, hakikat karşısında rakibi ile kendisini eşit mesafeye yerleştirecektir. Delilini ortaya koyan, netice alacaktır. Aksi halde tartışma gerçekleşemez.
25 – De ki: “Siz bizim suçlarımızdan sorguya çekilecek değilsiniz,
biz de sizin yaptıklarınızdan sorgulanacak değiliz.” [10,41; 109,1-5]
26 – De ki: “Rabbimiz kıyamet günü hepimizi bir araya toplayacak
sonra da aramızdaki hükmü verecektir.
O, tam adaletle hükmeden ve her şeyi bilen bir Hâkimdir.” [30,14-16]
27 – De ki: “O’na şerik saydıklarınızı bana gösterin bakayım!
Hayır, öyle şey yok!
Doğrusu şu ki Allah, azîz ve hakîmdir (mutlak galip olup tam hüküm ve hikmet sahibidir).
28 – Ey Resûlüm, Biz seni bütün insanlığa rahmetimizin müjdecisi, azabımızın uyarıcısı olarak gönderdik,
lâkin insanların ekserisi bunu bilmezler. [7,158; 25,1; 6,116; 12,103]
Bu âyet Hz. Muhammed (a.s.)’ın risaletinin belirli bir millet, dil ve coğrafya ile sınırlı olmayıp evrensel, yani bütün zamanlar ve mekânlar için geçerli olduğunu açıkça gösterir.
29-30 – Bir de: “Eğer doğru söylüyorsanız vaad ettiğiniz kıyamet ne zaman gerçekleşecek?” derler.
De ki: “Sizinle öyle bir buluşma günümüz var ki
ondan ne bir saat ileri geçebilirsiniz ne de bir saat geri kalabilirsiniz.!” [42,18; [71,4; 11, 104-105]
31 – Kâfirler: “Biz ne bu Kur’ân’a, ne de bundan öncekilere inanırız” derler.
O zalimleri; sen, Rablerinin huzuruna duruşma için getirildiklerinde, birbirlerine laf atarken bir görseydin!
Zebûn edilen, dünyada güçsüz bırakılanlar o kibirli olan önderlerine:
“Ah! Sizin yüzünüzden bu hallere düştük,
siz olmasaydınız biz de iman edecektik!” diyecekler.
32 – Öte yandan dünyada iken kibirlenenler o zebûn edilenlere, ezilenlere:
“Size hidâyet geldikten sonra, biz mi sizi ondan uzaklaştırdık.
Bilakis, siz zaten suçlu kimselerdiniz!” [7,38-39; 14,21; 40,47-48]
33 – Ezilenler de kibirlilere:
“Hayır! İşiniz gücünüz, gece gündüz dolap!
Siz daima Allah’a nankörlük etmemizi,
Ona birtakım şerikler uydurmamızı bizden isterdiniz” derler.
Ve böyle atışırlarken hepsi, azabı gördükleri o esnada, pişmanlıklarını içlerine atarlar…
O inkârcıların boyunlarına ateşten demir halkalar takarız.
Bu, yaptıklarının adil bir karşılığı değil midir?
34 – Uyarmak üzere Peygamber gönderdiğimiz hiçbir belde yoktur ki
onların ileri gelen, varlıklı ve şımarık olanları:
“Biz sizinle gönderilen şeyleri reddediyoruz, bunu böyle bilesiniz!” demiş olmasınlar.
35 – Ve ilave ettiler: “Bizim malımız da, evladımız da sizinkinden daha fazla, sizden daha güçlüyüz.
Biz öyle iddia ettiğiniz gibi azaba falan da uğrayacak değiliz!” [26,111; 11,27; 6,53-133; 23-55-56; 9,55; 7,4; 11-17]
36 – De ki: “Rabbim dilediği kimsenin rızkını, nasibini bollaştırır,
dilediğinin nasibini kısar.
Ama insanların ekserisi bu gerçeği bilmezler.”
37 – Bizim nezdimizde size değer kazandıran şey, ne mallarınızın, ne de evlatlarınızın çokluğu değildir.
Şu var ki, iman edip güzel ve makbul işler yapanlara
Bu gayretlerinden ötürü kat kat mükâfat verilecek ve onlar cennetin yüksek köşklerinde güven ve huzur içinde olacaklardır. [17,21]
38 – Âyetlerimize karşı koymak için Peygamberlerimizle mücadele edenler
ve elimizden kaçıp kurtulacaklarını zannedenler ise zorla getirilip azabın içine atılacaklardır.
39 – De ki: “Rabbim dilediği kimsenin rızkını, nasibini bollaştırır, dilediğinin nasibini de kısar.
Siz hayır yolunda her ne harcarsanız Allah onun yerini doldurur.
O rızık verenlerin en hayırlısıdır.”
40 – Gün gelecek, hepsini mahşerde toplayacak, sonra da melaikeye: “Şunlar size mi tapıyorlardı?” diye soracaktır. [5,116; 25,17]
41 – Onlar: “Müşriklerin iddialarından Seni tenzih ederiz. Bizim dostumuz, koruyucumuz onlar değil, sadece Sensin!
Hayır, onlar bize değil, cinlere tapıyor ve ekserisi onlara inanıyorlardı.” diye cevap verirler. [4,117]
42 – İşte bugün kiminiz kiminize ne fayda, ne de zarar vermeye güç yetiremezsiniz.
O kâfirlere de diyeceğiz ki: “Yalan saydığınız o ateş azabını tadın da
yalan mıymış gerçek miymiş söyleyin bakalım!”
Aslında sadece fayda söz konusu olup, zarar bahis mevzuu olmamasına rağmen böyle buyurulması şöyle açıklanabilir:
1. Aczlerinin tam olduğunu göstermek 2.Müşriklerin ibadet etmeleri halinde şeriklerin fayda, ibadeti terketmeleri halinde ise onlara zarar veremeyeceklerini bildirmek içindir. 3.Ebussuûd gibi bazı müfessirlerin izahına göre fayda celbetme veya zararı savma kasdedilmektedir. Yani zarar kelimesinin başında hazf-i muzaf vardır.
43 – Kendilerine parlak deliller halinde âyetlerimiz okunduğunda o zalimler:
“Bu, başka değil, sırf sizi atalarınızın ibadet ettiği tanrılarınızdan uzaklaştırmak isteyen bir adam!” dediler.
Ve yine dediler ki: “Bu Kur’ân başka değil, sırf bir iftira!”
Ve yine kâfirler, gerçek kendilerine geldiğinde “Bu besbelli bir büyüden başka birşey değil!” dediler.
44 – Biz onlara Kur’ân’dan önce, okuyacakları kitaplar vermedik, keza senden önce onları uyarmakla görevli bir peygamber de göndermedik.
45 – Kendilerinden, Mekke müşriklerinden öncekiler de hakkı yalan saymışlardı.
Halbuki bunların güç ve kuvveti onlarınkinin onda biri kadar bile değildir.
Buna rağmen azabı engelleyemediler.
Peygamberlerimi yalan saydılar ama, redlerine karşı Benim reddedişim nasıl olurmuş, iyice gördüler! [46,26; 40,82]
46 – De ki: “Size bir tek nasihat edeceğim: İkişer ikişer veya teker teker Allah hakki için durup düşünmenizi,
hem sonra bu arkadaşınızda delilikten eser olmadığını iyi anlamanızı istiyorum.
O, ancak şiddetli bir azaptan önce sizi sakındırmak için gelen bir peygamberdir.”
47 – De ki: “Sizden bu hizmetim için hiçbir ücret istemiyorum, ücret sizin olsun!
Benim ücretim yalnız Allah’a aittir ve O, her şeye şahittir.”
48 – De ki: “Rabbim hakkı, gerçeği, yerli yerine kor.
O bütün gaybları, bütün gizlileri bilir.”
49 – De ki: “İşte gerçek geldi, bütün açıklığıyla ortaya çıktı. Yalan ve sahte olan ise sönüp gitmeye mahkûmdur.” [17,81]
50 – De ki: “Eğer ben yoldan saparsam, kendi aleyhime olarak saparım. Şayet doğru yolu bulursam, bu da Rabbimin bana vahyetmesi sayesindedir. O herşeyi işitir, kullarına pek yakındır.”
51 – Kıyamet günü o kâfirler can kaygısına düştükleri zaman bir görsen! Artık kaçacak hiç bir yerleri yoktur ve cehenneme yakın bir yerde yakalanmışlardır.
52 – İş işten geçtikten sonra “Peygambere inandık” demektedirler; ama uzak yerden, ta dünyadan imanı nasıl alabilsinler? [32,12]
Maksat şudur: Dönüş ve tövbeleri dünyada kabul edilirdi. Halbuki dünya hayatı, çoktan geçmiş durumda. Dünya, şimdi âhiretten o kadar uzak ki!
Bu muhali taleb etmektir: Âhiretteki inanmalarının, dünyada iken müminlere imanlarının temin ettiği faydayı sağlamasını beklemektedirler.
53 – Halbuki daha önce onu inkâr etmişlerdi ve uzak bir yerden gayba atıp tutuyorlardı! [18,22; 45,32]
54 – Neticede, tıpkı daha önce benzerlerine yapıldığı gibi, kendileriyle arzu ettikleri şey arasına sed çekilir.
Çünkü onlar, kıyamet hakkında gerçekten insanları kötü zanna düşüren bir şüphe içindeydiler.
Kâfirlerin arzuları, o günkü imanlarının geçerli olup, cehennemden kurtularak cennete girmeleri idi. Fakat bu temennileri gerçekleşmeyecektir.
35 – FÂTIR SûRESİ
Mekkede indirilmiş olup 45 âyettir. Allah Teâlanın yaratıcılığını bildiren ve ilk âyette geçen Fâtır isminden dolayı bu isimle adlandırılmıştır.
Bu sûrede Allah’ın varlığına, birliğine, hikmet ve kudretine delalet eden çeşitli deliller gözler önüne serilir. Allah’ın yarattığı tabiatı iyi inceleyenlerin O’nu lâyıkıyla tanıyıp tazim edecekleri, bir sonuç halinde bildirilir (âyet: 28). Şirk çürütülür. Bu gerçekler, bazı meseller aracılığı ile de müşahhas hale getirilir. Vahye kulak verip âhirete hazırlananları bekleyen mutluluk ile kâfirleri bekleyen kötü âkıbet hatırlatılır. İnsanların çoğunun nankörlüğüne rağmen Allah’ın onlara mühlet verdiği hatırlatılarak onlar, bu fırsat değerlendirmeye çağırılır.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1 – Hamd, gökleri ve yeri yaratan ve melaikeyi ikişer, üçer, dörder kanatlı elçiler yapan Allah’a mahsustur. O, yaratıklarından, istediğine, dilediği kadar fazla özellikler verir, Çünkü O herşeye kadirdir. {KM, İşaya 6,2; Hezekiel 1,6}
Buradaki kanat sayıları, tahsis için olmayıp, çokluğu beyan etmek için misal kabilindendir. Zaten hemen peşinden gelen “yaratmada dilediği kadar fazla özellikler verir” kısmı da bunu teyid etmektedir.
Nitekim hadis-i şerifte, Peygamber Efendimizin Cibril’i ufku kaplayan altıyüz kanadıyla gördüğü bildirilmiştir.
Âyet hilkatteki çeşitliliğe işaret buyurmaktadır: Mesela: güzel yüzler, güzel sesler, güzel saçlar, güzel hatlar, gözlerde güzellik, boy ve endamda hoşluk, incelik, biçimde uyumluluk, organlarda tamamlık, güçte şiddet, akılda keskinlik, görüşte ve düşüncede verimlilik ve bereket, kalbde cesaret, ruhta hoşgörü, dilde güzel ifade, konuşmada yeterlilik, çeşitli kabiliyetler, işte beceriklilik ve maharet… ve daha bunlar gibi nice mükemmellikler sadece insan yaratılışıyla ilgili çeşitliliğe misal kabilindedir. Bunlara kuşlar, balıklar, kelebekler, atlar, aslanlardan, dünyayı yaldızlayan envaı türlü çiçekler ve bitkiler âlemini, zerrelerden, atomlardan galaksilere kadar makrokozmozu dolduran çeşitlilikleri ilave edersek bu âyetin ne geniş bir âleme pencere açtığını anlayabiliriz.
2 – Allah’ın insanlara göndereceği herhangi bir nimeti engelleyip tutacak güç bulunmaz. Onun vermediğini ise gönderecek kuvvet yoktur. O, öyle azîz ve hakîmdir (mutlak galiptir, tam hüküm ve hikmet sahibidir). {KM, Eyub 12,14; İşaya 22,22}
3 – Ey insanlar! Allah’ın üzerinizdeki nimetlerini hatırlayın: Düşünün: göklerden ve yerden sizi rızıklandıran Allah’tan başka bir yaratıcı mı var?
Ondan başka tanrı yoktur. Böyle iken nasıl oluyor da (imandan inkâra) çevriliyorsunuz?
4 – Eğer seni yalancı sayarlarsa buna üzülme. Senden önceki peygamberler de yalanlandı. Bütün işler nihai hüküm için Allah’a götürülür.
5 – Ey insanlar! Allah’ın vaadi elbette gerçektir, öyleyse sakın dünya hayatı sizi aldatmasın; o çok hilekâr Şeytan da Allah’ın kerem ve merhametini ileri sürerek sizi aldatmasın. [31,33; 57,14]
Şeytan birçok kere insanı: “Allah kerîmdir, senin ibadetine ihtiyacı yoktur. O gafurdur, rahîmdir” diyerek günahlara veya “O herşeye vekildir” diyerek tembelliklere sürükleyip, imkânlarını kötüye kullanmaya sevketmek ister.
Gerçi Allah’ın bu vasıfları vardır. Fakat öyledir diye mağrur olup aldanmak, Allah’a saygı göstermemek, Onun izzet ve celalini hesaba katmamak, Allah’ın cezasını tanımamak gibi bir cinayet işlemek olmaz. Keza Allah’ın iman edip makbul işler işleyen kullarına verdiği imkân ve derecelerden de göz göre göre bir mahrumiyete kimsenin razı olmaması gerekir.
6 – Şeytan sizin düşmanınızdır, öyleyse siz de onu düşman kabul edin.
O kendi taraftarlarını, cehennemlik olmaya dâvet eder. [18,50; 36,60]
7 – Kâfirlere şiddetli bir ceza vardır.
İman edip güzel ve makbul işler yapanlara ise bir mağfiret ve büyük bir mükâfat vardır.
8 – Hiç kötü işleri kendisine güzel görünen kimse, iyilik edip dürüst işler işleyen kimse gibi olur mu?
Allah dilediğini sapıklık içinde bırakır, dilediğini doğru yola iletir.
O halde insanlardan ötürü üzülüp kendini mahvetme! Çünkü Allah onların bütün yaptıklarını bilir.
9 – Allah o Yüce Zattır ki rüzgârlar gönderir. Onlar bulutu kaldırır, derken onu ölü bir beldeye sevkederiz ve onunla ölümünden sonra dünya yüzüne hayat veririz.
İşte ölülerin diriltilmesi de böyledir.
10 – Kim izzet istiyorsa bilsin ki izzet tamamiyle Allah’ındır.
Güzel ve temiz sözler O’na yükselir. Amel-i salihi, güzel ve makbul işi de Allah yükseltir.
Kötü işleri gizlice tasarlayıp kuranlara şiddetli azap vardır.
Onların kurdukları bütün tuzaklar mahvolur. [4,139; 10,65; 63;8]
Âyette muhtemel olan birkaç anlam vardır.
1-Mealde tercih ettiğimiz durum: Güzel söz doğrudan Allah’ın katına çıkar! Amel-i salih ise Allah’ın onu yükseltmesine bağlıdır. 2-Güzel sözü yükselten amel-i salihtir. Söz ancak eylemle değer kazanır. Hadiste “Allah sözü amelsiz kabul buyurmaz” buyurmuştur. 3-Amel-i Salih, amilini yükseltir. kim izzet istiyorsa, amel-i salih işlesin, zira kula şeref ve izzet veren, budur.
Kısacası, izzet elde etmek hem sözde, hem de işte ortaya çıkan itaatla olur, yoksa gurur, tembellik, şeytanlık ve kötülüklerle değil.
11 – Allah sizi (atanız Âdemi) topraktan, sonra(ki nesilleri de) nutfeden yarattı. Sonra sizi çift çift yaptı.
Onun bilgisi dışında hiçbir dişi ne hamile kalır, ne de doğurur.
Herhangi bir canlının ömrünün uzaması veya kısaltılması da mutlaka bir kitapta yazılıdır.
Bütün bunlar, Allah’a göre, elbette pek kolaydır. [6,59; 3,8-9]
12 – (Allah sınırsız miktarda birbirinden farklı varlıkları yaratabilir. Bu cümleden olarak) iki denizin suyu bir olmaz: şu tatlı, içimi afiyetli, boğazdan kayıverir, o ise tuzlu, acıdır. Bununla beraber her iki denizden de taptaze et yersiniz ve takındığınız inci gibi süs eşyası çıkarırsınız.
Allah’ın lütfundan nasip arayıp bulmak için gemilerin suları yardığını, denizlerde devamlı dolaştıklarını görürsün. Umulur ki bütün bu nimetlere şükredersiniz. [55,22-23]
13 – O gâh gündüzü kısaltarak geceyi uzatır, gâh geceyi kısaltarak gündüzü uzatır.
Güneş ve ayı emri altında hizmete koşturan da O’dur.
Bunlardan her biri belirlenmiş bir vâdeye kadar akıp gider.
İşte bütün bunları yapan, Rabbiniz olan Allah’tır.
Hâkimiyet O’nundur. Ey müşrikler Sizin O’ndan başka yalvardığınız putlar ise bir çekirdek zarına bile hükmedemezler.
14 – Şayet siz onlara seslenirseniz çağrınızı işitemezler, eğer işitseler bile icabet edemez, size cevap veremezler.
Kıyamet günü ise sizin kendilerini, ibadette Allah’a ortak saymanızı reddedeceklerdir.
Hiç kimse sana, herşeyi bilen Allah’ın gerçekleri bildirmesi gibi haber verilemez. [46,5-6; 19,81-82]
15 – Ey insanlar! Siz hepiniz Allah’a muhtaçsınız.
Hiçbir şeye ihtiyacı olmayan, her türlü övgülere ve hamdlere lâyık olan ise ancak Allah’dır.
İnsanın nazik bir yaratılışı olduğundan (4, 28) hangi mertebede olursa olsun Allah’a muhtaç olmaktan kurtulamaz. Emaneti taşıyan insan ruhunun duyduğu ihtiyaçlar o kadar çoktur ki, onun yanında diğer mahlûklara fakir bile denmez. İnsanın bu sınırsız ihtiyaçlarını tatmin edecek Allah’dan başka Mabud bulunmaz.
16-17 – O dilerse sizi ortadan kaldırır ve yerinize başka mahlûklar yaratır. Bunu yapmak Allah’a zor değildir.
18 – Hiç kimse bir başkasının günahını yüklenmez.
Eğer çok ağır bir yük altında ezilen biri, taşıma işinde başkasını yardıma çağırırsa, yükünden az bir kısmını bile taşımayı kabul etmez.
İsterse yardıma çağırdığı onun yakın bir akrabası olsun!
Sen ancak Rablerini görmedikleri halde O’nu tazim eden ve namazlarını hakkıyla ifa edenleri uyarırsın (yani senin uyarman, peşin hükümlü inatçılara değil, ancak böyle yapmaya yatkın olanlara fayda verir).
Kim günahlarından temizlenir, arınırsa kendi lehine olarak arınır. Hepinizin dönüşü Allah’adır.
“Bi’l-gayb” hakkında başka muhtemel tefsirler de vardır: 1.İnsanlardan uzak, yalnız iken de Allah’ı tazim ederler. 2.Azabını görmedikleri halde, Rab’lerinin azabından korkarlar.
Bu âyet 29,13 âyetine aykırı değildir. Çünkü o âyet sapmadan başka, başkalarını saptırmak günahının cezasını bildirmektedir. Saptırma günahı da, sapma günahı gibi insanın kendi günahı olduğundan kendisine yüklenecektir.
19-22 – Görenle görmeyen (âma) bir olmaz.
Karanlıklarla aydınlık,
Gölge ile sıcak,
Dirilerle ölüler de bir olmaz! (müminlerle kâfirler bir olmaz.)
Allah, dilediği kimseye hakkı işittirir, Sen kabirde olanlara sesini elbette işittiremezsin. [11,24]
23 – Sen sadece uyarıcı bir peygambersin.
24 – Evet, Biz seni gerçeğin ta kendisine malik olarak, rahmetle müjdeleyen ve kâfirleri azapla uyaran bir Peygamber olarak gönderdik.
Zaten uyaran bir peygamber gelmiş olmayan hiçbir ümmet yoktur. [16,36; 13,7]
25 – Eğer seni yalancı sayarlarsa, üzülme. Bu yeni bir şey değil.
Onlardan öncekiler de gerçeği yalan saymışlardı. Resulleri onlara parlak deliller, kitaplar ve özellikle aydınlatıcı bir kitapla gelmişlerdi. (Amma nafile!)
26 – Sonra da Beni inkâr edenleri tutup cezaya çarptırdım. Benim reddedişim nasıl olurmuş, görsünler bakalım!
27 – Görmezmisin ki Allah gökten bir su indirir. Onunla rengârenk, çeşitli meyveler yetiştiririz.
Dağlardan da beyaz, kızıl, siyah ve türlü türlü renklerde yollar varetmişizdir.
28 – İnsanlardan, hayvanlardan ve davarlardan yine böyle türlü renklerde olanlar vardır.
Kulları içinde ancak âlimler, Allah’ı lâzım geldiği tarzda tazim ederler. Muhakkak ki Allah, azîz ve gafurdur (mutlak galiptir, çok affedicidir).
Kur’ân, Allah’ı tanıtırken kalbe hitab ettiği gibi birçok defa da akla hitab eder. İçinde yaşadığımız âlemin fizik yapısının iyice incelenmesini ister. Böylece Allah’ın rahmet, kudret, hikmet ve san’atının oradaki görünümlerini de dikkat nazarlarına sunar.
Bu iki âyette muhataplar, bitkiler âleminde, yer küresinin kabuğunda, dağlarda ve topraklarda, insanlar ve hayvanlar âleminde tezahür eden muazzam ve muhteşem çeşitliliği incelemeye dâvet edilmektedirler. Aynı su ile sulanan, aynı toprakta yetişen, aynı güneşten yararlanan bitkiler âleminde birbirinden güzel desenler, renkler, şekiller, tatlar, kokular, özellikler ve faydalar…
Madenlerin depoları olan damar damar dağlardaki farklı toprak yapıları, renkler, çeşitler, özellikler, faydalar… Sadece bir petrolün milyonlarca yıllarla ifade edilen oluşumunu, mermer damarlarında Nakkaş-ı Ezelinin tecellilerini düşünelim: O harika renkler, şekiller, sağlam, muhkem özellikler.
İnsanların ihtiyaçları için hazırlanmış demir, bakır, altın, gümüş, krom, çinko, kurşun, fosfat, kalay, uranyum, volfram, kömür, boraks… filizleri ve yatakları… Trilyonlarca yaratıkların yüzbinlerce yıl boyunca muhtaç oldukları ne varsa hazırlanmış. Tesadüfe en ufak bir yer bulunabilir mi? Azıcık bilenin buna ihtimal vermesi mümkün değil. O sadece bu âyette bildirildiği gibi Yüce Yaradanın azametine hayranlık duymaktan başka bir şey yapamaz. Böylece Kur’ân fizik, kimya, jeoloji, botanik, zooloji gibi tabiat bilimlerini bu ve başka birçok âyetle teşvik eder, ta ki kâinat kitabının okunmasına kapılar aralasın.
29 – Allah’ın kitabını okuyup ona uyanlar, namazı hakkıyla ifa edenler ve kendilerine nasib ettiğimiz imkânlardan, gizli ve aşikâr olarak hayır yolunda harcayanlar, ziyan ihtimali olmayan bir ticaret umarlar.
30 – Çünkü Allah onlara mükâfatlarını tam tamına verecek, üstelik lütfundan onlara fazlasını da ihsan edecektir. Zira o gafurdur, şekûr’dur (kusurları bağışlar, kulların amellerini ve şükürlerini kabul edip fazlasıyla karşılık verir).
31 – İlahi kitaplar içinde sana vahyettiğimiz bu kitap da, daha önceki kitapları tasdik eden ve gerçeğin ta kendisi olan bir kitaptır.
Allah kullarının bütün yaptıklarından haberdar olup onları görmektedir.
32 – Sonra Biz, kitabı seçtiğimiz kullarımıza miras verdik.
Onlardan kimi nefsine zulmeder. Kimi mûtedildir, orta yolu tutar. Kimi de Allah’ın izniyle hayırlarda öne geçer. İşte büyük lütuf budur.
33 – (Onların mükâfatları) Adn cennetleridir. Oraya girerler, orada altın bilezikler, incilerle süslenirler, elbiseleri de ipektendir.
34 – Şöyle derler: Hamdolsun bizden her türlü endişeyi gideren Allah’a. Gerçekten Rabbimiz gafurdur, şekûrdur (çok affedicidir, kullarının mükâfatlarını fazlasıyla verir). {KM, Vahiy 7,17; 21,4}
35 – Çünkü O, lütfu ile bizi devamlı kalınacak olan yerde yerleştirdi. Burada artık bize ne yorgunluk olacak, ne de usanç gelecek.
36 – Kâfirlere ise cehennem ateşi var. Ne ölüm hükmü verilir ki ölsünler, ne de ateşin azabı hafifletilir.
Biz işte Allah’ı ve nimetlerini inkâr eden her nankörü böyle cezalandırırız. [20,74; 43,74-77; 17,97; 78,30]
37 – Onlar orada imdad istemek için şöyle feryad ederler:
“Ey Ulu Rabbimiz! Ne olur, çıkar bizi buradan, dünyaya geri gönder de, daha önce yaptıklarımızdan başka, güzel ve makbul işler yapalım!”
Allah onlara şöyle buyurur: “Biz, size, düşünüp ibret alacak, gerçeği görecek kimsenin düşüneceği kadar bir ömür vermedik mi?
Hem size peygamber de gelip uyardı.
Öyleyse tadın azabı! Zalimlerin hiç bir yardımcısı yoktur!” [40,11-12] [43,77-78; 17,15; 67,8-9]
Tecrübe ve imtihan zamanı olan bu süreyi yaşayan kimse için, Yaratanını bilmemekte bir özür kalmamıştır. Bu süre hakkında çeşitli rivayetler vardır. Bir hadis-i şerif bunu altmış yaş olarak belirler: “Kıyamet günü “altmış yaş yaşayanlar nerede?” diye nida edilir. Zira Allah Teâlanın bu âyetindeki “ömür” den kasdedilen müddet budur”
Bir hadiste de: “Allah bir insana altmış sene ömür verince, artık bu hususta o kulunun mazeret ileri sürmesine imkân bırakmamıştır” buyurulur.
Bu hadis çokça vaki bir durumu bildirmek içindir. Daha az görülen başka durumlar da vardır. Başka yaş bildiren rivayetler var ise de, Allah’u Âlem: “Büluğdan sonra her ölen hakkında, bu süre gerçekleşmiş demektir.” Altmış, Hz. Peygamberden rivayet edildiği üzere en üst sınır demektir. Yani bundan sonra kâfirliğe hiç mazeret kalmıyor demektir.
38 – Allah göklerin ve yerin gayblarını bilir. O insanların kalplerinde olanları da tamamen bilir.
39 – Sizi dünyada halifeler, yani yöneticiler yapan O’dur.
Kim inkâr ederse onun küfrü kendi aleyhinedir.
Kâfirlerin inkârı, Rab’leri nezdinde kendilerine gazaptan başka bir şey artırmaz.
Kâfirlerin inkârı onların sadece zararlarını fazlalaştırır. [35,39; 6,165]
Mekke’de bu sûrenin nazil olduğu zaman düşünülürse âyetin bir mûcize ihtiva ettiği anlaşılır. Zira âyet ümmet-i Muhammedin dünyevi hakimiyetini bildirmektedir.
40 – De ki: Baksanıza, Allah’tan başka yalvardığınız şu şeriklerinize!
Gösterin bakalım bana: Dünyanın nerelerini yaratmışlar?
Yoksa göklerin yaratılmasında mı Allah’a ortaklıkları var?
Yoksa Biz onlara bir kitap verdik de onlar onun aydınlığında mı bulunuyorlar?
Sözün doğrusu şu ki: Zalimler birbirlerine sadece yalan, dolan ve aldanma vaad ederler.
41 – Gerçek şu ki: Gökleri ve yeri yok olmaktan koruyan, Yüce Allah’tır.
Şayet onlar yıkılacak olursa onları Allah’tan başka kimse tutamaz.
Doğrusu O halîmdir, gafûrdur (müsamahalıdır, cezalandırmada aceleci değildir, çok affedicidir). [22,65; 30,25; 35,1]
42 – Kendilerini uyaracak bir peygamber geldiği takdirde,
ümmetler içinde, hidâyette en ileri derecede yer alacaklarına dair var güçleri ile yemin ettiler.
Ama kendilerine bir peygamber gelip uyarınca bu onların sadece nefretlerini artırdı. [6,156]
43 – Sebebi ise: dünyada sırf böbürlenip büyüklük taslamak
ve bir de kötü bir tuzak kurmak istekleriydi.
Halbuki kötü tuzak, sadece hazırlayanın ayağına dolanır, sadece onu perişan eder.
Onlar daha öncekilerin uğradıkları fecî âkıbetten başka bir şey mi bekliyorlar?
Sen Allah’ın nizamında hiçbir tebdil, hiçbir değişiklik bulamazsın! [13,11; 17,77; 48,23]
44 – Dünyada hiç dolaşıp da, kendilerinden önce yaşamış ümmetlerin âkıbetlerinin nasıl olduğuna bakmadılar mı?
Onlar, bunlardan daha güçlü idiler.
Ne göklerde ve ne de yerde Allah’ı engelleyecek bir şey yoktur.
Çünkü O alîmdir, kadirdir (her şeyi hakkıyla bilir ve her şeye gücü yeter).
45 – Eğer Allah insanları işledikleri günahlar yüzünden cezalandıracak olsaydı, dünyada tek bir insan bile bırakmazdı; ama Allah onların cezasını belirlenmiş bir vaadeye kadar erteler.
O vaadeleri geldiği vakit hükmünü yerine getirip onları cezalandırır. Çünkü Allah kullarını tamamen görmektedir. {KM, Mezmurlar 130,3}
Bazı tefsirler, “İnsanın günahlarının uğursuzluğu yüzünden bir tek hayvan bile kalmazdı” demişlerse de, “Deprenir bir insan bırakmazdı” mânasına olması daha mâkuldür. Çünkü âyetteki “onlar” zamirinin akıllı varlıklar hakkında kullanılması, akla daha yatkındır.
36 – YÂSÎN SÛRESİ
Mekke devrinin ortalarında inmiş olup 83 âyettir. İsmini Kur’ân-ı Kerimin en kısa âyeti olan ilk âyetinden almıştır. Sûre, Kur’ân’ın dört esas maksatından üçü olan tevhid, âhiret ve risaleti ayrıntılı denecek derecede ele alır. Şöyle ki: 1.Allah Teâlanın gökyüzünde tezahür eden kudreti, güneş ve ayın hikmetleri, gece ve gündüzün oluşumu, bitkiler ve hayvanlar âleminde, insanın yaratılışında tezahür eden deliller hatırlatılarak bütün bunların tek olan Yüce Yaratıcıyı gösterdiği zihinlere yerleştirilir. 2.Ölmüş yeryüzünün her sene bahar mevsiminde diriltilmesi, insanın bir damla sudan yaratılması, ölülerin diriltilmesinin delili olarak anlatılır. 3.İnsanlık tarihinde risaletin öteden beri mevcut olup Hz. Muhammed (a.s.) ile devam ettiği, mahiyet olarak beşerden başka bir şey olmayan elçilerin sadece ilahî mesajı tebliğ ile görevli oldukları, onların bu ağır vazifeden ötürü insanlardan hiçbir karşılık beklemedikleri bildirilir.
Sûre bu gerçekleri çok özlü, etkili ve düşündürücü bir üslupla anlatır. Hz. Peygamber (a.s.): “Yâsîn Kur’ân’ın kalbidir” buyurmuştur. Gerçekten bu sûre, kirlenen ruhlara ve canlara, temizlenmiş kanla sürekli olarak hayat bahşeden, çarpıp duran manevî bir kalp durumundadır. Hz. Peygamber: “Ölmek üzere olanların yanında Yasin sûresini okuyunuz” buyurmakla, onun ölümcül durumda olanlara bile hayatiyet vereceğini bildirmiştir. Gerçekten âhirete doğru yolculuğun sonunda bu hakikat dersini dinlemek pek önemlidir. Bazı alimler ise ölülerin bile ondan faydalanacaklarını, kabrin başında okunmasının hadiste yeri olduğunu kabul etmişlerdir.
Bismillâhirrahmânirrahîm
1 – Yâ sîn,
2 – Hikmetli Kur’ân’a andolsun:
3 – Sen elbette gönderilen resullerdensin.
4 – Dosdoğru yol üzerindesin.
5-6 – O, azîz ve rahîmden indirilen bir tenzil olup, ataları uyarılmamış, hâliyle, kendileri de gaflette giden, bir topluluğu uyarmak için gönderilmişsin.
7 – Onların çoğunun hakkında ilahî hüküm hak olarak kesinleşti. Artık imân etmezler onlar…
8 – Boyunlarına öyle boyunduruklar koyduk ki onlar çenelerine dayanmaktadır. Boyunları yukarı, çeneleri kalkık, gözleri havada bir durumdadırlar.
Kâfirler, gidişatlarına uygun bir şekilde cezalandırılmışlardır. Mağrur, burunları havada olmaları sebebiyle, o şekilde kelepçelenmişlerdir. Sağ ve sol el, sağ ve sol çene altlarından birer dikme gibi tutturulduktan sonra, üstünden çeneye kadar varan kelepçe dolanır. Bu durumda olan şahıs, önünü göremez, gözleri havada olduğundan boynu şiddetli şekilde ağrır.
9 – Hem önlerinden hem arkalarından bir set yaparak, öylesine çepeçevre sardık ki,
artık hiç göremezler onlar…
10 – Kendilerine müsavidir (ha uyardın onları, ha uyarmadın,
artık iman etmezler onlar…
11 – Sen ey Resulüm, şu kimseyi uyar:
İrşâda can kulağıyla tâbi olur,
görmediği Rahman’a saygı duyup o’ndan çekinir. Müjdele onu:
Mağfiret onun, şerefli mükâfat onun…
12 – Ölüleri diriltecek Biz’iz.
Yaptıkları her şeyi ve bütün izlerini bir bir kaydeden Biz’iz.
Velhasıl her bir şeyi, apaçık bir kitap’ta sayıp döken Biz’iz.
13 – Sen şimdi onlara bir misâl getir:
Malum şehir halkını, hani onlara da elçiler gelmişti.
Buradaki elçiler, Hz. Îsâ’nın havarîleri, muhataplar Roma İmparatorluğunun hâkimiyeti altında yaşayanlar, şehir ise Antakya veya o civarda bir başka şehirdir. Hz. Îsâ’nın dâveti karşısında müşrik Romalılar nasıl söndüyse, Kur’ân’ın dâveti ile de şirkin hakimiyetinin yıkılacağına îma edilir.
14 – Evet, iki resul gönderdik onlara,
“Yalancı!” dediler onlara.
Bunun üzerine, güçlendirdik onları bir üçüncü resulle,
Dediler hep birden: “Biz Allah’ın elçileriyiz size!”
15 – Ahali dedi ki: “Doğrusu Rahmanın indirdiği bir şey yok!
Siz de bizim gibi bir beşersiniz, evet evet… siz sadece yalancısınız!”
16 – Resûller dediler: “Elbette biliyor Rabbimiz,
Size gönderilen elçileriz biz;
17 – Açıkça tebliğden başka bir şeyle yükümlü değiliz biz.”
18 – Ahâli dedi ki: “Uğursuzsunuz siz, şayet vazgeçmezseniz, sizi taşlarız,
acı mı acı bir azap size dokundururuz.”
19 – Resûller cevap verdiler:
“Uğursuzluğunuz sizinle beraber, çünkü siz imânsızsınız,
irşâd edildiniz diye mi böyle söylüyorsunuz?
Haddi aşan toplumun tekisiniz siz!”
20 – Derken… şehrin öte başından, koşarak bir adam geldi ve onlara dedi ki:
“N’olur ey kavmim! Gelin siz bu resullere uyun!”
Bu zat, Habib-i Neccar diye bilinir.
21 – “Sizden bir ücret istemeyen, sizden hiç menfaat beklemeyen, dosdoğru yolda yürüyen bu kimselere uyun.”
22 – “Hem ne o olmuş ki bana? Neden tapmayayım beni yaratana?
Hem sizlerin de dönüşü olacak O’na!”
23 – “Hiç O’ndan başka tanrı edinir miyim?
Zirâ Rahman bana zarar vermek dilerse,
onların şefaati fayda etmez, hem kurtaramazlar da…”
24 – “O durumda ben, besbelli bir sapıklıkta olurum.
25 – Amma bakın:
Ben Rabbinize inanıyorum, sizler de bunu işitmiş olun!”
26 – Ona “Buyur cennete gir!” denildi.
O ise halkını hatırlayarak: “Ah halkım bir bilseydi!” dedi.
27 – “Ah bir bilseler: Rabbimin beni affettiğini, beni ikramlara garkettiğini!”


Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.