Web sitemize hoşgeldiniz, 19 Mart 2024
Beğen 1

Ahmet El Acemi-23.Cüz

23.CÜZ-LATİNCE
36-YASİN SURESİ
Bismillahirrahmanirrahim 28. Ve ma enzelna ala kavmihı mim ba’dihı min cündim mines semai ve ma künna münziliyn
29. İn kanet illa sayhatev vahıdeten fe iza hüm hamidun
30. Ya hasraten alel ıbad ma yetiyhim mir rasulin illa kanu bihı yestehziun
31. Elem yerav kem ehlekna kablehüm minel kuruni ennehüm ileyhim la yarciun
32. Ve in küllül lemma cemiy’ul ledeyna muhdarun
33. Ve ayetül lehümül erdul meyteh ahyeynaha ve ahracna minha habben feminhü ye’külun
34. Ve cealna fiyha cennatim min nahıyliv ve a’nabiv ve feccerna fiyha minel uyun
35. Li ye’külu min semerihı ve ma amilethü eydiyhim efela yeşkürun
36. Sübhanellezı halekal ezvace külleha mimma tümbitül erdu ve min enfüsihim ve mimma la ya’lemun
37. Ve ayetül lehümül leyl neslehu minhün nehara fe iza hüm muslimun
38. Veş şemsü tecrı li müstekarril leha zalike takdiyrul aziyzil aliym
39. Vel kamera kaddernahü menazile hatta ade kel urcunil kadiym
40. Leşşemsü yembeğıy leha en tüdrikel kamera velel leylü sabikun nehar ve küllün fı felekiy yesbehun
41. Ve ayetül lehüm enna hamelna zürriyyetehüm fil fülkil meşhun
42. Ve halakna lehüm mim mislihı ma yarkebun
43. Ve in neşe’ nuğrıkküm fela sariyha lehüm velahüm yünkazun
44. İlla rahmetem minna ve metaan ila hıyn
45. Ve iza kıyle lehümütteku ma beyne eydıküm ve ma halfeküm lealleküm türhamun
46. Ve ma te’tiyhim min ayetim min ayati rabbihim illa kanu anha mu’ridıyn
47. Ve iza kıyle lehüm enfiku mimma razekakümüllahü kalelleziyne keferu lilleziyne amenu e nut’ımü mel lev yeşaüllahü at’amehu in entüm illa fı dalalim mübın
48. Ve yekulune meta hazel va’dü in küntüm sadikıyn
49. Ma yenzurune illa sayhatev vahıdeten te’huzühüm vehüm yehıssımun
50. Fela yestetıy’une tevsıyetev ve la ila ehlihim yarciun
51. Ve nüfiha fis suri fe iza hüm minel ecdasi ila rabbihim yensilun
52. Kalu ya veylena mem beasena mim merkadina haza ma veader rahmanü ve sadekal murselun
53. İn kanet illa sayhatev vahıdeten feiza hüm cemiy’ul ledeyna muhdarun
54. Fel yevme la tuzlemü nefsün şey’ev vela tüczevne illa ma küntüm ta’melun
55. İnne ashabel cennetil yevme fı şüğulin fakihun
56. Hüm ve ezvacühüm fı zılalın alel eraiki müttekiun
57. Lehüm fiyha fakihetüv ve lehüm ma yeddeun
58. Selamün kavlem mir rabbir rahıym
59. Vemtazül yevme eyyühel mücrimun
60. Elem a’hed ileyküm ya benı ademe el la ta’büdüş şeytan innehu leküm adüvvüm mübiyn
61. Ve enı’büduni haza sıratum müstekıym
62. Ve lekad edalle minküm cibillen kesiyra efelem tekunu ta’kılun
63. Hazihı cehennemülletı küntüm tuadun
64. Islevhel yevme bima küntüm tekfürun
65. El yevme nahtimü ala efvahihim ve tükellimüna eydıhim ve teşhedü ercülühüm bima kanu yeksibun
66. Velev neşaü letamesna ala a’yünihim festebekus sırata fe enna yübsırun
67. Velev neşaü le mesahnahüm ala mekanetihim femestetau mudiyyev ve la yarciun
68. Ve men nüammirhü nünekkishü fil halk efela ya’kılun
69. Ve ma alemnahüş şı’ra ve ma yembeğıy leh in hüve illa zikruv ve kur’anüm mübiyn
70. Li yünzira men kane hayyave ve yehıkkal kavlü alel kafirın
71. E ve lem yerav enna halakna lehüm mimma amilet eydına en’amen fehüm leha malikun
72. Ve zellelnaha lehüm fe minha rakubühüm ve minha ye’külun
73. Ve lehüm fiyha menafiu ve meşarib efela yeşkürun
74. Vettehazu min dunillahi alihetel leallehüm yünsarun
75. La yestetıy’une nasrahüm vehüm lehüm cündüm muhdarun
76. Fela yahzünke kavlühüm inna na’lemü ma yüsirrune ve ma yu’linun
77. Evelem yeral insanü enna halaknahü min nutfetin fe iza hüve hasıymün mübın
78. Ve darabe lena meselev ve nesiye halkah kale mey yuhyil ızame ve hiye ramım
79. Kul yuhyıhellezı enşeeha evvele merrah ve hüve bi külli halkın alım
80. Ellezı ceale leküm mineş şeceril ahdari naran fe iza entüm minhü tukıdun
81. Eveleysellezı halekas semavati vel erda bi kadirin ala ey yahlüka mislehüm bela ve hüvel hallakul alım
82. İnnema emruhu iza erade şey’en ey yekule lehu kün fe yekun
83. Fe sübhanellezı bi yedihı melekutü külli şey’iv ve ileyhi türceun
37-SAFFAT SURESİ
Bismillahirrahmanirrahim
1. Vessaffati saffa
2. Fezzacirati zecra
3. Fettaliyati zikra
4. İnne ilaheküm le vahıd
5. Rabbüs semavati vel erdı ve ma beynehüma ve rabbül meşarık
6. İnna zeyyennes semaed dünya bi zınetinil kevakib
7. Ve hıfzam min külli şeytanim marid
8. La yessemmeune ilel meleil a’la ve yukzefune min külli canib
9. Dühurav ve lehüm azabüv vasıb
10. İlla men hatfel hatfete fe etbeahu şihabün sakıb
11. Festeftihim ehüm eşddü halkan em men halakna inna halaknahüm min tıynil lazib
12. Bel acibte ve yesharun
13. Ve iza zükkiru la yezkürun
14. Ve iza raev ayetey yesteshırun
15. Ve kalu in haza illa sıhrum mübın
16. E iza mitna ve künna türabev ve ızamen e inna le meb’usun
17. E ve abaünel evvelun
18. Kul neam ve entüm dahırun
19. Fe innema hiye zecratüv vahıdetün fe izahüm yenzurun
20. Ve kalu ya veylena haza yevmüd dın
21. Haza yevmül faslillezı küntüm bihı tükezzibun
22. Uhşürullezıne zalemu ve ezvacehüm ve ma kanu ya’büdun
23. Min dunillahi fehduhüm ila sıratıl cehıym
24. Ve kıfuhüm innehüm mes’ulun
25. Me leküm la tenasarun
26. Bel hümül yevme müsteslimun
27. Ve akbele ba’duhüm ala ba’dıy yetesaelun
28. Kalu inneküm küntüm te’tunena anil yemın
29. Kalu bel lem tekunu mü’minın
30. Ve ma kane lena aleyküm min sultan bel küntüm kavmen tağıyn
31. Fe hakka aleyna kavlü rabbina inna le zaikun
32. Fe ağveynaküm inna künna ğavın
33. Fe innehüm yevmeizin fil azabi müşterikun
34. İnna kezalike nef’alü bil mücrimın
35. İnnehüm kanu iza kıyle lehüm la ilahe illellahü yestekbirun
36. Ve yekulune e inna letariku alihetina li şaırim mecnun
37. Bel cae bil hakkı ve saddekal murselın
38. İnneküm lezaikul azabil elım
39. Ve ma tüczevne illa ma küntüm ta’melun
40. İlla ıbadellahil muhlesıyn
41. Ülaike lehüm rizkum ma’lum
42. Fevakih ve hüm mükramun
43. Fı cennatin neıym
44. Ala sürurim mütekabilın
45. Yütafü alyhim bi ke’sim mim meıyn
46. Beydae lezzetil lişşaribın
47. La fıha ğavlüv ve la hüm anha yünzefun
48. Ve ındehüm kasıratüt tarfi ıyn
49. Ke ennehünne beydum meknun
50. Fe akbele ba’duhüm ala ba’dıy yetesaelun
51. Kle kailüm minhüm innı kane lı karın
52. Yekulü e inneke le minel müsaddikıyn
53. E iza mitna ve künna türabev ve ızamen e inna le medınun
54. Kale hel entüm müttaliun
55. Fattalea fe raahü fı sevail cehıym
56. Kale tellahi in kidte le türdın
57. Ve lev la nı’metü rabbı leküntü minel muhdarın
58. E fe ma nahnü bi meyyitın
59. İlla mevtetenel ula ve ma nahnü bi müazzebın
60. İnne haza le hüvel fevzül azıym
61. Li misli haza felya’melil amilun
62. E zalike hayrun nüzülen em şeceratüzç zekkum
63. İnna cealnaha fitnetel liz zalimın
64. İnneha şeceratün tahrucü fı aslil cehıym
65. Tal’uha ke ennehu ruusüş şeyatıyn
66. Fe innehüm le akilune minha fe maliune minhel butün
67. Sümme inne lehüm aleyha le şevbem min hamum
68. Şümme inne merciahüm le ilel cehıym
69. İnnehüm elfev abaehüm dallın
70. Fe hüm ala asarihim yühraun
71. Ve le kad dalhle kablehüm ekserul evvelın
72. Ve le kad erselna fıhim münzirın
73. Fenzur keyfe kane akıbetül münzerın
74. İlla ıbadellahil muhlesıyn
75. Ve le kad nadana nuhun fe le nı’mel müccıbun
76. Ve necceynahü ve ehlehu minel kerbil azıym
77. Ve cealna zürriyyetehu hümül bakıyn
78. Ve terakna aleyhi fil ahırın
79. Selamün ala nuhın fil alemın
80. İnna kezalike neczil muhsinın
81. İnnehu min ıbadinel mü’minın
82. Sümme ağraknel aharın
83. Ve inne min şıatihı le ibrahım
84. İz cae rabbehu bi kalbin selım
85. İz kale li ebıhi ve kavmihı maza ta’büdun
86. E ifken aliheten dunellahi türıdun
87. Fe ma zannüküm bi rabbil alemın
88. Fe nezara nazraten fin nücum
89. Fe kale innı sekıym
90. Fe tevellev anhü müdbirın
91. Ferağa ila alihetihim fe kale e ela te’külun
92. Ma leküm la tentıkun
93. Ferağa aleyhim darbem bil yemın
94. Fe akbelu ileyhi yeziffun
95. Kale e ta’büdune ma tenhıtun
96. Vallahü halekkkaküm ve ma ta’melun
97. Kalübnu lehu bünyanen fe elkuhü fil cehıym
98. Fe eradü bihı keyden fe cealnahümül esfelın
99. Ve kale innı zahibün ila rabbı seyehdın
100. Rabbi heb lı mines salihıyn
101. Fe beşşernahü bi ğulamin halım
102. Felemma beleğa meahüs sa’ye kale ya büneyye innı era fil menami ennı ezbehuke fenzur maza tera kale ya ebetif’al ma tü’meru setecidünı in şaellahü mines sabirın
103. Felemma eslema ve tellehu lil cebın
104. Ve nadeynahü ey ya ibrahım
105. Kad saddakter rü’ya inna kezalike neczil muhsinın
106. İnne haza le hüvel belaül mübın
107. Ve fedeynahü bi zibhın azıym
108. Ve terakna aleyhi fil ahırın
109. Selamün ala ibrahım
110. Kezalike neczil muhsinın
111. İnnehu min ıbadinel mü’minın
112. Ve beşşernahü bi ishaka nebiyyem mines salihıyn
113. Ve barakna aleyhi ve ala ishak ve min zürriyyetihima muhsinüv ve zalimül li nefsihı mübın
114. Ve le kad menenna ala musa ve haun
115. Ve necceynahüma va kavmehüma minel kerbil azıym
116. Ve nasarnahüm fe kanu hümül ğalibın
117. Ve ateynahümel kitabel müstebın
118. Ve hedeynahümes sıratal müstekıym
119. Ve terakna aleyhima fil ahırın
120. Selamün ala musa ve harun
121. İnna kezalik enczil muhsinın
122. İnnehüma min ıbadinel mü’minın
123. Ve inne ilyase le minel murselın
124. İz kale li kavmihı ela tettekun
125. E ted’une ba’lev ve tezerune ahsenel halikıyn
126. Allahe rabbeküm ve rabbe abaikümül evvelın
127. Fe kezzebuhü fe innehüm le muhdarun
128. İlla ıbadellahil muhlesıyn
129. Ve terakna aleyhi fil ahırın
130. Selamün ala ilyasın
131. İnna kezalike neczil muhsinın
132. İnnehu min ıbadinel mü’minın
133. Ve inne lutal le minel mürselın
134. İz necceynahü ve ehlehu ecmeıyn
135. İlla acuzen fil ğabirın
136. Sümme demmernel aharın
137. Ve inneküm le temürrune aleyhim musbihıyn
138. Ve bil leyl e fe la ta’kılun
139. Ve inne yunüse le minel murselın
140. İz ebeka ilel fülkil meşhun
141. Fe saheme fe kane minel müdhadıyn
142. Feltekamehül hutü ve hüve mülım
143. Fe lev la ennehu kane minel müsebbihıyn
144. Le lebise fı batnihı ila yevmi yüb’asun
145. Fe nebeznahü bil arai ve hüve sekıym
146. Ve embenta aleyhi şeceratem miy yaktıyn
147. Ve erselnahü ila mieti elfin ev yezıdün
148. Fe amenu fe metta’nahüm ila hıyn
149. Festeftihim e li rabbikel benatü ve lehümül benun
150. Em halaknel melaiket inasev ve hüm şahidun
151. E la innehüm min ifkihim le yekulun
152. Veledellahü ve innehüm le kazibun
153. Astafel benati alel benın
154. Ma leküm keyfe tahkümun
155. E fe la tezekkerun
156. Em leküm sültanüm mübın
157. Fe’tu bi kitabiküm in küntüm sadikıyn
158. Ve cealu beynehu ve beynel cinneti neseba ve le kad alimetil cinnetü innehüm le muhdarun
159. Sübhanellahi amma yesıun
160. İlla ıbadellahil muhlesıyn
161. Fe inneküm ve ma ta’büdun
162. Ma entüm aleyhi bi fatinın
163. İlla men hüve salil cehıym
164. Ve ma minna illa lehü mekamüm ma’lum
165. Ve inna le nahnüs saffun
166. Ve inna le nahnül müsebbihün
167. Ve in kanu le yekulun
168. Lev enne ındena zikram minel evvelin
169. Lekünna ıbadellahil muhlesıyn
170. Fe keferu bih fe sevfe ya’lemun
171. Ve le kad sebekat kelimetüna li ıbadinel murselın
172. İnnehüm le hümül mensurun
173. Ve inne cündena lehümül ğalibun
174. Fe tevelle anhüm hatta hıyn
175. Ve ebsırhüm fe sevfe yübsırun
176. E fe biazabina yesta’cilun
177. Fe iza nezele bi sahatihim fe sae sabahul münzerın
178. Ve tevelle anhüm hatta hıyn
179. Ve ebsır fe sevfe yübsırun
180. Sübhane rabbike rabbil ızzeti amma yesfun
181. Ve selamün alel murselın
182. Vel hamdü lillahi rabbil alemın
38-SAD SURESİ
Bismillahirrahmanirrahim
1. Sad vel kur’ani ziz zikr
2. Belillezıne keferu fı ızzetiv ve şikkak
3. Kem ehlekna min kablihim min karnin fe nadev ve late hıyne mens
4. Ve cabu en caehüm münzirun minhüm ve kalel kafirune haza sahırun kezzab
5. E cealel alihete ilahev vahıda inne haza le şey’üy ucab
6. Ventalekal melaü minhüm enimşu vasbiru ala alihetiküm inne haza le şey’üy yürad
7. Ma semı’na bihaza fil milletil ahırah in haza illahtilak
8. E ünzile aliyhiz zikru mim beynina bel hüm fı şekkim min zikrı bel lemma yezuku azab
9. Em ındehüm hazinü rahmeti rabbikel azızil vehhab
10. Em lehüm mülküs semavati vel erdı ve ma beynehüma feyerteku fil esbab
11. Cündüm ma hünalike menzumüm minel ahzab
12. Kezzebet kablehüm kavmü nuhıv ve adüv ve fir’avnü zül evtad
13. Ve semudü ve kavmü lutıv ve ashabül eykeh ülaikel ahzab
14. İn küllün illa kezzeber rusüle fe hakka ıkab
15. Ve ma yenzuru haülai illa sayhatev vahıdetem ma leha min fevak
16. Ve kalu rabbena accil lena kıttana kable yevmil hısab
17. Isbir ala ma yekulune veskür abdena davude zel eyd innehu evvab
18. İnna sehharnel cibale meahu yüsebbıhne bil aşiyyi vel işrak
19. Vettayra mahşurah küllül lehu evvab
20. Ve şededna mülehu ve ateynahül hıkmete ve faslel hıtab
21. Ve hel etake nebeül hasm iz tesevverul mıhrab
22. İz dehalu ala davude fe fezia minhüm kalu la tehaf hasmani beğa ba’duna ala ba’dın fahküm beynena bil hakkı ve la tüştıt vehdina ila sevais sırat
23. İnne haza ehıy lehu tis’uv ve tis’une na’cetev ve liye na’cetüv vahıdetün fe kale ekfilnıha ve azzenı fil hıtab
24. Kale le kad zalemeke bi süali na’cetike ila niacih ve inne kesıram minel huletai le yebğıy ba’duhüm ala ba’dın ilellezıne amenu ve amilüs salihati ve kalılüm ma hüm ve zanne davudü ennema fetennahü festağfera rabbehü ve harra rakiav ve enab
25. Fe ğaferna lehu zalik ve inne lehu ındena le zülfa ve husne meab
26. Ya davudü inna cealnake hhalıfeten fil erdı fahküm beynen nasi bil hakkı ve la tettebiıl heva fe yüdılleke an sebılillah innellezıne yedıllune an sebılillahi lehüm azabün şedıdüm bima nesu yevmel hısab (24. Ayet secde ayetidir.)
27. Ve ma halaknes semae vel erda ve ma beynehüma batıla zalike zannüllezıne keferu fe veylül lillezine keferu minen nar
28. Em nec’alüllezıne amenu ve amilus salihati kel müfsidıne fil erdı em nec’alül müttekıyne kel füccar
29. Kitabün enzelnahü ileyke mübarakül li yeddebberu ayatihı ve li yetezekkera ülül elbab
30. Ve vehebna li davude süleyman nı’mel abdinnehu evvab
31. İz urida aleyhi bil aşiyyis safinatül ciyad
32. Fe kale innı ahbebtü hubbel hayri an zikri rabbı hatta tevarat bil hıcab
33. Rudduha aleyy fe tafika mesham bis sukı vel a’nak
34. Ve le kad fetenna süleymane ve elkayna ala kürsiyyihı ceseden sümme enab
35. Kale rabbığfir lı veheb li mülkel la yembeğıy li ehadim mim ba’di inneke entel vehhab
36. Fe sehharna lehür rıha tecrı bi emrihı ruhaen haysü esab
37. Veş şeyatıyne küllü bennaiv ve ğavvas
38. Ve aharıne mükarranıne fil asfad
39. Haza ataüna femnün ev emsik bi ğayri hısab
40. Ve inne lehu ındena le zülfa ve husne meab
41. Vezkür abdena eyyub iz nada rabbehu ennı messeniyeş şeytanü bi nusbiv ve azab
42. Ürkud bi riclik haza muğteselüm baridüv ve şerab
43. Ve vehebna lehu ehlehu ve mislehüm meahüm rahmetem minna ve zikra li ülil elbab
44. Ve huz biyedike dığsen fadrib bihu ve la tahnes inna vecednahü sabira nı’ mel abd innehu evvab
45. Vezkür ıbadena ibrahıme ve ishaka ve ya’kube ülil eydı ve ebsar
46. İnna ahlasnahüm bi halisatin zikrad dar
47. Ve innehüm ındena le minel müstefeynel ahyar
48. Vezkür ismaıyle vel yesea ve zel kifl ve küllüm minel ahyar
49. Haza zikr ve inne lil müttekıyne le husne meab
50. Cennati adnim müfettehatel lehümül ebvab
51. Müttekiıne fıha yed’une fıha bi fakihetin kesırativ ve şerab
52. Ve ındehüm kasıratüt türfi etrab
53. Haza ma tuadune li yevmil hısab
54. İnne haza le rizkuna ma lehu min nefad
55. Haza ve inne lit tağıyne le şerra meab
56. Cehennem yaslevneha fe bi’sel mihad
57. Haza fel yezukuhu hamımüv ve ğassak
58. Ve aharu min şeklihı ezvac
59. Haza fevcüm muktehımüm meaküm la merhabem bihim innehüm salün nar
60. Kalu bel entüm la merhabem biküm entüm kaddemtümuhü lena fe bi’sel karar
61. Kalu rabbena men kaddeme lena haza fezidhü azaben dı’fen fin nar
62. Ve kalu ma lena la nera ricalen künna neuddühüm minel eşrar
63. Ettehaznahüm sıhriyyen em zağat anhümül ebsar
64. İnne zalike le hakkun tehasumü ehlin nar
65. Kul innema ene münziruv ve ma min ilahin illellahül vahıdül kahhar
66. Rabbüs semavati vel erdı ve ma beynehümel azızül ğaffar
67. Kul hüve nebün azıym
68. Entüm anhü mu’ridun
69. Ma kane liye min ılmin bil meleil a’la iz yahtesımun
70. İy yuha ileyye illa ennema ene nezırum mübın
71. İz kale rabbüke lil melaiketi innı halikum beşeram min tıyn
72. Fe iza sevveytühu ve nefahtü fıhi mir ruhıy fekau lehu sacidın
73. Fe secedel melaiketü küllühüm ecmeun
74. İlla iblıs istekbera ve kane minel kafirın
75. Kale ya iblısü ma meneake en tescüde li ma halaktü bi yedeyy estekberte em künte minel alın
76. Kale ene hayrum minh halaktenı min nariv ve halaktehu min tıyn
77. Kale fahruc minha fe inneke racım
78. Ve inne aleyke la’netı ila yevmid dın
79. Kale rabbi fe enzırni ila yevmi yüb’asun
80. Kale fe inneke minel münzarın
81. İla yevmil vaktil ma’mum
82. Kale fe bi ızzetike le uğviyennehüm ecmeıyn
83. İlla ıbadeke minhümül muhlesıyn
84. Kale fel hakku vel hakka ekul
85. Le emleenne cehenneme minke ve mimmen tebiake minhüm ecmeıyn
86. Kul ma es’elüküm aleyhi min ecriv ve ma enen minel mütekellifın
87. İn hüve illa zikrul lil alemın
88. Ve le ta’lemünne nebeehu ba’de hıyn
39-ZÜMER SURESİ
Bismillahirrahmanirrahim
1. Tenzılül kitabi minellahil azızil hakım
2. İnna enzelna ileykel kitabe bil hakkı fa’büdillahe muhlisal lehüd dın
3. Ela lillahid dınül halıs Vellezınettehazu min dunihı evliya’ ma na’büdühüm illa li yükarribuna ilellahi zülfa innellahe yahkümü beynehüm fı ma hüm fıhi yahtelifun innellahe la yehdı men hüve kazıbün keffar
4. Lev eradellahü ey yettehıze veledel lastafa mimma yahlüku ma yeşaü sübhaneh hüvellahül vahıdül kahhar
5. Halekas semavati vel erda bil hakk yükevvirul leyle alen nehari ve yükevvirun nehara alel leyli ve sehharaş şemse vel kamer küllüy yecrı li ecelim müsemma e la hüvel azızül ğaffar
6. Halekaküm min nefsiv vahıdetin sümme ceale minha zevceha ve enzele leküm minel en’ami zemaniyete ezvac yahlükuküm fı bütuni ümmehatiküm halkam mim ba’di halkın fı zulümatin selas zalikümüllahü rabbüküm lehül mülk la ilahe illa hu fe enna tusrafun
7. İn tekfüru fe innellahe ğaniyyün anküm ve la yerda li ıbadihil küfr ve in teşküru yerdahü leküm ve la teziru vaziratüv vizra uhra sümme ila rabbiküm merciuküm fe yünebbiüküm bima küntüm tü’melun innehu alımüm bizatis sudur
8. Ve iza messel insane durrun dea rabbehu münıben ileyhi sümme iza havvelehu nı’metem minhü nesiye ma kane yed’u ileyhi min kabül ve ceale lillahi endadel li yüdılle an sebılih kul temetta’ bi küfrike kalılen inneke min ashabin nar
9. Emmen hüve kanitün anael leyli sacidev ve kaimey yahzerul ahırate ve yercu rahmete rabbih kul hel yestevillezıne ya’lemune vellezıne la ya’lemun innema yetezekkeru ülül elbab
10. Kul ya ıbadillezıne amenütteku rabbeküm lillezıne ahsenu fı hazihid dünya haseneh ve erdullahi vasiah innema yüveffes sabirune ecrahüm bi ğayri hısab
11. Kul innı ümirtü en a’büdellahe muhlisal lehüd dın
12. Ve ümirtü li en ekune evvelel müslimın
13. Kul innı ehafü in asaytü rabbı azabe yevmin azıym
14. Kulillahe a’büdü muhlisal lehu dını
15. F’büdu ma şi’tüm min dunih kul innel hasirınellezıne hasiru enfüsehüm ve ehlihim yevmel kıyameh e la zalike hüvel husranül mübın
16. Lehüm min fevkıhim zulelüm minen nari ve imn tahtihim zulel zalike yühavvifüllahü bihı ıbadeh ya ıbadi fettekun
17. Vellezınectenebüt tağute ey ya’büduha ve enabu ilillahi lehümül büşra fe beşşir ıbad
18. Ellezıne yestemiünel kavle feyettebiune ahseneh ülaikellezıne hedahümüllahü ve ülaike hüm ülül elbab
19. E fe men hakka aleyhi kelimetül azab e fe ente tünkızü men fin nar
20. Lakinillezınettekav rabbehüm lehüm ğurafüm min fevkıha ğurafüm mebniyyetün tecrı min tahtihel enhar va’dellah la yuhlifüllahül mıad
21. E lem tera ennellahe enzele mines semai maen fe selekehu yenabıa fil erdı sümme yuhricü bihı zer’am muhtelifen elvanühu sümme yehıcü fe terahü musferran sümme yec’alühu hutama inne fı zalike le zikra li ülil elbab
22. E fe men şerahallahü sadrahu lil islami fe hüve ala murim mir rabbih fe veylül lil kasıyeti kulubühüm min zikrillah ülaike fı dalalim mübın
23. Allahü nezzele ahsenel hadısi kitabem müteşebihem mesaniye takşeırru minhü ccüludüllezıne yahşevne rabbehüm sümme telınü cüludühüm ve kulubühüm ila zikrillah zalike hüdellahi yehdı bihı mey yeşa’ ve mey yudlilillahü fe ma lehu min had
24. E fe mey yettekıy bi vechihı suel azabi yevmel kıyameh ve kıyle liz zalimıne zuku ma küntüm teksibun
25. Kezzebellezıne min kablihim fe etehümül azabü min hayüs la yeş’urun
26. Fe ezakahümüllahül hızye fil hayatid dünya ve leazabül ahırati ekber lev kanu ya’lemun
27. Ve le kad darabna lin nasi fı hazel kur’ani min külli meselil leallehüm yetesekkerun
28. Kur’anen arabiyyen ğayra zı ıvecil leallehüm yettekun
29. Darabellahü meseler racülen fıhi şürakaü müteşakisune ve racülen selemel li racül hel yesteviyani mesela elhamdü lillah bel ekseruhüm la ya’lemun
30. İnneke meyyitüv ve innehüm meyyitun
31. Sümme inneküm yevmel kıyameti ınde rabbiküm tahtesımun
23.CÜZ-MEAL
36-YASİN SURESİ
28 – Onun vefatından sonra, kavminin üzerine, gökten bir ordu indirmedik, zaten bu âdetimizden de değildi.
29 – (Orduya ne lüzum?), bir tek ses yeter! Bir de bakmışsınız: Sönüp kalmışlar…
30 – Yazıklar olsun o kullara ki, kendilerine gelen her resul ile mutlaka alay ederlerdi.
31 – Kendilerinden önce nice nesilleri imhâ ettiğimizi ve onların da kendilerine dönmediğini görmezler miydi?
32 – Hiç kimse hariç kalmamak üzere, hepsi huzurumuza toplanacaklar!
33 – Delil mi isterler? İşte ölmüş arz!
Hayatı ona Biz veriyoruz.
Oradan onların yiyecekleri habbeleri çıkarıyoruz.
Kendileri de ondan yiyip dururlar.
34 – Orada üzüm bağları ve hurmalıklar yaptık, orada pınarlar fışkırttık.
35 – Ta ki onun meyvelerinden yesinler,
O meyveleri onlar yapmadılar,
Hâlâ şükretmez mi onlar?
Burada mâ edatı mevsule olabileceği gibi nâfiye de olabilir. Meâlde tek mânayı tercih etme mecburiyetinden ötürü, daha kuvvetli görünen nefy anlamını tercih ettik.
36 – Münezzehtir o Allah, her noksandan münezzeh!
Yerin bitirdiği her şeyi,
ve kendilerini,
ve daha nice bilmedikleri şeyleri
çift yaratan, münezzehtir, Yücedir!
Zevc: çift mânasına geldiği gibi çeşit ve kısım mânasına da gelir. Allah’ın bütün çeşit ve sınıflarıyla âlemi yarattığını ifade eder. Bu âyet, çift kavramının insanlar gibi bitkilerde de erkek ve dişi unsurlar ile câri olduğunu, hatta insanların çeşitli dönemlerde bilmedikleri birçok şeylerde de çift unsurun bulunduğunu ifade eder: elektrikte artı ve eksi yük, cisimler arasında itme ve çekme kuvveti, maddenin temeli olan atomlarda pozitif ve negatif elektronlar, bu âyetin mûcizevî olarak haber verdiği şeyler arasındadır. Bütün bunlardan maksat da, her şeyi çift yaratan, bunca çeşitliliği ile kâinatı yaratan Allah’ın tek olup eş ve ortaktan münezzeh olduğunu vurgulamaktır.
37 – Onlara bir delil de gecedir:
Ki Biz ondan gündüzü sıyırıp soyarız, birden karanlığa gömülürler…
38 – Güneş de bir delildir onlara,
akar gider yörüngesinde…
O azîz ve alîmin, (o üstün kudret sahibinin ve her şeyi bilenin), yaratması böyle olur işte!
Kur’ân’ın muhataplarına vermek istediği ders şudur: Çok mükemmel ve en ufak aksaklık göstermeyen bir nizam vardır. Her tarafı birbiriyle tam irtibatlı bu nizam, bu sistem de, nizamın sahibinin tek olduğunu gösterir. Bunun misallerinden biri güneşin hareketidir. Güneşin hareketi kendi etrafında olabilir. Dünyanın etrafında olabilir, güneş sistemi olarak olabilir, içinde bulunduğu Samanyolu galaksisi olarak saniyede 10 mil veya daha fazla hızlı bir hareketle olabilir. Âyetin aslında öyle bir cümle yapısı vardır ki bütün bunları ifade etmesi mümkündür. Fakat önemli olan şudur ki, nizam fikri, bütün ihtimallerde mevcuttur. Allah’ın bu mûcizeli, çevik, muazzam, pek marifetli ve maharetli hizmetkârı olan güneş, herbiri ayrı ayrı yörüngede, muazzam faaliyetlerine rağmen hiçbir uyumsuzluğa yol açmamakta, en ufak bir aksaklık göstermemektedir.
39 – Ay için de birtakım safhalar, duraklar tâyin ettik; dolaşa dolaşa, nihayet eski hurma salkımının çöpü gibi kuru, sarı, kavisli bir hâle gelir.
40 – Ne güneş aya kavuşabilir, ne gece gündüzün önüne geçebilir.
O gök cisimlerinden her biri, birer yörüngede akar, durur….
41 – Bir delil daha onlara:
Nesillerini dopdolu gemilerde taşımamızdır.
Eski tefsirlerimizin çoğu burada Hz. Nuh (a.s.)’ın gemisini düşünürler. Merhum Elmalı’lı M. H. Yazır ise, nesillerin ana rahimlerinde boğulmaksızın, emniyetle taşınmasını düşünür. Bu mânâ -tek tek bütün insanlarla ilgili olup, hepsinin devamlı görüp durduğu bir hâdise olması itibariyle- daha münasip sayılabilir.
42 – Biz, onlar için, gemiye benzer, daha nice binekler yaratırız…
Birçok çağdaş tefsirde belirtildiği gibi burada, ulaşım aracı olmak bakımından gemiye benzeyen yolcu nakil vasıtalarından tren, otobüs, uçak gibi binekler, açıkça haber verilmektedir.
43 – Şayet dileseydik onları boğardık
Ne feryatlarına koşan bir kimse bulabilir, ne de başka türlü kurtarılırlardı.
44 – Sadece Biz’den ulaşacak bu rahmet ve onları bir vâdeye kadar yaşatma irademizle hayatta kalabilirler.
45 – Onlara ne zaman: “Önünüzde ardınızda bulunan hâllerden sakının,
böylelikle merhamet edilmeye müstehak olun!”
denilse, yüz çevirirler…
Bu haller hakkında şu ihtimaller düşünülmüştür:
“Dünya azabı ve âhiret azabı”; “Şimdiki zaman veya istikbaldeki tehlikeler”, “Görünen veya görünmeyen kaza ve belalar”
46 – Ne zaman Rab’lerinin âyetlerinden bir âyet, gelse, yüz çevirirler…
47 – Onlara ne zaman: “Allah’ın size lütfettiğinden, siz de muhtaçlar için harcayın” denilse,
kâfirler müminlere şöyle derler:
“Size kalsa Allah’ın dilediği takdirde bol bol rızıklandıracağı kimseyi doyurmak bizim mi işimiz?
Siz, böyle ne sapık düşünürsünüz!”
48 – Ve yine derler ki: “Eğer doğru söylüyorsanız, bizi tehdid ettiğiniz bu mezarlardan kalkma ne zaman?
49 – Onların beklediği: Sadece bir ses…
Çekişip dururlarken kendilerini çarpacak bir ses…
50 – İşte o zaman…
Ne vasiyette bulunabilir, ne de evlerine dönebilirler…
51 – Sura üflendi, “Kalk!” borusu çaldı…
İşte mezarlarından kalkıp, Rab’lerinin huzurunda duruşmaya koşuyorlar…
52 – “Eyvah bize! Kim kaldırdı bizi yatağımızdan?” diyorlar…
“İşte Rahmân’ın vâdi: Resuller doğru söylerler!”
53 – Bütün olay, bir çağrıdan ibâret!
İşte hepsi duruşma için toplanmışlar…
54 – Artık bugün, kimseye zulmedilmez, hakkınızdan başka size bir karşılık verilmez.
55 – Amma bugün cennetlikler, zevk ve eğlence içindedirler…
56 – Hem kendileri, hem eşleri gölgeliklerde, tahtlarına kurulurlar.
57 – Orada turfanda yemişler onlara,
Hâsılı istedikleri her şey onlara…
58 – Rabb-i Rahim’den sözle olan bir selâm yine onlara…
59 – “Fakat bugün sizler,
şöyle bir tarafa çekilin ey mücrimler”
60 – “Ey Âdem’in evlatları! Size emretmemiş miydim: ?
“Şeytana tapmayın sakın!”
61 – “Çünkü o size âşikar düşman… Lâkin Bana tapın! İşte sırat-ı müstakim!”
62 – O, içinizden nice nesilleri saptırdı.
Bunu düşünmeli değil miydiniz?
63 – İşte tehdid edildiğiniz cehennem!
64 – İnkârınız sebebiyle bugün oraya girin.
65 – Bugün mühür vuracağız ağızlarına,
elleri Bize söyler, ayakları şahitlik eder, kendi yaptıklarına.
66 – Eğer dileseydik gözlerini dümdüz, silme kör ederdik,
o zaman yola dökülüp dururlardı.
Fakat nasıl göreceklerdi?
“İmana gelmeleri için, ille de kendilerini böyle sakat, çarpık çurpuk etmemizi mi bekliyorlar? Dileseydik böyle yapardık, Ama o zaman da imâna koşmak için yarışmak isterlerdi. Fakat bu vaziyette nasıl görebileceklerdi ki?” demektir.
67 – Eğer dileseydik, oldukları yerde, hemen başüstü, mâhiyetlerini değiştirir, çirkin mi çirkin, tersyüz ederdik…
Artık ne ileriye devam edebilir, ne de geriye dönüş yapabilirlerdi.
68 – Onlardan hayatta bıraktığımız kimsenin ise, hilkatini tersyüz ederiz.
Hâlâ akıllanmazlar mı?
Tefsirlerin çoğunluğunda bulunmayan bu anlam ve irtibat Tefsiru’t-Tahrir ve’t-Tenvir’den alınmıştır.
69 – Biz Resûl’e Kur’ân öğrettik, şiir öğretmedik, o zaten ona yaraşmaz.
O sırf bir irşâd ve parlak bir Kur’ân’dır.
70 – Yaşayan her kişiyi uyarsın diye,
böylece ilahî hüküm kâfirler hakkında kesinleşsin diye,
gönderilmiştir.
71 – Şunu da görmediler mi:
Ellerimizle yaptığımız eserlerden kendileri için uysal, evcil hayvanlar yarattık da onlara mâlik bulunuyorlar.
72 – Onları emirlerine âmade kıldık. Onlardan hem binek edinir, hem de yerler,
73 – Onlardan içecekler elde ederler,
daha nice menfaatlerinden yararlanırlar.
Hâlâ mı şükretmezler?
74 – Tuttular, Allah’tan başka tanrılar peşine düştüler, güyâ ki yardıma nâil olacaklar!
75 – O putlar kendilerine yardım edemezler, nasıl olur?
Zaten bunlar, onlar için hazırlanmış askerler!
Şirkin asıl çelişkisi şuradadır: Müşrik, putundan yardım bekler; amma aslında müşriğin yardımı olmasa put varlığını devam ettiremez. Hazır kuvvet halinde nöbettarlık, bekçilik eden putperesttir ki, şirki devam ettirir. Yani o ona asker, öbürü buna asker! Âyet-i kerime bu iki anlamı mükemmel bir tarzda toplamaktadır.
76 – O halde ey Resulüm, üzülme sen onların laflarına, onların gizlediklerini de iyi biliriz, açıkladıklarını da, sen hiç tasalanma…
77 – İnsan şunu hiç görüp düşünmedi mi: ?
Biz kendisini bir nutfeden yaratmışken, yaman bir hasım kesildi Bize.
78 – Nasıl yaratıldığını unutarak, bir de misâl fırlattı Bize:
“Çürümüş vaziyetteki o kemikleri kim diriltecek!” diye.
79 – De ki: “Onları ilk defa yaratan diriltir, hem O, yaratmanın her türlüsünü bilir.”
Burada “halk”, Türkçedeki mef’ul mânâsında olmayıp, masdar mânâsınadır. Yani “Allah, yaratmanın her türlüsünü, hayale bile gelmez şekillerini, mekanizmalarını bilir” demektir.
80 – O’dur ki sizin için yeşil ağaçtan bir ateş yaratır, siz de onu tutuşturup durursunuz.
Tefsirlerin çoğu bundan, yaş iken birbirine sürtülmekle ateş çıkaran çöl ağacı merh ve afâr’ın kasdedildiğini bildirirler. Çağdaş müelliflerden, petrolü oluşturan ağaçları düşünenler de vardır.
81 – Gökleri ve yeri yaratan, onlar gibisini yaratmaya olmaz mı kadir!
Elbette kadir!
Hallâk O’dur, alîm Odur!
(Her şeyi yaratan, her şeyi bilen O’dur).
82 – Bir şeyi dilediğinde O’nun buyruğu, sadece “Ol!” demektir, hemen oluverir…
83 – Sübhandır, münezzehdir o Zât ki, her şey üzerinde hâkimiyet elindedir.
Ve… hepinizin de dönüşü, O’na olacaktır.
37 – SÂFFÂT SÛRESİ
Mekke’de indirilmiş olup 182 âyettir. İsmini ilk ayetinde geçen kelimeden almıştır. Bu sûrede önce melaikeden, daha sonra cinlerden bahsedilir. Cahiliye arapları arasında yaygın olup, cinleri Allah’ın kızları sayan şirk inancı iptal edilir. Müteakiben, insanların ölümden sonra dirilip hesap verecekleri vurgulanır. Hz. İbrâhim, Hz. İsmâil, Hz. Mûsâ, Hz. Harun, Hz. İlyas, Hz. Lut (aleyhimu’s-selam) gibi peygamberlerin tebliğleri hatırlatılır, müminlere kesin bir zafer vaad edilir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1 – Yemin ederim o saf saf dizilenlere,
Müfessirlerin çoğuna göre ilk üç âyette bildirilen işleri yapanlar melaike topluluklarıdır. Birinci âyette emirleri yerine getirmek için hazır kıta bekleyen; ikinci âyette yağmurun yağmasını düzenleyen, üçüncü âyette ise peygamberlere vahiyleri, salih kullara ise ilhamları getiren melaike toplulukları kasdedilmiştir.
2 – Sevk-u idare edip menedenlere,
3 – Kitap okuyanlara ki [77,5-6]
4 – Sizin ilahınız bir tek İlahtır.
5 – O, hem göklerin, yerin ve ikisi arasında olan bütün varlıkların, hem de güneş’in bütün doğuş yerlerinin Rabbidir. [70,40; 55,17]
Güneş ufukta her gün farklı yerlerden doğar, böylece birçok doğuş sözkonusu olur. Bu sayede Güneşin, dünyanın bütün bölgelerinde muhtelif zamanlarda görülmesi mümkün olur.
6 – Biz dünyaya en yakın semayı yıldızlarla süsledik. [67,5; 15,16-18]
Gökler sınırsız olmayıp birtakım sınırları vardır. Hiçbir âsi şeytan o hudutları aşamaz. Hiçbir gök cismi kendi ekseni dışına çıkamaz. Onların yollarına da başka cisim giremez. Uzay boş sanılır, ama oradaki sınırlar çok kesin hatlarla çizilmiştir. İnsanın ay’a gitmesinin ne kadar zorluklardan sonra gerçekleştiği pek iyi bilinmektedir. Oysa dünyanın uydusu olan ay, bize en yakın gök cismidir.
7 – Ve orayı her türlü şeytandan koruduk.
8 – Onlar Mele-i Âla’ya yükselip dinleyemezler ve her taraftan bombardımana tutulurlar.
9 – Dinlemeye kalksalar kovulup atılırlar. Hem onlar için devamlı bir azap vardır.
10 – Ne var ki içlerinden birisi bir söz kırıntısı kapmayı başarırsa, derhal yakıcı ve delici bir ışın onu kovalar. [15,8-12]
Cahiliye arapları arasında kehanet pek yaygın idi. Kâhinlerin cinlerle irtibatlı olarak gaybî haberler getirdiklerine inanırlardı. Hz. Peygamberi de (a.s.) öyle nitelendirdiler. Allah şeytanların Mele-i Âlaya yaklaşır yaklaşmaz delici bir ışının onları kovaladığını bildirir.
11 – Onlara bir sor bakalım: Kendileri mi yaratılışça daha güçlü kuvvetli, yoksa Bizim diğer yarattıklarımız mı? Doğrusu Biz onları, yapışkan bir çamurdan yarattık. [40,57]
Bunlar: Melaike-i kiram, gökler âlemi, yer ve ikisi arasındakiler, şihablar ve diğer mahlûklardır. “Men” ism-i mevsûlü akıllı varlıkları tağlib için olup, onlarla beraber şuursuz ve cansızlar da dahildirler.
12 – Ne var ki sen onların haşri inkâr etmelerine şaşırıyorsun, onlar ise seninle alay ederler.
13 – Kendilerine nasihat edildiğinde uyarmaları dikkate almazlar.
14-17 – Gerçeği gösteren bir delil veya bir mûcize görseler, başkalarını da onunla alay etmeye çağırır ve “Bu, derler, besbelli bir sihir! Demek biz öldükten, hem de çürümüş kemik ve toz toprak haline geldikten sonra, biz mi dirilecek mişiz! Gelmiş geçmiş babalarımız ve dedelerimiz de mi dirilecekler!”
18 – De ki: “Evet, diriltilecek, hem de zelil ve perişan bir vaziyette diriltileceksiniz!
19 – Bu iş için sadece bir tek emir yeter! Bir de bakarsınız ki hepsi dirilmiş, etraflarına bakınıyorlar.
20 – “Eyvah, bize!” derler, “İşte bize bahsedilen hesap günü!”
21 – Melekler de: “Evet, evet bu, sizin yalan saydığınız hüküm günüdür!” derler.
22-24 – Yüce Allah meleklere şöyle emreder: “O zalim müşrikleri, yoldaşlarını ve Allah’tan başka putlaştırdıkları nesneleri toplayın ve hepsini doğru cehennem yoluna dizin. Hem tutuklayın onları, çünkü sorguya çekilecekler!” [17,97]
25 – Ne oldu size, neden birbirinize yardım etmiyorsunuz?
26 – Doğrusu bugün onlar birbirini yardımdan mahrum bırakıp azaba teslim etmişler, acz içinde kıvranmaktadırlar.
27 – Birbirlerine dönüp itham ederek karşılıklı soru yöneltirler. [40,47-48; 34,31-33]
28 – Tâbi olanlar önderlerine: “Siz, derler, bize (en çok önem verdiğimiz taraftan), sağ cihetten gelir, ısrarla size tâbi olmamızı isterdiniz?”
29-32 – “Hayır, bilakis! derler öbürleri, siz zaten iman eden kimseler değildiniz.
Hem bizim, sizi zorlayacak bir gücümüz yoktu ki! Bilakis, siz azgın bir gürûh idiniz!”
“Ne dersek boş! Artık Rabbimizin azap hükmü hakkımızda kesinleşti. Biz hakettiğimiz cezayı mutlaka tadacağız. Evet, sizi biz kışkırttık, çünkü biz de azmış durumdaydık.”
33 – O halde o gün hepsi azap çekmekte müşterektirler.
34 – İşte Biz suçlulara böyle davranırız.
35-36 – Çünkü onlara “Allah’tan başka ilah yok!” denildiğinde, kibirlenip kafa tutarlar ve: “Deli bir şairin sözüne bakarak hiç biz ilahlarımızı bırakır mıyız, olacak iş mi bu?” derlerdi.
37 – Hayır! o deli değildir. O size gerçeğin ta kendisini getiren ve bütün peygamberleri tasdik eden bir resuldür. [41,433; 21,92]
38-39 – Siz yarın âhirette elbette o acı azabı tadacaksınız.
Ama aslında siz sadece yaptıklarınızın karşılığını göreceksiniz (yoksa size bundan fazla bir azap verilmeyecek).
40 – (Lâkin Allah’ın) ihlasa erdirdiği kulları, yaptıklarının mükâfatını, kat kat fazlasıyla alacaklar. [103;1-3; 95,4-6; 19,71-72; 74,38]
İstisna burada munkatı olup “lâkin” mânasına gelir.
41-42 – Onların, tarife hacet olmayan, her yönden mükemmel bir nasipleri vardır, onlara meyveler vardır. Ve onlar hep izzet ve ikramla ağırlanırlar.
Cennette meyveler, sadece lezzet için yenir. Cennette acıkma duygusu olmayacaktır.
43-47 – Naim cennetlerinde, karşılıklı tahtlar üzerinde otururlar.
Kaynağından taze doldurulmuş, berrak mı berrak, içenlere pek hoş gelen,
içinde zararlı ve sersemletici şey olmayan, sarhoş da etmeyen içecekler,
dolu dolu kadehlerle etraflarında fır dönen hizmetçiler tarafından ikram edilir. [56,17-19; 78,34]
Başka yerlerden, cennette hizmet edenlerin, çocuklar olduğu anlaşılmaktadır (52,24; 76,19). Bâliğ olmamış müşrik çocukları cennetlik olup, annesi babası cehenneme gitmiş bu çocuklar, mutlu olsunlar diye, cennetliklere hizmet etmek üzere vazifelendirilirler.
Dünya içkilerinin kokusu ve tadı pis olup mideyi olumsuz yönde etkiler. Daha sonra beyne tesir edip baş döndürür, karaciğerin çalışmasını aksatarak bünyeyi harap eder.
48-49 – Yanlarında, kocalarından başkasının yüzüne bakmayan, yumuşak bakışlı, güzel gözlü, gün yüzü görmemiş yumurtanın pembe beyaz renginde eşleri de olacak.
50 – Birbirleriyle sohbete girerler.
51-53 – Derken biri der ki: “Sahi, benim de yakın bir arkadaşım vardı.
Yanıma gelir, iğneli iğneli “Sen de mi, derdi, bu masala inananlar arasında yer alıyorsun? Yani biz ölüp çürümüş kemik, toz toprak haline geldikten sonra, biz mi dirilip hesap vereceğiz, buna da inanılır mı?”
54-57 – “Şimdi ister misiniz onu size göstereyim?” Onlar da arzu edince, derhal bir tarama yapıp onu cehennemin tam ortasında bulur.
“Vallahi, nerdeyse beni de düştüğün o helâke sürükleyecektin!
Rabbimin hidâyet nimeti yetişmeseydi, eli kolu kelepçeli getirilip o azaba atılanlardan olacaktım!” [7,43]
58-61 – Sonra cennetteki arkadaşlarına dönerek: “O ilk ölümümüzden sonra artık bize burada ölüm olmayacak değil mi, o azap bize hiç ulaşmayacak değil mi?
Ne güzel! Şükürler olsun! İşte kurtuluş, işte büyük başarı diye buna derler.
Çalışanlar, asıl, böyle bir başarı elde etmek için çalışsınlar!”
62-65 – “Şimdi iyi düşünün.” buyurur Yüce Allah,
“Sonuç olarak böylesi bir mutluluk mu iyidir, yoksa zakkum ağacı mı?
Biz onu zalimler için bir dert ve azap yaptık.
O öyle bir ağaçtır ki cehennemin ta dibinden çıkar. Meyveleri: sanki şeytanların başları!” [23,20; 56,51-52; 17,60]
Zakkum: Tadı çok acı, pek fena kokan bir bitki olup ondan çıkan sıvı, bedene bulaşması halinde deriyi tahriş eder.
İnsanlar şeytanları görmediklerinden bu benzetmeyi anlayamayanlar bulunabilir. Fakat bu kabil teşbihler dile yerleşmiştir. Nasıl ki temiz ve nuranî bir insan meleğe, güzel bir kadın periye, çirkin bir kadın cadıya benzetilir.
66 – İşte o zalimler bunları yer ve karınlarını tıka basa doldururlar.
67 – Zakkum yemeğinin üstüne, barsakları parçalayan irin karışık kaynar su içerler.
Hamîm (kaynar su) cehennemin dışındadır; Zira “Onlar, cehennemle hamîm arasında gider gelirler.” [55,44] âyetinden bu anlaşılmaktadır.
68 – Sonra dönüşleri, şüphesiz ateşe olacaktır.
Yedikleri zakkum boğazlarına durunca ve acıtınca bu acıyı dindirmek için su veya meşrubat ararlar. Ama irinli kaynar sudan başka bir şey bulamazlar.
69 – Onlar atalarını haktan sapmış durumda buldular.
70 – Bunlar da onların izlerinde koşmaya can atıyorlar.
71-72 – Daha önce yaşayan insanların ekserisi de yoldan sapmışlardı.
Biz de onları uyarıp gerçeği gösteren peygamberler göndermiştik.
73 – İşte bak ve düşün: O uyarılanların âkıbeti nice oldu?
74 – Ancak, içlerinden Allah’ın imana ve ihlasa muvaffak kıldığı kullar,
elçileri dinleyip o kötü âkıbetten kurtuldular.
75 – Nitekim Nûh Bize yalvardı da, Biz onun duasını ne de güzel kabul buyurduk!
76 – Onu, ailesini ve yanındaki müminleri o müthiş felaketten kurtardık.
77 – Hayatta kalıp payidar olmayı da onun soyuna has kıldık.
78 – Sonraki nesiller içinde de ona iyi bir nam bıraktık:
79 – “Bütün milletler içinden selam var Nûh’a!”
80 – Biz iyileri işte böyle ödüllendiririz!
81 – Gerçekten o, Bizim tam inanmış has kullarımızdandı.
82 – Sonra da öbürlerini, o zalim kâfirleri suda boğduk.
83 – İbrâhim de, şüphesiz onun taraftarlarından biriydi.
84 – O, Rabbine tertemiz bir kalb ile yöneldi.
85-87 – Babasına ve halkına şöyle dedi: “Nedir bu tapındığınız nesneler? İlle de bir iftira, bir yalan olsun diye mi Allah’tan başka mâbud arıyorsunuz!
Siz Rabbülâlemini ne zannediyorsunuz?
Onun sıfatlarını iyice biliyormusunuz?
88-89 – Bir bayram günü, İbrâhim halkın içinde iken yıldızlara bir göz atıp: “Ben, galiba hastayım!” dedi.
“Yıldızlara bakma” düşünmeyi ifade eden bir deyimdir. Nitekim bir şey düşünen kimse gayr-ı ihtiyarî bakışlarını gökyüzüne çevirir.
Halk hastalıktan korktuğu için, kendilerine de bulaşmasın diye, derhal onun yanından uzaklaştılar.
90 – Derhal onun yanından uzaklaştılar.
91-92 – O da çaktırmadan putların yanına sokuldu. Onlara takdim edilmiş öylece duran yemekleri görünce: “Buyursanıza, neden yemiyorsunuz?” Neyiniz var, neden konuşmuyorsunuz?” dedi.
93 – Hiddetini tutamıyarak iyice yaklaşıp putlara kuvvetli bir darbe indirdi.
94 – Bunu haber alan halk telaşla ve sür’atle onun yanına gittiler.
95-96 – O da: “Â! Siz ellerinizle yonttuğunuz bu heykellere mi tapıyorsunuz? Hâlbuki sizi de yaptığınız şeyleri de yaratan Yüce Allah’tır.” dedi.
97 – Sonunda: “Haydin, dediler, onun için bir odun yığını hazırlayın da onu ateşin içine atın!.”
98 – Ona tuzak hazırlamak istediler, ama Biz heveslerini kursaklarında bıraktık. Asıl kendilerini perişan ettik.
99 – İbrâhim dedi ki: “Ben, Rabbimin gitmemi emrettiği yere doğru gidiyorum, O elbet bana yol gösterecektir.”
100 – “Ya Rabbî, salih evlatlar lütfet bana!”
101 – Biz de ona aklı başında bir oğul müjdeledik.
Bu duadan Hz. İbrâhim (a.s.)’ın o zaman çocuğu olmadığı sonucu çıkarılabilir. Hz. İsmâil ile Hz. İshak’ın iyice yaşlandığı sırada verildiği (14,39) bilinince, duasına uzun yıllar sonra icabet edildiği anlaşılır.
102 – Çocuk büyüyüp yanında koşacak çağa erişince bir gün ona: “Evladım, dedi, ben rüyamda seni boğazlamaya giriştiğimi görüyorum, nasıl yaparız bu işi, sen ne dersin bu işe!”
Oğlu: “Babacığım! dedi, hiç düşünüp çekinme, sana Allah tarafından ne emrediliyorsa onu yap. Allah’ın izniyle benim de sabırlı, dayanıklı biri olduğumu göreceksin!”. [19,54-55] {KM, Çıkış 13,2; Sayılar 3,13; Tekvin 22,1-14}
Hz. İbrâhim oğlunu kurban ettiğini değil, kurban etmeye giriştiğini görmüştü.
103-105 – Her ikisi de Allah’ın emrine teslim olup, İbrâhim oğlunu şakağı üzere yere yatırıp, Biz de ona: “İbrâhim! Rüyanın gereğini yerine getirdin (onu kurban etmekten seni muaf tuttuk)” deyince (onları büyük bir sevinç kapladı). Biz iyileri işte böyle ödüllendiririz!
Bu âyetlerden, Peygamberlerin rüyasının vahiy şekillerinden biri olduğu anlaşılıyor. Aksi takdirde Allah onu uyarır ve Kur’ân’da böylesine bir yanlış anlaşılmaya engel olurdu.
Kurbanlık çocuğun adı Kur’ân’da açıklanmaz. Müfessirlerden İsmâil diyenlerin yanında İshak olduğunu söyleyenler de vardır. Ekseriyet birinci görüştedir. Yahudi – Hıristiyan geleneği ise İshak olduğunu söyler.
106 – Bu, gerçekten pek büyük bir imtihandı. [53,37]
107 – Oğluna bedel ona büyük bir kurbanlık verdik.
108 – Sonraki nesiller içinde ona da iyi bir nam bıraktık: ki o da, bütün milletler tarafından şöyle denilmesidir:
109 – “Selam olsun İbrâhim’e!”
110 – Biz iyileri işte böyle ödüllendiririz!
111 – Gerçekten o Bizim tam inanmış has kullarımızdandı.
112 – Biz de ona, salih kişilerden, üstelik peygamber olacak bir evladı, İshak’ı müjdeledik.
113 – Kendisine de İshak’a da feyiz ve bereketler verdik. Onların neslinden gelenler arasında iyi davranan da var, kendi nefsine açıkça zulmeden de!
Bu âyetle kurban kıssasının anlatılış hikmetine işaret ediliyor. Hz. İbrâhim (a.s.)’ın iki oğlu Hz. İshak (a.s.)’dan Yahudi ve Hıristiyanların mensub olduğu İsrailoğulları, Hz. İsmâil (a.s.)’dan ise Araplar ve diğer müslümanlar dünyaya yayılmışlardır. Dünyadan nice soy ve sülale geçip gitmiş, onların isimleri bile kalmadığı halde Allah Hz. İbrâhim’in nesline bu bereket ve şerefi vermiştir. Allah Teâla bu kıssayı anlatmakla onlara şöyle demek istiyor: “Sizin ecdadınız İbrâhim, İsmâil ve İshâk (aleyhimu’s-selam), ihlasları ile bu şerefe yükseldiler. Siz de onlar gibi olmak isterseniz bu ihlası kazanmaya çalışın. Yoksa, önderlik soydan ileri gelmez. Nitekim onların soylarından iyiler gibi, zalimler de bulunmaktadır.”
Yirminci asrın son çeyreğinde Batı Hıristiyanlık dünyası başta olarak birçok yerde “Hz. İbrâhim’de birleşme” temennileri dile getirilmeye başlamıştır. Bu üç ümmet Hz. İbrâhim’e lâyık nesiller oldukları nisbette dünyada hayır ve faziletin ağır basacağı rahatlıkla söylenebilir.
114 – Biz Mûsa ile Harun’a da nübüvvet vererek ihsanda bulunduk. [21,48]
115 – Onları da, milletlerini de müthiş bir gaileden kurtardık.
116 – Hem onlara yardım ettik de, galip gelenler onlar oldular.
117 – Kendilerine gerçekleri apaçık gösteren o kitabı verdik.
118 – Onları doğru yola ilettik!
119 – Sonraki nesiller içinde onlara da iyi bir nam bıraktık.
120 – “Selam olsun Mûsâ ile Harun’a”
121 – Biz iyileri işte böyle ödüllendiririz!
122 – Gerçekten onlar, Bizim tam inanmış has kullarımızdandı.
123 – İlyas da şüphesiz resullerdendi.
Hz. İlyas İsrailoğullarından olup, M.Ö. 9. asırda Filistin bölgesinde yaşamıştır. Dinler Tarihi araştırmalarının bulgularına göre, Babil’den Mısır’a kadar geniş bölgede Ba’l adı ile Allah’a ibadet edilmiştir. Bu kelime: Efendi, Sahip, lider bazan da koca anlamına gelir. Onlar başlangıçta hak Tanrıya bu isim ile ibadet ederken, sonraları şirke bulaştıkları anlaşılıyor.
124-126 – Hani o halkına şöyle demişti: Siz hâlâ şirkten ve fenalıklardan sakınmayacak mısınız? Sizin de, gelip geçmiş atalarınızın da Rabbi olan Allah’ı, o en güzel Yaradanı bırakıp hâlâ Ba’l’e tapmaya mı devam edeceksiniz? {KM, I Krallar 18,24-40}
127 – Fakat bunlar onu yalancı saydılar. Bundan ötürü de, onlar tutuklanıp hesap günü mutlaka yargılanacak ve cehenneme götürüleceklerdir.
128 – Ancak Allah’ın ihlasa erdirdiği kulları böyle olmaz.
129-130 – Sonraki nesiller içinde ona da iyi bir nam bıraktık. “Selam olsun İlyas’a!”
Hayatında çok kötü davranışlara mâruz bıraktıkları Hz. İlyas (a.s.)’a İsrailoğulları vefatından sonra Hz. Mûsâ’dan sonra, en büyük saygıyı beslemişlerdir. Onun göğe kaldırılıp dünyaya yeniden doğacağı inancı İsrailoğullarında yaygındı (Tevrat, II. Tarihler 21,12-15; I. Krallar 17, 18; 19,21; II. Krallar 1,2).
131 – Biz iyileri işte böyle ödüllendiririz!
132 – Gerçekten o bizim tam inanmış has kullarımızdandı.
133 – Lût da şüphesiz, resullerdendi.
134-135 – Onun suçlu kentini cezalandırırken, geride kalanlar arasında yer alan yaşlı eşi hariç, kendisini ve ailesini kurtardık.
136 – Sonra da ötekileri imha ettik.
137-138 – Siz de sabah akşam onların diyarlarına uğrarsınız. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız?
139 – Yûnus da şüphesiz resullerdendi.
140 – Hani o, Rabbinden izinsiz kaçıp yolcusunu doldurmuş gemiye kendini atmıştı.
141 – Kur’a çekmiş, kur’ada kaybedenlerden olunca denize atılmıştı.
142 – O yaptığından ötürü pişman bir vaziyette iken balık onu yutuverdi.
143-144 – Şayet Allah’ı çok zikreden, ibadetli kimselerden olmasaydı, tâ mahşere kadar onun karnında kalırdı.
Hz. Yunus (a.s.) ın kıssası için bkz. 21,87.
Yunus (a.s.)’ın halkı onu yalanlamada ısrar ettiler. Sonunda; “Üç gün mühletiniz kaldı, iman etmezseniz azap gelecek” diye tebliğ etti. Üçüncü gün gelmeden gece yarısı şehri terk etti. Fakat halk sabahleyin azap alâmetleri başlayınca, korkarak dönüş yapmak istediler, onu bulamayınca çoluk çocuklarını davarlarını alarak şehir dışında çöle çıkıp tövbe ettiler. Allah tövbelerini kabul etti. Hz. Yunus peygamberlik sünnetine aykırı olarak emir gelmeden hicret etme hatasını itiraf ile Rabbine yalvardı. O da ona icabet etti.
Bazı rasyonalistler, balığın onu yutmasını tevil etmek isterler. Bu olay bir mûcize olarak pekâla gerçekleşmiştir. Kaldı ki mûcize olmaksızın bile normal şekilde şöyle bir olay cereyan etmişti. 1891’de İngilterede balina avında bir balıkçı denize düşer ve balina da onu yutar. Bir iki gün sonra o balık ölü olarak bulununca, yutmasından 60 saat sonra, karnından canlı olarak çıkartılmıştır (Urdu Digest, Şubat, 1964’den Mevdudi, Tefhim, bu âyetlerin tefsirinde.).
145 – Derken Biz onu ağaçsız çıplak bir sahile attık, o bitkin bir halde idi.
146 – Üzerine gölge yapması için, orada asma kabak cinsinden bir ağaç bitirdik.
147 – Biz onu yüz bin nüfuslu bir şehre göndermiştik, hatta gittikçe nüfusları artıyordu da. {KM, Yunus 4,11}
“Bu âyette: “Biz onu, yüz bin veya daha çok kişiye peygamber olarak gönderdik.” diye de mâna verilebilir. Allah Teâla dileseydi, elbette o halkın sayısını tam olarak bildirirdi. Maksat: Bir kişi oraya girdiğinde yüz bin veya daha fazla olduğunu tahmin ederdi.” demektir.
148 – Yûnus onları tekrar hakka çağırınca, bu sefer iman ettiler. Biz de belirli bir süreye kadar onları hayattan istifade ettirdik.
149 – Resulüm! Şimdi sor o Mekkelilere (hâlâ şirklerine devam edip) kız evlatları senin Rabbine, erkek evlatları da kendilerine mi isnad edecekler? [16,58; 53,21-22; 43,19; 17,40]
150 – Yoksa Biz melekleri dişi yaratmışız da onlar buna şahit mi olmuşlar?
151-152 – Haberiniz olsun ki onlar sırf iftira ederek “Allah doğurdu” derler. Onlar yalancıların ta kendileridirler.
153 – Allah kızları oğullara tercih mi etmiş?
154 – Ne olmuş size, aklınızı mı kaybettiniz? Ne biçim hüküm veriyorsunuz öyle!
155 – Hâlâ düşünüp Allah’ın bundan münezzeh olduğunu anlamayacak mısınız?
156 – Ne o, yoksa sizin açık bir deliliniz mi var?
157 – Eğer iddianızda tutarlı iseniz getirin o kitabınızı!
158 – Bir de tutup Allah ile melekler arasında bir soy bağı uydurdular!
Ama o melekler, bunu iddia eden müşriklerin yargılanıp cehenneme tıkılacaklarını pekiyi bilirler.
159 – Ve şöyle derler: “Allah onların iddia ettikleri şeylerden münezzehtir, çok yücedir.”
160 – Ancak Allah’ın ihlâsa erdirdiği kulları böyle olmaz, cehenneme götürülmezler.
161-163 – “Ey müşrikler! Ne siz, ne de sizin Allah’tan başka ibadet ettikleriniz,
-ille de cehenneme girmek isteyen kimseler hariç-
Allah’a yönelmek isteyen herhangi bir kulu yoldan çıkaracak bir kuvvete sahip değilsiniz.”
164 – “Bizim her birimizin belli bir makamı ve yeri vardır.
165 – Saf saf dizilenler biziz.
166 – Allah’ı zikredip O’nu tenzih edenler biziz.” [21,26-29]
167–169 – Müşrikler önceleri: “Eğer, derlerdi, daha önceki ümmetlere verilen kitap gibi bir kitap bizde de olsaydı, Biz de Allah’ın halis, muvahhid kulları olurduk.” [35,42; 6,156-157]
170 – Ama şimdi onu red ve inkâr ettiler;
Fakat yakında öğrenirler!
171-173 – Şu kesindir ki, Biz resul olarak gönderdiğimiz kullarımıza söz verdik ki onlar yardımımıza mazhar olacaklar ve Bizim ordumuz mutlaka galip gelecektir. [58,21; 40,5]
Âyette geçen “ordumuz”, yani Allah’ın ordusundan maksat Resûlullah (a.s.) ile birlikte mücahede eden ve onun tebliğ ve cihadını devam ettiren müminlerdir. Ayrıca Allah tarafından müminleri desteklemekle görevlendirilen gaybî ordular da olabilir. Ancak bu, müminlerin her zaman siyasî sahada galibiyet sağlayacakları mânasına gelmez. Esasen galip gelinecek sahalar çoktur ve siyaset bunlardan sadece biridir. Nitekim peygamberler siyasi yönden galip gelmedikleri yerlerde, ahlâk ve faziletle başarı sağlamışlardır. Ancak, Cahiliyye düşünceleri bir süre üstün çıksa bile, kısa bir zaman sonra silinip gitmişlerdir. Fakat peygamberlerin getirdikleri gerçekler, binlerce yıldan beri hakikat olarak devam etmektedir. Demek ki hüccet yönünden her zaman üstündürler (Mevdûdi, Tefhim).
174 – Artık bir süre sen onlardan uzak dur.
175 – Onları gözetle. Zaten kendileri de başlarına geleceği yakında göreceklerdir.
176 – Şimdi onlar azabımızın çarçabuk başlarına gelmesini gerçekten istiyorlar mı?
177 – Eğer öyleyse, şunu bilsinler ki, azap onların yurtlarına inerse,
o uyarılıp da yola gelmeyenlerin varacakları sabah çok fena bir sabah olacaktır!
178 – Artık sen bir süre onlardan uzak dur.
179 – Başlarına inecek azabı. Gözetle zaten kendileri de yakında gerçeği göreceklerdir.
180-182 – İzzet ve kudret Rabbi olan senin Rabbin onların bütün batıl iddialarından münezzehtir, yücedir.
Selam bütün peygamberleredir.
Bütün hamdler âlemlerin Rabbi Allah’adır.
38 – SÂD SÛRESİ
Mekke’de indirilmiş olup 88 âyettir. Adını başındaki sâd harfinden alır. Sûrenin asıl gayesi, Allah’ın elçilerini dinlemeyenleri uyarmaktır. Müteakiben Peygamberimize itaat konusu üzerinde özellikle durulur, müteaddit peygamberlerin tebliğleri pek kısa bir şekilde anlatılır.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1 – Sâd. Bu şanlı şerefli Kur’ân hakkı için:
2 – (Kâfirler) Bu Kur’ân’ı onda şüpheye yer verecek herhangi bir taraf olduğundan değil, ama asıl kendileri Allah’a karşı kibir ve muhalefet taşıdıkları için inkâr ediyorlar.
3 – Biz onlardan önce nice nesilleri silip süpürdük. O zaman ne çığlıklar, ne feryatlar kopardılar! Ama kurtuluş zamanı çoktan geçmişti! [21,12-13]
4-5 – İçlerinden kendilerini uyarıp irşad edecek birinin gelmesinden her nedense şaşırdılar ve o kâfirler: “Bu bir sihirbaz, bir yalancı! İşte tutmuş bunca ilahı bir tek ilah yapmış! Bu gerçekten şaşılacak, çok tuhaf bir şey!” dediler. [10,2]
En makul ve münasip olan, peygamberin, kendi toplumunun mensuplarını uyarıp eğitmesidir. İnsandan başka melek gibi bir varlık gelseydi insanlarla ilişki kuramazdı, onlarla beraber yaşayamaz, onlara örnek olamazdı. Başka bir milletten biri çıkıp gelseydi, tanımamaları sebebiyle, asıl onun hakkında şüphe etmeleri gerekirdi.
6 – İçlerinden önde gelen eşraf takımı derhal harekete geçip “Hâla mı duruyorsunuz, kalkın yürüyüp gösteri yapın ve ilahlarınız konusunda direnip dayanacağınızı ilan edin. Bu, cidden yapılması gerken bir şeydir.” dediler.
7 – “Doğrusu biz bu tevhid inancını son dinde de görmedik. Bu sırf bir uydurma!”
8 – Biz bu kadar eşraf dururken, kitap gönderilecek bir o mu kalmış!”
Hayır, hayır! Onlar Benim buyruklarım hakkında tam bir şüphe içindedirler, doğrusu onlar azabımı henüz tatmadılar. [43,31-32]
9 – O mutlak galip, her nimeti ve özellikle peygamberliği dilediğine ihsan eden Rabbinin rahmet hazineleri yoksa onların mı yanında? [4,53-55; 17,100]
10 – Yoksa göklerin, yerin ve ikisi arasında olan varlıkların hakimiyet ve yönetimi onlara mı ait? Haydi, ellerinden geliyorsa sebep ve vasıtalarını temin etsinler de göğe çıksınlar (âlemi oradan yönetsin, vahyi de isteklerine göre indirsinler!)
11 – Bunu yapmaları şöyle dursun, onlar birtakım döküntü bölüklerden oluşup buracıkta bozguna uğratılacak bozuk bir ordu!
İslâm’a karşı Arap yarımadasındaki başlıca grupların birleşik kuvvetler halinde birleşip Medineyi kuşatmalarına ve tarihe Ahzab (birleşmiş gruplar) harbi diye geçen savaşta onların perişan olacaklarını müjdelemektedir. [33,22]
12-13 – Onlardan önce Nûh, Âd toplumları ve ordular sahibi Firavun toplumu da Peygamberleri yalancı saydılar.
Semûd ve Lût toplumları, Eykeliler de öyle yaptılar. İşte bunlar, peygamberlere karşı toplanan hiziplerdi.
Zu’l-evtad: Saray ve saltanat sahibi, ordular sahibi, yahut cezalandırdığı kimseleri kazıklara bağlayarak işkence yaptırması mânalarına gelebilir. “Yere kazık gibi çakılan ehramlar” sahibi anlamı da düşünülebilir.
14 – Bunların her biri peygamberlere yalancı demiş ve cezalarını haketmişlerdi.
15 – Onların kabirlerden dirilmeleri sadece bir tek çağrıya bakar. Ses yayılır yayılmaz hemen kalkarlar.
16 – Bir de o kâfirler alayla şöyle dediler: “Ey bizim Rabbimiz, bizim azap payımızı hesap günü gelmeden çabuklaştır.”
17 – Onlar ne derlerse desinler sen sabret ve güçlü kuvvetli bir kulumuz olan Davud’u hatırla. Çünkü o daima Allah’a yönelirdi.
Hz. Davud (a.s.) ın “ze’l-eyd” sıfatı bedenî kuvvet, askerî ve siyasî kuvvet, ahlâki kuvvet veya ibadet kuvveti yönlerinden düşünülebilir.
18-19 – Biz sabah akşam kendisiyle zikir ve ibadet etmeleri için dağları, toplu haldeki kuşları onun hizmetine vermiştik.
Her biri onun âhengine katılır, beraber zikrederlerdi. [34,10]
20 – Biz onun hakimiyetini güçlendirdik, ona hikmet, nübüvvet, isabetli karar verme ve meramını güzelce ifade etme kabiliyeti verdik.
21-22 – O mahkemeleşen hasımların olayından haberin oldu mu?
Onlar mabedin duvarına tırmanıp Davud’un yanına birden girince o, onlardan ürktü.
Onlar da “Korkma! dediler, biz sadece birbirimize hakkı geçen iki dâvalıyız.
Senden dileğimiz: Aramızda adaletle hükmet, haktan uzaklaşma ve bize tam doğruyu göster.” {KM, II Samuel 11; Mezmurlar 2,7}
23 – “Benim şu din kardeşimin doksan dokuz koyunu var, benimse bir tek koyunum!
Böyle iken “onu da bana bırak!” dedi ve çenesiyle beni bastırdı.”
24 – Dâvud: “Doğrusu, senin tek koyununu, kendi koyunlarına katmak istemekle o sana haksızlık etmiştir.
Zaten malda ortak olanların çoğu birbirlerine haksızlık ederler.
Ancak gerçekten iman edip makbul ve güzel davranışlarda bulunanlar böyle yapmazlar onlar da o kadar azdır ki!”
Davud kendisini imtihan ettiğimizi anladı, derhal Rabbinden mağfiret diledi, eğilip secdeye kapandı ve Allah’a yöneldi.
22. âyette bahsi geçen iki kişi, muhtemelen Davud (a.s.)’a suikast için gizlice duvardan tırmanıp atlayan kimselerdi. O’nun yanında başkaları bulunduğundan asıl maksatlarını gizleyip böyle bir sun’î mesele uydurdular (Razî).
Bazı müfessirlerin, İsrailiyattan alınan Urya kıssasını, hafifleterek nakletmeleri büyük çapta tenkid edilmiştir. Bu izahı, bazı müfessirler zorlamalı bulurlar. İbnu’l-Arabî Ahkâmu’l-Kur’ân’da şöyle der: Davud (a.s.) bir şahsa, eşini boşaması halinde onunla evlenmek istediğini söylemişti. Şahsın kabul veya reddettiği bildirilmiyor. Böyle bir teklif o toplumda geçerli olmakla beraber, en uygun davranış biçimi olmadığından Allah Teâla onu böylece uyardı. 99 sayısı çokluktan kinayedir.
Bu âyetin okunması ve dinlenilmesi halinde tilavet secdesi yapılması vaciptir.
25 – Biz de ondan bunu affettik. Muhakkak ki onun Bize yakınlığı ve güzel bir âkıbeti vardır.
26 – “Davud! Biz seni ülkede hükümdar yaptık, sen de insanlar arasında adaletle hükmet, keyfine uyma ki seni Allah yolundan saptırmasın. Allah yolundan sapanlar, hesap gününü unuttukları için, kendilerine şiddetli bir azap vardır.
27 – Biz göğü, yeri ve ikisinin arasındaki varlıkları gayesiz, boşuna yaratmadık. Bu sadece kâfirlerin bir zannı ve iddiasıdır. Artık o ateşten vay haline o kâfirlerin!
28 – Biz hiç, iman edip makbul ve güzel iş yapanlara, ülkede fesat çıkararak nizamı bozanlarla aynı muameleleri yapar mıyız? Yahut Allah’ı sayıp kötülüklerden sakınanları, yoldan çıkanlarla bir tutar mıyız?
29 – Biz sana hayrı, feyiz ve bereketi bol bir kitap indirdik ki insanlar onun âyetlerini iyice düşünsünler ve aklı yerinde olanlar ders ve ibret alsınlar.
30 – (Bunları belirttikten sonra tekrar Davud’un kıssasına dönelim:) Davud’a evlat olarak Süleyman’ı ihsan ettik. Süleyman ne güzel kuldu! Hep Allah’a yönelirdi. [27,16]
31 – Hani bir gün ikindi vakti ona, durduğunda sakin, koştuğu zaman ise süratli safkan koşu atları gösterilmişti.
32-33 – Onlarla ilgilenip “Ben Rabbimi hatırlattıkları için güzel şeyleri severim.” dedi ve onlar gözden kayboluncaya dek onları seyredip durdu.
Sonra: “Onları tekrar bana getirin!” deyip bacaklarını ve boyunlarını sıvazlamaya başladı.
Hz. Süleyman (a.s.) savaşta istifade etme ve daha başka gayelerle atların hazırlanmasını ve eğitimleri için koşturulmalarını emrederek, bazan bu işe bizzat nezaret ediyordu.” Ben bunları nefsimin haz duyması için değil, Allah’ın dinini güçlendirmek arzumdan dolayı seviyorum.” demişti.
34 – Biz Süleyman’ı denemeye tâbi tuttuk ve tahtının üzerine bir cesed bıraktık. Sonra o, Allah’a sığınıp tekrar tahtına döndü.
Hz. Süleyman (a.s.) Mescid-i Aksayı yaptırdığı sırada, getirttiği sanatkârlar içinde, sanatların hilelerini bilen birtakım şeytanların kurdukları bir ihtilal yüzünden bir süre nüfuzunu kaybetmiş, yahud tahtından ayrı kalmış, böylece tahtında ya kendisi güçsüz bir cesed halinde hükümsüz kalmış, yahut tahtı da işgal edilip ona kırk gün kadar, heykel gibi birisi oturtulmuştu. (Elmalılı M. Hamdi Yazır). Farklı diğer yorumlar içinde, biz bunu tercih ettik. Doğrusu, bu âyet, tefsiri en zor olan nadir yerlerdendir. Gerçeği her yönü ile yalnız Allah bilir.
35 – “Ya Rabbî, dedi, affet beni ve bana, benden sonra hiç kimseye nasib olmayacak bir hâkimiyet lutfet. Çünkü Sen, lütufları son derece bol olan vehhabsın!”
36 – Biz rüzgârı onun emrine verdik. Rüzgâr, onun emriyle istediği yere tatlı tatlı eserdi.
37-38 – Bina yapan, dalgıçlık yapan her şeytanı, bukağılarla bağlı olan başkalarını da onun hizmetine verdik.
Bukağılarla bağlamaktan maksat, kötülük ve bozgunculuklara meydan verilmeyecek bir şekilde sıkı bir kontrol ve takip altına alınmış olmalarıdır.
39 – Buyurduk: “Süleyman! İşte bu, sana ihsanımızdır. İster dağıt, ister yanında tut, bu hesapsızdır.”
“Bu konuda yetki sana verilmiştir, yaptığından dolayı sana bir hesap sorulmayacaktır” mânasınadır.
40 – Muhakkak ki onun Bize yakınlığı ve güzel bir akıbeti vardır.
Allah kibirlileri sevmez. Hata işleyen kimse, uyarıldıktan sonra yine de inat ve ısrarla günahında devam ederse, İblisin durumuna düşer. Hatasını kabul edip Rabbine yönelirse atası Hz. Âdemi örnek almış olur. Allah da Davud ve Süleyman (a.s.) gibi onu da bağışlar, hatta hiçbir kuluna vermediği yetki, servet ve saltanatı ona verir.
41 – Kulumuz Eyyûb’u da hatırla! Hani o Rabbine: “Ya Rabbî, şeytan bana bir yorgunluk ve işkence dokundurdu.” diye yalvarmıştı. [65,3]
42 – Eyyûb’a: “Ayağını yere vur! dedik, İşte sana kullanıp yıkanacağın ve içeceğin soğuk bir su!”
43 – Nezdimizden bir rahmet ve sağduyu sahiplerine bir ibret olmak üzere ona; ailesini, çevresini ve onların bir mislini lütfettik.
44 – Bir de ona: “Eline bir demet sap al, onunla vur! Yemininden dönen durumuna düşme” dedik.
Doğrusu Biz onu pek sabırlı bulduk. Ne güzel kuldu o! O, gerçekten Allah’a yönelirdi. {KM, Eyub 2,8; 1,21-22}
Denildiğine göre, Hz. Eyyub (a.s.), bir hadise dolayısıyla eşine yüz değnek vuracağına dair yemin etmişti. Böylece bir demet yaparak vurmakla yeminin yerine geleceği kendisine bildirilmişti (Bu, belki de bu hususî durum ve benzeri durumlara mahsus bir fetvadır. Mesela eşi buna takat getiremezdi, yahut bu kadar ağır bir cezayı haketmemiş olabilirdi.).
45 – (Ey Resûlüm) Kuvvetli ve basiretli olan o zatları; kullarımız İbrâhim, İshak ve Yâkubu da an!
46 – Biz onları özellikle âhiret yurdunu düşünen ihlâslı kişiler kıldık.
47 – Üstelik onlar Bizim yanımızda seçkin ve hayırlı zatlardı.
48 – İsmâil’i, Elyasa ve Zülkifl’i de hatırla. Onların hepsi hayırlı insanlardı. [21,85; 6,86]
Elyasa (a.s.), İlyas (a.s.)’ın İsrailoğulları üzerine halifesi olup, sonra kendisine peygamberlik verilmiştir. Zülkifl (a.s.) hk. 21,85 âyetine bkz. Son cümle, peygamberlerin günahsız olduklarının delilidir.
49 – İşte bu bir zikirdir, bir hatırlatmadır. Şüphesiz Allah’a karşı gelmekten sakınanlara güzel bir âkıbet vardır.
50 – O güzel yer: Kapıları yalnız kendilerine açılmış olan Adn cennetleridir.
51 – Onlar orada kanapelere dayanarak birçok meyveler ve içecekler isterler. [56,18]
52 – Onların beraberinde, gözleri kocalarından başkasını görmeyen yumuşak bakışlı, aynı yaşta güzeller vardır.
53 – Bu hesap günü için size vaad olunan şeyler bunlardır.
54 – Gerçekten bu, Bizim ihsan ettiğimiz bir nasiptir ki onun asla biteceği yoktur. [16,96; 11,108; 41,8; 13,35]
55-56 – İşte bu, mutlularadır. Ama azgınlara kötü bir âkıbet vardır ki o da girip yanacakları cehennemdir. Ne kötü bir yataktır o!
57 – Bu böyledir! İşte tatsınlar bakalım o kaynar suları ve irinleri!
58 – Bu böyledir! Daha bunlara benzer başka azaplar da vardır.
59 – İşte şunlar dünyada körü körüne maiyetinizde koşup giden gûruhtur!
“Merhaba” olmasın, rahat yüzü görmesin o zalimler!
Zira onlar cehenneme gireceklerdir.
60 – Tâbi olanlar onlara: “Hayır, asıl size merhaba olmasın, rahat yüzü görmeyin sizler! Bu azabı bize getiren sizsiniz. O ne kötü yerdir!”
61 – Sonra hep birden dua edip derler ki:
“Ya Rabbena, kim bunları önümüze yığdı ise, Sen onun azabını kat kat artır!” [7,38]
62-63 – Azgınlar: “Neden acaba dünyada kendilerini değersiz saydığımız birtakım adamları burada görmüyoruz? Aklımız sıra, onlarla alay ederdik!
Yoksa gözlerimiz onlardan kaydı da onun için mi kendilerini göremiyoruz?”
64 – İşte bu, yani cehennemliklerin davalaşması kesin bir gerçektir.
65 – De ki: “Ben sadece uyaran bir peygamberim.
Şu kesin bir gerçektir ki tek hakim olan Allah’dan başka ilah yoktur.
66 – O göklerin, yerin ve ikisinin arasındaki varlıkların Rabbidir. Mutlak galiptir, çok mağfiret edendir.
67 – De ki: “Bu Kur’ân pek mühim bir mesajdır.
68 – Ama siz ona sırtınızı dönüyorsunuz.
69 – Mele-i Âla sakinleri tartışırlarken kendi aralarında neler konuştuklarına dair bilgim yoktur.
70 – Şu var ki: Bana sadece, açıkça uyarmak için gönderilen bir elçi olduğum vahyolunuyor.”
71 – Bir vakit Rabbin meleklere: “Ben, dedi, çamurdan bir beşer yaratacağım.
72 – Onu iyice biçimlendirip ona Rûhumdan üfleyince hep birden, hürmet göstermek için ona secde ediniz.”
73 – Meleklerin hepsi secde ettiler.
74 – Lâkin İblis secde etmedi.
O kibirlendi ve kâfirlerden oldu.
75 – Allah buyurdu: “İblis! Benim ellerimle yarattığım mahlûkuma neden secde etmedin?
Gururlandın mı, yoksa kendini çok yükseklerde mi görüyorsun? {KM, Mezmurlar 119,73}
Kur’ân-ı Kerîm’de Allah Teâlaya yed (el) kelimesi bazan tekil olarak (yedullah, 48,1) bazan çoğul olarak (eydina 36,71), bazan da burada olduğu gibi tesniye olarak (iki el, yedeyye) izâfe edilir. Bunların her birinde Allah’ın şanına yaraşan bir mâna kasdedilmiştir. Bu durum, bir yönden de şuna delâlet eder: Allah mutlaktır, beşer ifadesindeki kayıtlar onun vasıflarını ve icraatını anlatmaya yetmez.
Birçok müfessire göre burada Allah Teâlanın bu tabiri kullanması, ihtimamla yaratmasından kinayedir. Yahut biri bedeni biçimlendirmeye, öbürü ruh üflenmesine işaret olmak üzere insanın ruh ve bedenini cemeden varlığını da hatıra getirebilir.
76 – İblis: “Ben ondan üstünüm, çünkü beni ateşten, onu ise topraktan yarattın” dedi.
77-78 – Allah: “Defol oradan! Sen artık kovulmuş birisin. Lânetim de, hesap gününe kadar senin üstündedir.”
79 – “Ya Rabbi, bana insanların dirileceği güne kadar mühlet verir misin?” dedi.
80 – Allah: “Haydi sana mühlet verildi!”
81 – “Sen belirli bir vakte kadar izinlisin.”
82-83 – İblis: “Öyle ise, senin izzetine yemin ederim ki ben de onların hepsini şaşırtacağım. Ancak Senin ihlasa erdirdiğin kullar bundan müstesnadır.” dedi. [17,62-65]
84-85 – Allah buyurdu: “İşte bu doğru! Ben de şu hakikati söyleyeyim ki cehennemi, sen ve sana uyanlarla dolduracağım.”
Bu sûre, bir bakıma, Kureyş önderlerinin “Kitap gönderilecek bir o mu kalmış!” iddialarına, 9-10. âyetlerdeki kısa cevaptan sonra verilen uzun bir cevap olup özetle şöyledir: “Muhammed’i elçi seçmeme itiraz eden sizler, Âdemi kabul etmeyen İblis durumundasınız.”
86 – De ki: Ben de irşad ve risalet hizmetinden dolayı sizden bir ücret istemiyorum ve ben size kendiliğinden bir iddia içinde bulunan biri de değilim!” [32,13; 17,63]
87 – Bu Kur’ân, ancak bütün milletler için bir derstir.
88 – Onun verdiği haberin doğruluğunu bir süre sonra siz de pek iyi öğrenirsiniz. [6,19; 11,17]
39 – ZÜMER SÛRESİ
Mekke’de nâzil olmuş olup 75 âyettir. Sûre adını 71. ve 73. âyetlerinde geçen ve “bölükler” anlamına gelen kelimeden almıştır.
Bu sûre Mekke müşriklerinin, müminlere şiddetli bir baskı ve düşmanlık uyguladıkları bir dönemde indirilmiştir. Tevhid inancının gerekliliği, şirkin batıllığı, saçmalığı ve kötü sonuçları bu sûrede vurgulanan temel fikirlerdir. İyice zorlanan müminlere hicret kapısını da açar (âyet: 10). İman davasından geri adım bekleyen müşriklere Hz. Peygamber (a.s.)’ın kararlılık bildiren ifadeler kullanması emredilerek, kâfirlerin bu konuda ümitleri kesilir (âyet: 39). Kıyamet, dirilişten sonra mahşerde hesap verme, cennet ve cehenneme yapılan sevkiyat bildirilerek insanlar uyarılır.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1 – Bu kitabın vahyolunup parça parça indirilmesi, azîz ve hakîm (mutlak galip, tam hüküm ve hikmet sahibi) Allah tarafındandır. [26,192-195; 41,42]
2 – Biz sana kitabı gerçeğin ta kendisi olarak indirdik. O halde sen de yalnız Allah’a ibadet et!
3 – İyi bilin ki halis din, yani bütün gönlüyle candan itaat, yalnız Allah’a yapılır. Allah’tan başka birtakım hâmiler edinerek: “Biz onlara sırf bizi Allah’a yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz” diyenlere gelince, elbette Allah, onların hakkında ihtilaf ettikleri hususlarda aralarında hükmünü verecektir. Allah yalancılığı, nankörlük ve kâfirliği huy edinenleri hidâyet etmez, emellerine kavuşturmaz. [16,36; 21,25; 18,110; 34,40-41]
Buradaki son cümle ile Allah Teâla, ezelî ilminde kâfirliği tercih edeceklerini bildiği kimseleri kasdetmektedir.
4 – Eğer Allah evlat edinmek isteseydi yarattıklarından dilediğini seçerdi. Ama o bunu dilememiş, evlat edinmemiştir. O bundan münezzehtir, yücedir. Tek hâkimdir. [21,17; 43,81; 19,90]
Evladı olmak, eşi olmayı da gerektirir. O, eşten münezzehtir. Evlat ihtiyacı noksanlığın, âcizliğin de alâmetidir. Fani varlıklar, öldükten sonra isimlerini ve nesillerini devam ettirmek ihtiyacı ile evlat isterler. Allah bütün bunlardan münezzehtir. Faraza evlat edinmek isteseydi bile, yeryüzündeki insanlar ve diğer mahlûklara gelinceye kadar, semadakilerden, melaikelerden edinirdi. Ama böyle bir şey varit değildir.
5 – O, gökleri ve yeri hikmetle ve ciddî bir maksatla yarattı. Devamlı sûrette geceyi gündüze dolar, gündüzü geceye dolar. Güneş ve ay’ı da sizin hizmetinize veren O’dur. Onlardan her biri belirli bir süreye kadar akarcasına hareket eder. İyi bilin ki O, azîz ve gafurdur (üstün kudret sahibi olup, aynı zamanda çok affedicidir). [7,54; 3,190]
Bu âyette geçen tekvir: “Baş gibi yuvarlak bir cismin etrafında bir şeyi, mesela sarığı dolaştırıp sarmak” demektir. S. Kutub der ki: “Bu tekvir tabiri, arzda görünen müşahhas bir durumu tasvir etmektedir. Yerküre, güneşin karşısında kendi mihveri etrafında dönmektedir. Arzın yuvarlak olan sathından, güneşe karşı olan kısmını aydınlık kaplar ve gündüz olur. Fakat bu aydınlık kısım devam etmez; çünkü arz dönmektedir. Yer hareket ettikçe gece başlar ve üzerinde gündüz bulunmayan kısım karanlığa bürünür. Arzın sathı yuvarlak olduğu için, üstünde gündüz olan yerler de yuvarlaktır.
Tabiatıyla onu takib eden gece olan yerler de yuvarlak olacaktır. Bir süre sonra öbür taraftan gündüz başlar ve gecenin üzerine dolanır. Ve bu hareket böylece devam eder: “Geceyi gündüze, gündüzü geceye dolar.” Kullanılan kelime, şekli çizmektedir (…) Yer’in küre şeklinde oluşu ve dönmesi, tekvir tabirini son derece dakik bir tarzda tefsir etmektedir.”
6 – O, sizi bir tek candan yarattı. Ayrıca ondan da eşini meydana getirdi.
Size etlerini yemeniz için deve, sığır, koyun ve keçiden erkekli ve dişili olmak üzere sekiz çift hayvanın helâl olduğunu vahiyle bildirdi.
O sizi analarınızın karnında üç karanlık içinde, peş peşe yaratır. İşte gerçek İlah olan Allah, bunları yapan Rabbinizdir. Bütün mülk ve hakimiyet O’nundur. O’ndan başka tanrı yoktur. Hâlâ nasıl oluyor da hak yoldan vazgeçiriliyorsunuz? [41.6.143-144]
Bu âyette sümme (sonra) edatı zamanda olmayıp, beyanda, bir sıralama ifade eder. Dolayısıyla Hz. Havvanın diğer insanlardan sonra yaratıldığı gibi bir düşünceye yer yoktur.
“Üç karanlık perde” ana karnı, ana rahmi ve cenini saran zar (plâsentâ) olabilir. Maksat şudur: Bütün bu işleri çekip çevirenin Allah olduğunu bilince, nasıl olur da başkalarını tanrılaştırabilirsiniz?”
Âyetin sonunda batıla çağıranlara değil, onların çağrısına uyanlara hitap edilerek onlar uyarılıyor. Onlar kesin tercihlerini yapmış, sapıklıkları ile çıkarları artık birleşmiştir. Gerçeği görseler bile, sırf çıkarları yüzünden dalâleti bırakmazlar. Ancak öbür insanların, bu menfaat şebekesinin etkilerinden kurtulmaları mümkündür. Çünkü onlar kandırılmışlardır. Zaten şirkten elde edecekleri menfaat da yoktur.
7 – Eğer inkâr edecek olursanız bilin ki Allah sizden müstağnidir, hiç kimseye ve hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, ama kullarının inkâra sapmalarına razı olmaz. Eğer şükrederseniz, bundan hoşnut olur. Hiçbir kimse başkasının günah yükünü taşımaz. Sonunda hepinizin dönüşü Rabbinize olacak ve O da yaptıklarınızı size tek tek bildirecek ve dilerse bunların karşılığını verecektir. Gerçekten O, kalplerin en derin yerinde olan şeyleri dahi bilir.
Allah Teâla’nın rızası ile iradesi ayrı ayrı şeylerdir. Allah’ın iradesi dışında hiçbir şey vuku bulamaz. Fakat O’nun razı olmadığı bazı şeyler cereyan edebilir. Allah böylelerine mühlet verir. Mesela haram yoldan rızkını arayana Allah fırsat verir. Fakat Allah, buna razı olmadığını açıkça bildirmiştir.
8 – İnsanın başı derde girince, gönülden O’na yönelerek Rabbine yalvarır. Ama sonra Allah kendi tarafından ona nimet ve imkan verince, daha önce bütün acziyle gönülden O’na yalvardığını unutur ve Allah yolundan kendisini saptırması için O’na birtakım şerikler uydurur. De ki: “İnkârınla biraz oyalan, biraz zevk al bakalım! Nasılsa sen kesin olarak cehennemliklerdensin!” [17,67,10,12; 14,30; 31,24]
9 – Şimdi iyi düşünün: Böyle olanın durumu mu iyi, yoksa gece saatlerinde, âhiretten endişe edip Rabbinin rahmetini umarak gâh secdede, gâh kıyamda ibadet edenin durumu mu iyi? De ki: “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Ancak akl-ı selim sahipleri, sağduyulu olanlar düşünüp ibret alır. [3,113]
10 – Benden naklen onlara de ki: “Ey iman eden kullarım! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Bu dünyada iyi işler yapanlar, mutlaka iyilik bulurlar. Allah’ın dünyası geniştir. Sadece Hak yolunda sabredenleredir ki ücretleri hesapsız bir tarzda ödenir.”
11 – “Bana, din ve ibadetimi yalnız Allah’a has kılarak gönülden O’na kulluk etmem emredildi.
12 – Ve yine bana Allah’a teslim olan müslümanların ilki olmam emredildi.”
13 – De ki: “Rabbime isyan ettiğim takdirde müthiş bir günün azabından endişe ederim.”
14 – De ki: “Ben ibadetimi yalnız O’na has kılarak yalnız Allah’a kulluk ederim.”
15 – Siz O’ndan başka dilediğinize kulluk edin! Asıl ziyan edenler, asıl hüsrana uğrayanlar, büyük duruşma günü olan kıyamette hem kendilerini hem de ailelerini hüsrana uğratanlardır. Unutmayın ki besbelli hüsran budur!
16 – Onların hem üstlerinde, hem altlarında ateşten kat kat örtüler vardır. İşte Allah böyle bir azabın varlığını bildirerek, kullarını korkutur.
Ey kullarım! Bana karşı çıkmanızdan ötürü azabıma uğramaktan sakının. [7,41; 29,55]
17-18 – Tağuta ibadet etmekten kaçınıp gönülden Allah’a yönelenlere müjdeler var!
O halde sözü dinleyip sonra da en güzelini tatbik eden kullarımı müjdele! İşte onlardır Allah’ın hidâyetine mazhar olanlar ve işte onlardır akl-ı selim sahibi olanlar. [7,145]
Tağut: Azgınlık mânasına gelen bir masdardır. Belagatta sıfat yerine masdar kullanmak, o sıfatla nitelendirmenin pek ileri bir derecede olduğuna delalet eder. Biri hakkında “güzel” demekle, bir başkası hakkında “güzelliğin ta kendisi” demek arasındaki fark pek bârizdir. Allah’tan başkasına ibadet eden tağî (âsi, azgın) ise, kendisini tanrılaştırıp başkalarını kendisine kul edinen tağut olur.
“En güzeli tatbik” ten maksat şudur: Dini meselelerden: vacib ile mendub arasında kaldıklarında vacibi, mübah ile mendub arasında kaldıklarında mendubu seçerler. Hasılı, Allah nezdinde ağırlığı en fazla olanı tercih ederler.
Yahut çeşitli sözleri dinleyip en güzel olan Kur’ân’a uyarlar.
Yahut kavl’den maksat Allah’ın emri olup “Allah’ın emrine kulak verip, en güzeline uyarlar” yani mesela, kısas ile af karşısında, af tarafını tercih ederler.
Yahut hem iyi hem kötü taraf olan sözün, iyi tarafını söyleyip, kötü tarafını terkederler, şeklinde yorumlanmıştır.
19 – Hakkında azap hükmü kesinleşmiş kimseyi, ateşte olan kimseyi sen mi kurtaracaksın?
20 – Lâkin Rab’lerini sayıp kötülüklerden sakınanlar için, içinden ırmaklar akan, üstüste odalar ihtiva eden yüksek köşkler vardır. Bu Allah’ın bir vaadidir. Allah ise vaadinden asla caymaz.
21 – Görmüyor musun ki Allah gökten bir su indirir de onu yerdeki birtakım kaynaklara sevkedip depolar.
Sonra da onunla rengârenk çeşit çeşit ekinler çıkarır. Daha sonra onlar kurur, sen onu sararmış vaziyette görürsün. Sonra da onu kuru bir kırıntı yapar. Elbette bunda akl-ı selim sahibi olanların alacağı ibretler vardır. [25,48; 18,45]
Bu âyet yer altında kaynakların oluşumuna, yağmur sularının depolanışına, oradan çeşmelerden çıkışına işaret etmektedir.
22 – Hiç Allah’ın, göğsünü İslâm’a açması sebebiyle, Rabbi tarafından nûra kavuşan kimse, kötü tercihinden ötürü fıtratını değiştiren, kalbi katılaşan, göğsü daralan kimse gibi olur mu? Yazıklar olsun, kalpleri Allah’ı anmak hususunda katılaşmış olanlara! İşte onlar besbelli bir sapıklık içindedirler. [6,122-125]
Bu nûr ilahî bir lütuftur ki tekvinî (kâinat kitabındaki) ve tenzilî (Kur’ân kitabındaki) âyetlerin müşahede edilmesi ile insana feyizler verir; onu Hakk’a sevkeder, Cenab-ı Hak da kendisine tevfik ihsan eder.
23 – Allah sözlerin en güzelini indirmiştir. Allah’ın vahiy yolu ile gönderdiği bu söz, her tarafı birbirini tutan, gerçekleri, farklı üsluplarla tekrar tekrar beyan eden bir kitaptır. Rab’lerini tazim edenlerin derileri onu okuyup dinlerken ürperti duyar. Sonra derileri ve kalpleri Allah’ı anmakla ısınıp yumuşar, sükûnet bulur. İşte bu, Allah’ın hidâyetidir ki onunla dilediğine yol gösterir. Ama Allah’ın şaşırttığı kimseyi ise hiç kimse doğru yola koyamaz. [8,2-4; 25,73]
Âyette geçen “kitaben müteşabihen” şunu ifade eder: Kur’ân-ı Kerîm’in âyetleri gerçeklikte, muhkemlikte, hakka ve sıdka istinad etmede, insanlara gerek dünya gerek âhiret mutluluğunu temin etmede, fesahat bakımından lafızlarının birbirine uyum sağlamasında, mûciz üslubunda birbirine benzer. Yani bu hususlarda âyetler müşterektir. Kur’ân 23 senelik risalet boyunca çok farklı zamanlarda, farklı mekânlarda, farklışartlarda nâzil olduğundan âyetleri arasında irtibatsızlık, uyumsuzluk olması için her türlü sebep mevcut sayılırdı. Beşer eseri olsaydı bunlar kaçınılmaz olurdu. Fakat âyetler hep birbirini tasdik ve te’yid eder. Nüzul sebepleri, vakitleri, sorular çok fazla olduğu halde Kur’ân adeta tek soruya verilen ve bir defada indirilen tutarlı bir cevap durumundadır. Ayrıca mesanî özelliği vardır: Yani Kur’ân, önemli konuları farklı üsluplarla tekrar tekrar anlatır.
24 – Büyük duruşmanın olacağı kıyamet gününde elleri kelepçeli olduğundan, kendisini en şerefli uzvu olan yüzü ile azaptan korumak için çabalayan kimsenin hali ile güven içinde olan müminin durumu hiç bir olur mu? Zalimlere: “Kazandığınız şeylerin meyvesini tadın bakalım!” denilir. [67,22; 54;48; 41,40]
Son derece âcizliğe işaret eder. Az çok gücü yeten insanlar, eli, kolu gibi diğer organlarını siper ederek yüzlerini korumaya çalışırlar. Ancak çaresiz olan insanlar yüzlerine darbe alırlar.
25 – Kendilerinden önce geçmiş bazı halklar da peygamberleri yalancı saydılar da hak ettikleri azap onlara hiç farkına varmadıkları, hiç ummadıkları bir yerden geliverdi.
26 – Allah onlara dünya zilletini tattırdı. Âhiret azabı elbette daha müthiştir. Bunu bir bilselerdi!
27 – Gerçekten Biz, insanlar düşünüp akıllarını başlarına alsınlar diye bu Kur’ân’da, her türlüsünden temsiller getirdik. [30,28; 29,43; 18,54]
28 – Fenalıkların bütün nevilerinden sakınmaları ümidiyle her türlü tenakuz ve çelişkiden uzak, dosdoğru ve Arapça bir Kur’ân olarak indirdik.
29 – İşte şimdi Allah bir temsil daha getiriyor: İki adam var, bunlardan birincisi, birbirine rakip, birbiriyle hep çekişen ortakların emrinde, diğeri ise sadece bir kişinin emrinde çalışıyor. Bu ikisinin durumu hiç bir olur mu? Olmaz elhamdülillah! Fakat çokları bu gerçeği bilmezler.
Bu âyette tevhidin gerekliliği şirkin ise imkânsızlığı pek sade bir şekilde tasvir ediliyor. Fakat burada putları sadece cansız varlıklar, birtakım timsaller olarak düşünmemelidir. Allah’ın razı olmadığı zıt yönlere çekilen, şahsiyetlerini parçalamaları istenen insanların şirk ortamında çektikleri zorluklar ve şirk düzenindeki mantıksızlıklar belirtilmektedir. Âyetin son kısmında “el-hamdu lillah!” şu anlamı ifade eder: “red ve inkâr üslubu ile soruya muhatap olan müşrik o kadar zor durumdadır ki ağzını açma cesareti bile gösterememiştir. Bu durum karşısında mümin; “Hamd-u senalar olsun Allah’a ki bütün gerçek O’nundur!” bu gerçek karşısında şirk kaçacak delik aramaktadır” deyip coşku ve sevincini haykırmaktadır.
30-31 – Hiç şüphe yok ki sen de öleceksin, onlar da ölecekler. Sonra da büyük duruşmanın olacağı kıyamet gününde Rabbinizin huzurunda birbirinizle davalaşacaksınız.


Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.