Web sitemize hoşgeldiniz, 28 Mart 2024
Beğen 1

Risale-i Nur-Şükür Risalesi

ŞÜKÜR RİSALESİ-TAMAMI-TIKLA İNDİR

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ 1
Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan tekrar ile
اَفَلاَ يَشْكُرُونَ.. اَفَلاَ يَشْكُرُونَ.. وَسَنَجْزِى الشَّاكِرِينَ
لَئِنْ شَكَرْتُمْ َلاَزِيدَنَّكُمْ – بَلِ اللهَ فَاعْبُدْ وَكُنْ مِنَ الشَّاكِرِينَ 2
gibi âyetlerle gösteriyor ki, Hâlık-ı Rahmân‘ın, ibâdından istediği en mühim iş şükürdür. Furkan-ı Hakîmde gayet ehemmiyetle şükre davet eder. Ve şükür etmemekliği, nimetleri tekzip ve inkâr suretinde gösterip,
فَبِاَىِّ آلاَءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ 3 fermanıyla,Sûre-i Rahmân’da şiddetli ve dehşetli bir
surette otuz bir defa şu âyetle tehdit ediyor, şükürsüzlüğün bir tekzip ve inkâr olduğunu gösteriyor.
Evet, Kur’ân-ı Hakîm, nasıl ki şükrü netice-i hilkat gösteriyor. Öyle de, Kur’ân-ı kebîr olan şu kâinat dahi gösteriyor ki, netice-i hilkat-i âlemin en mühimi şükürdür. Çünkü, kâinata dikkat edilse görünüyor ki, kâinatın teşkilâtı şükrü intac edecek bir surette, herbir şey bir derece şükre bakıyor ve ona müteveccih oluyor. Güya şu şecere-i hilkatin en mühim meyvesi şükürdür. Ve şu kâinat fabrikasının çıkardığı mahsulâtın en âlâsı şükürdür.
Çünkü hilkat-i âlemde görüyoruz ki, mevcudat-ı âlem bir daire tarzında teşkil edilip, içinde nokta-i merkeziye olarak hayat halk edilmiş. Bütün mevcudat hayata bakar, hayata hizmet eder, hayatın levazımatını yetiştirir. Demek, kâinatı halk eden Zât, ondan o hayatı intihap ediyor.
Sonra görüyoruz ki, zîhayat âlemlerini bir daire suretinde icad edip, insanı nokta-i merkeziyede bırakıyor. Adeta, zîhayatlardan maksud olan gayeler onda temerküz ediyor; bütün zîhayatı onun etrafına toplayıp ona hizmetkâr ve musahhar ediyor, onu onlara hâkim ediyor. Demek, Hâlık-ı Zülcelâl, zîhayatlar içinde insanı intihap ediyor, âlemde onu irade ve ihtiyar ediyor.
Sonra görüyoruz ki, âlem-i insaniyet de, belki hayvan âlemi de bir daire hükmünde teşkil olunuyor ve nokta-i merkeziyede rızık vaz edilmiş. Bütün nev i insanı ve hattâ hayvânâtı rızka adeta taaşşuk ettirip, onları umumen rızka hâdim ve musahhar etmiş. Onlara hükmeden rızıktır. Rızkı da o kadar geniş ve zengin bir hazine yapmış ki, hadsiz nimetleri câmidir. Hattâ rızkın çok envâından yalnız bir nev’inin tatlarını tanımak için, lisanda kuvve-i zâika namında bir cihazla mat’ûmat adedince mânevî, ince ince mizancıklar konulmuştur. Demek, kâinat içinde en acip, en zengin, en garip, en şirin, en câmi, en bedî hakikat rızıktadır.
Şimdi, görüyoruz ki, herşey nasıl ki rızkın etrafında toplanmış, ona bakıyor. Öyle de, rızık dahi, bütün envâıyla, mânen ve maddeten, halen ve kalen şükürle kaimdir, şükürle oluyor, şükrü yetiştiriyor, şükrü gösteriyor. Çünkü rızka iştiha ve iştiyak, bir nevi şükr-ü fıtrîdir. Ve telezzüz ve zevk dahi gayr-ı şuurî bir şükürdür ki, bütün hayvânatta bu şükür vardır. Yalnız insan, dalâlet ve küfürle o fıtrî şükrün mahiyetini değiştiriyor, şükürden şirke giriyor.
Hem rızık olan nimetlerde gayet güzel, süslü suretler, gayet güzel kokular, gayet güzel tatmaklar şükrün davetçileridir; zîhayatı şevke davet eder ve şevkle bir nevi istihsan ve ihtirama sevk eder, bir şükr-ü mânevî ettirir. Ve zîşuurun nazarını dikkate celb eder, istihsana tergib eder. Nimetleri ihtirama onu teşvik eder; onunla kalen ve fiilen şükre irşad eder ve şükrettirir. Ve şükür içinde en âli ve tatlı lezzeti ve zevki ona tattırır. Yani, gösterir ki, şu lezzetli rızık ve nimet, kısa ve muvakkat bir lezzet-i zâhiriyesiyle beraber, daimî, hakikî, hadsiz bir lezzeti ve zevki taşıyan iltifat-ı Rahmânîyi şükürle kazandırır. Yani, rahmet hazinelerinin Mâlik-i Kerîminin hadsiz lezzetli olan iltifatını düşündürüp, şu dünyada dahi Cennetin bâki bir zevkini mânen tattırır. İşte rızık, şükür vasıtasıyla o kadar kıymettar ve zengin bir hazine-i câmia olduğu halde, şükürsüzlükle nihayet derecede sukut eder.
Altıncı Sözde beyan edildiği gibi, lisandaki kuvve-i zâika, Cenâb-ı Hak hesabına, yani mânevî vazife-i şükraniye ile rızka müteveccih olduğu vakit, o dildeki kuvve-i zâika, rahmet-i bînihaye-i İlâhiyenin hadsiz matbahlarına şâkir bir müfettiş, hâmid bir nâzır-ı âlikadr hükmündedir. Eğer nefis hesabına olsa, yani rızkı in’âm edenin şükrünü düşünmeyerek müteveccih olsa, o dildeki kuvve-i zâika, bir nâzır-ı âlikadr makamından, batn fabrikasının yasakçısı ve mide tavlasının bir kapıcısı derecesine sukut eder.
Nasıl rızkın şu hizmetkârı şükürsüzlükle bu dereceye sukut eder. Öyle de, rızkın mahiyeti ve sair hademeleri dahi sukut ediyorlar. En yüksek makamdan en ednâ makama inerler. Kâinat Hâlıkının hikmetine zıt ve muhalif bir vaziyete düşerler.
Şükrün mikyâsı kanaattir ve iktisattır ve rızadır ve memnuniyettir. Şükürsüzlüğün mizanı hırstır ve israftır, hürmetsizliktir, haram-helâl demeyip rast geleni yemektir.
Evet, hırs, şükürsüzlük olduğu gibi, hem sebeb-i mahrumiyettir, hem vasıta-i zillettir. Hattâ, hayat-ı içtimaiyeye sahip olan mübarek karınca dahi, güya hırs vasıtasıyla ayaklar altında kalmış, ezilir. Çünkü, kanaat etmeyip, senede birkaç tane buğday kâfi gelirken, elinden gelse binler taneyi toplar. Güya mübarek arı, kanaatinden dolayı başlar üstünde uçar. Kanaat ettiğinden, balı insanlara emr-i İlâhî ile ihsan eder, yedirir.
Evet, Zât-ı Akdesin alem-i zâtîsi ve en âzamî ismi olan lâfzullahtan sonra en âzam ismi olan Rahmân, rızka bakar. Ve rızıktaki şükürle ona yetişilir. Hem Rahmân‘ın en zâhir mânâsı, Rezzâktır.
Hem şükrün envâı var. O nevilerin en câmii ve fihriste-i umumiyesi, namazdır.
Hem şükür içinde sâfi bir iman var; hâlis bir tevhid bulunur. Çünkü, bir elmayı yiyen ve “Elhamdü lillâh” diyen adam, o şükürle ilân eder ki: “O elma doğrudan doğruya dest-i kudretin yadigârı ve doğrudan doğruya hazine-i rahmetin hediyesidir” demesiyle ve itikad etmesiyle, herşeyi, cüz’î olsun küllî olsun, Onun dest-i kudretine teslim ediyor. Ve herşeyde rahmetin cilvesini bilir. Hakikî bir imanı ve hâlis bir tevhidi, şükürle beyan ediyor.
İnsan-ı gafil, küfrân-ı nimetle ne derece hasârete düştüğünü, çok cihetlerden yalnız bir vechini söyleyeceğiz. Şöyle ki:
Lezzetli bir nimeti insan yese, eğer şükretse, o yediği nimet, o şükür vasıtasıyla bir nur olur, uhrevî bir meyve-i Cennet olur. Verdiği lezzetle, Cenâb-ı Hakkın iltifat-ı rahmetinin eseri olduğunu düşünmekle, büyük ve daimî bir lezzet ve zevk veriyor. Bu gibi mânevî lübleri ve hülâsaları ve mânevî maddeleri ulvî makamlara gönderip, maddî ve tüflî (posa) ve kışrî, yani vazifesini bitiren ve lüzumsuz kalan maddeleri fuzulât olup aslına, yani anâsıra inkılâp etmeye gidiyor. Eğer şükretmezse, o muvakkat lezzet, zevâl ile bir elem ve teessüf bırakır ve kendisi dahi kazurat olur. Elmas mahiyetindeki nimet, kömüre kalb olur. Şükürle, zâil rızıklar, daimî lezzetler, bâki meyveler verir. Şükürsüz nimet, en güzel bir suretten, çirkin bir surete döner. Çünkü, o gafile göre rızkın âkıbeti, muvakkat bir lezzetten sonra fuzulâttır.
Evet, rızkın aşka lâyık bir sureti var. O da, şükürle o suret görünür. Yoksa ehl-i gaflet ve dalâletin rızka aşkları bir hayvanlıktır. Daha buna göre kıyas et ki, ehl-i dalâlet ve gaflet ne derece hasâret ediyorlar.
Envâ-ı zîhayat içinde en ziyade rızkın envâına muhtaç, insandır. Cenâb-ı Hak insanı bütün esmâsına câmi bir âyine ve bütün rahmetinin hazinelerinin müddeharâtını tartacak, tanıyacak cihazata mâlik bir mu’cize-i kudret ve bütün esmâsının cilvelerinin vaziyetlerinin inceliklerini mizana çekecek âletleri hâvi bir halife-i arz suretinde halk etmiştir. Onun için, hadsiz bir ihtiyaç verip, maddî ve mânevî rızkın hadsiz envâına muhtaç etmiştir. İnsanı, bu câmiiyete göre en âlâ bir mevki olan ahsen-i takvime çıkarmak vasıtası, şükürdür. Şükür olmazsa, esfel-i sâfilîne düşer, bir zulm-ü azîmi irtikâp eder.
Elhasıl, en âlâ ve en yüksek tarik olan tarik-i ubûdiyet ve mahbubiyetin dört esasından en büyük esası şükürdür ki, o dört esas şöyle tabir edilmiş:
Der tarik-i acz-mendî lâzım âmed çâr-çiz:
Acz-i mutlak, fakr-ı mutlak, şevk-i mutlak, şükr-ü mutlak, ey aziz.4
اَللّٰهُمَّ اجْعَلْنَا مِنَ الشَّاكِرِينَ بِرَحْمَتِكَ يَاۤ اَرْحَمَ الرَّاحِمِينَ5
سُبْحَانَكَ لاَعِلْمَ لَنَاۤ اِلاَّ مَاعَلَّمْتَنَاۤ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ 6
اَللّٰهُمَّ صَلِّ وَسَلِّمْ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ سَيِّدِ الشَّاكِرِينَ وَالْحَامِدِينَ وَعَلٰۤى اٰلِهِ وَصَحْبِهِ اَجْمَعِينَ. اٰمِينَ7
وَاٰخِرُ دَعْوٰيهُمْ اَنِ الْحَمْدُ ِللهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ8
Dipnotlar – Arapça İbareler – Haşiyeler :
1 : Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla. Hiçbir şey yoktur ki Onu hamd ile tesbih etmesin. İsrâ Sûresi, 17:44.
2 : “Hâlâ şükretmezler mi?” Yâsin Sûresi, 36:35, 73. “Şükredenleri elbette mükâfatlandıracağız.” Âl-i İmrân Sûresi, 3:145. “Şükrederseniz nimetimi elbette arttırırım.” İbrahim Sûresi, 14:7. “Yalnız Allah’a kulluk et ve şükredenlerden ol.” Zümer Sûresi, 39:66.
3 : “Rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkâr edersiniz?” Rahmân Sûresi, 55:13 vd.
4 : Ey aziz kardeşim! Allah’a karşı acizlik ve ihtiyacını hissetme esasına dayanan bu yolda şu dört şey lazımdır: Sonsuz acz, sonsuz fakr, sonsuz şevk, sonsuz şükür.
5 : Allahım, bizi şükredenlerden eyle-rahmetinle, ey Erhamürrâhimîn.
6 : “Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Muhakkak ki Sen, ilmi ve hikmeti herşeyi kuşatan Alîm-i Hakîmsin.” Bakara Sûresi, 2:32.
7 : Allahım! Şükredenlerin ve hamd edenlerin efendisi olan, Efendimiz Muhammed’e (a.s.m.) ve bütün âl ve ashabına salât ve selâm et. Âmin.
8 : “Onların duaları, ‘Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun’ sözleriyle sona erer.” Yûnus Sûresi, 10:10.
Lügatler
acip : acaip, hayret verici
acz-i mutlak : sınırsız güçsüzlük
ahsen-i takvim : yaratılışın en güzel kıvamı
âkıbet : son
âlâ : en üstün
âlem-i insaniyet : insanlık dünyası
âlem-i zatî : zâta özgü olan sembol, işaret
âli : yüksek
anâsır : unsurlar, elementler
âyine : ayna
âzam : büyük
âzamî : en büyük, kapsamlı
aziz : çok değerli, izzetli
bâki : devamlı, kalıcı
batn : karın, mide
bedî : güzel
beyan edilme : açıklanma
beyan etme : açıklama
câmi : kapsamlı, büyük, geniş, toplayan, içine alan
câmiiyet : kapsamlılık
celb etme : çekme
Cenâb-ı Hak : Hakkın tâ kendisi olan, şeref ve yücelik sahibi Allah
cihazat : cihazlar, donanımlar
cihet : yön, taraf
cilve : görünme, yansıma
cüz’î : küçük, ferdî
çâr-çiz : dört şey
dalâlet : sapıklık
dest-i kudret : Allah’ın kudret eli
ednâ : en aşağı
ehemmiyet : önem
ehl-i dalâlet : doğru ve hak yoldan sapanlar, inançsız kimseler
ehl-i gaflet : âhirete, Allah’ın emir ve yasaklarına karşı duyarsız olan kimseler
elem : acı, keder
elhamdü lillâh : “ezelden ebede her türlü hamd ve övgü Allah’a mahsustur”
elhasıl : kısaca, özetle
emr-i İlâhî : Allah’ın emri
envâ : türler
envâ-i zîhayat : canlı türleri
esfel-i sâfilîn : aşağıların en aşağısı
esmâ : isimler
fakr-ı mutlak : sınırsız fakirlik
ferman : buyruk, emir
fıtrî : doğal
fihriste-i umumiye : genel içerik
Furkan-ı Hakîm : doğru ile yanlışı birbirinden ayıran hikmetli Kur’ân
fuzulât : faydasız şeyler
gafil : Allah’ı düşünmeyen ve sorumluluklarından habersiz
gayet : çok
gayr-ı şuurî : bilinçsiz şekilde
hademe : hizmetçiler
hâdim : hizmetçi
hadsiz : sınırsız
hakikat : gerçek
hakikî : gerçek, doğru
halen : davranışlarla
Hâlık : yaratıcı, herşeyi yaratan Allah
Hâlık-ı Rahmân : rahmeti herşeyi kaplayan, yaratıklarını esirgeyip koruyan, şefkat eden ve rızıklandıran yaratıcı, Allah
Hâlık-ı Zülcelâl : sonsuz büyüklük ve haşmet sahibi, herşeyi yoktan yaratan Allah
halife-i arz : yeryüzünde Allah’ın emirlerini yerine getirip Onun namına tasarrufta bulunan ve varlıklar üzerinde Onun adına egemen olan insan
hâlis : içten, samimi
halk etmek : yaratmak
hâmid : hamd eden
hasâret : zarar, ziyan
hâvi : içine alan
hayat-ı içtimaiye : toplum hayatı
hayvânât : hayvanlar
hazine-i câmia : kapsamlı, büyük hazine
hazine-i rahmet : rahmet hazinesi
hırs : açgözlülük
hikmet : bir gaye ve faydaya yönelik olarak, tam yerli yerinde olma
hilkat-i âlem : âlemin yaratılışı
hizmetkâr : hizmetçi
hülâsa : öz, özet
ibâd : kullar
icad etmek : var etmek
ihsan etmek : bağışta bulunmak
ihtiram : saygı gösterme
iktisat : tutumluluk
iltifat : iyilik ve güzellikle muamele
iltifat-ı Rahmânî : Allah’ın sonsuz rahmetiyle kuluna yönelip ona lütufta bulunması
iltifat-ı rahmet : Allah’ın sonsuz rahmet ve lütfuyla muamele etmesi
in’am eden : nimeti veren
inkâr : inanmama, yalanlama
inkılâp etmek : dönüşmek
insan-ı gafil : âhirete, Allah’ın emir ve yasaklarına karşı duyarsız olan insan
intac etmek : sonuç vermek
intihap etmek : seçmek
irade ve ihtiyar etmek : murad etmek ve seçmek
irşad etmek : yol göstermek
irtikâp etmek : işlemek
israf : savurganlık
istihsan : güzel bulma
iştiha : iştah
iştiyak : şiddetli arzu
itikad etmek : inanmak
kâfi : yeterli
kaim olmak : var olmak, ayakta kalmak
kâinat : evren, yaratılmış herşey, bütün âlemler
kalb olmak : dönüşmek
kalen : sözle
kalen ve fiilen : sözle ve fiille
kanaat : Allah’ın nasip ettiği rızka razı olma
kazurat : artık maddeler, pislikler
kışrî : kabuk
kıymettar : değerli
Kur’ân-ı Hakîm : hikmetli Kur’ân
Kur’ân-ı kebîr : büyük Kur’ân
Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan : Allah tarafından, Peygamber Efendimiz vasıtasıyla gönderilen açıklamalarıyla ve anlatımıyla benzerini yapmakta akılları âciz bırakan Kur’ân
kuvve-i zâika : tad alma duyusu
küfran-ı nimet : nimete karşı nankörlük
küllî : büyük ve kapsamlı; tür
lâfzullah : Allah lâfzı, kelimesi
lâzım âmed : lazım gelir
levazımat : gerekli şeyler
lezzet-i zâhiriye : dış görünüşteki lezzet
lisan : dil
lüb : öz
mahbubiyet : sevgili olma; Allah’ın muhabbetine erişme
mahiyet : nitelik, özellik
mahsulât : ürünler
maksud : kast edilen, istenen
mâlik : sahip
Mâlik-i Kerîm : bol ihsan ve ikram sahibi olan, herşeyin sahibi olan Allah
mânen : mânevî yönden
mat’ûmat : yiyecekler
matbah : mutfak
mevcudat : varlıklar
mevcudat-ı âlem : âlemdeki varlıklar
meyve-i cennet : cennet meyvesi
mikyâs : ölçü
mizan : tartıcı, terazi
mizancıklar : küçük küçük teraziler
mu’cize-i kudret : kudret mu’cizesi
muhalif : aykırı
musahhar etmek : boyun eğdirmek
muvakkat : geçici
mübarek : hayırlı
müddeharât : depolanmış şeyler
müfettiş : denetleyici
müteveccih : yönelik, yönelen
nam : ad
nazar : dikkat
nâzır-ı âl-i kadr : değerli bir bakıcı
nefis : insanı daima kötülüğe, maddî zevk ve isteklere sevk eden kuvvet
netice-i hilkat : yaratılışın sonucu
netice-i hilkat-i âlem : âlemin yaratılış gayesi
nev’ : tür, çeşit
nevi : çeşit
nev-i insan : insan türü, insanlık
nihayet : son
nokta-i merkeziye : merkezdeki nokta, odak noktası
Rahmân : kullarına karşı sınırsız rahmet sahibi olan ve rahmetinin eserleri dünya ve âhireti dolduran Allah
rahmet-i bînihaye-i İlâhiye : Allah’ın sonsuz rahmet hazineleri
Rezzâk : bütün yaratıkların rızıklarını veren Allah
sâfi : duru
sair : diğer
sebeb-i mahrumiyet : yoksun kalmanın sebebi
sukut etmek : düşmek, alçalmak
sûre-i Rahmân : Rahmân Sûresi; Kur’ân-ı Kerimin 55. sûresi
suret : şekil, biçim
şâkir : şükreden
şecere-i hilkat : kâinat ağacı
şevk-i mutlak : sınırsız bir şevk
şirk : Allah’a ortak koşma
şükr-ü fıtrî : doğal şükür
şükr-ü mânevî : mânevî şükür
şükr-ü mutlak : sınırsız bir şükür içinde olmak
taaşşuk : aşka tutulma
tabir etme : açıklama, yorumlama
tarik : yol
tarik-i acz-mendî : fakr ve acizlik yolu
tarik-i ubûdiyet : kulluk yolu
tavla : ahır
teessüf : üzüntü, keder
tekzip : yalanlama
telezzüz : lezzet alma, lezzetlenme
temerküz etmek : bir merkezde toplamak, odaklaşmak
tergib etmek : rağbet uyandırmak
teşkil edilmek : meydana getirilmek
teşkil olunmak : oluşturulmak, meydana getirilmek
teşkilât : oluşumlar, meydana gelmeler
tevhid : birleme; herşeyin bir olan Allah’a ait olduğunu bilme ve inanma
uhrevî : âhirete ait
ulvî : yüce
umumen : bütünüyle
vasıta-i zillet : aşağılanma aracı
vaz edilmek : konulmak, yerleştirilmek
vazife-i şükraniye : şükür görevi
vecih : yön, yüz
yadigâr : hatıra, hediye
zâhir : açık, âşikar
zâil : yok olup gidici
Zât-ı Akdes : her türlü kusur ve noksandan yüce olan Zât, Allah
zeval : yok oluş
zîhayat : canlı, hayat sahibi
zîşuur : akıl ve şuur sahibi
ziyade : fazla
zulm-ü azîm : büyük zulüm


RİSALE-İ NUR

Sitemizde sanatçıya ait toplam 50 eser bulunmaktadır. Sanatçının sayfasına gitmek için tıklayın.

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.