Kerim Öztürk-17.Cüz
17.CÜZ-LATİNCE
21-ENBİYA SURESİ
Bismillahirrahmanirrahim
1. İkterabe lin nasi hısabühüm ve hüm fı ğafletim mu’ridun
2. Ma ye’tıhim min zikrim mir rabbihim muhdesin illestemeuhü ve hüm yel’abun
3. Lahiyeten kulubühüm ve eserrun necvellezıne zalemu hel haza illa beşerum mislüküm e fete’tunes sıhra ve entüm tübsırun
4. Kale rabbi ya’lemül kavle fis semai vel erdı ve hüves semiul alim
5. Bel kalu adğasü ahlamim belifterahü bel hüve şaır felye’tina bi ayetin kema ürsilel evvelun
6. Ma amenet kablehüm min karyetin ehleknaha e fe hüm yü’minun
7. Ve ma erselna kableke illa ricalen nuhıy ileyhim fes’elu ehlez zikri in küntüm la ta’lemun
8. Ve ma cealnahüm cesedel la ye’külunet taame ve ma kanu halidın
9. Sümme sadaknahümül va&’de fe enceynahüm ve men neşaü ve ehleknel müsrifın
10. Le kad enzelna ileyküm kitkaben fıhi zikruküm e fe la ta’kılun
11. Ve kem kasamna min karyetin kanet zalimetev ve enşe’na ba’deha kavmen aharın
12. Felemma ehassu be’sena izahüm minha yerküdun
13. La terküdu varciu ila ma ütriftüm fıhi ve mesakiniküm lealleküm tüs’elun
14. Kalu ya veylena inna künna zalimin
15. Fe ma zalet tilke da’vahüm hatta cealnahüm hasıyden haidın
16. Ve ma halaknes semae vel erda ve ma beynehüma laıbın
17. Lev eradna en nettehıze lehvel lettehaznahü mil ledünna in künna faılın
18. Bel nakzifü bil hakkı alel batıli fe yedmeğuhu fe iza hüve zahık ve lekümül veylü mimma tesıfun
19. Ve lehu men fis semavati vel ard ve men ındehu la yestekbirune an ıbadetihı ve la yestahsirun
20. Yüsebbihunelleyle ven nehara la yeftürun
21. Emittehazu alihetem minel erdı hüm yünşirun
22. Lev kane fıhima alihetün ilellahü lefesedeta fe sübhanellahi rabbil arşi amma yasıfun
23. La yüs’elü amma yef’alü ve hüm yüs’elun
24. Emittehazu min dunihı aliheh kul hatu bürhanekümv haza zikru mem meıye ve zikru men kablı bel ekseruhüm la ya’lemunel hakka fehüm mu’ridun
25. Ve ma erselna min kablike mir rasulin illa nuhıy ileyhi ennehu la ilahe illa ene fa’düdun
26. Ve kalüttehazer rahmanü veleden sübhaneh bel ıbadüm mükramun
27. La yesbikunehu bil kavli ve hüm bi emrihı ya’melun
28. Ya’lemü ma beyne eydıhim ve ma halfehüm ve la yeşfeune illa li menirteda ve hüm min haşyetihı müşfikun
29. Ve mey yekul minhüm innı ilahüm min dunihı fe zalike neczıhi cehennem kezalike necziz zalimın
30. E ve lem yerallezıne keferu ennes semavati vel erda kaneta ratkan fe fetaknahüma ve cealna minel mai külle şey’in hayy e fe la yü’minun
31. Ve cealna fıha ficacen sübülel leallehüm yehtedun
32. Ve cealnes semae sakfem mahfusa ve hüm an ayatiha mu’ridun
33. Ve hüvellezı halekal leyle ven nehara veş şemse vel kamer küllün fı felekiy yesbehun
34. Ve ma cealna li beşerim min kablikel huld efeim mitte fehümül halidun
35. Küllü nefsin zaikatül mevt ve nebluküm biş şerri vel hayri fitneh ve ileyna türceun
36. Ve iza raakellezıne keferu iy yettehızuneke illa hüzüva e hazellezı yezküru aliheteküm ve hüm bi zikrir rahmani hüm kafirun
37. Hulikal insanü min acel se ürıküm ayatı fe la testa’cilun
38. Ve yekulune meta hazel va’dü in küntüm sadikıyn
39. Lev ya’lemüllezıne keferu hıyne la yeküffune av vücuhihimün nara ve la an zuhurihim ve la hüm yünsarun
40. Bel te’tıhim bağteten fe tebhetühüm fe la yestetıy’une raddeha ve la hüm yünzarun
41. Ve le kadistühzie bi rusülim min kablike fe haka billezıne sehıru minhüm ma kanu bihı yestehziun
42. Kul mey yekleüküm bil leyli vne nehari miner rahmanv bel hüm an zikri rabbihim mu’ridun
43. Em lehüm alihetün metneuhüm min dunina la yestetıy’une nasra enfüsihim ve la hüm minna yushabun
44. Bel metta’na haülai ve abaehüm hatta tale aleyhimül umür e fela yeravne enna ne’til erda nenkusuha min atrafiha e fehümül ğalibun
45. Kul innema ünziruküm bil vahyi ve la yesmeus summüd düae iza ma yünzerun
46. Ve leim messethüm nefhatüm min azabi rabbike le yekulünne ya veylena inna künna zalimın
47. Ve nedaul mevazinel kısta li yevmil kıyameti fe la tuzlemü nefsün şey’a ve in kane miskale habbetim min hardelin eteyna biha ve kefa bina hasibın
48. Ve le kad ateyna musa ve harunel fürkane ve dıyaev ve zikral lil müttekıyn
49. Ellezıne yahşevne rabbehüm bil ğaybi ve hüm mines saati müşfikun
50. Ve haza zikrum mübarakün enzelnah e fe entüm lehu münkirun
51. Ve lekad ateyna ibrahıme ruşdehu min kablü ve künna bihı alimın
52. İz kale li ebıhi ve kavmihı ma hazihit teemasılülletı entüm leha akifun
53. Kau vecedna abaena leha abidın
54. Kale le kad küntüm entüm ve abaüküm fı dalalim mübın
55. Kalu ec’tena bil hakkı em ente minel laıbın
56. Kale ber rabbüküm rabbüs semavati vel erdıllezı fetarahünne ve ene ala zaliküm mineş şahidın
57. Ve tellahi le ekıdenne asnameküm ba’de en tüvlelu müdbirın
58. Fe cealehüm cüzazen illa kebıral lehüm leallehüm ileyhi yarciun
59. Kalu men feale haza bi alihetina innehu le minez zalimın
60. Kalu semı’na fetey yezküruhüm yükalü lehu ibrahım
61. Kalu fe’tu bihı ala a’yünin nasi leallehüm yeşhedun
62. Kalu e ente fealte haza bialihetina ya ibrahım
63. Kale bel fealehu kebiruhüm haza fes’eluhüm in kanu yentıkun
64. Fe raceu ila enfüsihim fe kalu inneküm entümüz zalimun
65. Sümme nükisu ala ruusihim lekad alimte ma haülai yentıkun
66. Kale efeta’büdune min dunillahi ma la yenfeuküm şey’ev ve la yedurruküm
67. Üffil leküm ve li ma ta’büdune min dunillah efela ta’kılun
68. Kalu harrikuhü vensuru aliheteküm in küntüm faılın
69. Kulna ya naru kunı berdev ve selamen ala ibrahım
70. Ve eradu bihı keyden fe cealnahümül ahserın
71. Ve necceynahü ve lutan ilel erdılletı birakna fıha lil alemın
72. Ve vehebna lehu ishak ve ya’kube nafileh ve küllen cealna salihıyn
73. Ve cealna hüm eimmetey yehdune bi emrina ve evhayna ileyhim fı’lel hayrati ve ikames salati ve ıtaez zekah ve kanu lena abidın
74. Ve lutan ateynahü hukmev ve ılmev ve necceynahü minel karyetilletı kanet ta’melül habis innehüm kanu kavme sev’in fasikıyn
75. Ve edhalnahü fı rahmetina innehu mines salihıyn
76. Ve nuhan iz nada min kablü festecebna lehu fenecceynahü ve ehlehu minel kerbil azıym
77. Ve nasarnahü minel kavmillezıne kezzebu bi ayatina innehüm kanu kavme sev’in fe ağraknahüm ecmeyın
78. Ve davude ve süleymane iz yahkümani fil harsi iz nefeşet fıhi ğanemül kavm ve künna li hukmihim şahidın
79. Fe fehhemnaha süleyman ve küllen ateyna hukmev ve ılmev ve sehharna mea davudel cibale yüsebbıhne vet tayr ve künna faılın
80. Ve allemnahü san’ate lebusil leküm li tuhsıneküm mim be’siküm fe hel entüm şakirun
81. Ve li süleymaner rıha asıfeten tecrı bi emrihı ilel erdılletı barakna fıha ve künna bi külli şey’in alimın
82. Ve mineş şeyatıyni mey yeğusune lehu ve ya’melune amelen dune zalik ve künna lehüm hafizıyn
83. Ve eyyube iz nada rabbehu ennı messeniyed durru ve ente erhamür rahımın
84. Festecebna lehu fe keşefna ma bihı min durriv ve ateynahü ehlehu ve mislehüm meahüm rahmetem min ındina ve zikra lil abidın
85. Ve ismaıyle ve idrıse ve zel kifl küllüm mines sabirın
86. Ve edhalnahüm fı rahmetina innehüm mines salihıyn
87. Ve zen nuni iz zehebe müğadıben fe zanne el len nakdira aleyhi fe nada fiz zulümati el la ilahe illa ente sübhaneke innı küntü minez zalimın
88. Festecebna lehu ve necceynahü minel ğamm ve kezalike nüncil mü’minın
89. Ve zekeriyya iz nada rabbehu rabbi la tezernı fardev ve ente hayrul varisın
90. Festecebna lehu ve vehebna lehu yahya ve aslahna lehu zevceh innehüm kanu yüsariune fil hayrati ve yed’unena rağabev ve raheba ve kanu lena haşiıyn
91. Velletı ahsanet ferceha fe nefahna fıha mir ruhına ve cealnaha vebneha ayetel lil alemın
92. İnne hazihı ümmetüküm ümmetev vahıdetev ve ene rabbüküm fa’büdun
93. Ve tekattau emrahüm beynehüm küllün ileyna raciun
94. Fe mey ya’mel minas salihati ve hüve mü’minün fe la küfrane li sa’yih ve inna lehu katibun
95. Ve haramün ala karyetin ehleknaha ennahüm la yarciun
96. Hatta iza fütihat ye’cucü ve me’cucü ve hüm min külli hadebiy yensilun
97. Vakterabel va’dül hakku fe iza hiye şahısatün ebsarullezıne keferu ya veylena kad künna fı ğafletim min haza bel künna zalimın
98. İnneküm ve ma ta’büdune min dunillahi hasabü cehennem entüm leha varidun
99. Lev kane haülai alihetem ma veraduha ve küllün fıha halidun
100. Lehüm fiha zefıruv ve hüm fıha la yesmeun
101. İnnellezıne sebekat lehüm minel husna ülaike anha müb’adun
102. La yesmeune hasıseha ve hüm fı meştehet enfüsühüm halidun
103. La yahzünülümül fezeul ekberu ve tetelekkahümül melaikeh haza yevmükümüllezı küntüm tuadun
104. Yevme natvis semae ke tayyis sicililli lil kütüb kema bede’na evvele halkın nüıydüh va’den aleyna inna künna faılın
105. Ve le kad ketabna fiz zeburi mim ba’diz zikri ennel erda yerisüha ıbadiyas salihun
106. İnne fı haza le belağal li kavmil abidın
107. Ve ma erselnake illa rahmetel lil alemın
108. Kul innema yuha ileyye ennema ilahüküm ilahüv vahıd fe hel entüm müslimun
109. Fe in tevellev fe kul azentüküm ala seva’ ve in edrı e karıbün em beıydüm ma tuadun
110. İnnehu ya’lemü ma tektümun
111. Ve in edrı leallehu fitnetül leküm ve metaun ila hıyn
112. Kale rabbıhküm bil hakk ve rabbüner rahmanül müsteanü ala ma tesıfu
22-HACC SURESİ
Bismillahirrahmanirrahim
1. Ya eyyühen nasütteku rabbeküm inne zelzeletes saati şey’ün azıym
2. Yevme teravneha tezhelü küllü mürdıatin amma erdaat ve tedau küllü zati hamlin hamleha ve teran nase sükara ve ma hüm bi sükara ve lakinne azabellahi şedıd
3. Ve minen nasi mey yücadilü fillahi bi ğayri ılmiv ve yettebiu külle şeytanim merıd
4. Kütibe aleyhi ennehu men tevellahü fe ennehu yüdıllühu ve yehdıhi ila azabis seıyr
5. Ya eyyühen nasü in küntüm fı raybim minel ba’si fe inna halaknaküm min türabin sümme min nutfetin sümme min alekatin sümme mim mudğatim muhallekativ ve ğayri muhallekatil li nübeyyine leküm ve nükirru fil erhami ma neşaü ila ecelim müsemmen sümme nuhricüküm tıflen sümme li teblüğu eşüddeküm ve minküm mey yüteveffa ve minküm mey yürüddü ila erzelil umüri li keyla ya’leme mim ba’di ılmin şey’a ve teral erda hamideten fe iza enzelna aleyhel maehtezzet ve rabet ve embetet min külli zevcim behıc
6. Zalike bi ennellahe hüvel hakku ve ennehu yuhyil mevta ve ennehu ala külli şey’in kadır
7. Ve ennes saate atiyetül la raybe fıha ve ennellahe yeb’asü men fil kubur
8. Ve minen nasi mey yücadilü fillahi bi ğayri ılmiv ve la hüdev ve la kitabim münır
9. Saniye ıtfihı li yüdılle an sebılillah lehu fid dünya hızyüv ve nüzıkuhu yevmel kıyameti azabel harıyk
10. Zalike bima kaddemet yedake ve ennellahe leyse bi zallamil lil abıd
11. Ve minen nasi mey ya’büdüllahe ala harf fe in esabehu hayrunıtmeenne bih ve in esabethü fitnetüninkalebe ala vechihı hasirad dünya vel ahırah zalike hüvel husranül mübın
12. Yed’u min dunillahi ma la yedurruhu ve ma la yenfeuh zalike hüved dalalül beıyd
13. Yed’u le men darruhu akrabü min nef’ıh lebi’sel mevla ve lebi’sel aşır
14. İnnellahe yüdhılüllezıne amenu ve amilus salihati cennatin tecrı min tahtihel enhar innellahe yef’alü ma yürıd
15. Men kane yezunnü el ley yensurahüllahü fid dünya vel ahırati felyemdüd bi sebebin iles semai sümmelyakta’ felyenzur hel yüzhibenne keydühu ma yeğıyz
16. Ve kezalike enzelnahü ayatim beyyinativ ve ennellahe yehdı mey yürıd
17. İnnellezıne amenu vellezıne hadu ves sabiıne ve nesara vel mecuse vellezıne eşraku innellahe yefdılü beynehüm yevmel kıyameh innellahe ala külli şey’in şehıd
18. E lem tera ennellahe yescüdü lehu men fıs semavati ve men fil erdı veş şemsü vel kameru ven nücumü vel cibalü veş şeceru ved devabbü ve kesırum minen nas ve kesırun hakka aleyhil azab ve mey yühinillahü fe ma lehu min mükrim innellahe yef’alü ma yeşa’
19. Hazani hasmanıhtesamü fı rabbihim fellezıne keferu kuttıat lehüm siyabüm min nar yüsabbü min fekı ruusihimül hamım
20. Yusheru bihı ma fı bütunihim vel cülud
21. Ve lehüm mekamiu min hadıd
22. Küllema eradu ey yahrucu minha min ğammin üıydu fıha ve zuku azabel harıyk
23. İnnellahe yüdhılüllezıne amenu ve amilus salihati cennatin tecrı min tahtihel enharu yühallevne fıha min esavira min zehebiv ve lü’lüa ve libasühüm fıha harır(18. Ayet secde ayetidir.)
24. Ve hüdu ilet tayyibi minel kavli ve hüdu ila sıratıl hamıd
25. İnnellezıne keferu ve yesuddune an sebılillahi vel mescidil haramillezı cealnahü lin nasi sevaenil akifü fıhi vel bad ve mey yürid fıhi bi ilhadim bi zulmin nüzıkhü min azabin elım
26. Ve iz bevve’na li ibrahıme mekanel beyti el la tüşrk bı şey’ev ve tahhir beytiye littaifıne vel kaimıne ver rukkeıs sücud
27. Ve ezzin fin nasi bil hacci ye’tuke ricalev ve ala külli damiriy ye’tıne min külli feccin amıyk
28. Li yeşhedu menafia lehüm ve yezkürüsmellahi fı eyyamim ma’lumatin ala ma razekahüm mim behımetil en’am fe külu minha ve at’ımül baisel fekıyr
29. Sümmelyakdu tefesehüm velyufu nüzurahüm velyettavvefu bil beytil atiyk
30. Zalike ve mey yüazzım hurumatillahi fe hüve hayrul lehu ında rabbih ve ühıllet lekümül en’amü illa ma yütla aleyküm fectenibür ricse minel evsani vectenibu kavlez zur
31. Hunefae lillahi ğayra müşrikıne bih ve mey yüşrik billahi fe keennema harra mines semai fe tahtafühüt tayru ev tehvı bihir rıhu fı mekanin sehıyk
32. Zalike ve mey yüazzım şeairallahi fe inneha min takvel kulub
33. Leküm fıha menafiu ila ecelim müsemmen sümme mehıllüha ilel beytil atiyk
34. Ve li külli ümmetin cealna mensekel li yezkürüsmellahi ala ma razekahüm mim behımetil en’am fe ilahüküm ilahüv vahıdün fe lehu eslimu ve beşşiril muhbitın
35. Ellezıne iza zükirallahü vecilet kulubühüm ves sabirıne ala ma esabehüm vel mükıymis salati ve memma razaknahüm yünfikun
36. Vel büdne cealnaha leküm min şeairillahi leküm fıha hayrun fezkürüsmellahi aleyha savaf fe iza vecebet cünubüha fe külu minha ve at’ımül kania vel mu’terr kezalike sehharnaha leküm lealleküm teşkürun
37. Ley yenalellahe lühumüha ve la dimaüha ve lakiy yenalühüt takva minküm kezalike sehharaha leküm li tükebbirullahe ala ma hedaküm ve beşşiril muhsinın
38. İnnellahe yüdafiu anillezıne amenu innellahe la yühıbbü külle havvanin kefur
39. Üzine lillezıne yükatelune bi ennehüm zulimu ve innellahe ala nasrihim le kadır
40. Ellezıne uhricu min diyarihim bi ğayri hakkın illa ey yekulu rabbünellah ve lev la def’ullahin nase ba’dahüm bi ba’dıl lehüddimet savamiu ve biyeuv ve salevatüv ve mesacidü yüzkeru fıhesmüllahi kesıra ve le yensurannellahü mey yensuruh innellahe le kaviyyün azız
41. Ellezıne im mekkennahüm fil erdı ekamus salate ve atevüz zekate ve emeru bil ma’rufi ve nehev anil münker ve lillahi akıbetül ümur
42. Ve iy yükezzibuke fe kad kezzebet kablehüm kavmü nuhıv ve adüv ve semud
43. Ve kavmü ibrahıme ve kavmü lut
44. Ve ashabü medyen ve küzzibe misa fe emleytü lil kafirıne sümme ehaztühüm fe keyfe kane nekır
45. Fe keeyyim min karyetin ehleknaha ve hiye zalimetün fe hiye haviyetün ala uruşiha ve bi’rim müattaletiv ve kasrim meşıd
46. E fe lem yesıru fil erdı fe tekune lehüm kulubüy ya’kılune biha ev azanüy yesmeune biha fe innehü la ta’mel ebsaru ve lakin ta’mel kulubülletı fis sudur
47. Ve yesta’ciluneke bil azabi ve ley yuhlifellahü va’deh ve inne yevmen ınde rabbike ke elfi senetim mimma teuddun
48. Ve keeyyim min karyetin emleytü leha ve hiye zalimetün sümme ehaztüha ve ileyyel mesıyr
49. Kul ya eyyühen nasü innema ene leküm nezırum mübın
50. Fellezıne amenu ve amilus salihati lehüm mağfiratüv ve rizkun kerım
51. Vellezıne seav fı ayatina müacizıne ülaike ashabül cehıym
52. Ve ma erselnamin kablike mir rasuliv ve la nebiyyin illa iza temenna elkaş şeytanü fı ümniyyetih fe yensehullahü ma yulkış şeytanü sümme yuhkimüllahü ayatih vallahü alımün hakım
53. Li yec’ale ma yülkış şeytanü fitnetel lillezıne fı kulubihim meraduv vel kasiyeti kulubühüm ve innez zalimıne le fı şikakım beıyd
54. Ve li ya’lemellezıne utül ılme ennehül hakku mir rabbike fe yü’minu bihı fe tuhbite lehu kulubühüm ve innellahe le hadillezıne amenu ila sıratım müstekıym
55. Ve la yezalüllezıne keferu fı miryetim minhü hatta te’tiyehümüs saatü bağteten ev ye’tiyehüm azabü yevmin akıym
56. Elmülkü yevmeizil lillah yahkümü beynehüm fellezıne amenu ve amilus salihati fı cennatin neıym
57. Vellezıne keferu ve kezzebu bi ayatina fe ülaike lehüm azabüm mühın
58. Vellezıne haceru fı sebılillahi sümme kutilu ev matu le yerzükanne hümüllahü rizkan hasena ve innellahe lehüve hayrur razikıyn
59. Le yüdhılennehüm müdhaley yerdavneh ve innellahe leallımün halım
60. Zalik ve men akaba bi misli ma ukıbe bihı sümme büğıye aleyhi le yensirannehüllah innellahe le afüvvün ğafur
61. Zalike bi ennellahe yulicül leyle fin nehari ve yulicün nehar fil leyli ve ennellahe semıum besıyr
62. Zalike bi ennellahe hüvel hakku ve enne ma yed’une min dunihı hüvel batılü ve ennellahe hüvel aliyyül kebır
63. E lem tera ennellahe enzele mines semai maen fe tüsbihul erdu muhdarrahv innellahe latıyfün habır
64. Lehu ma fis semavati ve ma fil ard ve innellahe lehüvel ğaniyyül hamıd
65. E lem tera ennellahe sehhara leküm ma fil erdı vel fülke tecrı fil bahri bi emrih ve yümsiküs semae en tekaa alel erdı illa bi iznih innellahe bin nasi le raufür rahıym
66. Ve hüvellezı ahyaküm sümme yümıtüküm sümme yuhyıküm innel insane le kefur
67. Li külli ümmetin cealna menseken hüm nasikuhü fe la yünaziunneke fil emri ved’u ila rabbik inneke le ala hüdem mustekıym
68. Ve in cadeluke fe kulillahü a’lemü bima ta’melun
69. Allahü yahkümü beyneküm yevmel kıyameti fıma küntüm fıhi tahtelifun
70. E lem ta’lem ennellahe ya’lemü ma fis semai vel ard inne zalike fı kitab inne zalike alellahi yesır
71. Ve ya’büdune min dunillahi ma lem yünezzil bihı sültanev ve ma leyse lehüm bihı ılm ve ma liz zalimıne min nesıyr
72. Ve iza tütla aleyhim ayatüna beyyinatin ta’rifü fı vücuhillezıne keferul münker yekadune yestune billezıne yetlune aleyhim ayatina kul efe ünebbiüküm bişerrim min zaliküm ennar veadehellahüllezıne keferu ve bi’sel mesıyr
73. Ya eyyühen nasü duribe meselün festemiu leh innellezıne ted’une min dunillahi ley yahlüku zübabev ve levictemu leh ve iy yeslübhümüz zübabü şey’el la yestenkızuhü minh daufet talibü vel matlub
74. Ma kaderullahe hakka kadrih innellahe fe kavviyyün azız
75. Allüh yastafı minel melaiketi rusülev ve minen nas innellahe semıum besıyr
76. Ya’lemü ma beyne eydıhim ve ma halfehüm ve ilellahi türceul ümur
77. Ya eyyühellezıne amenürkeu vescüdu va’büdu rabbeküm vef’alül hayra lealleküm tüflihun
78. Ve cahidu fillahi hakka cihadil hüvectebüküm ve ma ceale aleyküm fid dıni min harac millete ebıküm ibrahım hüve semmakümül müslimıne min kablü ve fı haza lı yekuner rasulü şehıden aleyküm ve ketunu şühedae alen nas fe ekıymüs salate ve atüz zekate va’tesımu billah hüve mevlaküm fe nı’mel mevla ve nı’men nesıyr.
17.CÜZ-MEAL
21 – ENBİYÂ SÛRESİ
112 âyet olup, Mekke döneminin sonlarında inmiştir. Bir önceki Tâ hâ sûresinin sonlarında geçen dümdüz yolu, geniş tarzda anlatır. Mekke müşriklerinin akaid esaslarına yaptıkları itirazlara cevaplar verilir. İnsanlara tarihin çeşitli dönemlerinde doğru yolu gösterip fazilet mücadelesi yapan nebîlerin (Mûsâ, Harun, İbrâhim, Lût, İshak, Yâkub, Nûh, Davud, Süleyman, İsmâil, İdris, Zülkifl, Yunus, Zekeriyya, Yahya ve Îsâ nebîlerin (aleyhimü’sselam), bilhassa Hz. İbrâhim’in (a.s.) tevhid mücadelesi ve fazileti ayrıntılı olarak nakledilir.
Sonunda bu kıssaların gayesi olarak, İslâm’ın tek din olduğu bildirilip Hz. Peygamber (aleyhi’s selam) teselli edilerek sûre sona erdirilir.
1 – İnsanların hesap verme vakti yaklaştı. Ama onlar hâla koyu bir gaflet içinde haktan yüz çevirmekteler. [16,1; 54,1]
2-3 – Rab’leri tarafından kendilerine gelen her yeni uyarıyı, alaya alıp kalpleri eğlenceye dalarak dinlerler.
Hem o zalimler aralarında kulis yapıp, şu fısıltıyı, gizlice yayarlar: “O da sizin gibi bir insandan başka birşey değil.
Şimdi siz göz göre göre sihire mi kapılacaksınız yani?” [17,48; 25,9]
4 – Resul dedi ki: “Rabbim gökte olsun, yerde olsun, söylenen her sözü bilir.
O öyle mükemmel işitir, öyle mükemmel bilir ki!” [17,48; 25,9]
5 – (Kur’ân’ı kime mal edecekleri konusunda şaşıp kaldılar,
cevapları kendilerini bile tatmin etmeyip durmadan fikir değiştirdiler.) “Hayır dediler, bu adğâsu ahlam: karışık karışık rüyalar.
“Yok yok, böyle değil, anlaşılan onu kendisi uydurmuş!”
“Hayır! bu da değil, galiba o bir şair!”,
“öyleyse önceki peygamberlere verilen mûcizeler kabilinden istediğimiz mûcizeyi bize göstersin!” [17,59; 10,96-97]
6 – Kendilerinden önce imha ettiğimiz hiç bir şehir halkı iman etmedi, şimdi bunlar mı iman edecekler?
7 – Biz senden önce de, ancak kendilerine vahiy gönderdiğimiz birtakım erkekleri peygamber gönderdik. Şayet bilmiyorsanız, hatırlayıp bilenlere sorunuz.
Hatırlayıp bilenler diye tercüme edilen kelimenin aslı “Ehlu’z-zikr” yani Kitap, Tebliğ veya uyarının muhatapları” demektir. Tevrat, İncîl, Kur’ân esas itibariyle bir kitap ve uyarıdır.
8 – Biz onları yeyip içmeyen bedenden ibaret kılmadık; hem dünyada onlar ebedî olarak da kalmadılar.
İnsan olarak onlar yemeye içmeye muhtaç idiler. Onlar ölümsüz de değildiler, ömür sürelerini tamamlayıp vefat ettiler.
9 – Sonra onlara verdiğimiz sözü yerine getirdik.
Onları ve beraberlerinde bulunan dilediğimiz kullarımızı kurtardık, haddi aşanları ise helâk ettik.
10 – Muhakkak ki, hayatınız için gerekli notları içeren,
size şan ve şeref sağlayan bir kitap indirdik. Neden düşünmüyorsunuz? [43,44]
11 – Zulme batmış nice beldelerin bellerini kırdık, onlardan sonra da başka toplumlar yarattık. [17,17; 22,45]
12 – Onlar bizim baskınımızı hisseder etmez, derhal bineklerine yönelip kaçmaya yeltendiler.
13 – “Yok, dedik, tepinmeyin, dönün o içinde şımardığınız refah ve konfora! Dönün o konaklarınıza ki sorguya çekileceksiniz.”
14 – “Eyvah!, dediler, gerçekten biz zalim kimselermişiz! Eyvah! Eyvah!”
15 – Bu feryatları sürüp gitti. Nihayet onları öyle yaptık ki biçildiler, sönüp kül oldular…
16 – Elbette Biz göğü, yeri ve aralarında olan varlıkları oyun ve eğlence olsun diye yaratmadık. [38,27; 53,31]
Yüce Allah kâinatı dolduran kudret, hikmet ve sanat mûcizelerini insanlar inceleyip onların Yaratıcısını tanısınlar, onlardaki menfaatlerini elde etsinler, onların ebedi cennetteki asıllarına delâletlerini anlasınlar ve bir de burada yaptıkları işleri, iyilikler için mükâfat, kötülükler için ceza olarak karşılığını alsınlar, böylece hak yerini bulsun diye yarattığını burada beyan buyuruyor.
17 – Eğlenmek isteseydik nezdimizde eğlenecek çok şey bulurduk! Faraza yapacak olsak, öyle yapardık!
Allah’a eş, evlat, kız, oğul, nesil isnad eden şirk inançlarını, açıkça reddetmek içindir. Zira yüce âlemde melâike, hûriler gibi mahlûklar zaten vardı. Onlar dururken yeryüzünden eş, evlat edinmeye gerek olmazdı.
18 – Hayır! Biz gerçeği söyler, gerçeği yaparız!
Hakkı batılın tepesine indiririz de beynini parçalar, bir anda canı çıkar o batılın!
Allah hakkındaki böyle boş düşüncelerinizden ötürü yuh aklınıza, yazıklar olsun size!
19 – Hâlbuki göklerde olsun, yerde olsun kim varsa O’nun mülküdür. O’nun nezdindeki melekler O’na ibadeti, ne gurur meselesi yapar, ne de ibadetten yorulurlar. [4,172]
20 – Gece gündüz, usanmadan, ara vermeden tesbih ve ibadet ederler. [66,6]
21 – Buna rağmen, yine de onlar, yerde birtakım varlıkları, insanları öldükten sonra diriltecekleri zannı ile tanrı edindiler.
22 – Hâlbuki gökte ve yerde, Allah’tan başka tanrılar bulunsaydı oraların nizamı bozulurdu.
Demek ki o yüce Arş ve hükümranlığın sahibi Allah, onların zanlarından, onların Allah’a reva gördükleri vasıflardan münezzehtir, yücedir! [23,91]
Kâinatta kemal sıfatları ile muttasıf, yani ilim, kudret, iradesi mutlak ve sınırsız olan birden fazla ilah bulunsaydı, farazî olarak şu ihtimaller olabilirdi: 1. Onlardan yalnız birinin hükmü yürüseydi diğerleri âciz ve noksan olurlardı ki bu ilah olmakla bağdaştırılamaz. 2. Her biri eşit kudret ve hakimiyete sahip olsalardı, ayrı ayrı nizamların bulunması gerekirdi. O takdirde de, mevcut olan bu nizam bulunmazdı. 3. İlahların fazla değil, sadece iki tane olup bunların bir tek nizam kurup birleştikleri varsayılırsa iki etkenin (illetin) bir nesne (malül) üzerinde çekişmesi sonucu ortaya çıkar, nizamın devamı imkânsız olurdu. 4. Birbirleriyle anlaşmazlık halinde olsalardı zaten baştan beri nizam kurulamazdı.
Bu âyet-i kerime Kelam ilminde, tevhidin ispatında en önemli kaynak teşkil eden esaslardan biridir. Kelamda buna bürhan-ı temânu adı verilir.
23 – O yaptıklarından sorumlu değildir. O’nu sorguya çekecek kimse yoktur, ama insanlar mutlaka sorgulanacaklardır. [15,92-93; 23,88]
24 – Yine de tuttular, O’nun yanısıra başka birtakım tanrılar edindiler. Ey Resûlüm! De ki: “İddianızı ispatlayın, delilinizi getirin görelim!”
Böyle bir delil de getiremediklerine göre -ki: “İşte bu tevhid, benimle beraber olanların ve benden önceki peygamberlerin öğretisidir.”- Hayır, onların çoğu gerçeği bilmiyor ve bu sebeple de ondan yüz çeviriyorlar.
25 – Nitekim senden önce hiç bir peygamber göndermedik ki ona:
“Benden başka İlah yok, öyleyse yalnız Bana ibadet edin!” diye vahyetmiş olmayalım. [43,45; 16,36; 21,92]
26 – Gerçek bu iken, bazıları kalkıp: “Rahman evlat edindi” iddiasında bulundular.
O, bundan münezzehtir.
Bilakis onların evlat dedikleri melekler O’nun ikram ve takdirine mazhar olmuş kullarıdır. [16,57; 43,19]
27 – O, kendilerine sormadıkça hiç bir söz söylemezler, sadece Onun emirlerini yerine getirirler.
28 – O onların yaptıklarını da yapacaklarını da,
açıkladıklarını da gizlediklerini de bilir.
Onlar, sadece O’nun razı olduğu kimse hakkında şefaat ederler.
Ona duydukları tazimden ötürü çekinir, titrerler. [2,255; 34,23]
29 – Onlardan kim çıkıp da “O’nun yanısıra ben de İlahım” diyecek olursa, buna karşılık cehennemi veririz. İşte Biz zalimleri böyle cezalandırırız.
30 – Hakkı, inkâr edenler görüp bilmediler mi ki
göklerle yer bitişik (bir bütün) idi onları Biz ayırdık,
hayatı olan her şeyi sudan yaptık. Hâla inanmayacaklar mı?
Kâinatın yaratılışı konusunda bilime yol gösteren teorilerin en çok kabul görenleri, Kur’ân’ın bildirdiği hususlara yaklaşmaktadır. Güneş sisteminin oluşumu, şöyle izah edilmektedir: “Güneş ve gezegenler, önce bir bulutu andıran gaz ve toz (nebula) halinde idi. Bu kütle, çekim kuvvetinin etkisiyle dönmeye ve soğumaya başladı. Bu dönüşün süratli olması sebebiyle yoğunlaşan ana kütlelerden bazı parçalar kopup, ana kütlelerin etrafında dönmeye devam ettiler (…) Gezegenler nihâyet iyice soğuyarak bugünkü şekillerini aldılar.” (Prof. Dr. A. Kızılırmak, Astronomi Dersleri, 11,198-201, İzmir, Ege Üniv. Mat. 1966)
31 – Yerin insanları sarsmaması için oraya dağlar yerleştirdik.
Maksatlarına ermeleri için orada geniş yollar, geçitler yaptık.
32 – Göğü de dengesizliğe düşmekten korunmuş bir tavan durumunda yarattık.
Onlarsa hâla gökteki delillerden yüz çevirmektedirler. [51,47; 91,5; 50,6; 2,22; 12,105]
Portakalın meyvesini saran kabuğu gibi dünyayı saran atmosfer tabakasına işaret olup göklerdeki kudret delillerine dikkat çekmektedir.
33 – Geceyi ve gündüzü, güneşi ve ayı yaratan O’dur. Her biri bir yörüngede yüzmektedir. [6,96; 36,40]
34 – Senden önce hiçbir insana dünyada, ebedî hayat nasib etmedik.
Sanki sen ölsen, onlar ebedî mi kalacaklar!
[55,26-27]
35 – Her can ölümü tadacaktır.
Biz, sizi sınamak için gâh şerle, gâh hayırla imtihan ederiz.
Sonunda Bizim huzurumuza getirileceksiniz.
36 – Kâfirler seni görünce: “Bu mu sizin ilahlarınızı diline dolayan adam!” diye alay etmekten başka bir şey yapmazlar.
Ama bütün kâinatı yaratan Rahman’a gelince Onun anılmasını reddediyorlar.
(Böylece, asıl kendilerinin alay edilmeye müstahak olduklarını düşünmüyorlar!) [25,41-42]
Müşrikler kendi âciz, cansız putlarına toz kondurmak istemezken, bütün kâinatı bunca hikmet, sanat, kudret ve rahmetiyle yaratıp varlıkta tutan Rahmanın birliğinin anılmasına tahammül edemiyorlar. Böylece asıl kendilerinin ne kadar akıldan uzak, alay edilmeye müstehak olduklarını düşünmüyorlar.
Bu âyette, Allah’ın Rahman vasfı ile anılmasına karşı Mekke müşriklerinin diretmesine işaret edilmektedir. Az sonra gelecek 42. âyet de bu mânayı teyid eder. Zira o âyet, Rahman sıfatını zihinlere yerleştirme gayesine matuftur. (Anlam böyle verilmezse diğer meallerde düşülen boşluğa düşülür.)
37 – İnsan, yaratılışça çok acelecidir. (Bunu pek iyi biliyorum. Onun için, kendisini uyardığın azabın çarçabuk gelmeyişini alay konusu ediyor.) Hele durun biraz, Beni de aceleye getirmeyin, yakında âyetlerimi size göstereceğim! [17,11]
38 – Ama yine de onlar: “Gerçeği söylüyorsanız, gösterin artık bu azabı, bu vaadin gerçekleşmesini daha ne kadar bekleyeceğiz!” diye söyleniyorlar.
39 – Dini olduğu gibi, bu azabı da böyle inkâr edenler,
onun tepelerine ineceğini, o ateşin yüzlerini ve sırtlarını yalamasını önleyemeyeceklerini,
kendilerine yardım edecek hiç kimsenin bulunmayacağını bir bilselerdi! [39,16; 7,41; 14,50; 13,34]
40 – Onların beklentilerinin hilafına,
o ateş öyle apansız gelecek ki, kendileri birden dona kalacaklar.
Artık ne onu geri çevirecek güçleri olacak, ne de kendilerine süre verilecek!
41 – Senden önce de nice peygamberlerle böyle alay edilmişti.
Ama alay konusu yaptıkları o azap, alay edenleri her taraftan sarıvermişti. [6,34; 3,195]
42 – De ki: “Geceleyin veya gündüzün gelecek tehlikelere karşı o Rahman’dan başka sizi kim koruyabilir?”
Ama bunu bilip Kendisine yönelecekleri yerde, onlar Rab’lerini anmaktan yüzçevirmekteler. [19,45]
Bu mâna üzerinde duran İbn Kesir, bu âyette min edatının gayr anlamına geldiğine delil getirir.
43 – Ne o, yoksa, akılları sıra, onların Bizden başka kendilerini savunacak tanrıları mı var? (Nerde?)
O tanrılaştırdıkları nesneler kendi kendilerini bile koruyamazlar.
Öyleyse, o müşrikleri Bize karşı hiç mi hiç koruyamazlar. Onlar Bizim tarafımızdan zaten bir destek görmezler.
44 – Kaldı ki Biz onlara da, babalarına da nimet verdik, öyle ki uzayan ömürlerinin tadını çıkarıp avundular.
Ama görmüyorlar mı ki Biz yere vaziyet edip onu bir taraftan yavaş yavaş eksiltiyoruz. Durum böyle iken onlar nasıl galip gelebilirler? [46,27; 13,41]
Bu âyetin mânası, etraf kelimesine verilecek mânaya göre değişir. Bu kelime ise birçok anlamda kullanılır. Coğrafi veya küresel anlam gibi, mecazî anlam da mümkündür. Şu halde: 1.Müslümanların kuvvet kazanıp kâfirlerin topraklarını elde edip fetihler yapmaları. 2. Yerin ileri gelen insanları, alimleri veya en iyi insanları gittikçe azalmaktadır. 3. Fenni yönden tefsir eden bazı zatlar; yağmurların, sellerin, rüzgarların etkisiyle dağların aşınmasını veya kutup bölgelerinin basıklığını düşünmektedirler.
45 – De ki: “Ben Sizi sadece vahiyle uyarıyorum. Fakat belli ki sağırlar ikaz edildikleri zaman bu çağrıyı duyamazlar.”
46 – Eğer onlara Rabbinin azabından bir esinti bile dokunsa: “Eyvah, yazıklar olsun bize, biz gerçekten kendimizi bu azaba müstahak etmekle kendimize zulmetmişiz!” derler.
Bu âyet Kur’ân’ın icazına, pek veciz ve özlü beyanına açık örneklerden birini teşkil eder: Bu cümleden esas maksat, pek az bir azap ile fazlaca korkutmaktır. Onun için cümlenin her kelimesi o maksadı pekiştirir. Şöyle ki 1. in: Şart edatı, azabın azlığına ve önemsizliğine işarettir. 2. Nefha hem bir defaya ait sigası, hem de tenvîni ile azabın önemsizliğini ima eder. 3. Mess hafif dokunma demektir. 4. kısmilik bildiren min edatı. 5. Nekâl ve ikab gibi kelimeler yerine azab kelimesi. 6. Allah’ın Rab isminin ifade ettiği şefkat, hudutsuz şefkatin izin verdiği bir azap. Nisbeten hafif bir azab sayılır.
47 – Biz kıyamet gününe mahsus, öyle doğru ve hassas teraziler koyacağız ki hiçbir kimseye zerre kadar haksızlık edilmez. Hardal tanesi ağırlığınca da olsa, yapılan iyi veya kötü işi oraya getirip tartarız. Hesap görücü olarak Biz fazlasıyla yeteriz. [18,49; 4,40; 31,16]
48 – Biz, Mûsâ ile Harun’a, Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için bir ışık ve öğüt olan Furkan’ı (hakkı batıldan ayıran kitabı) verdik.
Furkan: hakkı batıldan, doğruyu eğriden, hayrı şerden ayıran, buna dair ölçüler getiren şey demektir. Kur’ân’ın bu sıfatı, ikinci bir özel ismi olarak kullanılmıştır. [2,53; 3,4; 25,1]
Bu âyetten 91. âyete kadar, bazen kısa, nadiren uzunca, peygamber kıssaları yer alır. Bunlarda şunların vurgulandığı intibaını ediniriz: 1. Peygamberlik insanlığın başından beri vardır, Hz. Muhammed (a.s.) ilk defa bu iddiada olan biri değildir. 2. Önceki nebîlerin risaleti Hz. Muhammedinkinden farklı olmayıp, bilakis aynı inançları öğretmişlerdi. 3. Peygamberler çeşitli tepkiler ve işkencelerle karşılaşmışlar, ama sonunda Allah’ın özel inayetine nail olmuşlar, dâvaları galip gelmiştir. 4. Peygamberler Allah’ın seçkin kulları olmakla beraber beşerdirler. Beşerin çektiği sıkıntı ve âcizliklere mâruzdurlar. Bu hususlarda insanüstü değillerdir.
49 – O müttakiler, görmedikleri halde Rab’lerini gıyabında tazim eder ve hem de kıyametten, o duruşma saatinden korkup titrerler. [50,33; 67,12]
50 – İşte bu da sana indirdiğimiz kutlu bir mesajdır. Hal böyle iken siz onu inkâr mı edeceksiniz?
51 – Biz Mûsâ’dan önce de İbrâhim’e hidâyet ve akl-ı selim verdik. Biz onun halini pek iyi biliyorduk. [6,83; 2,124-141; 11,51-60; 16,120-123]
Hz. İbrahim’e verilen rüşd, ya nübüvvetten önceki hidâyet ve güzel hal yahut nübüvvet olabilir.
52 – O vakit babasına ve halkına: “Nedir bu karşısında durup taptığınız heykeller?” dedi.
Bu sûrede en ayrıntılı kıssa Hz. İbrâhim’in (a.s.) kıssasıdır. Zira İbrâhim’in şirki perişan etmesinin, Mekke müşrikleri üzerinde tasavvur edebileceğimizin çok ötesinde bir etkisi vardı. Zira, onu öğündükleri cedleri biliyor, onun kurduğu Kâbeyi en kıymetli varlıkları sayıyor, ona bağlı olmanın maddî manevî nimetlerinden yararlanıyorlardı. Kur’ân’ın Hz. İbrâhim’in putları kırdığını anlatması onları canevlerinden vuruyordu.
53 – “Biz, dediler, atalarımızı bunlara tapar bulduk, biz de onların yaptıklarını yapıyoruz.”
54 – “Yemin ederim ki, dedi, siz de atalarınız da besbelli bir sapıklık içindesiniz.”
55 – Onlar: “Sen ciddi misin, yoksa şakacı insanların yaptığı gibi bizimle eğleniyor musun?” dediler.
56 – “Yoo! Şaka ne demek! dedi İbrâhim. Doğrusu sizin Rabbiniz, ancak gökleri ve yeri yarattığı gibi bütün onların da Rabbi olan Zattır. Ben de bu gerçeğe şahitlik edenlerdenim.”
57 – Ve içinden: “Allah’a yemin ederim ki, siz dönüp gittikten sonra mutlaka bu putlarınızın başına bir çorap öreceğim!” diye ekledi.
58 – Onların bütün putlarını paramparça etti, yalnız, halk, belki de olup biten olay hakkında kendisine sorarlar düşüncesiyle, onların büyüklerine dokunmadı.
leallehum ileyhi yerciûn “Olup biten olay hakkında kendisine sorarlar diye” cümlesindeki zamir hakkında üç ihtimal zikredilir: 1. Büyük put. Maksat şudur: Müşrikler ona başvursun, bilgi ve çözüm arasınlar. O da âciz olunca, putların bir hiç olduğunu anlasınlar. 2. İbrâhimi sorumlu tutup ona sorsunlar, o da delillerini onlara anlatsın. 3. Putların boşluğunu anlayıp Rabbü’l-âlemin’e dönsünler.
59 – Dönüp de olanları görünce dediler ki: “Kim acaba tanrılarımıza bunu reva gören? Her kimse o, muhakkak ki zalimin teki!”
60 – İçlerinden bazıları: “Sahi! İbrâhim adındaki bir delikanlının onları diline doladığını işitmiştik!”
61 – “Haydin, dediler, getirin onu halkın huzuruna ki çekeceği cezaya onlar da şahit olsunlar.”
62 – “Söyle bakalım İbrâhim! dediler, sen mi yaptın tanrılarımıza karşı bu işi?”
63 – “Belki de, dedi, şu büyükleri yapmıştır. Sorun bakalım onlara, eğer konuşurlarsa!”
64 – Bunun üzerine vicdanlarına dönüp içlerinden: “Asıl zalim İbrâhim değil, bu âciz putlara ibadet edip bel bağlayan sizler, biz müşriklermişiz!” dediler.
Şöyle açıklayanlar da vardır: “Putlarınızı yalnız ve savunmasız bıraktığınız için asıl siz zalimsiniz” diyerek birbirlerini suçladılar.
65 – Fakat bunu dışa vurmayıp sonra yine önceki görüşlerine dönüp İbrâhime: “Bunların konuşmadıklarını sen de pek iyi bilirsin!” dediler.
66-67 – “O halde, dedi, Allah’tan başka, size ne fayda ne de zarar veremeyecek şeylere mi tapıyorsunuz! Yuh size de Allah’tan başka o taptıklarınıza da! Hala aklınızı kullanmayacak mısınız?”
68 – “Eğer yapacağınız bir şey varsa, dediler, o da bunu yakmaktır. Böyle yapın da tanrılarınıza sahip çıkın!” [29,24]
69 – Ateşe ferman ettik Biz: “Dokunma İbrâhime! Serin ve selamet ol ona!”
Allah’ın pek iyi bilinen normal kanunları, bu kabil ender mûcizelerden daha az harika değildir. Kur’ân Allah’ın kanunlarında değişiklik olmayacağını bildirir. (35,43). Demek ki 36, 82 gibi bir anda yaratmayı bildiren âyetler, kâinatın altı günde (41,9-12) yaratıldığını bildiren âyetlere zıt değildir.
İnsanlar bu gün, hiç yakmayan soğuk alev yapmayı bilmektedirler.
70 – Hülasa onu tuzağa düşürmek istediler ama, Biz asıl onları hüsrana uğrattık. Asıl tuzağa düşenler kendileri oldular.
71 – Onu Lût ile beraber kurtarıp, bütün insanlar için kutlu ve feyizli kıldığımız diyara ulaştırdık.
Bu bereketli ülke Şam (Filistin) diyarıdır. Birçok peygamber orada yetişmiş ve dini oradan yaymışlardır. Şam’ın manevî bereketinin yanında, oradaki nimetlerin ve ürünlerin bolluğu da kasdedilmiş alabilir.
Hz. İbrâhimin kıssası Tevrat, Tekvin, 11. ve 12. bölümlerinde anlatılır. Fakat oradaki ayrıntılara rağmen Kur’ân, bazı önemli hususlarda çok farklıdır. Mesela; 1.Tekvin’de hicretten önceki tebliği, ateşe atılması vs. yer almaz. 2. Hicreti, geçim derdi gibi bir sebeple çıkması tarzında anlatılır. 3. Babasının kendisine baskısı bildirilmez, hatta hicrette yanında onu götürdüğü bildirilir. Bunlar, birçok oryantalistin peşin hükümle yaptıkları iftiraları çürütüyor, Kur’ân’ın o kitaplardan nakletmeyip, bilakis onların üzerinde, hakem olduğunu ispatlıyor.
72 – Ona ayrıca İshakı, üstelik bir de Yâkubu ihsan ettik. Hepsini de erdemli insanlar kıldık.
73 – Onları buyruklarımızla insanlara doğru yolu gösteren önderler yaptık.
Kendilerine hayırlı işler işlemeyi, namaz kılmayı, zekât vermeyi vahyettik. Onlar yalnız Bize ibadet ederlerdi.
74-75 – Lût’a da hüküm ve ilim verdik ve onu iğrenç işler yapan şehir halkından kurtardık ki gerçekten onlar kötü ve itaat dışına çıkmış fâsık bir güruh idiler. Kendisini de şefkat ve himayemize aldık. O gerçekten erdemli kimselerdendi. [29,26; 11,69; 15,57-76]
Hüküm: Peygamberlik veya dâvalı tarafları arasında hâkimlik anlamınadır. Lut (a.s.), Hz. İbrâhim (a.s.)’a iman ve onunla beraber hicret etmişti [29,26]. Sonra Allah Teâla ona da nübüvvet verdi. Onu da Sedum şehrine gönderdi.
76 – Nuh’u da önderlerden kıldık. O İbrâhim ve Lut’dan çok önce, Bize yakarmıştı.
Biz de duasını kabul buyurup onu, yakınlarını, evlatlarını ve halkından iman edenleri büyük bir beladan kurtardık. [54,10; 71,26-27]
77 – Âyetlerimizi yalan sayan halka karşı da ona destek olup onlardaki haklarını aldık. Gerçekten onlar kötü bir toplum idi. Bu yüzden Biz de onların hepsini suda boğduk. [11,40]
78 – Davud ile Süleymanı da… Hani bir defasında onlar bir ekin konusunda hüküm veriyorlardı. Şöyle ki: Geceleyin bir grup insanın koyun sürüsü ekin tarlasına yayılmış, zarar vermişti. Biz de onların bu hükümlerine tanık oluyorduk.
Davud (a.s.) davarın kıymeti, zararın miktarına eşit olduğu için, onun tazminat olarak tarla sahibine verilmesine hükmetmiş, oğlu Süleyman (a.s.) ise, tarlanın davar sahibine verilip eski haline gelinceye kadar ona bakmasını, davarın da tarla sahibine teslim edilip o vakte kadar sütünden, yavrularından, tüylerinden faydalanmasını taraflar için daha uygun bulmuştu. Babası da onun bu içtihadını beğenmişti.
79 – Biz çözümü ihtiva eden hükmü Süleyman’a bildirdik. Bununla beraber, her birine bir hüküm ve bir ilim verdik.
Dağları ve kuşları Davud’un emrine verdik. Onunla beraber takdis ve ibadet ederlerdi. Biz dilediğimiz her şeyi yapma kudretine sahibiz. [34,10; 38,18-19] {KM, Mezmurlar 148,7-10}
80 – Bir de sizi savaşınızın şiddetinden koruması için ona, zırh yapma sanatını öğrettik.
Peki bütün bunlar için şükrediyor musunuz? [34,9-11]
Davud (a.s.) dan önce de zırh vardı, fakat plak halinde idi. Zırhı, kumaş gibi dokuyup zincirle tutturma işini o başlattı. Rivayete göre o Cenab-ı Allah’tan elinin emeği ile bir geçim vesilesi dileyince O da kendisine zırh yapmayı ilham etmişti.
81 – Süleymana da şiddetli rüzgârı âmade kıldık. Rüzgâr, onun emriyle kutlu beldeye doğru eserdi. Çünkü herşeyin gerçek mahiyetini Biz biliriz. [38,36; 34,12]
82 – Kendisi için dalgıçlık yapan ve daha başka birtakım işler yapan bazı cinleri (şeytanları) da onun emrine verdik. Biz onları gözetim altında tutardık. [38,37-38]
83-84 – Eyyûbu da an. Hani o: “Ya Rabbî, bu dert bana iyice dokundu. Sen merhametlilerin en merhametli olanısın” diye niyaz etmiş, Biz de onun duasını kabul buyurup katımızdan bir lütuf ve ibadet edenlere bir ders olmak üzere, hastalığını iyileştirmiş, kendisine aile ve dostlarını bir misliyle beraber vermiştik. {KM, Eyub 42,10.13}
Müfessirler derler ki: Hz. Eyyub (a.s.) Rûm diyarında Peygamber idi. Serveti ve hanedanı, evladu iyali geniş idi. Allah onun mallarını giderdi, sabretti. Çoluk çocuğunu aldı, sabretti. Sonra bedenine hastalıklar ârız oldu, sabretti. Fakat halk: “Onun başına bunca derdin gelmesi boşuna değil, büyük bir günahı olmalı!” deyince, şifa niyazında bulundu. Allah da şifa lütfetti. Tevrat da “Eyyubun Kitabı”nda onun felsefi çizgiler taşıyan destanî hikâyesini ayrıntılı olarak anlatır. Onun Yahudi veya Rum olmayıp Kuzey Arabistanda yaşayan Arap kökenli Nabat halkından olduğu da söylenmiştir.
85 – İsmâili, İdrisi, Zülküfli de an. Onların hepsi sabır fazileti ile bezenmişlerdi.
Zülküfl (a.s.) ın nerede yaşadığı hakkında kesinlik yoktur. Tefsirlerdeki çeşitli ihtimaller içinde nisbeten kuvvetlisi onu, Hızkil ile aynı sayan görüştür. Bu zat Habur nehri civarında tebliğde bulunmuştur. Diyarbakır’ın Ergani ilçesinde makamı bulunmakta ve asırlardan beri kökleşmiş kuvvetli bir gelenekle onun burada yaşadığına inanılmaktadır. Ülkemizin özellikle Güneydoğu Anadolu bölgesinde son derece yaygın olan Zülküf adı bundan ileri gelmektedir.
86 – Bundan ötürü onları rahmetimize aldık. Gerçekten onlar salih ve erdemli kişilerdi.
87 – Zünnûn’u da an. Hani o halkına kızmış, onlardan ayrılmış, Bizim kendisini sıkıştırmayacağımızı sanmıştı. Sonra karanlıklar içinde şöyle yakarmıştı: “Ya Rabbî! Sensin İlah, Senden başka yoktur ilah. Sübhansın, bütün noksanlardan münezzehsin, Yücesin. Doğrusu kendime zulmettim, yazık ettim. Affını bekliyorum Rabbim!”
“Balığın yoldaşı” mânasına gelen Zünnûn, Yunus (a.s.) olarak tefsir edilir. Bu zat Tevrattaki Jonas olmalıdır. Jonas kitabı ona tahsis edilmiştir. Hz. Yunus halkını uzun zaman dine dâvet ettiği halde onlar kabul etmemiş, kendilerini tehdit ettiği azap da gecikmişti. Muhtemelen tövbe etmeleri sebebiyle azap geciktirilmişti, fakat o bunu bilmiyordu. Daha tutarlı bir izah şöyledir: Yunus (a.s.) azabın vaadesi geldi, diye başka bir yere sığınmak istedi. Bunda mahzur yoktu, fakat Allah’tan izin gelmeden yerinden ayrılması, onun için en güzel tutum değildi.
Böyle bir halet-i ruhiye ile şehirden ayrılıp gemiye bindi. Fırtına gemiyi tehlikeye sokunca, kendi hatasının buna sebep olduğunu söyledi. Gemiciler onu denize attılar. Onu yutan balık üç gün sonra sahile bıraktı. Şehre gelip tebliğe devam etti. Belirlenen sürenin dolmasından hemen önce şehir halkı dönüş yapıp iman ettiler. Bu kıssada ana fikir, tövbenin af sebebi olduğunu bildirmektir. Tevrata göre şehir Ninova’dır. Yunus Kudüs tarafında idi. Kıral Hezekiel onun Ninova’ya gitmesini istemiş, o da gitmeyip gemiye binmişti. Çıkınca Ninova’ya gitti. İkinci ihtimal: Yunus Ninova’da iken oradan ayrılıp denize açılmıştı. Doğruyu Allah bilir.
88 – Onun da duasını kabul buyurduk ve o sıkıntıdan kurtardık. İşte Biz müminleri böyle kurtarırız.
89 – Zekeriyyayı da an. Hani o: “Ya Rabbî, beni evlatsız, tek başıma bırakma ki bana vâris olsun. Bununla beraber iyi biliyorum ki, herkes fanidir herkesten sonra baki kalan, bütün vârislerin en iyisi olan Sensin Sen!”
90 – Onun da duasını kabul buyurduk. Ona Yahyayı armağan ettik. Bunun için de eşini çocuk doğurmaya elverişli hale getirdik. Doğrusu onlar hayırlı işlere koşuşur, iyilikte yarışır, hem ümit, hem endişe içinde Bize yakarırlardı. Gerçekten Bize derin bir saygı gösterirlerdi.
91 – İffet ve namusunu gerektiği gibi koruyan Meryemi de an.
Biz ona rûhumuzdan üfledik,
hem onu, hem oğlunu cümle alem için bir ibret yaptık. [15,29; 32,9; 66,12; 16,66]
92 – İşte sizin bu dininiz bir tek dindir. Rabbiniz de Ben’im. Öyle ise yalnız Bana ibadet edin. [23,51-52; 5,48]
93 – Ama insanlar aralarındaki bu birliği param parça ettiler.
Fakat sonunda yine Bize dönecekler.
Birliği bozup paramparça olmalarından Cenab-ı Allah razı olmadığından onlara hitab etmekten vazgeçip üslûbu değiştiriyor.
94 – Bu durumda artık kim mümin olarak makbul ve güzel işler yaparsa onun gayretleri inkâr edilmez, yaptıkları makbul olur.
Biz bütün gayretlerini onun hesabına yazıp geçirmekteyiz. [18,30]
95 – İmha ettiğimiz bir memleket halkının, mahşerde huzurumuza gelmemesi mümkün değildir.
Yok edilmeye müstehak olan bir ülke halkının yaşaması, veya dünyaya dönmesi veya yok olma noktasına geldikten sonra pişmanlık duyarak tövbe edip dönüş yapması mümkün değildir, mânaları da verilmiştir.
Allah’ın bir topluma, geçici bazı sapıklıklarından dolayı değil, kötülüklerde ısrar ve inad etmesi sebebiyle gazab ettiğini ifade eder.
96-97 – Nihayet Ye’cüc ve Me’cücün sedleri açılıp her tepeden dünyaya akın etmeye başladıkları,
doğru vaadin vaktinin yaklaştığı sıra,
işte o zaman, kâfirlerin gözleri birden donakalır.
“Eyvah, bizlere, biz bundan tam bir gaflet içinde idik,
daha doğrusu kendimize zulmettik!” diyecekler.
98 – “Hem siz, hem de Allah’tan başka taptığınız tanrılar,
hepiniz cehennem odunusunuz,
siz hep beraber cehenneme gireceksiniz.”
99 – Eğer onlar gerçekten tanrı olsalardı oraya girmezlerdi.
Ama hepsi orada ebedî olarak kalacaklardır. [66,6]
100 – Onlar orada inim inim inleyecekler, kendilerini sevindirecek hiçbir haber de işitmeyeceklerdir.
101 – Ama kendileri hakkında Bizden ebedî mutluluk takdir edilmiş olanlar, cehennemden uzak tutulacaklardır.[11,106]
102 – Onlar cehennemin hışırtısını bile işitmeyecek, canlarının çektiği nimetler içinde ebedî kalacaklardır. [10,26; 55,60]
103 – O en büyük dehşet (Sûra ikinci üfleyiş) dahi onları tasalandırmaz.
Melekler onları: “İşte size vaad olunan gün bugündür!” diye karşılarlar.
104 – Gün gelir, gök sahifesini, tıpkı kâtibin yazdığı kağıdı dürüp rulo yapması gibi düreriz.
Biz ilkin yaratmaya nasıl başladıysak diriltmeyi de Biz gerçekleştiririz.
Bu, üzerimize aldığımız bir vaaddir. Bunu gerçekleştirecek olan da Biziz.
Kur’ân’ın nazil olduğu ortamda yazı rulo yapılan bir kağıda yazılıyordu. Şimdiki tarzda kitap (mushaf) burada söz konusu değildir. Açılan rulo yazılıp işi bittikten sonra kâtip tarafından anında rulo haline getirilirdi.
105 – Şu kesindir ki Biz Zikrden (Tevrattan) sonra Zeburda da: “Dünyaya salih kullarım varis olacaklar. Dünya onlara kalacak” diye yazmışızdır. [4,163; 17,55; 39,67] {KM, Mezmurlar 37,29; Matta 5,4}
Cenab-ı Allah, Sûre boyunca naklettiği peygamber kıssalarında hükmeden ilahî bir kanuna dikkat çekerek, sûreyi hitama erdiriyor. Demek genel insanlık
içinde Kitap ehli, Kitaba bağlı olmayanlara galip gelmiştir. Sonra yine Kitaba tâbi olan İsrailoğulları, daha sonra Hz. Îsâ’ya bağlı olanlar, daha sonra da müslümanlar öncülüğü almışlardır. Liyakatlerini ispatladıkları müddetçe müslümanlar yine üstün geleceklerdir. Zeburda olduğu gibi (Mezmurlar, 37, 29) Allah Kur’ân’da da bildiriyor ki dünyanın varisliği, tevhide bağlı, şirkten ve tefrikadan uzak olup en güzel ve sağlam işler işleyen kullara aittir (Elmalılı M.Hamdi Yazır).
106 – Bu Kur’ân’da da elbette Allah’a ibadet eden kimseler için bir mesaj vardır. [7,128; 40, 51; 24,55]
107 – İşte bunun içindir ki ey Resulüm, Biz seni bütün insanlar için sırf bir rahmet vesilesi olman için gönderdik.
Âlemler yerine insanlar demekten maksadımız, birçok müfessir gibi, mânayı insanlar üzerinde yoğunlaştırmaktır. Zira Türkçede kullanışımızda âlem denince insan o geniş mekanda, geri plana itilmektedir.
Cenab-ı Allah bütün âlemlere, özellikle akıl sahibi varlıklara merhametinden dolayı Hz. Peygamber (a.s.)ı göndermiştir. O öyle kapsamlı bir rahmettir ki bütün akıl sahiplerine iyilik ve kurtuluş yolunu göstermekte, gerek dünyada gerek âhirette mutluluk vesilelerini öğretmektedir. Öyle ki onun getirdiği bir çok prensibi, dinine inanmayanlar bile benimseyip uygulamakta, dünyevi yönden yararlanmaktadırlar.
108 – De ki: “Bana yalnız ve yalnız şu gerçek vahyolunuyor “Sizin ilahınız tek İlahtır. Hâla mı O’na teslim olmayacaksınız?” [14,28-29; 41,44; 2,185]
109 – Yine de yüz çevirirlerse de ki: “İşte sizin hepinizi de tam eşit şekilde hakka çağırdım. Artık tehdit olunduğunuz o kıyamet gününün yakın mı uzak mı olduğunu bilemem.”
110 – Şüphesiz ki Allah sözün açık olanını da, gizli olanını da bilir. Hem sizin gizlediğiniz, şeyleri de bilir.
111 – “Ne bileyim, belki de bu mühlet sizin için bir imtihandır ve hayattan biraz daha yararlandırma için yapılan bir ertelemedir.”
112 – Resulullah sonunda şöyle dedi: “Ya Rabbî, adaletle hükmünü ver! Rabbimiz rahmandır, sizin bunca isnad ve iftiralarınıza karşı yegâne müsteandır.”
Kâfirler İslâm’ın köpük gibi sönüp gitmesini gözlüyorlardı. Onların bu beklentilerine, bu isnadlarına karşı Resulullah Efendimiz Cenab-ı Allah’ın yardımını ümitle bekliyordu.
Muhtemel ikinci mânaya göre kâfirler Kur’ân hakkında iftiralarda bulunarak “şiir, büyü, efsane” diyorlardı. Hz. Peygamber onların bu iftiralarına karşı Kur’ân’ı galip kılması için Allah’a yöneliyordu. İslâm aleyhinde, benzeri propagandalara mâruz kalan müminlerin yapacakları niyaz bu olmalıdır. Müsteân: “Kendisinden yardım istenilen” demektir.
22 – HAC SÛRESİ
78 âyet olup ekseriyetin kanaatine göre, Medinede inmiştir. Fakat nüzulünün Mekkede devam ettiğine katılmayan yok gibidir. Mekkede başlayıp Medine’de indiğini kabul edenler 19 – 24 kısmının Medine döneminde nazil olduğunu kabul ederler.
Bir önceki Enbiya sûresinin sonunda kıyametin dehşetine değinilmiş ve müminlerin, kâfirlere musallat edileceği ima edilmişti. Bu sûre ise önce kıyamet hallerini bildirmekte sonunda ise müşriklerle savaşma izni vermektedir. Hac sûresi, şu üç topluluğa hitap etmektedir. 1.Mekkeli müşriklerin inançlarındaki çelişkiler belirtilmiş, şirkte ısrar etmeleri halinde feci bir akıbetin kendilerini beklediği bildirilmiştir. 2.Tevhide inanmış, fakat tehlikeye girmek istemeyen kararsız müminler tenkid edilmiş, Allah rızasını ve cenneti kazanmanın ucuz olmadığı anlatılmıştır. 3. Müminlere cihad izni verilmiş ve hakimiyet elde etmeleri halinde haiz olmaları gereken vasıflar bildirilmiştir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1 – Ey İnsanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Gerçekten kıyamet saatinin depremi müthiş bir olaydır. [99,1-2; 69,14-15; 56,4,6; 33,11]
2 – Onu göreceğiniz gün… Çocuğunu emziren anne, dehşetten çocuğunu unutup terkeder. Hâmile olan her kadın çocuğunu düşürür. İnsanları sarhoş olmuş görürsün, halbuki gerçekte onlar sarhoş değildirler. Fakat Allah’ın azabı pek çetindir.
3 – Öyle insanlar vardır ki, hiç bir bilgiye dayanmaksızın Allah hakkında tartışıp durur, her azgın ve hayâsız şeytanın peşine takılır.
Hak din dışındaki inanç grupları Allah’ın dini hakkında çeşitli iddialar ileri sürerler. “Melekler Allah’ın kızlarıdır”, “Kur’ân geçmiş insanların düzmesidir”, “Çürümüş toz toprak olmuş insanlar diriltilemez” gibi. Hülasa âyet din konusunda, heva ve hevesine uyarak cahilce tartışma yapan herkesi kapsar.
Kendisine tâbi olanları din dışına çıkmaya çağıran insan şeytanları, kâfir reisler yahut İblis ve askerleri kasdedilmiş olabilir.
4 – O şeytan ki alnında âdeta şöyle yazılmış. “Bu, kendisini dost edineni yoldan çıkarır ve doğru alevli ateşe sürükler”
5 – Ey insanlar! Eğer siz öldükten sonra dirilmekten şüphe ediyorsanız, bilin ki: Biz sizi ilkin topraktan, sonra bir nutfeden, sonra bir yapışkan hücreden, sonra esas unsurlarıyla hilkati tamamlanmış, ama bütün azalarıyla henüz tamamlanmamış bir çiğnem et görünümünde bir ceninden yarattık ki, kudretimizi size açıkça gösterelim. Dilediğimizi belli bir süreye kadar ana rahminde durdururuz. Sonra da sizi bir bebek olarak dünyaya çıkarırız. Sonra güç kuvvet kazanıncaya kadar sizi büyütürüz. İçinizden kimi henüz çocukken öldürülür, kimi de yaşamın en düşkün biçimine götürülür. Öyle ki daha önce bildiği şeyleri bilmez hale gelir.
Yeri de kupkuru görürsün, ama oraya Biz su indirince çok geçmeden kıpırdanır, kabarır da gözü gönlü açan her güzel çiftten nice nebat bitirir. (16,70; 23,13.14; 30,54; )
İnsanların aslı, atası olan Hz. Adem topraktan yaratıldığı için “sizi topraktan yarattık” buyuruldu. Ayrıca her insanın bedeninin toprakta bulunan elementlerden teşkil edildiği de kasdedilmiş olabilir.
Bu âyet insanın ana karnında şu safhalardan geçtiğini bildirmektedir. 1. Sperma (nutfe) 2. Alaka: Asılıp tutunan, sülük gibi bir yere yapışan şey demek olup aşılanmış yumurtanın rahim cidarına tutunmasını ifade eder. 3. Muhallaka ve gayr-i muhallaka: Mütenasip olan hem de mütenasip olmayan bir çiğnem etten, yani uzuvları zaman içinde oluşan canlı, yani embriyo safhası. [23,14] âyeti bunlara ilaveten son olarak iskelet ve iskelete et giydirme, sonra da bir başka yaratılış verme safhalarını da ilave eder. Bu anlatım karşısında, son yüzyılda yaşayan bilim adamları hayret ve hayranlık duymuşlardır. Zira daha 18. ve 19. asırda bile Avrupada eski hürafeler, bilim çevrelerini bile etkiliyordu. Oysa Kur’ân’ın bu anlatımını, ilerleyen Anatomi ilmi günümüzde kesin olarak tesbit etmiştir (M. Bucaille, Kur’ân ve Bilim, s. 300 – 304; Prof. Dr. Keith Moore, The Developing Human, (With İslamic Additions) Toronto, London, Tokyo, Philadelphiaets. 1983. Bu kitap, tamamen bu konu ile ilgilidir).
6 – Bütün bunlar böyle cereyan etmektedir.
Çünkü Allah hakkın, gerçeğin ta kendisidir
ve çünkü ölüleri dirilten de O’dur. Her şeye hakkıyla kadir olan da O’dur. [41,39; 36,82]
el-Hakk: Allah’ın güzel isimlerinden olup mânası: “Varlığı ve ilahlığı kesin olan, hakkı ve gerçeği izhar eden, son derece âdil, vaadinde doğru olan” demektir. İlah kavramı felsefi bir tasavvur olmayıp kudreti, iradesi, hikmeti ile her şeyi yöneten bir Fail-i muhtardır el-Hak ismi bu mânayı ifade eder.
7 – Ve şunu da bilin ki o kıyamet saati kesinlikle gelecek ve Allah kabirlerde olanları diriltecektir. [36,78-80; 51]
8 – Hal böyleyken öyle insanlar vardır ki hiç bir bilgiye, hiç bir delile ve hiç bir aydınlatıcı kitaba dayanmaksızın Allah hakkında tartışır durur. [38-39; 4,61; 63,5; 31,20]
9 – Allah yolundan saptırmak için kibirle kabararak tartışmasını sürdürür.
Onun hakkı dünyada bir rüsvaylık olduğu gibi, kıyamet günü de ona can yakıcı azap tattıracağız.
Bu âyetlerde, ilmin başlıca üç vesilesi önem kazanır: 1. Vahiy (aydınlatıcı bir kitap) 2. İlim, yani direkt olarak gözlem ve deney sonucu kazanılan bilgi. 3. Gerçeği bildiren rehber.
10 – O vakit kendisine: “İşte bu, dünyada işlediklerinin cezasıdır. Yoksa Allah kullarına en ufak bir haksızlık bile yapmaz” denilir. [44,47-50]
11 – Öyle insanlar vardır ki Allah’a, sırf bir hesaba binaen,
imanla küfrün arasında bir yerde ibadet eder. Şayet umduğu faydayı elde ederse onunla huzur bulup sevinir, eğer bir sıkıntı ve imtihana mâruz kalırsa yüzüstü dönüverir.
Dünyayı da âhireti de kaybeder. İşte besbelli olan hüsran budur.
Bu âyet dine tam bir güvenle değil de, kuşkulu ve menfaatine bağlı olarak pamuk ipliği ile bağlananları temsilî olarak anlatır. Bunlar ordunun bir kıyısında durur gibidirler. Ganimet elde edilirse işin içine dalarlar, tehlike belirir belirmez kaçarlar.
12 – Allah’tan başka, kendisine ne zarar ne de yarar sağlamayacak şeylere yalvarır. İşte besbelli sapıklık budur.
13 – Hatta bazan da kendisine zararı yararından çok olacak kimselere yalvarıp yakarır.
Ne kötü bir efendi, ne fena bir yandaştır o!
14 – Gerçek şu ki: Allah iman edip makbul ve güzel işler işleyenleri, zemininden ırmaklar akan cennetine yerleştirecektir. Elbette Allah dilediğini yapar.
15 – Kim Allah’ın, Resulünü dünyada ve âhirette desteklemeyeceğini zannederse, haydi öfkesinden bir ip alıp tavandan uzatsın, boğazından geçirsin. Sonra nefesini kessin de bir baksın, bulduğu bu tedbiri, bu çırpınışları öfke duyduğu şeyi, Allah’ın Resulüne yardımını engelleyecek mi?
Dine karşı olan, Hz. Peygamberin dininin yücelmesini bir türlü çekemez, kıskanır. Oysa Allah’ın Peygamberine yardımı o derece kesindir ki, o düşmanın yapacağı tek şey, kahrından kendini boğmaktır. Kendini asmakla beraber, âhiretten bakabilirse baksın bakalım: Din galip gelmesin diye başvurduğu bu çare, Allah’ın dinine yardımına sanki mani olacak mı olmayacak mı?
16 – İşte Biz Kur’ân’ı, böyle açık âyetler halinde indirdik. Gerçek şu ki Allah, dilediği kimseyi doğru yola iletir.
17 – (Kâmil ve makbul şekliyle) iman edenler, Yahudiler, Sâbiîler, Hıristiyanlar, Mecûsiler ve Müşrikler… Allah kıyamet günkü büyük duruşmada onlar arasındaki kesin hükmünü verecektir. Çünkü Allah her şeye hakkıyla şahittir. [2,62; 5,69]
Bu âyette altı din sayılmış olup yalnız birincisine iman vasfı verilmiştir. Ötekilerinde de şirk bulaşığı olmakla birlikte yalnız altıncı grubun müşrik olarak nitelendirilmesi, sırf şirk inancı olup tevhidin tam karşısında olması sebebiyledir. Hıristiyanlar, Mecûsiler, Sâbiîler Allah’tan başka varlıklara da tanrısal nitelikler yakıştırsalar da bu varlıkları esasta tek Tanrının tecessümü gördüklerinden kendilerinin Tek Tanrıya ibadet ettiklerini düşünmektedirler.
Kur’ân, Yahudilerden şirke düşen bir gruptan bahseder. Bu hepsini kapsamasa da, tek tanrıcılığa bağlı olmakla birlikte dini kendi ırklarına tahsis etmeleri, âhiret inancını reddetmeleri gibi sebeplerle Hz. Mûsâ’nın dininden uzaklaşmış olmaları sebebiyle hak din dışında sayılmışlardır. Sâbiîler: merkezleri Harran’da olup Kuzey Irakta yerleşmiş, kendilerinin Hz. Yahya (a.s.)’a mensup olduklarını söyleyen cemaat yahut Şit ve İdris (a.s.)’a mensup olduklarını söyleyip “unsurlar gezegenler, gezegenler de melekler tarafından yönetilir” deyip yıldızlara ibadet eden topluluktur. Mecusîler ise biri hayır, diğeri şer tanrısı olarak iki ilaha inanırlar. Aslında Yezdan tek İlah olup, Ehriman dünyadaki zahiri şerlerin izahı için geliştirilmiş görünüyor.
18 – Bilmez misin ki göklerde ve yerde bulunan kimseler, hatta güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar bütün canlılar ve insanların da birçoğu Allah’ın yüceliğine secde ediyorlar.
İnsanların çoğu hakkında ise azap hükmü kesinleşmiştir. Allah’ın zelil kıldığını aziz edecek kuvvet yoktur. Şüphesiz ki Allah ne dilerse yapar. [16,48; 17,44; 41,38]
Rü’yet burada bilmek anlamındadır. Mâlumun son derece zahir olduğunu belirtmek için “görmek” tabiri kullanılmıştır.
Âyetin esas maksadı, bütün kâinatın Allah’a inkiyad secdesi halinde olduğunu, yani O’na tam boyun eğdiklerini bildirmektir. O’nun hükümranlığı, isteseler de istemeseler de insanları da kapsamaktadır. Zira inanmayan insanlar da O’nun koyduğu hayat kanunlarına tam boyun eğmektedirler. Âyetin baş tarafında “yerde bulunan kimseler” in secdelerinden maksat, ihtiyarî olmayan bir itaat secdesidir.” İnsanların çoğunun secdesi” nden maksat ise, müminlerin yaptıkları ihtiyarî ibadet olup mükâfatı gerektiren de bu tarzda olan itaattir.
19-21 – Şu iki hasım takım, Rab’leri hakkında çekişip durmaktalar.
Dini inkâr edenlere ateşten elbiseler biçilmiştir. Başlarının üstünden kaynar sular dökülür.
Öyle ki onunla içlerinde olan her şey, bütün organları, hatta derileri bile eritilir. Bir de bunlara demirden topuzlar vardır.
22 – Bunalmaları sebebiyle, her ne vakit cehennemden çıkmak isterlerse, gerisin geriye oraya itilirler ve kendilerine:
“Çıkmak yok! İster istemez, bu yakıcı azabı sonuna kadar tadacaksınız!” denir.
23 – İman edip makbul ve güzel işler yapanları ise Allah, içinden ırmaklar akan cennetlere yerleştirecektir.
Orada altın bilezikler ve incilerle bezenirler. Orada giyim kuşamları da ipekten olacak.
Kırallar ve zenginler altın ve kıymetli taşlardan yapılmış zinetler takınırlardı. Bu âyet, bu tasvirle, cennetliklere verilecek büyük ödülü, insanlara anlatma gayesine yöneliktir.
24 – Çünkü onlara sözlerin en güzelini söylemek nasib edilmiş, bütün güzel övgülere lâyık olan Allah’ın yoluna hidâyet edilmişlerdir. [14,23; 13,23-24]
“En güzel söz” kelime-i şehadettir. Yahut: “Hamd, bize yaptığı vaadi gerçekleştiren Allah’a mahsustur” sözüdür.
25 – Kendileri dini inkâr edenler, üstelik insanları Allahın yolundan ve gerek şehirli, gerek taşralı bütün insanlara müsavi olmak üzere kıble ve ibadet yeri yaptığımız Mescid-i Haramdan engelleyip uzaklaştıranlar bilsinler ki kim orada böyle zulüm ile haktan ve adaletten sapmak isterse ona can yakıcı bir azap tattırırız. [8,34]
Mekke’de arazi ve ev satmanın hükmü, keza evleri, kiraya vermenin hükmü, bu âyet vesilesi ile fakîhler arasında farklı içtihadlara konu teşkîl etmiştir. İmam Ebû Hanife gibi bazı imamlar, hac mevsiminde kiralamayı mekruh saymışlardır. Evinde yer olan Mekkelilerin, hacıları misafir etmesi gerektiğini söylemişlerdir. Tafsilat için tefsirlere ve fıkıh kitaplarına bakılabilir.
26-28 – Zira Biz vaktiyle İbrâhim’e Beytullahın yerini belirlediğimiz zaman: “Sakın Bana hiç bir şeyi ortak koşma ve Ben’im Mâbedimi tavaf ederken, kıyamda, rükûda veya secdede olarak ibadet edenler için tertemiz tut!” Hem bütün insanları hacca dâvet et ki gerek yaya, gerek uzak yollardan gelen yorgun argın develer üzerinde sana gelsinler. Gelsinler de bunun kendilerine sağlayacağı çeşitli faydaları görsünler ve Allah’ın kendilerine rızk olarak verdiği kurbanlık hayvanları, belirli günlerde Allah’ın adını anarak kurban etsinler. Siz de onların etinden hem kendiniz yeyin, hem de yoksula ve fakire yedirin. [3,96-97; 2,127; 2,198; 6,143] {KM, Levililer 1, 9.13.17}
Hac veya umre niyetiyle mîkatlarla belirlenen Hareme yani kutsal bölgeye ihramsız girilmesi haramdır. Fakat Kâbeyi ziyaret gayesiyle gelmeyenler hakkında farklı görüşler vardır. Ebû Hanife’ye göre mîkat sınırları içinde oturanlar Mekke’yi ihramsız ziyaret edebilir. Fakat dışardan gelenler ihramsız giremezler.
Kurban kesilecek günler, eyyam-ı nahr denilen Zilhicce ayının 10, 11 ve 12. (kurban bayramının 1, 2 ve 3.) günleridir. Haccın dünyevi faydaları: Hacıların kendi şehirlerini temsilen, dünyanın diğer yörelerinden gelen temsilcileri ile birlikte Rabbülalemin’e yaptıkları küllî ibadet, orada yaşadıkları küçük bir mahşer uygulaması, dünyadaki servet, nüfuz, asalet vb. bütün ayrıcalıkların silinip bütün insanların Allah huzurundaki eşitliklerinin tescili ve dünya çapında çarpıcı bir şekilde gösterilmesi, hacının kalbinde ve şuurunda meydana gelen güzel duygular, ahlâkının daha da güzelleşmesi yönünde aldığı etkiler, dünyanın en ücra yerlerinden gelmiş müminlerle yaptıkları temas ve görüşmeler gibi faydalarıdır. Uhrevî faydalar Allah’ın rızasına ve cennetine nail olmalarıdır. Hac sırasında kesilen kurbanın etinden yemek mendup, muhtaçlara vermek ise vaciptir. Ebû Hanife’ye göre ise hem yemek hem vermek caiz, fakat vacip değildir. Emir sîgası her zaman vücup ifade etmez. “Fakiri doyurun” emri, zenginlere verilmeyeceği mânasına gelmez. Zira ashab kurban etini zengin, fakir komşu ve akrabalarına da verirlerdi. Cahiliyede kişinin kendi kurbanından yemesi yasaktı. Onun için kurban kesenin biraz yemesi mendubtur.
29 – Bundan sonra saçlarını, tırnaklarını kesip üst başlarındaki kirleri gidersinler ve diğer hac görevlerini yerine getirsinler, dünyanın bu en kıdemli mâbedini bir kere daha tavaf etsinler.
Kâbe hakkında atîk sıfatı: 1.Eski, kidemli, 2.Başkasının hâkimiyetinden uzak, 3.Şerefli ve hürmet edilen, demektir.
30 – İşte durum bundan ibaret. Artık kim Allah’ın hürmet edilmesini emrettiği şeyleri tazim ederse bu, Rabbinin nezdinde kendisi için sırf hayırdır. Yenilmesi haram kılınanlar dışında, bütün davarlar size helâl edilmiştir. O halde Allah’ın yasakladığı her şeyden, özellikle pis putlardan ve yalan sözden kaçının. [7,33; 6,145; 16,115]
Hz. Peygamber (a.s.m): “Yalan yere şahitlik etmek, Allah’a şirk koşmak gibidir” buyurmuştur. Yalancı şahitler, fakîhlere göre halkın önünde yargılanıp, gerekirse cezalandırılırlar. Günümüzde bu gaye, yalancı şahidi basın yolu ile ilan etmek tarzında gerçekleştirilebilir.
31 – Allah’a ortak tanımayan halis muvahhidlerden olun. Çünkü bilin ki Allah’a şirk koşan kimse, gökten düşüveren ve kuşların didik didik edip kapıştığı birine yahut rüzgârın uzak ve ıssız bir yere savurduğu kimseye benzer. [6,71]
32 – Bu böyledir. Artık kim Allah’ın şeairini tazim ederse, şüphe yok ki bu, kalplerin takvâsındandır.
Allah’ın şeairi, O’nun, kendisine ibadete vesile olmak üzere haklarında saygı göstermeye, kulluk vazifelerini onlar vesilesiyle yapmaya insanları dâvet ettiği eserlerdir. Bunlara gösterilen saygı da, onlar hakkında gösterilen kusur da, Allah’a karşı yapılmış sayılır. Onlar müminlerin varlıklarıyla öyle kaynaşmışlardır ki kalplerini kesip parçalamadıkça kendilerinden ayrılmazlar: Kur’ân, Kâbe, Peygamber, namaz, ezan gibi.
33 – O kurbanlıklarda belirli bir süreye kadar sizin çeşitli menfaatleriniz vardır. Sonra varacakları yer, o en kıdemli mâbedde son bulur. [5,2-97; 48,25]
34 – Biz her ümmete kurban ibadeti koyduk ki
Allah’ın kendilerine erzak olarak verdiği hayvanları keserken Allah’ın adını ansınlar.
Şunu unutmayın ki hepinizin ilahı bir tek İlahtır.
Öyleyse yalnız O’na teslim olun. Sen ey Resulüm: O alçak gönüllü, samimi ve ihlaslı olanları müjdele! [21,25]
Bu âyet kurban keserken besmele çekmenin vacib olduğuna delildir. Kurban sadece hacılara değil, bütün müslümanların ittifakiyle müslüman olan herkese şamildir. Fark sadece bazı müçtehidlerin vacip görmeyip, müekked sünnet saymalarındadır.
35 – Onlar ki; yanlarında Allah anıldığında kalpleri saygı ile ürperir. Başlarına gelen dertlere sabrederler. Namazlarını hakkıyla ifa eder, Allah’ın kendilerine nasib ettiği nimetlerden, Onun rızasında harcayıp dururlar.
36 – Biz kurbanlık büyükbaş hayvanları da sizin hakkınızda Allah’ın dininin şeâirinden kıldık.
Onlarda sizin için hayır vardır.
Onlar boğazlanmak üzere saf halinde dururken onları kestiğiniz zaman Allah’ın adını anın.
Yanı üstü yere yıkılınca da onlardan hem siz yeyin, hem kanaat gösterip istemeyene, hem de isteyen fakire yedirin. İşte böylece onları size âmâde kıldık ki şükredesiniz. [5,2; 22,28; 36,71-73]
37 – Fakat unutmayın ki ne onların etleri, ne de kanları asla Allah’a ulaşacak değildir.
Lâkin Ona ulaşan tek şey, kalblerinizde beslediğiniz takvâdır, Allah saygısıdır.
O bu hayvanları size âmâde kıldı ki, sizi doğru yola eriştirdiği için O’nun yüceliğini ilan edesiniz. Öyleyse güzel davrananları müjdele! {KM, Levililer 1,9.13.17; Amos 5,22-24}
İbadetlerin, hayır ve hasenatın kabulünün başta gelen şartı ihlastır. Allah’ın rızasını gözetmek gerekir. Zira bunların mükâfatını vermek yalnız Allah’ın yetkisindedir. O halde sadece Onu razı etmeye çalışmalıdır. “İşlerin kıymeti ancak niyetlere göredir. Herkesin niyet ve maksadı ne ise, eline geçecek olan da odur.” hadis-i şerifi de bu gerçeği beyan etmektedir.
Âyetteki tasvir ise kanların ve etlerin Allah’a yükselmeyeceği imajı ile, kurbanın gayesini küçük çocuklara bile mükemmel tarzda anlatmaktadır.
38 – Muhakkak ki Allah iman edenleri koruyup müdafaa eder. Çünkü Allah hain ve nankör olan hiçbir kimseyi sevmez.
39 – Kendilerine savaş açılan müminlere, savaşmaları için izin verildi.
Çünkü onlar zulme mâruz kaldılar.
Allah onlara zafer vermeye elbette kadirdir. [39,36; 65,3; 9,14-16; 3,142; 47,31]
Cihada ait emirler şöyle bir sıra dahilinde olmuştur: Hz. Peygamber (a.s.) tebliğ görevini yürütürken ilkin müşriklerden yüz çevirmesi emredildi [15,94]. Sonra güzel mücadele, tatlı münakaşa talimatı verildi [16,125]. Derken bu âyetle zulme karşı savunma savaşına izin verildi. Bundan sonra da düşmanların hücum ve taarruzları şartına bağlı olarak mukabele etme emri verildi.
Daha sonra hürmetli aylar (eşhur-i hurum) geçmek şartıyla cihad kabul edildi [9,5].
En nihayet mutlak surette cihad farz kılındı. (Reddu’l-Muhtar’dan.)
40 – O müminler ki tamamen haksız yere, sırf “Rabbimiz Allah’tır” dediklerinden ötürü yerlerinden yurtlarından kovulmuşlardı.
Eğer Allah insanların bir kısmının zararını diğer bir kısmı ile savmasaydı mânastırlar, kiliseler, havralar ve Allah’ın adının çok anıldığı mescidler yıkılır giderdi.
Dinine yardım edene Allah da elbette yardım edecektir. Muhakkak ki Allah pek kuvvetlidir, mutlak galiptir. [60,1; 85,15; 47,7-8; 37, 171-173; 58,21]
41 – Onlar öyle mükemmel insanlardır ki şayet kendilerine dünyada hâkimiyet nasib edersek namazlarını hakkıyla ifa eder, zekâtlarını verir, iyi ve meşrû olanı yayar, kötülüğü önlerler.
Bütün işlerin âkıbeti elbette Allah’a aittir.
Bu âyet, özellikle iktidarı ellerinde bulunduran müslümanların yaşayışlarında intizam ve istikametin gerekliliğini ifade etmektedir. Namaz ve zekât görevlerinin hemen ardından iyiliği yayma, kötülükleri önleme görevine yer verilmesi, toplumun ahlâk ve nizamını koruyup geliştiren yöneticilerin üstün değerlerini ifade etmektedir.
42-44 – Eğer onlar seni yalancı sayıyorlarsa sen bil ki
onlardan önce Nuh, Âd ve Semûd halkı da,
İbrâhim’in halkı da, Lut’un halkı da, Medyen ahalisi de resulleri yalanlamışlardı.
Mûsâ da yalancı sayılmıştı. Ben de şöyle yaptım: Her seferinde inkârcılara mühlet verdim. Sonra da tuttuğum gibi işlerini bitirdim.
Onların inkârına mukabil nasıl olurmuş Benim inkârım, cümle âlem görüp bildi!
Yalnız Hz. Mûsâ (a.s.) hakkında meçhul (edilgen) fiil kullanılması, yalancı sayanların kendi milleti değil de, başkaları olduğu içindir. Onu kıbtiler tekzip etmişlerdi. “Benim inkârım, yani nimeti mihnete, hayatı helâke, imar ve bayındırlığı harabeye dönüştürmem nasıl olurmuş!” anlamınadır.
45 – Halkı zulümde artık onmaz derecede ileri gitmiş nice şehirleri yok ettik!
Öyle ki şimdi hepsinin yerinde yeller esiyor: Üstü altına gelmiş binalar, körelmiş kuyular, kurumuş çeşmeler, yerle bir olmuş muhteşem saraylar… [11,102; 21,11]
46 – Peki bu inkârcılar biraz olsun dünyayı gezip dolaşmazlar mı ki,
hiç değilse bu sayede düşünüp duygulanacak gönüllere,
gerçeğin sesini işitecek kulaklara sahip olsunlar.
Ne var ki onlarda kör olan, gözler değil, asıl kör olan sinelerindeki gönüller!
Bu âyet geçmiş nesilleri, tarihî, maziden kalan harabeleri inceleyerek ibret almaya, basiretlerini işletip, dünyadaki gerçek vazifelerini yapmaya, onların hatalarını tekrar etmemeye teşvik etmektedir.
47 – Onlar senden o tehdit edildikleri azabı, çarçabuk getirmeni isterler. Telaşa kapılmasınlar, Allah vaadinden asla dönmez.
Bilin ki Rabbinizin ölçüsüyle bir gün sizin hesabınıza göre bin yıl gibidir. [32,5] {KM, Mezmurlar 15,4; II Pier 3,8}
Azabı çarçabuk isterler. Ama Allah dilediği vakit gönderir, isterse geciksin. Zira Allah sabûrdur, halîmdir: Cezalandırmada acele etmez. Nitekim bu tehdidini ilk defa ancak Bedirde gerçekleştirmiştir. Âyet ayrıca zamanın izafî olduğunu bildirmektedir.
48 – Zulümde aşırı giden nice memleket vardı ki Ben onlara önce mühlet verip sonra da tuttuğum gibi işlerini bitirdim! Herkesin dönüşü ancak Banadır.
49 – De ki: “Ey insanlar! Benim görevim sırf bir uyarıcı olmaktan ibarettir.
50 – İman edip makbul ve güzel işler yapanlara bir mağfiret ve çok değerli bir rızık vardır.
51 – Âyetlerimizi akılları sıra etkisiz bırakmak için çabalayıp duranlar ise, cehennemlik olanların ta kendileridir.
52 – Senden önce hiç bir resul veya nebî göndermedik ki, halkının hidâyetini umarak gayret gösterdiğinde,
Şeytan onun temennisi hakkında bir vesvese vermek, ümidini kırmak istemesin.
Ama Allah, Şeytanın attığı o vesveseyi giderir,
sonra da âyetlerini sapasağlam, muhkem kılar.
Zira Allah alîmdir, hakîmdir (herşeyi hakkıyla bilir, tam hüküm ve hikmet sahibidir).
Âyette geçen “temennâ” fiilinin ilk ve meşhur anlamı “arzu ve temenni etmek, ummak” dır. Bu kökten “ümniyye” ise isim olarak temenni edilen şey mânasına gelir. Âyette her iki kelime de bu mânalarda kullanılmışlardır. Her peygamber gibi Hz. Peygamber (a.s.) da halkının hidâyete tâbi olup dünya ve âhiret mutluluğuna erişmelerini arzu ediyordu. Şeytan ise, Hz. Peygamberi ümitsizliğe düşürmek için, ins şeytanlarından dostlarına da onun önüne engeller koymak için vesvese veriyordu.
Risaletin başlangıcında müminler çok az ve işkenceye mâruz olunca, şeytan diğer insanlara da vesvese verip: “Bu din gerçek olsaydı, genel kabule mazhar olurdu. Demek ki Allah da bundan razı değil ki öbür taraf daha fazla” diye vesvese veriyordu. Böylece herkes bir imtihanla karşı karşıya kalıyordu.
Din, zaten aslında bir imtihandır. Mücahede ve aklî muhakeme ile batılı terkedip hakka sarılmakla insan bir değer kazanır. Şeytanın bu vesvesesine karşı, Allah, Resulünün ve müminlerin sebatlarına mükâfat olarak onları teyid edip Peygamberinin tebligatının gerçek olduğunu izhar eder. Hz. Peygamber bile ilk anda vesveseye mâruz kalsa da, “İsmet (Allah’ın risaletini koruması)” vasfı ona karşı çıkıp boşa çıkarır.
Âyetin mânası bu iken, bazıları “temennâ”nın ender kullanılan okuma mânasını almış, Necm suresi ve Garanik uydurma kıssası ile, nesh konusu ile irtibatlandırıp garip bir senaryo ortaya çıkarmışlardır ki Allah da, Resulü de Kur’ân da bundan münezzehtirler.
53 – Yine de Allah’ın bu vesveseye fırsat vermesi, şeytanın attığı vesveseyi kalplerinde bir hastalık, bir şüphe olanlar ve kalpleri katılaşanlar hakkında bir imtihan vesilesi yapmak içindir.
Gerçekten, zalimler, pek derin bir muhalefet ve düşmanlık içindedirler.
54 – Ve yine, ilimden nasibi olanların bu Kur’ân’ın senin Rabbin tarafından gönderilen gerçeğin ta kendisi olduğunu iyice anlayıp da
onu bütün kalpleriyle tasdik edip gönülden tazim ederek bağlanmaları içindir.
Elbette Allah iman edenleri dosdoğru yola, isabetli tutuma yöneltir.
55 – Dini inkâr edenler ise, son saat ansızın gelip çatıncaya veya gün doğurmayan o kısır gün kendilerine gelinceye kadar,
Kur’ân hakkında şüphe içinde kalır giderler.
Kısır gün: Ardından başka gün doğmayan gün demektir. Adeta her gün, kendinden sonra gelen günü doğuran bir ana durumundadır. Arkası gelmeyen gün ise “kısır gün” anlamındadır.
56 – O gün hâkimiyet yalnız Allah’ındır.
İnsanlar hakkındaki hükmünü verir.
İman edip makbul ve güzel işler yapanlar, Naim cennetindedirler. [25,26; 82,19]
57 – Dini inkâr edip âyetlerimizi yalan sayanlara ise zelil eden bir azap vardır. [40,6]
58 – Allah yolunda hicret edenleri,
sonra da bu uğurda öldürülenleri veya ölenleri ise
Allah pek güzel bir tarzda nimetlerine mazhar edecektir.
Allah elbette nimet verenlerin en iyisidir. [4,100; 56,88-89]
59 – O, mutlaka onları memnun olacakları yere yerleştirecektir.
Muhakkak ki Allah her şeyi hakkıyla bilir, hilim ve şefkati boldur.
60 – İşte böyle… Kim kendisine yapılan haksızlığa karşı misliyle karşılık verdikten sonra yine tecavüze uğrarsa, elbette Allah ona yardım edecektir.
Çünkü Allah afüvdür, gafurdur (affı ve mağfireti boldur).
Kur’ân, şahısların kendilerine karşı yapılan kusurları affetmenin büyük bir fazilet olduğunu bildirir (3, 134). Bunu takvâ sahibi olmanın başlıca şartlarından sayar. Fakat bu âyet, haksızlığa mâruz kalan kimsenin, isterse karşılık verme hakkını da kabul etmektedir. Yalnız bunu, kötülük edene, ettiği kadarıyla karşılık vermenin cevazı ile sınırlamış, daha fazla bir cezaya izin vermemiştir.
61 – Bu böyle… Çünkü Allah öyle sınırsız kudret sahibidir ki gâh gündüzü kısaltarak geceyi uzatır, gâh geceyi kısaltarak gündüzü uzatır ve çünkü Allah semîdir, basîrdir (her şeyi hakkıyla işitip görmektedir).
“Gecenin karanlığından gündüzün aydınlığını çıkaran Allah, Cahiliye ve inkâr karanlığından adalet aydınlığını da çıkarmaya kadirdir.” Âyette, açık olmasa da, bu mânaya bir ima sezilmektedir.
62 – Bu böyle… Çünkü Allah hakkın, gerçeğin ta kendisidir.
Müşriklerin O’ndan başka yalvardıkları tanrılar ise batılın ta kendisidir ve tam anlamıyla yüce ve büyük olan da ancak Allah’tır.
63 – Görmedin mi ki Allah gökten yağmur indirir de yer yemyeşil oluverir. Alah latiftir, habîrdir (lütfu boldur, her şeyden haberdardır). [31, 16; 27,25; 6,59; 10,61]
Latîf: Letâfet’ten “gizliliklere nüfuz eden”, lutf’dan ise “lütuf ve ihsanda bulunan” anlamına gelir. Latîf isminin tecellisiyle Allah öyle işler takdir eder ki bunlar gerçekleşip gözle görülünceye kadar, hiç kimsenin anlayamayacağı bir gizlilik ve incelikle cereyan eder.
64 – Göklerde ne var, yerde ne varsa hep O’nundur ve muhakkak ki Allah ganîdir, hamîddir (hiç bir şeye ihtiyacı yoktur, bütün övgülere lâyıktır).
65 – Görmedin mi ki Allah yerde olan her şeyi
ve kendi emriyle denizlerde yüzen gemileri, sizin hizmetinize verdi?
Yerin üstüne düşmesin diye, göğü O tutuyor.
Gök ancak O’nun izniyle düşebilir.
Çünkü Allah raûfdur, rahîmdir (insanlara karşı çok şefkatli ve merhametlidir). [45,13; 13,6; 31,30]
Bütün hayvanları, bitkileri, madenleri ve bütün varlıkları Allah insanların hizmetine vermiştir.
66 – Size hayatı veren de O’dur. Sizi müteakiben öldürecek ve tekrar diriltecek olan da Odur. Gerçekten insan pek nankördür! [2,28; 45,26; 40,11]
67 – Biz her ümmete kendi dönemlerinde uyguladıkları özel bir ibadet yolu belirledik.
Öyle ise onlar din işinde asla sana muhalefet etmesinler,
Sen insanları Rabbinin yoluna dâvet et. Çünkü sen gerçekten hakka götüren dosdoğru bir yolun üzerindesin. [2,148; 5,48; 28,87]
Onların muhalefeti mesela kurban konusunda olmuştur. Çünkü onlar “Allah’ın öldürdüğü hayvanın (yani leşin) etini yemek sizin boğazladıklarınızdan daha hayırlıdır” diyorlardı. Âyet şunu ifade eder: “Önceki peygamberler nasıl bir hayat tarzı getirdilerse, sen de öyle bir hayat tarzı getirdin. Dolayısıyla insanların, senin getirdiğin şeriata karşı çıkmaya hakları yoktur.”
68 – Eğer seninle mücadele ederlerse de ki: “Allah sizin yaptıklarınızı pek iyi bilmektedir.” [10,41; 46,8]
69 – O büyük duruşma günü, hakkında ihtilaf ettiğiniz konularda aranızdaki nihaî hükmü Allah verecektir. [42,15; 60,3; 32,25]
70 – Bilmez misin ki, Allah gökte ve yerde olan bütün şeyleri bilir?
Bunların hepsi bir kitapta mevcuttur.
Bütün bunlar Allah’a göre pek kolaydır.
71 – Müşrikler Allah’tan başka,
Onun, tanrılıklarına dair hiç bir delil göndermediği
ve kendilerinin de ibadet edilmelerinin cevazı hakkında kesin bilgi sahibi olmadıkları bir takım nesnelere ibadet ediyorlar.
İşte o zalimlerin hiç bir yardımcısı olmayacaktır. [23,117]
72 – Âyetlerimiz karşılarında açık açık birer delil olarak okunduğunda kâfirlerin yüzündeki inkârcı tavrı hemen farkedebilirsin.
Öyle ki, nerdeyse kendilerine âyetlerimizi okuyanlara saldıracak olurlar.
De ki: Sizi bundan da beter kızdıracak olan şeyi de bildireyim de görün:
“İşte cehennem! Allah onu kâfirlere vaad etmiş bulunuyor.
Ne kötü bir sondur o!” [25,66]
73 – Ey insanlar! İşte size bir misal veriliyor, ona iyi kulak verin: Sizin Allah’tan başka yalvardığınız bütün sahte tanrılar güç birliği yapsalar da, bir sinek bile yaratamazlar. Hatta sinek onlardan bir şey kapsa, onu dahi kurtarıp geri alamazlar. İsteyen de, kendinden istenilen de, kaçan da kovalayan da ne kadar güçsüz!
Heykel şeklindeki putlar; üzerlerine bulaşan bir yiyeceği almak için konan bir sineğin konmasını bile önleyemezler. Sinek kendilerinden bir şey kapıp götürse onu geri alamazlar. En âciz ve küçük görülen canlılardan birine bile söz ve güç geçiremeyen nesneler nasıl olur da, eşref-i mahlûkat olan insanın ilahı olabilir? Bu, tefsir kitaplarında özetle anlatılan mânadır.
Fakat âyet bir başka yöne daha işaret etmektedir. Allah kâinatı öyle bir sistem halinde yaratmıştır ki, en küçük şey, en büyük şeyle irtibatlıdır. Güneş sistemini kim yaratmış ve yönetiyorsa bir sineği, sineğin vücudundaki gözünü yaratıp o sistem içinde dolaşıp görmesinin ortamını yaratan da O’dur. Mesela bir sineği küçük görerek sistem dışında yaratmaya teşebbüs edenler, onun bedenini dünyanın dört bir yanına dağılmış unsurlardan özel ve hassas terazilerle toplamaya mecbur kalırlar. Kaldı ki o cansız zerreleri toplamak yetmez. Zira sineğin vücudundaki bütün hücreler canlı bir organizma teşkil edip her biri onun yaratılış gayesine göre ayarlı olarak çalışırlar. Maddî sebepler bu neticeyi elde edip o cansız zerrelerden böyle hayat dolu ve kâinat sisteminin bütün unsurlarıyla ilişkilerini ayarlamasını bilen, programlayabilen bir sineği yaratmaları mümkün değildir. İşte Kur’ân bu âyetle: “Bütün maddî sebepler toplansa, onların iradeleri de olsa, bir tek sineğin vücudunu ve o vücudu, cihazlarını, sistemlerini özel bir terazi ile ölçü ile toplayamazlar. Toplasalar da o vücudun gerekli mikdarında durduramazlar. Durdursalar da, daima tazelenmekte olan ve o vücuda gelip çalışan zerreleri, hücreleri düzenli tarzda çalıştıramazlar. Öyleyse bütün güvenilen maddî sebepler, bir sineğe sahip çıkamazlar”
74 – Allah’ı lâyık olduğu tarzda bilemediler. Muhakkak ki Allah pek kuvvetlidir, mutlak galiptir. [30,27; 85,12-13; 51,58; 57,25; 58,21]
75 – Allah meleklerden de insanlardan da elçiler seçer. Allah elbette semî ve basîrdir (her şeyi hakkıyla işitir ve görür).
76 – O onların yaptıklarını da yapacaklarını da, olanı da olacağı da bilir. Bütün işler yalnız Allah’a raci olur, onlar hakkındaki nihaî hükmü O verir. [72,28; 5,67]
77 – Ey iman edenler! Rükû edin, secde edin, hâsılı yalnız Rabbinize ibadet edin, hayırlar işleyin ki felaha eresiniz.
78 – Allah yolunda gereği gibi cihad edin. Sizi insanlar içinde bu emanete ehil bulup seçen Odur. Din konusunda, size hiçbir zorluk da yüklemedi. Haydin öyleyse babanız İbrâhim’in milletine ve yoluna! Bundan önce de, bu Kur’ân’da da, size müslüman adını veren O’dur. Ta ki Resul size şahid olsun, siz de diğer insanlar nezdinde Hakkın şahitleri olasınız. Haydi namazı hakkıyla ifa edin, zekâtı verin ve Allah’a sımsıkı bağlanın. O sizin biricik mevlanız, efendinizdir. Ne güzel mevla ve ne güzel yardımcıdır O! [6,161; 2,128]
Cihad, düşmana karşı bütün gücünü harcamak demek olup üç kısımdır. Birincisi; açıkça kendisini belli etmiş düşman ile yapılan cihad. İkincisi; Şeytan ile yapılan cihad. Üçüncüsü; Nefisle yapılan cihad. Buradaki emir bu üç kısmı da kapsamaktadır. Zira âyette mücahede tabiri kullanılmış olup mukatele (savaşmak) kavramından daha geneldir.
Allah’ın elçisi yeryüzünde Hakkın şahididir. Rabbine olan muazzam iman ve güveni, adalet, takvâ, mükemmel ahlâk örneği olması, yaşayan bir Kur’ân olması ile Allah’ın rızasının tecessüm etmiş şeklidir. Onu gören Hakkı görmüş gibi olur. Kendisinden sonra da müminler bu hususta onu örnek almalıdırlar. Müminlerin hallerine davranışlarına bakanlar, bunda Allah’ın varlığının delillerini, müminlerin de O’nun varlığına ve birliğine şahitliklerini okumalıdırlar. Hülasa hakkıyla cihad yapmanın, dine uymanın ve müslümanlığı yaşamanın nasıl olacağını Peygamber size bizzat gösterip öğretsin. Hakkın şahidi, peşinden gidilecek bir örnek olsun. Siz de ona uymak sûretiyle, bütün insanlar için, Hakkın örnek tutulacak birer şahitleri olasınız.
Kur'an-ı Kerim Dosyaları
Sitemizde sanatçıya ait toplam 50 eser bulunmaktadır. Sanatçının sayfasına gitmek için tıklayın.
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.