Mustafa Demirci-İlk Vahiy
Otorite ve saygınlığının dışa vurmasından kısa bir süre sonra, Muhammed (s.a.v.) zaten bilincinde olduğu ruhsal olayların yanı sıra bazı güçlü manevî işaretler almaya başlamıştı. Bunların nasıl olduğu sorulduğunda onların, uykuda iken gelen “Sabahın aydınlığı gibi gerçek görüntüleri olduğunu söylerdi. Bunların sonucunda tenha yerleri tercih etmeye başladı ve Mekke’nin üstündeki tepelerden birine, Hira dağındaki bir mağaraya, inzivaya çekilmeyi adet haline getirdi. Bu, Kureyş geleneklerine yabancı ve garip bir olay değildi. Çünkü inziva İsmailoğulları arasında gelenek haline gelmişti. Her nesilde, belirli bir süre insanların dünyasından el çekip yalnız kalmayı tercih eden birkaç kişi bulunurdu. Bu, eski fakat hâlâ uygulanan geleneğe uygun olarak Muhammed (s.a.v.), yanına biraz yiyecek alır ve birkaç geceyi Allah’a ibadetle geçirirdi. Daha sonra ailesine döner, tekrar yiyecek ve gerekli şeyleri alıp geri giderdi. Bu yıllarda ara sıra, şehirden ayrılıp, mağaraya yaklaştığında şöyle sesler duyardı: “Ey Allah’ın Rasûlü, sana selâm olsun!”[33] Geriye dönüp kimin konuştuğunu araştırdığında ise kayalar ve ağaçlardan başka kimse göremezdi.
Ramazan, geleneksel inziva ayı idi. Kırk yaşında iken, Ramazan’ın sonlarına doğru bir gece yalnızken ona insan şeklinde bir melek geldi. Melek ona, “Oku!” dedi. O, “Ben okuma bilmem!” deyince, kendi anlattığı şekliyle şunlar oldu: Melek beni aldı ve dayanabileceğim son noktaya kadar sıktı. Daha sonra beni bırakıp: “Oku!” dedi. Ben “Okuma bilmem!” dedim, beni tekrar aldı ve sıktı ve tekrar takatımın son noktasında bırakıp, tekrar “Oku!” dedi, ben yine “okuma bilmem” dedim. Beni üçüncü defa aynen sıktı ve bıraktığında şöyle dedi:
Yaratan Rabbinin adıyla oku
O, insanı bir kan pıhtısından yarattı.
Oku, senin Rabbin en büyük kerem sahibidir:
Ki O, kalemle (yazmayı) öğretendir. İnsana bilmediğini öğretti. (A’lak: 1-5)
O, bu sözleri meleğin arkasından tekrarladı ve melek onu bırakıp gitti. Daha sonraları şöyle derdi: “Sanki kelimeler kalbime yazılmıştı.”[35] Fakat kendisine şairlere olduğu gibi bir cinin musallat olmasından korktu. Bu yüzden hemen mağarayı terk etti, dağdan inerken yukarıdan bir sesin şöyle dediğini duydu: “Ey Muhammed, sen Allah’ın Rasûlü’sün, ben de Cebrâîl’im.” Gözlerini yukarı çevirdi, onu mağarada ziyarete gelen kimse ordaydı, fakat şimdi aslen melek şeklindeydi, tüm ufku kaplamıştı. Tekrar “Ey Muhammed, sen Allah’ın Rasûlü’sün, ben de Cebrâîl’im” dedi. Peygamber meleğe bakmaya devam etti; daha sonra gözlerini ondan çevirdi. Fakat nereye baksa melek oradaydı; doğu, batı, kuzey, güney tüm ufku kaplamıştı. Nihayet melek ondan ayrıldı, o da evine dönebildi. Hızlı hızlı çarpan kalbiyle yatağına uzanıp Hatîce’ye “Beni örtün! Beni örtün!”[36] dedi. Birden telaşlanan Hatîce ona hiçbir şey sormadan bir örtü getirdi ve üzerine örttü. Korkusu biraz geçtiğinde Muhammed (s.a.v.), ona, gördüklerini ve duyduklarını anlattı; bunun üzerine Hatîce, yaşlı ve kör bir adam olan kuzeni Varaka’ya gitti ve olanları haber verdi. O da: “Hay Mübarek” dedi, “Varaka’nın nefsine hakim olana yemin ederim ki Muhammed’e, Mûsâ’ya gelen Namus[37] gelmiştir. Muhammed halkının peygamberidir. Git onu teskin et.” Hatîce eve döndü ve aynı sözleri Muhammed’e (s.a.v.) tekrarladı. Bunun üzerine Muhammed (s.a.v.), Allah’a adadığı ibadet günlerini tamamlamak için gönlü rahat olarak mağaraya döndü. İbadetini bitirdikten sonra adeti üzere Kâ’be’ye gitti, tavafı tamamladı. Daha sonra Mescid’de oturanlar arasında gördüğü yaşlı ve kör Varaka’yı selâmladı. Varaka ona da Hatîce’ye söylediklerinin aynısını tekrarladı. Fakat bu kez şunları da ekledi: “Sana yalancı diyecekler, kötü davranacaklar, sana savaş açacaklar ve seni kovacaklar; ben o günleri görürsem Allah için sana yardım edeceğim.”[38] Ona doğru eğildi ve alnından öptü. Peygamber daha sonra evine döndü.
Hatîce ve Varaka’nın ona güven vermesinden sonra kendisine olan güveni semadan gelen ikinci vahiyle iyice güçlendi. İkinci vahyin nasıl geldiği kaynaklara kaydedilmemiş, fakat Peygamber’e nasıl geldiği sorulduğunda, “İki şekilde” cevabını vermişti: “Bazen o bana zil sesi gibi geliyordu, bu en zor ve ağır olanıydı; zil sesleri (çınlamalar) mesajı anladığım anda kesiliyordu. Bazen de melek bir insan şeklinde geliyor ve konuşuyor, ben de konuştuklarını ezberliyordum.”
Bu ikinci vahiy bir tek harfle, daha sonra Kur’ân’daki birçok sûrenin başında yer alacak olan harflerden, ilkiyle başlıyordu. Harfin hemen arkasından ilâhı bir and geliyordu. İlk vahiyde de belirtilen Allah’ın insana öğretme aracı olan kalem üzerine yemin ediliyordu. Kalemden sorulduğunda Peygamber şöyle dedi: “Allah’ın ilk yarattığı şey kalemdi. Kâğıdı yarattı ve kaleme ‘yaz!’ diye emretti. Kalem “Ne yazayım?” diye sordu. Allah: “Kıyamete dek yarattıklarımla ilgili benim ilmimi yaz” dedi. Daha sonra kalem verilen emri yerine getirdi.”[40] Kalem’e and içtikten sonra, bir de onun yazdıklarına and içiliyordu. Semada Meleklerin kâğıtlara yazdığı şeylerden biri de, daha sonra indirilen vahiylerde Levh-i Mahfûz’da yazılı ‘şerefi üstün bir Kur’ân[41] ve kitabın anası’ (Ra’d: 39) olarak geçen,Kur’ân’ın semavî arketipidir. Yani ona da and içiliyor. Bu iki yemini teselli takip ediyor:
“Nûn. Kaleme ve satır satır yazdıklarına andolsun. Sen Rabbinin nimetiyle bir deli değilsin. Gerçekten senin için kesintisi olmayan bir ecir vardır. Ve şüphesiz sen, pek büyük bir ahlâk üzerindesin.” (Kalem: 1-4).
Bu ilk vahiyler geldikten sonra, belli bir süre vahiy kesintiye uğradı. Peygamber, Hatîce’nin sürekli teselli etmesine rağmen Allah’ın gazabına uğramış olmaktan korkuyordu. Sonunda bu sessizlik bitti ve onu temin edici bir vahiy geldi:
“Kuşluk vaktine andolsun, ‘Karanlığı iyice çöktüğü’ zaman geceye, Rabbin seni terk etmedi ve darılmadı da. Şüphesiz senin için son olan, ilk olandan (ahiret, dünyadan) daha hayırlıdır. Elbette Rabbin sana verecek, böylece sen hoşnut kalacaksın. Sen bir yetim iken, seni bulup da barındırmadı mı? Ve seni yol bilmez iken, seni ‘doğru yola’ yöneltip iletmedi mi? Bir yoksul iken seni bulup da zengin etmedi mi? Öyleyse, sakın yetimi üzüp kahretme, isteyip dileneni de azarlayıp çıkışma. Rabbinin nimetini ise, durmaksızın anlat.” (Duhâ: 1-11).
Mustafa Demirci
Sitemizde sanatçıya ait toplam 50 eser bulunmaktadır. Sanatçının sayfasına gitmek için tıklayın.
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.