Web sitemize hoşgeldiniz, 15 Kasım 2024
Beğen 2

Mustafa Demirci-İki Kayıp

Halîme ve Hâris sonunda çocukların doğru söylediğine inandılar ve bu olay onları çok etkiledi. Hâris, süt çocuklarının kötü bir ruha sahip olmasından veya büyüye uğramasından korktu ve karısına bu kötülükler meydana çıkmadan çocuğu annesine teslim etmeleri gerektiğini söyledi. Halîme onu bir kez daha Mekke’ye götürdü, geri götürmelerinin asıl nedenini gizlemek niyetindeydi. Fakat Âmine, daha önceki fikirlerini neden değiştirdiklerini öğrenmek için çok ısrar etti, sonunda tüm hikâyeyi öğrendi. Her şeyi öğrendikten sonra Halîme’yi teskin ederek: “Benim küçük oğlumda büyük harikalar gizli” dedi. Sonra hamileyken başından geçenleri, kendi içinde bir nur taşıdığının nasıl farkına vardığını anlattı. Halîme çocuğu yanında tutmaya razı olmuştu, fakat bu kez Âmine çocuğuna kendi bakmaya karar verdi: “Onu benimle bırak ve selametle evine dön” dedi.
Çocuk, annesiyle Mekke’de yaklaşık üç yıl kadar mutlu yaşadı ve dedesinin, amcalarının, halalarının ve kuzenlerinin beğenisini kazandı. Özellikle ona en yakın olanlar, Muhammed’in anne-babasıyla aynı günde evlenen Abdu’l-Muttalib’in son evliliğinden olma çocukları Hamza ve Safiye idi. Hamza, Muhammed’le (s.a.v.) aynı yaştaydı, Safiye ise biraz daha küçüktü. Babası tarafından amca ve halası, anne tarafından ise kuzenleri olan bu ikiliyle ömür boyu sürecek olan güçlü bir bağ kurdu. Altı yaşına geldiğinde, annesi onu Yesrib’deki akrabalarına ziyarete götürmeye karar verdi. Kuzeye giden bir kervana katıldılar, yanlarında iki deve vardı, birinde Âmine, diğerinde cariye ile Muhammed (s.a.v.) gidiyordu. Daha sonraları, çocuk beraber kaldıkları Hazrecli akrabalarının yanında nasıl uçurtma uçurmayı ve havuzda yüzmeyi öğrendiğini hatırlayıp anlatırdı. Fakat Yesrib’den ayrılmalarından kısa bir süre sonra Âmine hastalandı ve kervandan ayrılıp orada istirahat etmek zorunda kaldılar. Birkaç gün sonra Âmine vefat etti – Yesrib’den çok uzak olmayan bir yerde, Ebva’da- ve oraya gömüldü. Şimdi iki taraftan da yetim olan çocuğu Bereke elinden geldiğince teselli etmeye çalıştı. Bazı yolcuların yardımıyla onu Mekke’ye getirmeyi başardı.
Şimdi artık ondan tamamen dedesi sorumluydu. Günler geçtikçe Abdu’l-Muttalib’in Abdullah’a duyduğu özel sevginin onun oğluna aktarıldığı gözleniyordu. Abdu’l-Muttalib her zaman Kâ’be’ye yakın olmayı seviyordu. Zemzem’i kazması emredildiğinde de Hicr’de uyuyordu. Bu nedenle ailesi onun için Kutsal Ev’in gölgesine hergün bir şilte sererdi. Babalarına duydukları saygı nedeniyle oraya, oğullarından hiçbiri, hatta Hamza bile onun yanında oturmaya giremezdi; fakat küçük torununun bu tür sorunları yoktu. Amcaları ona başka yerde oturmasını söylediklerinde Abdu’l-Muttalib şöyle derdi: “Oğlumu olduğu gibi bırakın, onun geleceği çok büyük.” Muhammed, onun yanında oturur ve sırtına binerdi. Dedesi de onun yaptıklarını memnuniyetle seyrederdi. Hemen hemen her gün Kâ’be’de ve Mekke’nin diğer yerlerinde elele görülebilirlerdi. Hatta Abdu’l-Muttalib, Meclis’e giderken de onu beraberinde götürürdü. Hepsi kırk civarında tüm şeflerin toplandığı bu mecliste çok önemli meseleler konuşuluyordu ve seksen yaşındaki yaşlı şef, yedi yaşındaki bu çocuğa olaylar konusundaki fikrini soruyordu. Dedesi her seferinde “Oğlumu büyük bir gelecek bekliyor” derdi.
Annesinin ölümünden iki yıl sonra yetim, dedesini de kaybetti. Abdu’l-Muttalib ölürken torununu, babasının öz kardeşi olan, amcası Ebû Tâlib’e emanet etti. Ebû Tâlib de yeğenine dedesinden gördüğü sevgi ve şefkatin aynısını gösterdi. Bundan sonra artık O, Ebû Tâlib’in oğullarından biriydi. Karısı Fâtıma da çocuğun annesinin yerini tutmak için elinden geleni yapıyordu. Daha sonraki yıllarda Muhammed (s.a.v.), onun kendi çocukları aç dururken kendisini doyurduğundan bahsederdi.


Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.

Yorum Yaz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.