Web sitemize hoşgeldiniz, 18 Aralık 2024
Beğen 3

Mustafa Demirci-İntikam

Kureyş, ölüleri ve yaralılarıyla meşguldü. Kayıpları büyük değildi: üç bin kişiden sadece yirmi iki kişi öldürülmüştü. Daha sonra düşman ölülerine baktılar ve çoğunu tanımadıkları altmış beş ölü saydılar. Sadece üçü muhâcirlerdendi: Hâşimîlerden Hamza, Abdu’d-Dâr’dan Mus’ab ve Abdullah İbn Cahş. Merkezden biraz uzakta, ölecek kadar çok yara almış olan birkaç kişi gözlerinden kaçtı. Bunların arasında hâlâ yaşayan fakat hareket edemeyen Şemmâs da vardı. Boş yere Muhammed (s.a.v)’in cesedini aradılar. O sırada Vahşî savaş meydanına tekrar gelmiş ve Hamza’nın karnını yarıp karaciğerini çıkarmıştı. Ciğeri Hind’e götürdü ve: “Babanın katilini öldürmeme karşılık bana ne vereceksin?” dedi. Hind “Ganimetlerden bana düşen payın tümünü” dedi. Vahşî ciğeri göstererek, “Bu Hamza’nın ciğeri” dedi. Hind ciğeri aldı bir parça ısırdı ve çiğneyip yuttu. Yeminini yerine getirdiği için diğer kısmı attı. “Onun cesedini bana göster” dedi, Hind. Birlikte cesedin yanına gittiler. Hind, Hamza (r.a.)’nın kulaklarını, burnunu ve yüzünün diğer kısımlarını kesti. Sonra kendisinin, halhal, bilezik ve kolye türünden kıymetli eşyalarını çıkarıp Vahşî’ye verdi. Yanındaki kadınları da, diğer ölülere böyle yapmaları için teşvik etti. Kadınların hepsi Müslümanların vücutlarından kestikleri organlardan kendilerine takılar yaptılar. Hind de bir kayanın üstüne oturup zafer şarkısı söyledi. Kureyş’ten bir iki adam cesetleri keserek intikam hislerini doyuruyordu. Fakat bedevî müttefikleri buna çok şaşırmışlardı. Ebû Süfyân, elindeki mızrağı Hamza (r.a.)nın ağzına batırarak: “Bunu tat, ey hain!” diyordu. Kinâne kabilelerinden birinin reisi olan Huleys, Ebû Süfyân’ı bu halde görünce, onun duyabileceği kadar yüksek sesle: “Ey Kinâneoğulları! Kuzeninin cesedine böyle davranan adam Kureyş’in lideri olabilir mi?” diye bağırdı. “Beni utandırma ve bundan kimseye bahsetme” dedi, Ebû Süfyân; “bu sadece bir hataydı.”
O sırada Ebû Amir, oğlu Hanzele’nın başına gelmişti ve yaslı yaslı şöyle diyordu: “Ben seni bu adama karşı uyarmadım mı?” -Muhammed (s.a.v)’i kasdediyordu.- “Fakat sen babana karşı saygılı, soylu, karakterli bir çocuktun. Öldüğün zaman da arkadaşlarınla beraber öldün. Eğer Allah, şu yatan adama -Hamza’yı işaret ediyordu- veya Muhammed (s.a.v)’in taraftarlarına bir mükâfat verirse, seni de mükâfatlandırsın!”[184] Daha sonra Hind ve diğer kadınlara döndü ve yüksek sesle: “Ey Kureyşliler! Benim de sizin de düşmanınız olmasına rağmen Hanzele (r.a.)’nin cesedinin tahrip edilmesine izin vermeyin” dedi. Onlar da Ebû Amir’in isteğine saygı gösterdiler. Ubey’in doğru söylediği ve Peygamber (s.a.v)’in şimdi dağlarda arkadaşlarıyla beraber olduğu açığa çıkmıştı. Fakat savaş bitmişti ve dağa saldırıya geçmenin hiçbir anlamı yoktu. Kölelere yol için hazırlık yapmaları ve kampı kaldırma emri de verilmişti. Bu nedenle kendi ölülerini gömüp Müslüman cesedlerden istedikleri kadarını aldıktan sonra, bütün ganimetleri develerin üstüne yükleyip yola koyuldular. Yola çıkmadan kısa bir süre önce Ebû Süfyân atını dağa doğru sürdü. Peygamber (s.a.v) ve arkadaşlarının bulunduğu yere yaklaşarak yüksek sesle bağırdı: “Savaş dönüşümlü oldu, bugün diğer bir güne karşlıktı. Ey Hubel kendini göster! Dinini yücelt!” Peygamber (s.a.v) Ömer’e gidip şöyle cevap vermesini söyledi: “Allah yücedir ve her şeye kadirdir. Biz sizinle eşit değiliz: Bizim ölülerimiz Cennet’te, sizinkilerse Cehennem’de”. Ömer, Ebû Süfyân’ın altında durduğu kaya yığınına gitti ve Peygamber (s.a.v)’in söylediği sözlerle ona karşılık verdi. Bunun üzerine Ömer’in sesini tanıyan Ebû Süfyân: “Ey Ömer! Ne olur söyle, Muhammed (s.a.v)’i öldürdük mü?” dedi. Ömer: “Allah’a andolsun ki hayır, bilakis şimdi O, senin söylediklerini dinliyor” dedi. Ebû Süfyân da: “Senin sözünün İbn Kamia’nınkinden daha doğru olduğuna inanıyorum” dedi ve gitmek üzere geri döndü. Fakat tekrar arkasını dönüp şunları ekledi: “Ölülerinizin bazılarına zarar verildi. Allah’a andolsun ben bundan hoşnut olmadım; ne izin verdim, ne de emir verdim. Gelecek yıl Bedir’de buluşmak üzere!” Bunları duyan Peygamber (s.a.v) arkadaşlarından birini daha oraya gönderdi. Bu sahabe de şöyle bağırdı: “Bu aramızda bağlayıcı bir söz.”
Ebu Süfyân, ordunun beklediği yere ilerledi. Oraya vardığında birlikte güneye doğru yola çıktılar. Ömer, onların yolculuk düzenini göremeyecek kadar uzaktaydı. Bu yüzden Peygamber (s.a.v), Zühre’li Sa’d’ı aşağıya, onları gözlemek üzere gönderdi. “Eğer develerine binmişler ve atlarını yanlarında yediyorlarsa, Mekke’ye gidiyorlar” dedi, “Fakat eğer atlarına binip develerini yanlarında yediyorlarsa Medîne’ye gidiyorlar. Nefsimi kudret elinde tutana yemin ederim ki eğer niyetleri bu ise, onların önüne karşısına geçeceğim ve onlarla savaşacağım.” Sa’d aşağıya Uhud’a geldiklerinden beri Peygamber’in atı Sekb’in bağlı olduğu yere gitti. Ata binip Mekke’lileri açıkça görünceye dek o yöne doğru gitti. İyi haberi vermek için aceleyle geri döndü. Çünkü adamlar develerine binmişlerdi. Hâlid’le birlikte atlıların manevrasında rol alanlardan biri olan Amr ileriki yıllarda şöyle derdi: “Biz, İbn Ubey’in ordunun üçte biriyle birlikte Medîne’ye döndüğünü ve bazı Hazrec’lilerle Evs’lilerin şehirde kaldıklarını biliyorduk. Gidenlerin geri gelip tekrar saldırmaları muhtemeldi. Çoğumuz yaralıydık, hemen hemen atlarımızın hepsi de ok yarası almıştı. Bu nedenle kendi yolumuza devam ettik.”


Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.

Yorum Yaz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.