Web sitemize hoşgeldiniz, 18 Aralık 2024
Beğen 2

Mustafa Demirci-Uhud’a Yürüyüş

Ordu, Medîne ile Uhud’un ortasındaki Şeyheyn’e ulaşıncaya kadar güneş batmaya başlamıştı. Bilâl ezan okudu. Namazdan sonra Peygamber (s.a.v) orduyu gözden geçirdi. O zaman, yaşları küçük olmasına rağmen savaşa katılmak isteyen sekiz çocuğu farketti. Aralarında, sadece on üç yaşında olan Zeyd’in oğlu Üsâme (r.a.) ve Ömer’in oğlu Abdullah (r.a.) da vardı. Peygamber (s.a.v) bu sekiz çocuğa Medîne’ye geri dönmelerini emretti. Onlar karşı çıktılar. Ensârdan biri, Evs’in Hârise kolundan olan on beş yaşındaki Ebû Rafi’nin iyi bir ok atıcısı olduğuna dair Peygamber (s.a.v)’i ikna etti. Bu yüzden Rafi’nin kalmasına izin verildi. Fakat annesi Rafi’nin kabilesinden biri ile evlenen ve şu anda yetim kalan, Necd kabilesinden Semûre, kendisinin güreşte Rafi’den daha iyi olduğunu iddia etti. Peygamber (s.a.v) de onların kendilerini göstermelerine izin verdi. İki çocuk hemen birbirlerine girdiler ve Semûre iddiasının doğru olduğunu ispatladı. Bu nedenle onun da kalmasına izin verildi. Diğerleri evlerine geri gönderildi. Mekkeliler, Müslümanların üzerlerine gelmesini ve böylece tüm güçleriyle ve süvari birlikleriyle onlara saldırmayı istiyorlardı. Peygamber (s.a.v) bunun farkındaydı. Bu nedenle sayılarının az oluşunu dengeleyecek bir konum almaya ve düşmanın ümitlerini boşa çıkarmaya karar vermişti. Fakat bunu başarabilmesi için bir rehbere ihtiyacı vardı. Bu nedenle bir soruşturma yaptı ve Benî Hârise kabilesinin o bölgeyi iyi bilen bir adamını rehber olarak aldı. Medîne’de o gece Hanzele (r.a.) ile Cemîle (r.a.) evlendiler. Cemile o gece rüyasında kocasını Cennet’in dışında beklerken gördü. Kapı açılıp kocası içeri girmiş ve kapı tekrar kapanmıştı. Cemile uyandığında, “Bu şehadet” dedi. İkisi birlikte kalkıp gusül abdesti aldılar ve sabah namazını kıldılar. Daha sonra Hanzele karısına veda etti. Fakat karısı ona sarıldı ve bırakmadı. Bunun üzerine tekrar yattılar. Daha sonra Hanzele kendisini karısının etkisinden kurtarıp, gusül abdesti alacak kadar bile beklemeden silahlarını aldı, zırhını giydi ve evden ayrıldı.
Peygamber (s.a.v) orduya güneş doğmadan Şeyheyn’den ayrılma emri verdi. Fakat İbn Übey, gece boyunca kendi taraftarlarıyla konuşmuştu. Ordu harekete hazır olunca, üç yüz münafıktan oluşan taraftarlarıyla birlikte İbn Übey, Medîne’ye geri döndü. Orduyla birlikte kalan oğlu Abdullah ise bundan çok utanmıştı. İbn Übey ayrılmadan önce Peygamber (s.a.v)’le konuşmadı bile. Kendisine nereye gittiğini soran ensârdan bazılarına ise şu cevabı verdi: “O bana karşı çıktı ve değersiz adamların sözüne uydu. Bu kötü seçilmiş noktada hayatlarımızı feda etmemiz için bir neden göremiyorum.” Câbir’in babası Abdullah onların arkasından gitti ve şöyle bağırdı: “Allah aşkına, Peygamberinizi ve halkınızı düşman karşısında terk etmeyin.” Onlar sadece şu cevabı verdiler: “Eğer savaşacağınızı bilseydik, sizi terk etmezdik. Fakat çatışma olacağını tahmin etmiyoruz.” Abdullah: “Ey Allah’ın düşmanları” dedi, “Allah, Peygamberini sizsiz de zafere ulaştıracaktır.”
Sayıca yedi yüze inen ordu, düşmana doğru biraz ilerledi. Daha sonra, hâlâ karanlıkta, sağa dönüp volkanik bir kaya yığınından geçerek Uhud eteklerine ulaştılar. Tekrar dönüp kuzeybatıya doğru yöneldiler. Şafağın sönük ışıklarında Mekke kampını biraz sollarında, biraz da aşağılarında görünceye dek ilerlediler. Daha sonra yine ilerleyip düşmanla Uhud Dağı arasındaki yerlerini aldılar. Ne yapması gerektiğine karar veren Peygamber (s.a.v), bineklerden inme ve konaklama emri verdi. Bilâl ezan okudu ve hepsi arkaları Uhud Dağı’na dönük olarak sıralanıp sabah namazını kıldılar. Savaşın konumu da bu şekilde olacaktı. Çünkü düşman kendileriyle Mekke arasında yer alıyordu. Namazdan sonra Peygamber (s.a.v) onlara şöyle hitap etti: “Gerçekten bu gün siz karşılığı ve ecri bol olan bir gündesiniz. Ne yaptığının farkında olan ve nefsini sabır, sebat, gayret ve istekle buna adayan kişi için büyük mükâfatlar vardır”[165] Peygamber (s.a.v) konuşmasını bitirdiğinde henüz Medîne’den yeni gelen Hanzele yanına geldi ve onu selamladı.
Peygamber (s.a.v) en iyi okçuları seçiyordu: Bunların arasında kendisine en yakın olanlar Zeyd, Zühre kabilesinden kuzeni Sa’d ve Osman İbn Maz’un’un oğlu Sa’ib idi. Okçuların arasından elli kişiyi seçip, esas gücün sol tarafındaki tepeye yerleştirdi. Onların başına da Evs’li Abdullah İbn Cübeyr (r.a.)’i lider olarak görevlendirdi. Onlara bazı emirler verdi ve şöyle dedi: “Oklarınızla bizi onların atlılarından koruyun. Onların arkamızdan dolaşıp bize saldırmasına izin vermeyin. Savaş bizim lehimize de gitse, aleyhimize de gitse yerinizden ayrılmayın. Eğer düşmanı yendiğimizi görürseniz, bunda bizim de payımız olsun demeyin; eğer öldürüldüğümüzü görürseniz, yardıma gelmeyin.”
Bir başka zırh giyerek eline bir kılıç aldı ve salladı. “Bu kılıcı hakkıyla birlikte kim alacak?” diye sordu. Ömer hemen almak üzere ilerledi; fakat Peygamber (s.a.v) yüzünü ondan çevirdi ve tekrar: “Bu kılıcı hakkıyla kim alacak?” diye sordu. Zübeyr almak istediğini söyledi; fakat Peygamber (s.a.v) yine yüzünü çevirdi ve sorusunu üçüncü kez tekrarladı. Hazrec’li bir adam olan Ebû Dücâne: “Onun hakkı nedir, ey Allah’ın Rasûlü?” dedi. Peygamber (s.a.v): “Onun hakkı, düşmanla kılıcın ağzı eğilene dek savaşmandır” dedi. Ebû Dücâne: “Onu hakkıyla birlikte alıyorum” dedi. Peygamber (s.a.v) de kılıcı ona verdi. Onun kırmızı sarığı Hazrec arasında ölüm sarığı olarak meşhurdu. Miğferinin üstüne bu sarığı taktığında, bunu düşman üzerine ölüm saçmak anlamına geldiğini herkes biliyordu. Onun saflar arasında bu niyetle kılıcını salladığını görünce Peygamber (s.a.v), “Bu, buradaki ve bu zamandaki durum hariç, Allah’ın yasakladığı ve sevmediği bir haldir” dedi.


Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.

Yorum Yaz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.