Web sitemize hoşgeldiniz, 18 Aralık 2024
Beğen 3

Mustafa Demirci-Ölümler ve Evlilikler&Ashabı Suffe

Peygamber (s.a.v)’in Bedir’den döndükten sonra yaptığı ilk işlerden biri, kızı Fâtıma ile birlikte, Rukiyye’nin mezarını ziyaret etmek oldu. Bu, onların, Hatîce’nin ölümünden sonra yaşadıkları en büyük kayıptı. Fâtıma, ablasının ölümünden çok etkilenmişti. Mezarın kenarında babasının yanına oturmuş, gözünden yaşlar boşanıyordu. Babası onu teskin etmeye çalıştı ve cübbesinin ucuyla göyaşlarını sildi. Peygamber (s.a.v) kısa bir süre önce ölünün arkasından ağıt tutmanın aleyhinde bazı şeyler söylemişti. Fakat söyledikleri yanlış anlaşılmıştı. Mezarlıktan geri döndüğünde Ömer (r.a.)’in, Rukiyye ve Bedir şehitlerinin arkasından ağlayan kadınlara bağırdığını duydu. “Ömer, bırak ağlasınlar” dedi ve şunları ekledi: “Kalbten ve gözden gelen Allah’tan ve merhametindendir. Fakat elden ve dilden gelen şeytandandır.”[146] El ile göğsü dövmeyi ve yüzlerini yırtmayı, dil ile de bağırıp çağırarak ağıt yakmayı kasdediyordu.
Fâtıma, Peygamber (s.a.v)’in en küçük kızıydı ve yirmi yaşına gelmişti. Peygamber (s.a.v) ailesi içinde, Ali (r.a.)’nin ona en uygun eş olduğundan bahsetmişti, fakat normal bir anlaşma yapılmamıştı. Ebû Bekir (r.a.) ve Ömer (r.a.) Fâtıma (r.a.)’yı istemişler; fakat Peygamber (s.a.v) onları, kızını bir başkasına vereceğini söyleyerek değil, Allah’tan bir emir gelmesini beklediğini öne sürerek geri çevirmişti. Bedir’den sonraki ilk haftalardan birinde, artık evlilik zamanının geldiğini düşünerek Ali’yi kızını resmen istemesi için teşvik etti. Ali ilk başta fakirliğini düşünerek tereddüt etti. Babasından hiçbir miras almamıştı. İslâm, kâfir bir babaya mü’min bir evlâdın varis olmasını yasaklıyordu. Fakat buna rağmen, Mescid’in yakınında küçük bir evi vardı. Peygamber (s.a.v)’in istediklerini de bildiği için Fâtıma’yı istemeye karar verdi. Resmî anlaşma yapıldıktan sonra Peygamber (s.a.v), düğün yemeği verilmesi hususu üzerinde önemle durdu. Bir koç kurban edildi; ensârdan bazıları da un ve buğday hediye ettiler. Hem gelinin hem de damadın kuzeni olan Ebû Seleme, düğünde en büyük yardımları yapan kişi idi. Çünkü o, Ali’nin babasına, kendisini Ebû Cehil ve diğer düşmanlardan koruduğu için borçluydu. Bu nedenle Ümmü Seleme, Âişe ile birlikte çiftin oturacakları evi düzenleyip hazırlamaya gitti. Nehir yatağından yumuşak kum getirilmişti. Evin toprak zeminine bu kumdan yaydılar. Gelin yatağı bir koyun derisiydi; yorgan olarak da Yemen’den gelen çizgili soluk renkli bir kumaşı kullanacaklardı. Bir derinin içine hurma lifleriyle doldurarak da yastık hazırladılar. Daha sonra, asıl yemeğin yanı sıra misafirlere verilmek üzere incir ve hurma hazırlayıp, su kabını su ile doldurdular. Genelde herkes bu düğün ziyafetinin o zamanda Medîne’de verilen en güzel ziyafet olduğu kanısında birleşiyordu.
Peygamber (s.a.v), artık misafirlerin çifti yalnız bırakmaları gerektiğini gösteren bir işaret olarak ayağa kalktı ve Ali’ye kendisi geri dönene dek karısına yaklaşmamasını söyledi. Bütün misafirler gittikten hemen sonra geldi. Ümmü Eymen (r.a.) hâlâ orada yemekten sonraki dağınıklığı toplayıp odayı düzene sokmaya çalışıyordu. Peygamber (s.a.v)’in hayatında sadece söz konusu kişinin paylaştığı birçok özel olay vardır. Bu kişilerden biri de Ümmü Eymen’di. Peygamber (s.a.v) içeri girmek için izin istediğinde, Ümmü Eymen kapıya geldi. Peygamber (s.a.v.): “Kardeşim nerede?” diye sordu. Ümmü Eymen: “Anam babam sana feda olsun ey Allah’ın Rasûlü!” dedi, ‘Senin kardeşin kim?’ Peygamber (sav): “Ebû Tâlib’in oğlu Ali” cevabını verdi. Bunun üzerine Ümmü Eymen: “Kızını onunla evlendirdiğin halde, o senin nasıl kardeşin olur?” diye sordu. Peygamber (s.a.v): “Gerçekten kardeşimdir” dedi. Daha sonra Ümmü Eymen’den bir miktar su getirmesini istedi, o da getirdi. Sudan bir ağız dolusu alıp ağzını kapattı, daha sonra suyu tekrar kabın içine boşalttı. Ali geldiğinde onu önüne oturttu. Eline bir miktar su alıp Ali’nin omuzlarına, göğsüne ve kollarına serpti. Daha sonra Fâtıma’yı çağırdı. Fâtıma (r.a.) babasına karşı duyduğu saygıdan elbisesinin içinde hafif sekerek geldi. Peygamber (s.a.v), ona da Ali’ye yaptığı gibi yaptı; onlara ve evlatlarına dua etti.
Bedir’den sonraki yıl Ömer (r.a.)’in ailesi iki büyük kayıpla karşılaşmıştı. Bunlardan ilki kızı Hafsa (r.a.)’nın kocası Huneys’in ölümü idi. Huneys, Habeşistan’a ilk gidenler arasındaydı; oradan döndükten sonra Hafsa ile evlenmişti. Hafsa, dul kaldığında sadece on sekiz yaşındaydı; hem güzeldi, hem de iyi yetiştirilmişti. Babası gibi o da okuma yazma bilirdi. Ömer (r.a.), Rukiyye (r.a.)’nin ölümüyle Osman (r.a.)’ın çok yalnız kaldığını görerek, Hafsa (r.a.)’yı ona teklif etti. Osman düşüneceğini söyledi; fakat birkaç gün sonra gelip Ömer’e şu an için evlenmemesinin daha iyi olacağını söyledi. Ömer (r.a.) hem hayal kırıklığına uğramış, hem de Osman (r.a.)’ın red cevabına incinmişti. Fakat Ömer (r.a.), kızına iyi bir koca bulmaya kararlıydı; bu yüzden gidip Ebû Bekir’e teklif etti. Ebû Bekir ona müphem bir cevap verdi Bu, Ömer’i Osman’ın açık red cevabından daha çok incitti. Oysa Ebû Bekir (r.a.)’in reddetmesi akla yakındı; çok sevdiği zevcesi vardı, Osman (r.a.) ise bekârdı. Ömer, Osman’ı razı edebilmeyi umuyordu. Bu nedenle Peygamber (s.a.v)’e konuyu açtı. Peygamber (s.a.v) ona: “Üzülme!” dedi, “Çünkü Allah sana ondan daha iyi bir damat, ona da senden daha iyi bir kayınpeder verecek”. Ömer gülümseyerek, “Öyle olsun” dedi; çünkü bir-iki saniye düşününce, iki durumda da tercih edilen iyi adamın, Peygamber (s.a.v) olduğunu anlamıştı.
Peygamber (s.a.v), Hafsa’yla evlenerek iyi damat, Rukiyye (r.a.)’nin küçük kardeşi Ümmü Gülsüm (r.a.)’ü de Osman (r.a.)’a vererek iyi bir kayınpeder olacaktı. Bundan sonra Ebû Bekir, Ömer’e kendisine evlilik teklif edildiğinde neden öyle davrandığını açıkladı: Peygamber (s.a.v) hiç kimseye söylememesi şartıyla ona bu planından bahsetmişti.
Hz. Osman (r.a.)’la Ümmü Gülsüm’ün evlilikleri önce oldu. Huneys’in ölümünden sonra, gerekli olan dört ay iddet bittiğinde ve Âişe ile Sevde’nin odalarının yanına bir oda daha yapıldığında, Peygamber (s.a.v)’in evliliği de gerçekleşti. Bu, hemen hemen Bedir Savaşı’ndan bir yıl sonra meydana gelmişti. Hafsa’nın gelmesi evdeki uyumu bozmadı. Bilakis Âişe kendi yaşında bir arkadaşa sahip olduğu için seviniyordu. Bu, iki genç hanım arasında ölene dek sürecek bir arkadaşlığın başlangıcıydı. Âişe’nin hemen hemen annesi yaşında olan Sevde ise annelik merhametini, kendisinden yirmi yaş küçük olan bu yeni gelinden de esirgemiyordu.
Evliliğin gerçekleştiği sıralarda Ömer’in kayınbiraderi, yani Hafsa’nın dayısı Osman İbn Maz’un öldü. O ve karısı Havle, Peygamber (s.a.v)’e çok yakındılar. Osman, ashâbın en çok zühd sahibi kişilerinden biriydi. İslâm’ın vahyolunuşundan önce de o zühd ehliydi. Medîne’ye hicret ettikten sonra ise Peygamber (s.a.v)’den kendisini hadım ettirmek ve geri kalan ömrünü bir dilenci olarak geçirmek için izin istedi. Peygamber (s.a.v.): “Ben sana iyi bir örnek değil miyim?” dedi. “Ben kadınlara yaklaşırım, et yerim, oruç tutarım ve iftar ederim. Kendisini veya diğer insanları hadım eden bizden değildir.” Peygamber (s.a.v) Osman’ın söylediklerini anlamadığını düşünerek başka bir fırsatta tekrar bu konuya değindi. “Ben senin için iyi bir örnek değil miyim?” dedi. Osman samimiyetle evet dedi ve sorunun ne olduğunu sordu. “Sen her gün oruç tutuyorsun” dedi. Peygamber (s.a.v), “Her geceyi de namazla geçiriyorsun”. Osman, birçok kez Peygamber (s.a.v)’in gece namazının ve orucun faziletlerini saydığını bildiği için, “Evet, elbette öyle yapıyorum” dedi. Peygamber (s.a.v): “Öyle yapma” dedi; “çünkü gözlerinin, bedeninin ve ailenin senin üzerinde hakları vardır. Bu nedenle oruç tut, iftar da et; namaz kıl, aynı zamanda uyumaya da vakit ayır.”
Hanif dininin bir ifadesi olarak, vahiy sürekli, her konuda Allah’a hamd ve şükretme hususunu vurguluyordu.
“O, umulur ki şükredersiniz diye işitme, görme (duyularını) ve gönüller verdi.” (Nahl: 78) “Onda ‘sükûn bulup durulmanız’ için, kendi nefislerinizden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet kılması da, O’nun ayetlerindendir. Hiç şüphe yok, bunda, düşünebilmekte olan bir kavim için gerçekten âyetler vardır.” (Rûm: 21) “De ki: Gördünüz mü, söyleyin; Allah kıyamet gününe kadar geceyi sizin üzerinizde kesintisizce sürdürecek olsa, Allah’ın dışında size aydınlık verecek ilâh kimdir? Yine de dinlemeyecek misiniz? De ki: Gördünüz mü söyleyin; Allah kıyamet gününe kadar gündüzü sizin üzerinizde kesintisizce sürdürecek olsa, Allah’ın dışında size, içinde dinleneceğiniz geceyi getirecek ilah kimdir? Yine de görmeyecek misiniz? Kendi rahmetinden olmak üzere O, sizin için, içinde dinlenmeniz ve O’nun fazlından (geçiminizi) aramanız için geceyi ve gündüzü var etti. Umulur ki şükredersiniz.” (Kasas: 71-3)
Fıtratını (yaratılış özellik ve gayesini) koruyan insan için, Allah’a şükürle birleştirildiğinde, doğal zevkler bile ibadete dönüşür. Bu nedenle Peygamber (s.a.v.) şahsıyla ilgili olarak, duygulara hitap eden hazları ve namazın verdiği hazzı aynı çerçevede ele almıştır: ‘Bana güzel koku ve kadınlar sevdirildi. Namaz ise gözlerime serinlik verir.’
Osman İbn Maz’un’un ölümünden hemen sonra, cenaze gömülmeden önce, Peygamber (s.a.v), Âişe ile birlikte Havle’yi ziyaret etti. Âişe (r.a.) daha sonraki yıllarda bu olayı şöyle anlatıyor: “Peygamber (s.a.v), Osman’ı öptü. Gözünden Osman’ın yüzüne yaşlar damladığını gördüm”. Osman’ın cenaze töreni sırasında Peygamber (s.a.v) bir kadının şöyle dediğini işitti: “Mes’ud ol ey Sa’ib’in babası, çünkü cennet senindir”. Peygamber (s.a.v) sertçe döndü ve: “Sana bunu bilme hakkını veren ne?” dedi. Kadın: “Ey Allah’ın Rasûlü, o Ebû’s-Sa’ib’dir” diyerek karşı çıktı. Peygamber (s.a.v): “Allah’a andolsun, biz onun hakkında iyilikten başka bir şey bilmiyoruz” dedi. Daha sonra, ilk karşı çıkışının Osman’a karşı değil, hakkı olmadığı halde öyle konuşana karşı olduğunu belirtmek istercesine: “O, Allah’ı ve Rasûlünü severdi” demeniz yeterdi” dedi. Ömer (r.a.), kayınbiraderinin, şehid olarak değil de yatağında öldüğünü görünce, ona duyduğu saygıda bir azalma ve sarsılma olmuştu. Ömer daha sonraları bunu şöyle anlatıyor: “Osman İbn Maz’un şehid olarak ölmeyip, yatağında ölünce gözümden düştü. ‘Bu dünyadan vazgeçmekte hepimizden üstün olan, fakat şimdi yatağında ölen şu adamı bırakın’ dedim”. Ömer (r.a.), Ebû Bekir (r.a.) ve Peygamber (s.a.v) yatağında ölene kadar da böyle düşünüyordu. Fakat onların bu şekilde öldüğünü görünce kendisini anlayışsızlıkla suçladı. Kendi kendine şöyle dedi: “Yazıklar olsun sana, en iyilerimiz öldü” -burada “yatağında öldü” demek istiyordu -Bundan sonra Osman İbn Maz’un, Ömer’in kafasında eski saygınlığına kavuştu.

ASHABI SUFFE

Mesciddeki üstü kapalı bölümün bir kısmı, barınacak yeri ve geçim kaynağı olmayan yeni gelenler için ayrılmıştı. Yararlanmaları için oraya yerleştirilen taş bir sıra nedeniyle onlara Ehl-i Suffe denirdi. Mescid, Peygamber (s.a.v)’in odalarının bir devamı gibi olduğu için, o ve ev halkı, kapılarının dibinde oturan ve gün geçtikçe birer ikişer artan bu fakirlere karşı kendilerini sorumlu hissediyorlardı. Bedir zaferi ile birlikte tüm Arabistan’daki kabileler Peygamber’den (s.a.v.) ve O’na inananlardan bahsetmeye başlamışlardı. İslâm’ın mesajı gün geçtikçe daha fazla insanı Medîne’ye çekiyordu. Bu nedenle Mescid’e bağlı odalarda oturanlar çok seyrek kendilerine düşen payı yiyebiliyorlardı. Peygamber (s.a.v) şöyle derdi: “Bir kişinin yiyeceği iki kişiye, iki kişinin yiyeceği dört kişiye, dört kişinin yiyeceği ise sekiz kişiye yeter.”
Peygamber (s.a.v) genelde güzel ve hafif kokuları sevdiği gibi, kötü kokulara, özellikle de kendisinin veya başkasının nefesinin kötü kokmasına karşı çok hassastı. Âişe (r.a.), onun eve girdiğinde yaptığı ilk işin yeşil hurma ağacından yapılma misvağını almak olduğunu söylerdi. Yolculukta ise Abdullah İbn Mes’ûd (r.a.) yanında Peygamber (s.a.v) için yedek bir misvak bulundururdu. Ashâb da Peygamber (s.a.v)’in misvak kullanma ve yemekten sonra ağız yıkama alışkanlığına uyarlardı. Açlık bile onun bu aşırı duyarlılığını etkilemezdi. Fakat bu duyarlılığı her zaman başkalarının da kendisiyle paylaşmasını beklemezdi. İslâm’ın yasaklamadığı ve Peygamber (s.a.v)’in kendisi yemediği halde arkadaşlarına yemeleri için ısrar ettiği bazı yiyecekler vardı. Bunlardan biri Mekke’de bulunmayan, fakat Yesrib ve başka yerlerde çok rastlanan büyük kertenkelelerdi. Bazen O, başkalarının yemesini yasaklamadan bir yemeği yemeyi reddederdi. Bir keresinde, ensârdan biri ona hediye olarak türlü yemeği getirdi. Peygamber (s.a.v) tam yemekten tadacakken, onda ağır bir sarmısak kokusunun olduğunu fark etti, hemen elini çekti. Yanında olanlar da onun elini çektiğini görünce ellerini çektiler. Peygamber (s.a.v) onlara: “Ne oldu?” diye sordu. “Sen elini çektin, bu yüzden bizde ellerimizi çektik” dediler.
“Allah’ın adıyla yemeye başlayın” dedi, “Sizin konuşmadığınız kişiyle ben çok yakın sohbette bulunmak zorundayım.” Onlar bu yakın kişinin Cebrâîl olduğunu hemen anladılar. Yemek hazırlanmış ve önlerine getirilmişti; bu nedenle israf edilmemeliydi. Bununla birlikte Peygamber (s.a.v) genelde onları, soğan ve sarmısak yememeleri, özellikle Mescid’e gitmeden önce buna dikkat etmeleri için uyarırdı.
Fâtıma (r.a.), evlenmeden önce bir bakıma Ehl-i Suffe’ye ev sahipliği yapıyordu. Fedakârlıklar, Peygamber (s.a.v) ve ailesinin güncel yaşamının bir parçası olduğu halde Fâtıma, şimdiye kadar eksikliğini hiç hissetmediği bir sorunla karşı karşıyaydı. O, hiçbir zaman kendisine yardım eden ellerin eksikliğini duymamıştı. Kardeşi Ümmü Gülsüm’ün yanı sıra Ümmü Eymen de her an yardıma hazırdı. Ümmü Süleym (r.a.) on yaşındaki oğlu Enes (r.a.)’i Peygamber (s.a.v)’e hizmetçi olarak vermişti. Enes yaşının ötesinde düşünce ve akıl sahibi bir çocuktu. Annesi Ümmü Süleym ile ikinci kocası Ebû Talha da her an yardıma hazır bir şekilde beklerlerdi. İbn Mes’ûd ise ev halkından biri sayılabilecek kadar Peygamber (s.a.v)’e yakındı. Abbâs da kısa bir süre önce, Mekke’ye döndükten sonra kölesi Ebû Rafî’yi Peygamber (s.a.v)’e hediye olarak göndermişti. Peygamber (s.a.v) onu azâd etmiş, fakat özgürlüğüne kavuşması onu, Allah’ın Rasûlü’ne hizmet etmekten alıkoymamıştı. Bir de uzun süreden beri onların hizmetine koşan Osman İbn Maz’un’un dul eşi Havle vardı. Fakat Fâtıma’nın yanında şimdi bu yardım eden ellerden hiçbiri yoktu. Aşırı fakirliklerini gidermek için Ali (r.a.) su çekiyor ve taşıyor, Fâtıma ise buğday öğütüyordu. “Ellerim kabarıncaya kadar öğüttüm” dedi bir gün Ali’ye. Ali de ona: “Ben de omuzlarım ağrıyıncaya kadar su çektim. Allah, babana birçok köle vermiş; git ve onlardan birini hizmet etmesi için iste” dedi. Fâtıma hemen Peygamber (s.a.v)’in yanına gitti. Babası onu görünce: “Seni buraya getiren ne küçük kızım?”diye sordu. Fâtıma babasına duyduğu saygıdan evdeki niyetini söyleyemedi ve “Seni selamlamak için geldim” dedi. Eli boş dönünce Ali (r.a.) ona “Ne yaptın?” diye sordu. “İstemeye utandım” dedi, Fâtıma (r.a.). Bunun üzerine ikisi birlikte gidip Peygamber (s.a.v)’e isteklerini bildirdiler. Fakat Peygamber (s.a.v), onların hizmetçiye diğerlerinden daha az ihtiyaçları olduğunu öne sürerek isteklerini geri çevirdi. “Onları size verip de Ehl-i Suffe’nin açlıktan kıvranmasını istemem. Onları besleyecek kadar gelirim yok. Sadece elimdekini avucumdakini satarak onları besleyebiliyorum” dedi. Ali (r.a.) ile Fâtıma (r.a.) biraz düş kırıklığı içinde evlerine döndüler. Fakat o gece, onlar yattıktan sonra kapıda içeri girmek için izin isteyen Peygamber (s.a.v)’in sesini duydular. Ona hoş geldin diyerek yataktan kalktılar. Fakat Peygamber (s.a.v): “Olduğunuz yerde kalın” dedi ve yanlarına oturdu. “Size, benden istediğinizden daha değerli bir şey vereyim mi?” diye sordu. Onlar “evet” dediklerinde ise şunları söyledi: “Cebrâîl bana şöyle öğretti: Her namazdan sonra on defa Elhamdülillah (Hamd Allah’adır), on defa Sübhanallah (Allah tesbih edilendir) ve on defa Allahu Ekber (Allah büyüktür) deyin. Yattığınız zaman da her birini otuz üçer defa tekrarlayın”. Ali ileriki yıllarda şöyle derdi: “Allah’ın Rasûlü bize bunları öğrettikten sonra, bir kez bile onları okumayı ihmal etmedim.”
Ali (r.a.) ile Fâtıma (r.a.)’nın evleri Mescid’den çok uzak değildi; fakat Peygamber (s.a.v) kızının kendisine daha da yakın olmasını istiyordu. Evliliklerinden birkaç ay sonra, Peygamber (s.a.v)’in uzaktan akrabası olan Hazrec’li Hârise Peygamber (s.a.v)’e geldi ve şöyle dedi: “Ey Allah’ın Rasûlü! Fâtıma’yı daha da yakınına getirmek istediğini duydum. Benim evim Neccâroğulları arasında sana en yakın evdir, şimdi onu sana veriyorum. Ben ve mallarım, Allah ve Rasûlü içindir. Benden bir şeyler alırsan almamandan daha çok sevinirim.” Peygamber (s.a.v) ona dua etti ve hediyesini kabul etti. Kızı ve damadını kendisine komşu olarak getirdi.
Peygamber (s.a.v.) Hârise’nin cömertliği ile Medîne’de gerek kendisine gerekse diğerlerine karşı gösterilen cömertliğe çok seviniyordu. Fakat o sırada meydana gelen bir olay düş kırıklığı yarattı. Peygamber (s.a.v) Evs’li Ebû Lübâbe’yi takdir ederdi. Bedir Savaşı sırasında, onu Medîne’de kendisini temsil etmesi için Revha’dan geri göndermişti. O yılın sonlarına doğru, Ebû Lübâbe’nin velayetinde bulunan bir yetim Peygamber (s.a.v)’e geldi. Velîsinin, kendisine ait olan bir hurma ağacına sahip çıktığını söyledi. Ebû Lübâbe’ye haber gönderdiler. Ebû Lübâbe ağacın kendisinin olduğunu iddia etti, gerçekten de öyleydi. Peygamber (s.a.v) meseleyi öğrenince Ebû Lübâbe’nin lehine karar verdi. Fakat uzun süreden beri ağaca sahip olduğuna kendisini alıştıran yetim çok üzülmüştü. Bunu gören Peygamber (s.a.v) Ebû Lübâbe’den ağacı kendisine hediye olarak vermesini istedi; fakat Ebû Lübabe kabul etmedi. Peygamber (s.a.v): “Ey Ebû Lübabe! O zaman ağacı bu yetime hediye et, Cennet’te karşılığını bulursun” dedi. Fakat olaylar Ebû Lübâbe’nin duygularını etkilemişti, bu nedenle yine kabul etmedi. O sırada ensârdan biri, Sâbit İbn ed-Dehdahe (r.a.), Peygamber’e: “Ey Allah’ın Rasûlü! Ben bu ağacı alıp bu yetime versem, aynısını Cennet’te bulacak mıyım?” diye sordu. “Elbette bulacaksın” cevabını alınca hemen Ebû Lübâbe’den bir hurma bahçesi karşılığında o ağacı satın aldı. İbn ed-Dehdahe ağacı yetime verdi. Peygamber (s.a.v) onun adına çok sevinmiş, fakat Ebû Lübâbe adına üzülmüştü.


Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.

Yorum Yaz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.