Web sitemize hoşgeldiniz, 18 Aralık 2024
Beğen 3

Mustafa Demirci-Kureyş’in Yaşadığı İkilem

Peygamber (s.a.v) ramazanı ve onu takip eden ayı Medîne’de geçirdi. O ayın sonlarına doğru bir gece rüyasında başı tıraşlı bir şekilde Kâ’be’ye girdiğini ve Kâ’be’nin anahtarını elinde tuttuğunu gördü. Ertesi gün rüyasını sahâbeye anlattı ve onları kendisi ile birlikte umre yapmaya davet etti. Bunun üzerine aceleyle yol hazırlıklarına girişildi. Kutsal mekânda kurban edilmek üzere yetmiş deve satın aldılar. Bu kurbanların etleri Mekke’deki fakirlere dağıtılacaktı. Peygamber (s.a.v) hanımlarından birini yanında götürmeye karar verdi. Kura çektiklerinde Ümmü Seleme (r.a.) çıktı. Umre yapanlar arasında, İkinci Akabe Biatı’nda da bulunan iki Hazrecli kadın, Nuseybe ve Ümmü Menin vardı.
Her adam avlanma amacıyla yanına birer kılıç aldı. Fakat tam yola çıkmak üzere iken Ömer (r.a.) ve Sa’d İbn Ubâde (r.a.) tamamen silahlanmayı önerdiler. Kureyş haram aya rağmen saldırabilir, dediler. Fakat Peygamber (s.a.v) bu öneriyi kabul etmedi ve “Ben silah taşımayacağım, hac yapmaktan başka bir şey için yola çıkmıyorum” dedi. İlk konaklarında, kurban edilecek develerin kendisine getirilmesini istedi. Bir tanesini seçip Mekke’ye döndürdü ve sağ böğrüne bir işaret koyarak deveyi nişanladı. Devenin boynuna da çelenk astı ve diğer develerin de aynı şekilde nişanlanmasını emretti. Daha sonra Huza’a’nın Kâ’b kolundan bir adamı, Kureyş’in tepkisini öğrenmek üzere gönderdi.
Peygamber (s.a.v)’in başı açıktı ve iki parça dikişsiz kumaştan yapılmış geleneksel hac kıyafetini (ihram) giymişti. İhramın bir parçası vücudun alt kısmını örtmek üzere bele dolanmış, diğer parçası da omuzlarına örtülmüştü. Peygamber (s.a.v)iki rekât namaz kılarak hac için hazırlandı. Namazın arkasından hacıların söyledikleri ‘Lebbeyk Lebbeyk’ kelimesini tekrarlamaya başladı. Bu “İşte sana geldim, emrindeyim Allah’ım” anlamına geliyordu. Çoğu kişi onun gibi yaptı. Fakat birkaç kişi biraz daha ileride ihrama girmeyi tercih etti. Çünkü ihrama girmek, avlanma ile ilgili birtakım yasakları da beraberinde getiriyordu.
Kureyşliler, Medîne’den hacıların yola çıktığı haberini alınca, Peygamber (s.a.v)’in önceden tahmin ettiği gibi kuşkuya kapıldılar ve hemen meclisi topladılar. Şimdiye kadar hiç böyle ciddi bir ikilem yaşamamışlardı. Eğer mescidin koruyucuları olarak, bine yakın Arap hacının yolunu keserlerse, kendi büyüklerinin dayandığı kanunlara aykırı düşeceklerdi. Diğer taraftan eğer düşmanlarının Mekke’ye barış ve rahatlık içinde girmesine izin verirlerse, bu Muhammed (s.a.v) için büyük bir moral zaferi olacaktı. Bu haberler tüm Arabistan’a yayılacak ve tüm ağızlarda tekrarlanacaktı. Aynı zamanda bu, bir önceki başarısız Medîne seferlerinin üstüne tuz biber olacaktı. Belki de en kötüsü, bu hacıların eski hac geleneğini devam ettirmeleri, onların İbrahim dinine bağlı olduklarını açığa çıkararak daha çok kişinin sempatisini kazanmalarını sağlayacaktı. Her şey gözden geçirildiğinde, onları Mekke’ye sokmamaları gerektiği kararına vardılar. “Aramızda bir tek kişi canlı kaldığı sürece, Tanrı’ya andolsun, onlar giremeyecekler” dediler. Hacılar, Usfan’a ulaştığında, önceden gönderilen küçük grup, Mekkelilerin Hâlid’i iki yüz atlı ile onların yaklaşmasını önlemek üzere gönderdikleri haberiyle geldi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v) kendilerini başka bir yoldan götürecek bir rehber aradı. Eslem’li bir adam bu görevi üstlendi ve onları sahile doğru yöneltti. Hudeybiye’ye giden geçide ulaşıncaya kadar aşılması zor ve dar bir yoldan ilerlediler. Hudeybiye, Haram bölgenin hemen kenarında, Mekke’nin aşağısında açık bir araziydi. Rehberleri onları Hâlid’in gözünden kaçırmayı başarmıştı. Fakat yürürlerken o kadar çok toz kaldırmışlardı ki Hâlid onları fark etti ve Kureyşlilere onların yaklaştığı haberini vermek üzere Mekke’ye döndü.
Peygamber (s.a.v) hac için en gözde devesi olan Kesva’yı seçmişti. Deve geçidin sonuna geldiklerinde yere çöktü. Birçok kişinin ‘Hal! Hal!’ sesleri kayalarda yankılandı. Deveyi yerden kaldırmak için böyle derlerdi. Fakat tüm seslere rağmen deve yerde çakılmış gibi duruyordu. “Kesva inatçı” dediler. Fakat Peygamber (s.a.v) bunun şimdilik Hudeybiye’den öteye gitmemeleri gerektiğini gösteren bir işaret olduğunu biliyordu. “O inatçı değil” dedi, “Bu, onun tabiatı değildir. Fakat fili engelleyen güç onu da engelledi”. Kureyş’i kastederek şunları ekledi: “Bugün benden Allah’ın hududlarına uygun her ne isterlerse onlara vereceğim.”[237] Daha sonra Kesva’ya bir şeyler söyledi; deve hemen ayağa kalktı ve onu diğer hacılarla birlikte Hudeybiye’ye kadar götürdü. Peygamber (s.a.v) orada kamp kurma emrini verdi. Fakat kamp kurdukları yerde hemen hemen hiç su yoktu. Sadece bir iki çukurda birikmiş su vardı ve adamlar susuzluktan şikâyet ediyorlardı. Peygamber (s.a.v) kurban develerini gözeten Eslem’li Naciye’yi yanına çağırdı ve O’ndan bulabildiği kadar suyu kovaya doldurup kendisine getirmesini istedi. Naciye, suyu getirdiğinde Peygamber (s.a.v) abdest aldı ve bir miktar suyu ağzına alıp tekrar kovanın içine boşalttı. Daha sonra sadağından bir ok aldı ve, “Bu suyu al ve o çukura boşalt; daha sonra bu okla karıştır” dedi Naciye onun emrettiği gibi yaptı ve oku suya daldırır daldırmaz temiz ve taze bir su o kadar hızlı ve çok olarak fışkırdı ki, kendisini zor geri attı. Hacılar çukurun başında toplandılar, bütün hayvanlar ve insanlar kana kana içtiler.
Hacıların arasında İbn Übey dâhil birkaç münafık vardı. İbn Übey su içerken, kabilesinden bir adam ona şöyle dedi: “Ey Hubab’ın babası! Sana yazıklar olsun, kendinin nerede olduğunu hâlâ farketmeyecek misin? Bundan daha fazla ne bekliyorsun?” İbn Übey, “Daha önce bunun aynısını gördüm” dedi. Bunun üzerine adam onu tehdit edercesine konuştu. İbn Übey de oğlu ile birlikte Peygamber (s.a.v)’e gitti ve meseleyi anlatıp, kendisinin yanlış anlaşıldığını söylemek istedi. Fakat daha o konuşmaya başlamadan Peygamber (s.a.v) ona: “Bugün gördüğün şeyin aynısını daha önce nerede gördün?” diye sordu. O, “buna benzer hiçbir şey görmedim” cevabını verdi. Peygamber (s.a.v), “Peki o zaman niçin o lafları söyledin?” dedi. İbn Übey, “Allah’tan beni bağışlamasını diliyorum” dedi. Oğlu, “Ey Allah’ın Rasûlü! Onun için bağışlanma dile” dedi. Peygamber (s.a.v) de onun için dua etti.”[238]
Susuzluklarını giderdikten sonra, hacılar bedevî reislerinden birinin hediye ettiği bir deve ile bir koyun sayesinde karınlarını doyurdular. Bu bedevî kabilesi, bir zamanlar Mescid’in koruyuculuğunu yapmış olan ve Eslem, Kâ’b ve Müstalık boylarını içeren Benî Huza’a idi. Bunların hepsi şimdi Peygamber (s.a.v)’e iyi davranıyorlardı. Çünkü Müslüman olmayanlar için bile bu ittifakta politik bir avantaj vardı. Bu ittifak sayesinde Kureyş’le anlaşmalı olan en büyük düşmanları Benî Bekr’e karşı denge sağlamış oluyorlardı. Bu durum kısa bir süre sonra çok önemli olaylara sebep olacaktı. Fakat şimdilik Huza’a ve Bekr arasında savaş yoktu ve Kureyşliler, şüphelenmelerine rağmen Huza’a’ya hoşgörü gösteriyorlardı. Huza’a’nın ileri gelenlerinden Budeyl İbn Verka, hacıların Hudeybiye’de kamp kurdukları haberi geldiğinde Mekke’de idi. Daha sonra Peygamber’e (s.a.v) gelmiş ve ona Kureyş’in tutumu hakkında bilgi vermişti. “Son adamları da ölünceye kadar sizinle Kâ’be arasındaki yolu kapalı tutmaya yemin ediyorlar” dedi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v), “Biz buraya savaşmak için gelmedik; sadece Beyt’i tavaf etmek için geldik. Yolumuza çıkanla savaşırız; fakat ben onlara, isterlerse, tedbirlerini almaları ve yolu açmaları için süre tanıyorum” dedi.
Budeyl ve yanındaki arkadaşları Mekke’ye döndüler. Kureyşliler onları asık suratla karşıladılar. Onlar Muhammed (s.a.v)’in neler söylediğini bildirmek istediklerinde, Ebû Cehil’in oğlu İkrime onları duymak istemediklerini söyledi. Bunun üzerine Sakîfli müttefiklerinden biri olan Urve -onun annesi bir Mekkeli idi- bu tutumun çok saçma olduğunu söyledi. Safvân da Budeyl’e, “Gördüklerini ve duyduklarını bize anlat” dedi. Budeyl onlara hacıların niyetlerinin barışçı olduğunu ve Peygamber’in (s.a.v) kendilerinin gelişine kadar Kureyşlilere hazırlanma süresi verdiğini haber verdi. Daha sonra Urve, “Budeyl size hiç kimsenin reddedemeyeceği güzel bir teklif getirdi. Bunu kabul edin. İzin verin doğrudan Muhamed (s.a.v)’e gidip bunu tasdikleteyim; onun yanına gider ve etrafındakleri gözlerim. Size haber getiren bir elçi olurum.” dedi.
Kureyşliler onun teklifini kabul ettiler. Fakat daha önceden, tüm bedevî müttefiklerine kumanda eden Ehâbiş diye tanınan bir adamı elçi olarak göndermişlerdi. Bu adam, Kinâne kabilesinin Beni’l-Hâris kolundan Huleys idi. Uhud’da cesedlere yapılan işkenceler nedeniyle Ebû Süfyân’ı azarlayan da Huleys idi. Peygamber (s.a.v) onun yaklaştığını görünce, ya onun davranışlarından ya da daha önce onun hakkında duyduklarından, onun merhametli bir adam olduğunu ve kutsal şeylere çok önem verdiğini anladı. Bu nedenle nişanlanan kurban develerinin onu karşılamak üzere ileri sürülmesini emretti. Kurban nişanları ve boyunlarındaki süsleri ile yetmiş devenin geldiğini gören Huleys, bundan o kadar etkilendi ki Peygamber (s.a.v)’le konuşmaksızın doğruca Kureyşlilere gitti ve hacıların niyetlerinin tamamen barışçı olduğunu söyledi. Mekkeliler biraz ileri giderek onun sadece bir çöl adamı olduğunu ve bu meselenin aslını anlayamayacağını söylediler. Bu büyük bir taktik hatasıydı. Bunu anladıklarında ise çok geç kalmışlardı. Huleys, “Ey Kureyşliler!”, dedi sertçe; “biz sizinle müttefik olmadık ve bunun için anlaşma yapmadık; Allah’ın evine gelen birine nasıl engel olursunuz? Nefsimi kudret elinde tutana yemin olsun ki ya Muhammed’in yapacağı şeye izin verirsiniz, ya da ben bütün Ehâbiş’leri geri çekerim” dedi. Onlar, “Ortak bir noktaya varıncaya kadar bizi bekle” dediler.
O sırada Sakif’li Urve, hacıların kampına varmış ve Peygamber’le konuşmaya başlamıştı. Sanki kendisiyle eşit konumdaymış gibi karşısına oturmuştu ve ona hitap ettiğinde onun sakalını tutuyordu. Fakat muhâcirlerden biri olan Muğîre (r.a.), onların yanında ayakta duruyordu. Urve Peygamber (s.a.v)’in sakalını tutunca, kılıcının yassı ucuyla onun eline vurdu. Bir iki dakika sonra Urve yine Peygamber (s.a.v)’in sakalını tutunca, eline daha şiddetli bir darbe indirdi ve “Henüz elin senin iken, elini Allah’ın Rasûlü’nün sakalından çek” dedi. Urve, bundan sonra Peygamber (s.a.v)’e fazla yakın olmaktan kaçındı. Fakat onunla konuştuktan sonra saatlerce kampta kaldı. Kureyşlilere onların elçisi olduğu kadar casusu da olmaya söz vermişti. Bu nedenle kampta gördüğü her şeyi not etti. Ancak onu en çok, burada görmek için gelmediği ve hiçbir yerde rastlamadığı şeyleri görmek etkiledi. Mekke’ye döndüğünde Kureyşlilere şöyle dedi: “Ey insanlar! Ben birçok krala -Kisra’ya, Kayser’e ve Necâşî’ye- elçi olarak gönderildim. Hiçbir tebanın kralına, Muhamed (s.a.v)’in ashâbının ona gösterdiği saygı kadar saygı gösterdiğini görmedim. O bir şey emretse, ağzından çıkar çıkmaz hemen yapıyorlar, o abdest alsa, abdest suyunu almak için yarış ediyorlar; o konuştuğunda hiç sesleri çıkmıyor; onun yüzüne dimdik bakmıyorlar, ona göstedikleri saygıdan gözlerini yere indiriyorlar. O size iyi bir teklif yaptı. O halde bu teklifi kabul edin.”
Urve daha kampta iken Peygamber (s.a.v) Kâ’b kabilesinden Hiras adındaki bir adamı deveye bindirip Kureyş’e elçi olarak göndermişti. Hiras oraya vardığında İkrime onun devesinin bacaklarını kesti. Fakat Huleys ve adamları araya girerek elçinin hayatını kurtardılar ve adamı Peygamber (s.a.v)’e geri gönderdiler. Döndüğünde Hirâs: “Ey Allah’ın Rasûlü, benden daha iyi himayesi olan bir adamı gönder” dedi. Peygamber (s.a.v) Ömer (r.a.)’i çağırdı. Fakat Ömer, Kureyşlilerin onun kendilerine ne denli düşman olduğunu bildiklerini ve kabilesi Benî Adiy’in kendisini koruyacak kadar güçlü olmadığını söyledi. “Fakat” dedi Ömer, “Mekke’de benden daha güçlü, akraba yönünden zengin ve benden daha iyi bir himayeye sahip olan bir adam gösterebilirim: Osman İbn Affân (r.a.).” Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.), Osman İbn Affân’ı Mekke’ye gönderdi. Abdu Şems’li akrabaları ve diğerleri ona iyi davrandılar.
Hudeybiye’dekilerin hiçbirini Kâ’be’ye yaklaştırmayacaklarını söylemelerine rağmen, onu Kâ’be’de tavaf etmeye davet ettiler. Fakat Osman (r.a.) bunu reddetti. Kureyşliler İbn Übey’e de aynı imtiyazı teklif eden bir haber gönderdiler. Fakat İbn Übey, “Allah’ın Rasûlü tavaf etmedikçe Beyt’i tavaf etmem” cevabını verdi. Peygamber (s.a.v) bunu duydu ve çok sevindi.


Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.

Yorum Yaz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.