Web sitemize hoşgeldiniz, 18 Aralık 2024
Beğen 2

Mustafa Demirci-Tebük

Huneyn Savaşı’ndan kısa bir süre sonra İmparator Herakliyus, Kudüs’e giden kutsal yolu tekrar inşa ettirdi. Bu, Kur’ân’da önceden haber verilen ve “O gün mü’minler sevineceklerdir” (Rûm: 4) diye ifade edilen Bizanslıların İranlılara karşı kesin zaferini noktalıyordu. İranlıların Suriye’den ve Mısır’dan askerlerini çekmek zorunda kalmaları da bir sevinç kaynağıydı. Fakat Suriye’de bir tehlikenin yerini diğeri almıştı. İslâm devletinin sadece bu taraftan bir tehlike ile karşı karşıya olduğu söylenebilirdi. Medîne’de Herakliyus’un Medîne’ye karşı uzun bir sefer düzenlemek üzere ordusuna bir mühlet verdiği söylentileri dolaşıyordu. Bizanslıların güneyde Belka’ya kadar geldikleri ve Lehm, Cudam, Gassan ve ‘Amile kabilelerini ele geçirdikleri de söyleniyordu. Bu haberler bir bakıma abartma, bir bakıma da gerçeğin tam tersi idi. Herakliyus’un İran seferi sırasında rüyasında kendisini İslâm’a çağıran mektubu yazan adamla özdeşleştirdiği “sünnetli bir adamın” Suriye Krallığı’nı ele geçirişini gördüğü, henüz herkesçe bilinmiyordu. Gördüğü rüya öylesine etkili ve açıktı ki, Herakliyus’un güneye doğru yayılmasını engelledi ve bir dereceye kadar Suriye’nin savunmasını gevşetmesine neden oldu. Herakliyus, Kudüs’ten Humus’a çekilmişti. Orada, tüm bu bölgenin fethedileceğinden emin olarak generallerine, kuzeydeki diğer bölgelere yayılmaması şartıyla Suriye bölgesini Peygamber (s.a.v)’e veren bir anlaşma yapmayı önerdi. Generallerin bu fikre çok şaşırmaları ve kesinlikle karşı çıkmaları onun bu planı yürürlükten kaldırmasına neden oldu. Fakat Herakliyus gördüğü rüyayı hiçbir zaman unutmadı.
Aynı şekilde Peygamber (s.a.v) de Allah’ın İslâm ordularına Suriye kapılarını açacağından emindi. Ya zamanının geldiğini düşünerek ya da kaçınılmaz kuzey seferi için ordularına deneyim kazandırmak için Bizanslılara karşı bir sefer düzenleyeceklerini açıkladı. Daha sonra şimdiye kadar kumanda ettiği en büyük ve en iyi silahlarla donanmış bir ordu kurmaya başladı. O zamana kadar bu tür durumlarda asıl amacını gizli tutmak ve hazırlıkları mümkün olduğu kadar gizli yapmak adetiydi. Fakat bu kez gizlilik yoktu. Mekke’ye ve diğer müttefik kabilelere Suriye seferi için silahlı ve binekli adamlar göndermeleri için haber gönderildi.
M.S. 630 yılının Ocak ayı başlarıydı. Mevsim her zaman sıcak olurdu; fakat o yıl bir kuraklık olmuştu ve ısı her zamankinden daha yüksekti. Aynı zamanda olgun ve taze meyve yeme zamanıydı. Bu iki durum sefere katılmamak için iki sebep teşkil ediyordu. Üçüncü neden ise imparatorluk lejyonlarının dehşet verici şöhretiydi. Münafıklar ve Müslümanlardan samimiyeti az olanlar Peygamber (s.a.v)’e gelip çeşitli mazaretler öne sürerek sefere gitmemek için izin istediler. Bedevîlerin çoğu da böyle yaptı. Geride kalanlar içinde dört salih imanlı kişi de vardı: Kâ’b İbn Mâlik, Hazrec’ten iki kişi ve Evs’ten bir adam. Bunlar evde kalmak için kesin bir karar almamışlar ve özürler öne sürmemişlerdi. O mevsimde Medîne’den ayrılmak onlara o kadar sevimsiz gelmişti ki, hazırlık yapmaya başlayamamışlar ve bu işi bugünden yarına ertelemişlerdi. Uyandıklarında ise vakit çok geçti ve birlikler gitmişti. Fakat çoğunluk hızla hazırlığa koyulmuşlar ve zenginler daha fazla para yardımı yapma konusunda yarışmışlardı. Osman tek başına on bin adama alet ve binek sağladı. Böyle olduğu halde gitmek isteyen herkese yetecek kadar binek ve alet yoktu. O sırada inen bir âyet (Tevbe: 92) Peygamber (s.a.v)’in binek ve alet sağlayamadığı için istemeyerek geri çevirdiği, bunun üzerine ağlamaya başlayan “yedi ağlayan kişi”yi -beş fakir ensâr ve Muzeyne ile Gatafan’dan iki bedevî- hafızalara işliyordu.
Bütün bedevî müttefikler de katıldıktan sonra ordu, on bini atlı, otuz bin kişiye yaklaşmıştı. Şehrin dışına bir kamp kurulmuş ve ordu herkes hazır olup Peygamber (s.a.v) de yola çıkıp kumandayı ele alana kadar ordu Ebû Bekir’in yönetimine verilmişti.
Peygamber (s.a.v) Ali (r.a.)’yi ailesine bakmak üzere Medîne’de bırakmıştı. Fakat münâfıklar Peygamber’in onu bir fazlalık olarak gördüğü ve gözünün önünden uzak tutarak ondan kurtulduğu söylentisini yaydılar. Bunu duyan Ali (r.a.) o kadar üzülmüştü ki zırhını giydi, silahlarını kuşandı ve ona katılmak için yalvarmaya niyetlenerek Peygamber (s.a.v)’e ilk konaklardan birinde yetişti. Ona insanların neler konuştuklarını anlattı. O da: “Yalan söylüyorlar. Geride bıraktıklarım için orada kalmanı emrediyorum. Geri dön ve beni hem kendi ailende, hem de benim ailemde temsil et. Ey Ali! Benden sonra Peygamber gelmemesi hariç senin bana, Mûsâ’nın Hârûn’a yakınlığı gibi yakın olmandan memnun değil misin?” dedi.
Kuzeye doğru ilerlerken bir gün sabah namazında Peygamber (s.a.v) abdest almakta gecikti. Adamlar saflara dizilmişlerdi; namaz kılmadan önce güneşin doğmasından korkana dek onu beklediler. Daha sonra Abdurrahman İbn Avf (r.a.)’ın imamlık yapmasına karar verildi. Peygamber (s.a.v) geldiğinde hemen hemen birinci rekatı bitirmişlerdi. Abdurrahman (r.a.) tam geri çekilecekken Peygamber (s.a.v) onu yerinde kalması için itti ve kendisi de cemaate katıldı. Cemaat, namazı bitirip selam verince Peygamber (s.a.v) ayağa kalktı ve kaçırdığı rekatı kıldı. Bitirdikten sonra, “İyi yaptınız; çünkü hiçbir Peygamber ümmetinden takvâ sahibi birinin arkasında namaz kılmadıkça ölmez”[305] dedi.
O sırada Medîne’de yaklaşık olarak ordu yola çıktıktan on gün sonra, geride kalan dört mü’minden biri olan Hazrec’li Ebû Hayseme (r.a.) çok sıcak bir günde bahçesindeki ağaçların gölgesine gitti. Orada iki kulübe vardı. Hanımlarının, iki kulübeye de su serpmiş olduğunu gördü. İkisi de kendisi için yemek hazırlamış ve içmesi için toprak testilerde su soğutmuşlardı. Kulübelerden birisinin kapı eşiğinde ayakta durdu ve, “Allah’ın Rasûlü güneşin sıcağı altında, sıcak rüzgârlarla kavrulmuş; Ebû Hayseme ise serin bir gölgelikte, onun için kendi evinde yemek ve hanımları hazırlanmış!” dedi. Daha sonra hanımlarına dönerek, “Vallahi, Allah’ın Rasûlü’ne yetişmeden ikinizin kulübesine de girmeyeceğim. O halde benim için erzak hazırlayın” dedi. Hanımları onun için erzak hazırladılar. Ebû Hayseme devesini semerleyerek hızla ordunun arkasından yola çıktı.
Medîne’den Kudüs’e giden yolun hemen hemen tam ortasında Peygamber (s.a.v) bir gece, “İnşallah yarın Tebuk akarsuyuna ulaşacaksınız. Güneş yükselip yakıcılığı artana kadar oraya varamayacaksınız. Ona ulaşan kimse ben gelinceye kadar suya dokunmasın” dedi. Fakat oraya ilk varan iki kişi kaynaktan içtiler. Ordunun büyük bir kısmı geldiğinde birkaç damla su kalmıştı. Peygamber (s.a.v) bu iki kişiyi sert bir dille azarladı ve birkaç kişiye çukurlarda bulabildikleri kadar suyu toplayıp eski bir deri parçasına doldurmalarını söyledi. Yeteri kadar su toplandığında kabın içinde ellerini ve yüzünü yıkayıp kaynağın ağzını kapatan kayanın üstüne serpti ve ellerini onun üstünden geçirerek Allah’ın dilediği şekilde dua etti. Daha sonra gök gürültüsü gibi bir sesle birlikte su fışkırdı. Bütün adamlar ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra bile hâlâ su akıyordu. Peygamber (s.a.v), yanında duran Mu’az’a döndü ve: “Ey Mu’âz! Belki sen bu yerin bahçelerle dolu bir vadi olduğunu görene kadar yaşayacaksın” dedi. Gerçekten de söylediği gibi oldu.
Peygamber (s.a.v) ordu ile yola çıkmayı kaçıran dört mü’minin hatası üzerine üzülmüş ve hayal kırıklığına uğramıştı. Tebûk’e ulaştıktan birkaç gün sonra onlara yetişen Hayseme için de daha önceden üzülmüştü. Yalnız bir yolcunun yaklaştığı görüldüğünde, henüz yüz hatları belirgin olmamasına rağmen Peygamber (s.a.v) dua eder gibi, “Ebû Hayseme olsa!” dedi. Adam onlara yaklaşıp selam verdiğinde de, “Yazıklar olsun sana Ebû Hayseme!” dedi. Fakat neler olduğunu dinledikten sonra onu affetti.
Ordu Tebûk’te yirmi gün kaldı. Bizans’tan gelen tehlike söylentilerinin gerçek olmadığı ortaya çıkmıştı. Diğer taraftan bu Suriye’nin fethi için uygun bir zaman da değildi. Fakat o günlerde Peygamber (s.a.v) Akabe Körfezi’nde ve doğudaki sahillerde yaşayan Hıristiyan ve Yahudi kabileleriyle bir barış anlaşması yaptı. Yıllık haraç karşılığında onlara İslâm devletinin himayesi vaadediliyordu. Daha sonra Peygamber (s.a.v), Hâlid (r.a.)’i yirmisi atlı dört yüz kişiyle Tebûk’ün kuzeydoğusundaki Dûmet el-Cendel’e göndererek ordunun geri kalan kısmıyla birlikte Medîne’ye döndü. Bu önemli kale Suriye’ye giden yollardan birinin ve Medîne’den Irak’a giden yolun üzerindeydi. Buranın hıristiyan yöneticisi Ukeydir, Hâlid (r.a.) tarafından yenilip esir edilince çok şaşırmıştı. Hâlid, onu Medîne’ye götürdü. Ukeydir (r.a.), Medîne’de Peygamber (s.a.v)’e biat ederek Müslüman oldu.


Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.

Yorum Yaz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.