Dokuzuncu Söz
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
فَسُبْحَانَ اللهِ حِينَ تُمْسُونَ وَحِينَ تُصْبِحُونَ – وَلَهُ الْحَمْدُ فِى السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِ وَعَشِيًّا وَحِينَ تُظْهِرُونَ
1
EY BİRADER! Benden, namazın şu muayyen beş vakte 2 hikmet-i tahsisini soruyorsun. Pek çok hikmetlerinden yalnız birisine işaret ederiz.
Evet, herbir namazın vakti, mühim bir inkılâp başı olduğu gibi, azîm bir tasarruf-u İlâhînin âyinesi ve o tasarruf içinde ihsânât-ı külliye-i İlâhiyenin birer mâkesi olduğundan, Kadîr-i Zülcelâle o vakitlerde daha ziyade tesbih ve tazim ve hadsiz nimetlerinin iki vakit ortasında toplanmış yekûnuna karşı şükür ve hamd demek olan namaza emredilmiştir. Şu ince ve derin mânâyı bir parça fehmetmek için, Beş Nükteyi nefsimle beraber dinlemek lâzım.
BİRİNCİ NÜKTE
Namazın mânâsı, Cenâb-ı Hakkı tesbih ve tâzim ve şükürdür. Yani,
• celâline karşı kavlen ve fiilen Sübhânallah deyip takdis etmek;
• hem, kemâline karşı lâfzen ve amelen Allahu ekber deyip tâzim etmek;
• hem, cemâline karşı kalben ve lisanen ve bedenen Elhamdülillâh deyip şükretmektir.
Demek, tesbih ve tekbir ve hamd, namazın çekirdekleri hükmündedirler. Ondandır ki, namazın harekât ve ezkârında, bu üç şey her tarafında bulunuyorlar. Hem ondandır ki, namazdan sonra, namazın mânâsını tekid ve takviye için, şu kelimât-ı mübareke, otuz üç defa tekrar edilir; 3 namazın mânâsı şu mücmel hülâsalarla tekid edilir.
İKİNCİ NÜKTE
İbadetin mânâsı şudur ki: Dergâh-ı İlâhîde abd kendi kusurunu ve acz ve fakrını görüp kemâl-i Rububiyetin ve kudret-i Samedâniyenin ve rahmet-i İlâhiyenin önünde hayret ve muhabbetle secde etmektir.
Yani, Rububiyetin saltanatı, nasıl ki ubûdiyeti ve itaati ister. rububiyetin kudsiyeti, paklığı dahi ister ki, abd, kendi kusurunu görüp, istiğfar ile ve Rabbini bütün nekaisten pak ve müberra ve ehl-i dalâletin efkâr-ı batılasından münezzeh ve muallâ ve kâinatın bütün kusurâtından mukaddes ve muarra olduğunu, tesbih ile, Sübhanallah ile ilân etsin.
Hem de Rububiyetin kemâl-i kudreti dahi ister ki, abd, kendi zaafını ve mahlûkatın aczini görmekle, kudret-i Samedâniyenin azamet-i âsârına karşı istihsan ve hayret içinde Allahu ekber deyip, huzû ile rükûa gidip, Ona iltica ve tevekkül etsin.
Hem Rububiyetin nihayetsiz hazine-i rahmeti de ister ki, abd, kendi ihtiyacını ve bütün mahlûkatın fakr ve ihtiyâcâtını sual ve dua lisanıyla izhar ve Rabbinin ihsan ve in’âmâtını şükür ve senâ ile ve Elhamdü lillâh ile ilân etsin.
Demek, namazın ef’âl ve akvâli bu mânâları tazammun ediyor ve bunlar için taraf-ı İlâhîden vaz edilmişler.
ÜÇÜNCÜ NÜKTE
Nasıl ki insan şu âlem-i kebirin bir misal-i musağğarıdır ve Fâtiha-i Şerife şu Kur’ân-ı Azîmüşşânın bir timsal-i münevveridir. Namaz dahi, bütün ibâdâtın envaını şamil bir fihriste-i nuraniyedir ve bütün esnâf-ı mahlûkatın elvân-ı ibadetlerine işaret eden bir harita-i kudsiyedir.
DÖRDÜNCÜ NÜKTE
Nasıl ki haftalık bir saatin saniye ve dakika ve saat ve günlerini sayan milleri birbirine bakarlar, birbirinin misalidirler ve birbirinin hükmünü alırlar. Öyle de, Cenâb-ı Hakkın bir saat-i kübrâsı olan şu âlem-i dünyanın saniyesi hükmünde olan gece ve gündüz deveranı ve dakikaları sayan seneler ve saatleri sayan tabakat-ı ömr-ü insan ve günleri sayan edvâr-ı ömr-ü âlem birbirine bakarlar, birbirinin misalidirler ve birbirinin hükmündedirler ve birbirini hatırlatırlar.
Meselâ, fecir zamanı, tulûa kadar, evvel-i bahar zamanına, hem insanın rahm-ı mâdere düştüğü âvânına, hem semâvât ve arzın altı gün hilkatinden birinci gününe benzer ve hatırlatır ve onlardaki şuûnât-ı İlâhiyeyi ihtar eder.
Zuhr zamanı ise, yaz mevsiminin ortasına, hem gençlik kemâline, hem ömr-ü dünyadaki hilkat-i insan devrine benzer ve işaret eder ve onlardaki tecelliyât-ı rahmeti ve füyuzât-ı nimeti hatırlatır.
Asr zamanı ise, güz mevsimine, hem ihtiyarlık vaktine, hem Âhirzaman Peygamberinin (aleyhissalâtü vesselâm) asr-ı saadetine benzer ve onlardaki şuûnât-ı İlâhiyeyi ve in’âmât-ı Rahmâniyeyi ihtar eder.
Mağrib zamanı ise, güz mevsiminin âhirinde pek çok mahlûkatın gurubunu, hem insanın vefatını, hem dünyanın kıyamet iptidasındaki harabiyetini ihtar ile tecelliyât-ı celâliyeyi ifham ve beşeri gaflet uykusundan uyandırır, ikaz eder.
İşâ vakti ise, âlem-i zulümat nehar âleminin bütün âsârını siyah kefeniyle setretmesini, hem kışın beyaz kefeni ile ölmüş yerin yüzünü örtmesini, hem vefat etmiş insanın bakıye-i âsârı dahi vefat edip nisyan perdesi altına girmesini, hem bu dar-i imtihan olan dünyanın bütün bütün kapanmasını ihtar ile Kahhâr-ı Zülcelâlin celâlli tasarrufâtını ilân eder.
Gece vakti ise, hem kışı, hem kabri, hem âlem-i berzahı ifham ile, ruh-u beşer rahmet-i Rahmâna ne derece muhtaç olduğunu insana hatırlatır. Ve gecede teheccüd ise, kabir gecesinde ve berzah karanlığında ne kadar lüzumlu bir ışık olduğunu bildirir, ikaz eder ve bütün bu inkılâbat içinde Cenâb-ı Mün’im-i Hakikînin nihayetsiz nimetlerini ihtar ile, ne derece hamd ve senâya müstehak olduğunu ilân eder.
İkinci sabah ise, sabah-ı haşri ihtar eder. Evet, şu gecenin sabahı ve şu kışın baharı ne kadar makul ve lâzım ve kat’i ise, haşrin sabahı da, berzahın baharı da o kat’iyettedir.
Demek, bu beş vaktin herbiri bir mühim inkılâp başında olduğu ve büyük inkılâpları ihtar ettiği gibi, kudret-i Samedâniyenin tasarrufât-ı azîme-i yevmiyesinin işaretiyle, hem senevî, hem asrî, hem dehrî, kudretin mucizâtını ve rahmetin hedâyâsını hatırlatır. Demek asıl vazife-i fıtrat ve esas-ı ubûdiyet ve kat’i borç olan farz namaz, şu vakitlerde lâyıktır ve enseptir.
BEŞİNCİ NÜKTE
İnsan fıtraten gayet zayıftır. Halbuki herşey ona ilişir, onu müteessir ve müteellim eder. Hem gayet âcizdir. Halbuki belâları ve düşmanları pek çoktur. Hem gayet fakirdir. Halbuki ihtiyâcâtı pek ziyadedir. Hem tembel ve iktidarsızdır. Halbuki hayatın tekâlifi gayet ağırdır. Hem insaniyet onu kâinatla alâkadar etmiştir. Halbuki sevdiği, ünsiyet ettiği şeylerin zevâl ve firakı, mütemadiyen onu incitiyor. Hem akıl ona yüksek maksatlar ve bâki meyveler gösteriyor. Halbuki eli kısa, ömrü kısa, iktidarı kısa, sabrı kısadır.
İşte, bu vaziyette bir ruh, fecir zamanında bir Kadîr-i Zülcelâlin, bir Rahîm-i Zülcemâlin dergâhına niyazla, namazla müracaat edip arzıhal etmek, tevfik ve medet istemek ne kadar elzem; ve peşindeki gündüz âleminde başına gelecek, beline yüklenecek işleri, vazifeleri tahammül için ne kadar lüzumlu bir nokta-i istinat olduğu bedâheten anlaşılır.
Ve zuhr zamanında ki o zaman gündüzün kemâli ve zevâle meyli ve yevmî işlerin âvân-ı tekemmülü ve meşâğilin tazyikinden muvakkat bir istirahat zamanı ve fâni dünyanın bekàsız ve ağır işlerin verdiği gaflet ve sersemlikten ruhun teneffüse ihtiyaç vakti ve in’âmât-ı İlâhiyenin tezahür ettiği bir andır ruh-u beşer o tazyikten kurtulup, o gafletten sıyrılıp, o mânâsız ve bekàsız şeylerden çıkıp, Kayyûm-u Bâkî olan Mün’im-i Hakikînin dergâhına gidip el bağlayarak, yekûn nimetlerine şükür ve hamd edip ve istiâne etmek ve celâl ve azametine karşı rükû ile aczini izhar etmek ve kemâl-i bîzevâline ve cemâl-i bîmisâline karşı secde edip hayret ve muhabbet ve mahviyetini ilân etmek demek olan zuhr namazını kılmak ne kadar güzel, ne kadar hoş, ne kadar lâzım ve münasip olduğunu anlamayan insan, insan değil…
Asr vaktinde ki, o vakit hem güz mevsim-i hazinanesini ve ihtiyarlık halet-i mahzunânesini ve âhir zaman mevsim-i elîmânesini andırır ve hatırlattırır. Hem yevmî işlerin neticelenmesi zamanı, hem o günde mazhar olduğu sıhhat ve selâmet ve hayırlı hizmet gibi niam-ı İlâhiyenin bir yekûn-u azîm teşkil ettiği zamanı, hem o koca güneşin ufûle meyletmesi işaretiyle insan bir misafir memur ve herşey geçici, bîkarar olduğunu ilân etmek zamanıdır. Şimdi, ebediyeti isteyen ve ebed için halk olunan ve ihsana karşı perestiş eden ve firaktan müteellim olan ruh-u insan, kalkıp, abdest alıp, şu asr vaktinde ikindi namazını kılmak için Kadîm-i Bâkî ve Kayyûm-u Sermedînin dergâh-ı Samedâniyesine arz-ı münacat ederek, zevâlsiz ve nihayetsiz rahmetinin iltifatına iltica edip, hesapsız nimetlerine karşı şükür ve hamd ederek, izzet-i Rububiyetine karşı zelilâne rükûa gidip, sermediyet-i Ulûhiyetine karşı mahviyetkârâne secde ederek, hakikî bir teselli-i kalp, bir rahat-ı ruh bulup huzur-u kibriyâsında kemerbeste-i ubûdiyet olmak demek olan asr namazını kılmak ne kadar ulvî bir vazife, ne kadar münasip bir hizmet, ne kadar yerinde bir borc-u fıtrat eda etmek, belki gayet hoş bir saadet elde etmek olduğunu, insan olan anlar.
Mağrib vaktinde ki, o zaman hem kışın başlamasında yaz ve güz âleminin nazenin ve güzel mahlûkatının vedâ-yı hazinânesi içinde gurub etmesinin zamanını andırır. Hem insanın vefatıyla bütün sevdiklerinden bir firâk-ı elîmâne içinde ayrılıp kabre girmek zamanını hatırlatır. Hem dünyanın zelzele-i sekerat içinde vefatıyla, bütün sekenesi başka âlemlere göçmesi ve bu dar-ı imtihan lâmbasının söndürülmesi zamanını andırır, hatırlatır ve zevâlde gurub eden mahbuplara perestiş edenleri şiddetle ikaz eder bir vakittir.
İşte, akşam namazı için, böyle bir vakitte, fıtraten bir cemâl-i bâkîye âyine-i müştak olan ruh-u beşer,
• şu azîm işleri yapan ve bu cesîm âlemleri çeviren, tebdil eden Kadîm-i Lemyezel ve Bâkî-i Lâyezâlin Arş-ı Azametine yüzünü çevirip, bu fânilerin üstünde Allahu ekber deyip, onlardan ellerini çekip, hizmet-i Mevlâ için el bağlayıp, Dâim-i Bâkînin huzurunda kıyam edip Elhamdü lillâh demekle kusursuz kemâline, misilsiz cemâline, nihayetsiz rahmetine karşı hamd ü senâ edip;
اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَعِينُ 4 demekle muinsiz Rububiyetine, şeriksiz Ulûhiyetine, vezirsiz Saltanatına karşı arz-ı ubûdiyet ve istiâne etmek;
• hem nihâyetsiz kibriyâsına, hadsiz kudretine ve aczsiz izzetine karşı rükûa gidip bütün kâinatla beraber zaaf ve aczini, fakr ve zilletini izhar etmekle سُبْحَانَ رَبِّىَ الْعَظِيمُ 5 deyip, Rabb-i Azîmini tesbih edip;
• hem zevâlsiz cemâl-i Zâtına, tağayyürsüz sıfât-ı kudsiyesine, tebeddülsüz kemâl-i sermediyetine karşı secde edip, hayret ve mahviyet içinde terk-i mâsivâ ile muhabbet ve ubûdiyetini ilân edip, hem bütün fânilere bedel bir Cemîl-i Bâkî, bir Rahîm-i Sermedî bulup سُبْحَانَ رَبِّىَ اْلاَعْلٰى 6 demekle zevâlden münezzeh, kusurdan müberrâ Rabb-i Âlâsını takdis etmek;
• sonra teşehhüd edip, oturup, bütün mahlûkatın tahiyyât-ı mübarekelerini ve salâvât-ı tayyibelerini kendi hesabına o Cemîl-i Lemyezel ve Celîl-i Lâyezâle hediye edip ve Resul-i Ekremine selâm etmekle biatını tecdid ve evamirine itaatini izhar edip ve imanını tecdid ile tenvir etmek için şu kasr-ı kâinatın intizam ı hakîmânesini müşahede edip Sâni-i Zülcelâlin vahdâniyetine şehadet etmek;
• hem saltanat-ı Rububiyetin dellâlı ve mübelliğ-i marziyâtı ve kitab-ı kâinatın tercüman-ı âyâtı olan Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâmın risaletine şehadet etmek demek olan mağrib namazını kılmak ne kadar latîf, nazif bir vazife, ne kadar aziz, leziz bir hizmet, ne kadar hoş ve güzel bir ubûdiyet, ne kadar ciddî bir hakikat ve bu fâni misafirhanede bâkiyâne bir sohbet ve dâimâne bir saadet olduğunu anlamayan adam, nasıl adam olabilir
İşâ vaktinde ki, o vakit gündüzün ufukta kalan bakıye-i âsârı dahi kaybolup gece âlemi kâinatı kaplar. Mukallibü’l-Leyli ve’n-Nehâr 7 olan Kadîr-i Zülcelâlin o beyaz sahifeyi bu siyah sahifeye çevirmesindeki tasarrufât-ı Rabbâniyesiyle, yazın müzeyyen yeşil sahifesini kışın bârid beyaz sahifesine çevirmesindeki Musahhıru’ş-Şemsi ve’l-Kamer 8 olan Hakîm-i Zülkemâlin icraat-ı İlâhiyesini hatırlatır.
Hem mürur-u zamanla ehl-i kuburun bakiye-i âsârı dahi şu dünyadan kesilmesiyle bütün bütün başka âleme geçmesindeki Hâlık-ı Mevt ve Hayatın 9 şuûnât-ı İlâhiyesini andırır.
Hem dar ve fâni ve hakir dünyanın tamamen harap olup, azîm sekerâtıyla vefat edip, geniş ve bâki ve azametli âlem-i âhiretin inkişafında Hâlık-ı Arz ve Semâvâtın tasarrufât-ı celâliyesini ve tecelliyât-ı cemâliyesini andırır, hatırlattırır bir zamandır.
Hem şu kâinatın Mâlik ve Mutasarrıf-ı Hakikîsi, Mâbud ve Mahbûb-u Hakikîsi o Zât olabilir ki, gece-gündüzü, kış ve yazı, dünya ve âhireti, bir kitabın sahifeleri gibi suhuletle çevirir, yazar, bozar, değiştirir, bütün bunlara hükmeder bir Kadîr-i Mutlak olduğunu ispat eden bir vaziyettir.
İşte, nihayetsiz âciz, zayıf, hem nihayetsiz fakir, muhtaç, hem nihayetsiz bir istikbal zulümâtına dalmakta, hem nihayetsiz hâdisât içinde çalkanmakta olan ruh-u beşer, yatsı namazını kılmak için şu mânâdaki işâda,
• İbrahimvâri لاَۤ اُحِبُّ اْلاٰفِلِينَ 10 deyip, Mâbûd-u Lemyezel, Mahbûb-u Lâyezâlin dergâhına namazla iltica edip ve şu fâni âlemde ve fâni ömürde ve karanlık dünyada ve karanlık istikbalde bir Bâkî-i Sermedî ile münâcât edip, bir parçacık bir sohbet-i bâkiye, birkaç dakikacık bir ömr-ü bâki içinde dünyasına nur serpecek, istikbalini ışıklandıracak, mevcudâtın ve ahbabının firak ve zevâlinden neş’et eden yaralarına merhem sürecek olan Rahmân-ı Rahîmin iltifat-ı rahmetini ve nur-u hidayetini görüp istemek;
• hem muvakkaten onu unutan ve gizlenen dünyayı o dahi unutup, dertlerini kalbin ağlamasıyla dergâh-ı rahmette döküp;
• hem ne olur ne olmaz, ölüme benzeyen uykuya girmeden evvel son vazife-i ubûdiyetini yapıp, yevmiye defter-i amelini hüsn-ü hâtime ile bağlamak için salâta kıyam etmek,
• yani bütün fâni sevdiklerine bedel bir Mâbud ve Mahbûb-u Bâkînin ve bütün dilencilik ettiği âcizlere bedel bir Kadîr-i Kerîmin ve bütün titrediği muzırların şerrinden kurtulmak için bir Hafîz-i Rahîmin huzuruna çıkmak;
• hem Fâtiha ile başlamak, yani birşeye yaramayan ve yerinde olmayan, nâkıs, fakir mahlûkları medih ve minnettarlığa bedel, bir Kâmil-i Mutlak ve Ganiyy-i Mutlak ve Rahîm ve Kerîm olan Rabbü’l-Âlemîni medh ü senâ etmek, hem اِيَّاكَ نَعْبُدُ 11 hitabına terakki etmek, yani küçüklüğü, hiçliği, kimsesizliği ile beraber, Ezel ve Ebed Sultanı olan مَالِكِ يِوْمِ الدِّينِ 12 ’e intisabıyla şu kâinatta nazdar bir misafir ve ehemmiyetli bir vazifedar makamına girip, اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَعِينُ 13 demekle bütün mahlûkat namına, kâinatın cemaat-i kübrâsı ve cemiyet-i uzmâsındaki ibâdât ve istiânâtı Ona takdim etmek;
• hem اِهْدِناَ الصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ 14 demekle, istikbal karanlığı içinde saadet-i ebediyeye giden nuranî yolu olan sırat-ı müstakime hidayeti istemek;
• hem şimdi yatmış nebatat, hayvanat gibi gizlenmiş güneşler, huşyar yıldızlar, birer nefer misillü emrine musahhar ve bu misafirhane-i âlemde birer lâmbası ve hizmetkârı olan Zât-ı Zülcelâlin kibriyâsını düşünüp, Allahu ekber deyip rukûa varmak;
• hem bütün mahlûkatın secde-i kübrâsını düşünüp, yani şu gecede yatmış mahlûkat gibi her senede, her asırdaki envâ-ı mevcudat, hattâ arz, hattâ dünya birer muntazam ordu, belki birer muti’ nefer gibi vazife-i ubûdiyet-i dünyeviyesinden emr-i كُنْ فَيَكُونُ 15 ile terhis edildiği zaman, yani âlem-i gayba gönderildiği vakit, nihayet intizam ile zevâlde gurub seccadesinde Allahu ekber deyip secde ettikleri, hem emr-i كُنْ فَيَكُونُ ’dan gelen bir sayha-i ihyâ ve ikaz ile yine baharda kısmen aynen, kısmen mislen haşrolup, kıyam edip, kemerbeste-i hizmet-i Mevlâ oldukları gibi, şu insancık, onlara iktidaen, o Rahmân-ı Zülkemâlin, o Rahîm-i Zülcemâlin bârgâh-ı huzurunda hayret-âlûd bir muhabbet, bekà-âlûd bir mahviyet, izzet-âlûd bir tezellül içinde Allahu ekber deyip sücuda gitmek, yani bir nevi miraca çıkmak demek olan işâ namazını kılmak ne kadar hoş, ne kadar güzel, ne kadar şirin, ne kadar yüksek, ne kadar aziz ve leziz, ne kadar mâkul ve münasip bir vazife, bir hizmet, bir ubûdiyet, bir ciddî hakikat olduğunu elbette anladın.
Demek şu beş vakit, herbiri birer inkılâb-ı azîmin işârâtı ve icraat-ı cesîme-i Rabbâniyenin emârâtı ve in’âmât-ı külliye-i İlâhiyenin alâmâtı olduklarından, borç ve zimmet olan farz namazın o zamanlara tahsisi nihayet hikmettir.
سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَاۤ اِلاَّ مَا عَلَّمْتَناَ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
16
اَللّٰهُمَّ صَلِّ وَسَلِّمْ عَلٰى مَنْ اَرْسَلْتَهُ مُعَلِّماً لِعِبَادِكَ لِيُعَلِّمَهُمْ كَيْفِيَّةَ
مَعْرِفَتِكَ وَالْعُبوُدِيَّةِ لَكَ وَمُعَرِّفاً لِكُنُوزِ اَسْمَاۤئِكَ وَتَرْجُمَاناً ِلاٰيَاتِ كِتَابِ كَاۤئِنَاتِكَ وَمِرْاٰةً بِعُبوُدِيَّتِهِ لِجَمَالِ رُبُوبِيَّتِكَ وَعَلٰۤى اٰلِهِ وَصَحْبِهِ اَجْمَعِينَ وَارْحَمْناَ وَارْحَمِ الْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ
اٰمِينَ بِرَحْمَتِكَ يَاۤ اَرْحَمَ الرَّاحِمِينَ17
Dipnotlar – Arapça İbareler – Haşiyeler:
1 : “Haydi siz akşama erdiğinizde ve sabaha kavuştuğunuzda Allah’ı tesbih edin. Göklerde ve yerde hamd ve övgü Ona mahsustur. İkindi vaktinde de ve öğle vaktine erişince de Allah’ı tesbih edip namaz kılın.” Rum Sûresi, 30:17-18.
2 : Namazın beş vakte tahsisi konusunda yukarıdaki âyetlerle birlikte bk. Bakara Sûresi, 2:238. Buhârî, Zekât 1, 41, 64, Meğâzî 60, Tevhid 1; Müs¬lim; Îmân 8, 29, 31, 259, Mesâcid 166; Tir¬mizî, Zekât 2, 6; Ebû Dâvûd, Salât 1, 9, Vitr 2, Zekât 5; Nesâî, Salat 1, 4, 6, Sıyâm 1, Îmân 23, Zekât 1, 46; İbni Mâce, İkâmetü’s-Salât 194, Zekât 1; Dârimî, Tahâret 1, Ezan 208, Zekât 1.
3. bk. Müslim, Mesâcid 144, 146; Tirmizî, Deavât 25; Nesâî, Sehv 92; İbni Mâce, İkâmetü’s-Salât 32.
4 : “Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım isteriz.” Fâtiha Sûresi, 1:5
5 : Büyük ve yüce olan Rabbimi her türlü noksandan tenzih ederim.
6 : En yüce olan Rabbimi her türlü noksandan tenzih ederim.
7 : bk. Nur Sûresi, 24:44.
8 : bk. Râd Sûresi, 13:2.
9 : bk. Mülk Sûresi, 67:2
10 : “Gece bastırınca İbrahim bir yıldız gördü, ‘Rabbim budur!’ dedi. Yıldız sönünce de, ‘Ben öyle sönüp batanları tanrı diye sevmem’ (dedi).” En’âm Sûresi, 6:76.
11 : “(Ey Rabbimiz) ancak Sana kulluk ederiz.” Fâtiha Sûresi, 1:5.
12 : “O, hesap gününün sahibidir.” Fâtiha Sûresi, 1:4.
13 : “Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım isteriz.” Fâtiha Sûresi, 1:5.
14: “Bizi doğru yola ilet.” Fâtiha Sûresi, 1:6.
15 : “(Cenâb-ı Hak) Birşeyin olmasını murad ettiği zaman, Onun işi sadece ‘Ol’ demektir; o da oluverir.” Yâsin Sû¬resi, 36:82.
16 : Sen bütün kusurlardan, noksan sıfatlardan, aczden ve şerikten münezzeh olan Sübhânsın. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Muhakkak ki Sen herşeyi hakkıyla bilen Alîm, herşeyi hikmetle yapan Hakîm’sin.” Bakara Sûresi, 2:32.
17 : Allahım, kullarına Seni nasıl tanıyacaklarını ve Sana nasıl kulluk edeceklerini öğretmek ve isimlerinin hazinelerini tarif etmek üzere, kâinat kitabının âyetlerinin tercümanı ve kulluğuyla Senin cemâl-i rububiyetine bir ayna olarak gönderdiğin zâta, onun bütün âl ve ashâbına salât ve selâm et. Bize ve erkek, kadın bütün mü’minlere merhamet et. Âmin, rahmetinle ey merhamet edenlerin en merhametlisi
Lügatler :
abd : kul
âciz : güçsüz
acz : âcizlik, güçsüzlük
ahbab : sevgililer, dostlar
âhir : son
âhiret : öteki dünya, öldükten sonraki hayat
âhir zaman : dünya hayatının kıyamete yakın son devresi
Âhirzaman Peygamberi : dünya hayatının kıyamete yakın son devresinde gönderilen Peygamberimiz Hz. Muhammed (a.s.m.)
akvâl : sözler
alâkadar : alâkalı, ilgili
alâmât : alâmetler, işaretler
âlem : dünya
âlem-i âhiret : âhiret âlemi, öteki dünya
âlem-i berzah : kabir âlemi
âlem-i dünya : dünya âlemi
âlem-i gayb : görünmeyen âlem
âlem-i kebir : büyük âlem, evren
âlem-i zulümat : karanlıklar âlemi
aleyhissalâtü vesselâm : Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun
Allahu ekber : “Allah en büyüktür”
amelen : davranışla
Arş-ı Azamet : Allah’ın sınırsız egemenliğinin ve büyüklüğünün tecelli ettiği yer
arz : yeryüzü, dünya
arzıhal etmek : durumunu bildirmek
arz-ı münacat : yalvarıp yakarma, kurtuluş isteme
arz-ı ubûdiyet : kulluğu sergileme
âsar : eserler, izler
asr : ikindi
asr-ı saadet : Peygamberimizin yaşadığı dönem, mutluluk asrı
asrî : yüzyıllık
âvân : anlar, vakitler
âvân-ı tekemmül : tamamlanma vakti
âyine : ayna
âyine-i müştak : Allah’ın güzel isimlerini bir ayna gibi üzerinde aksettiren ve Onun sonsuz güzelliğine düşkün olan insan
azamet : büyüklük
azamet-i âsar : eserlerin büyüklüğü
azametli : büyük
azîm : çok büyük
aziz : yüce, şerefli, değerli
bâkî : sürekli, devamlı
Bâki-i Lâyezâl : hiçbir zaman yok olmayan, varlığı kalıcı ve sürekli olan Allah
Bâkî-i Sermedî : varlığı kalıcı ve sürekli olan Allah
bâkiyâne : sonsuzluğa yakışır biçimde
bakiye-i âsâr : geride kalan eserler, izler
bârgâh-ı huzur : Allah’ın huzuru, yüce katı
bârid : soğuk
bedâheten : ap açık şekilde
bedel : karşılık
bekà-âlûd : sonsuzluk sırrından pay almış
bekàsız : geçici, devamlı olmayan
berzah : kabir âlemi
beşer : insan
biat : bağlılık yemini
bîkarar : kararsız
birader : kardeş
borc-u fıtrat : yaratılış borcu
celâl : haşmet, ihtişam, yücelik,
celâlli : haşmetli, ihtişamlı, heybetli
Celil-i Lâyezal : varlığı sürekli, haşmet ve yüceliği sonsuz olan Allah
cemaat-i kübrâ : çok büyük cemaat, topluluk
cemâl : sonsuz güzellik
cemâl-i bâkî : kalıcı ve devamlı güzellik
cemâl-i bîmisâl : benzersiz güzellik
cemâl-i Zat : Zâtının güzelliği
Cemîl-i Bâki : sonsuz güzellik sahibi ve varlığı sürekli ve kalıcı olan Allah
Cemîl-i Lemyezel : varlığı sürekli, güzelliği sonsuz olan Allah
cemiyet-i uzmâ : çok büyük cemiyet, topluluk
Cenâb-ı Hak : Hakkın ta kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah
Cenâb-ı Mün’im-i Hakikî : gerçek nimet verici olan yüce Allah
cesîm : cüsseli, çok büyük
dâimâne : sürekli olarak
Dâim-i Bâki : varlığı kalıcı ve sürekli olan Allah
dâr-ı imtihan : imtihan yeri
defter-i amel : insanın iyi ve kötü işlerinin kaydedildiği defter
dehrî : çağları içine alan
dellâl : ilan edici, duyurucu
dergâh : huzur, makam
dergâh-ı İlâhî : Cenab-ı Allah’ın rahmet kapısı
dergâh-ı rahmet : Allah’ın rahmet kapısı
dergâh-ı Samedâniye : herşey Kendisine muhtaç olduğu halde Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah’ın yüce katı
deveran : dönüş
dua : yalvarma, yakarma
ebed/ebediyet : sonsuzluk
eda etmek : yerine getirmek
edvâr-ı ömr-ü âlem : dünyanın ömür devirleri
ef’al : fiiller, hareketler
efkâr-ı bâtıla : asılsız, boş düşünceler
ehl-i dalâlet : hak yoldan sapmış, inançsız kimseler
ehl-i kubur : kabirdekiler
Elhamdü lillâh : “her türlü teşekkür ve övgü Allah’a aittir”
elvân-ı ibadet : renk renk, çeşit çeşit ibadet
elzem : çok gerekli
emârât : belirtiler, işaretler
envâ : çeşitler, türler
envâ-i mevcudat : varlıkların çeşitleri, türleri
ensep : en uygun
esas-ı ubûdiyet : kulluğun esası, özü
esnâf-ı mahlûkat : yaratılmışların sınıfları, çeşitleri
evamir : emirler
evvel-i bahar : baharın başlangıcı
Ezel ve Ebed Sultanı : varlığının başlangıcı ve sonu olmayan kudret ve hakimiyet sahibi Allah
ezkâr : zikirler
fakr : fakirlik, ihtiyaç hali
fâni : gelip geçici, ölümlü
Fatiha-i Şerife : Fatiha Sûresi
fecir : tan yerinin ağarması, sabah
fehmetmek : anlamak
fıtraten : yaratılış gereği
fihriste-i nuraniye : nurlu fihriste
fiilen : fiil ve davranışla
firak : ayrılık
firâk-ı elîmâne : acı ve üzüntü verici ayrılık
füyuzât-ı nimet : nimetlerin bolluğu, bereketi
gaflet : duyarsızlık, mânevî sorumluluklarından habersiz davranma hali
Ganiyy-i Mutlak : sınırsız zenginliğe sahip olan Allah
gurûb : batma
gurub etmek : batmak
gurup : batış, ölüm
güz : sonbahar
hâdisat : olaylar
hadsiz : sayısız
Hafîz-i Rahîm : sonsuz rahmetiyle kullarını koruyup gözeten Allah
hakikat : gerçek
hakikî : gerçek, doğru
Hakîm-i Zülkemâl : sonsuz mükemmellik sahibi, herşeyi hikmetle yapan Allah
hakir : hor ve değersiz
hâlet-i mahzunâne : üzüntülü durum
Hâlik-ı Arz ve Semavat : gökleri ve yeri yaratan Allah
Halik-ı Mevt ve Hayat : ölümü ve hayatı yaratan Allah
halk olunma : yaratılma
hamd : şükür ve övgü
hamd ü senâ : şükretme ve övme
harabiyet : yok oluş, yıkılış
harap olmak : yok olmak
harekât : hareketler
harita-i kudsiye : kutsal harita
haşir : öldükten sonra âhirette tekrar diriltilip Allah’ın huzurunda toplanma
haşrolmak : yeniden dirilip toplanmak; bahar mevsiminde bitkilerin ve hayvanların dirilip yeryüzüne yayılması
hayret-âlûd : hayret verici
hayvanat : hayvanlar
hazine-i rahmet : Allah’ın rahmet hazinesi
hedâyâ : hediyeler, armağanlar
hidâyeti istemek : doğru yola ermeyi istemek
hikmet : herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması
hikmet-i tahsisi : ait kılınmasının hikmeti, gayesi
hilkat : yaratılış
hilkat-i insan : insanın yaratılışı
hizmet-i Mevlâ : dostumuz ve gözeticimiz olan Allah’ın hizmetinde bulunma
hizmetkâr : hizmetçi
huşyar : uyanık
huzû : Allah’ın büyüklüğünü düşünerek boyun eğme
huzur-u kibriyâ : sonsuz büyüklük sahibi Allah’ın yüce huzuru
hülâsa : esas, öz
hüsn-ü hâtime : güzel son
ibâdat : ibadetler
İbrahimvâri : Hz. İbrahim (a.s.) gibi
icraat-ı cesîme-i Rabbâniye : Allah’ın çok büyük ve kapsamlı işi, icraatı
icraat-ı İlâhiye : Allah’ın icraatları
ifham : anlatma
ihsan : iyilik, bağış
ihsânât-ı külliye-i İlâhiye : Allah’ın herşeyi kuşatan bağış ve iyilikleri
ihtar : hatırlatma
ihtar etmek : hatırlatmak
ihtiyâcât : ihtiyaçlar
ikaz : uyarma
iktidaen : uyarak
iktidar : güç, kudret
iltica : sığınma
iltifat : iyilik ve güzellikle muamele
iltifat-ı rahmet : Allah’ın sonsuz rahmet ve lütfuyla muamele etmesi
in’âmat : nimetler
in’âmat-ı İlâhiye : Allah’ın verdiği nimetler
in’âmât-ı külliye-i İlâhiye : Allah’ın yarattığı varlıklara sunduğu hadsiz nimetler
in’âmât-ı Rahmâniye : Allah’ın sonsuz şefkat ve merhametiyle bağışladığı nimetler
inkılâbat : büyük değişimler, dönüşümler
inkılâb-ı azîm : çok büyük değişim
inkılâp : değişim, dönüşüm
inkişaf : açılma, açığa çıkma
intisap : bağlanma
intizam : düzenlilik
intizam-ı hakîmâne : son derece hikmetle işleyen düzen
iptida : başlangıç
istiânât : yardım dilemeler
istiâne : yardım dileme
istiğfar : bağışlanma dileme
istihsan : beğenme, güzel bulma
istikbal : gelecek zaman
istirahat : rahatlama, dinlenme
işâ : yatsı
işârat : işaretler
itaat : emre uyma
izhar : gösterme
izzet : şeref, yücelik, üstünlük
izzet-âlûd : şeref ve yücelikle karışık
izzet-i Rubûbiyet : her varlığı yaratılış amacına hikmetli bir biçimde ulaştırarak terbiye ve idare eden Allah’ın şeref ve yüceliği
Kadîm-i Bâkî : varlığının başlangıcı olmayan ve sürekli hayat sahibi Allah
Kadîm-i Lemyezel : varlığının başlangıcı ve sonu olmayan Allah
Kadîr-i Kerîm : sonsuz cömertlik sahibi olan ve kudreti herşeye yeten Allah
Kadîr-i Mutlak : sınırsız güç ve kuvvet sahibi olan Allah
Kadîr-i Zülcelal : kudreti herşeyi kuşatan ve sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Allah
Kahhâr-ı Zülcelâl : mutlak üstünlük sahibi olan, haşmet ve yüceliği sonsuz Allah
kâinat : evren, yaratılmış herşey
Kâmil-i Mutlak : sınırsız mükemmellik ve kusursuzluk sahibi Allah
kasr-ı kâinat : kâinat sarayı
kat’î : kesin
kat’iyet : kesinlik
kavlen : sözle
Kayyûm-u Bâkî : devamlı hayat sahibi olan ve herşeyi her an ayakta tutan Allah
Kayyûm-u Sermedî : varlığı sürekli olan ve herşeyi her an ayakta tutan Allah
kelimât-ı mübâreke : mübarek kelimeler, sözler
kemâl : kusursuzluk, mükemmellik
kemâl-i bîzevâl : yok olmayan mükemmellik, kusursuzluk
kemâl-i kudret : kudretin mükemmelliği
kemâl-i Rubûbiyet : Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesinin, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurmasının mükemmelliği
kemâl-i sermediyet : tam ve kusursuz süreklilik
kemerbeste-i hizmet-i Mevlâ : Allah’ın huzurunda, Onun emrine hazır şekilde el bağlamak
kemerbeste-i ubûdiyet : kulluk için el bağlayıp Allah’ın huzurunda durma
Kerîm : sonsuz cömertlik ve ikram sahibi Allah
kıyâm etmek : ayakta durmak, ayağa kalkmak
kıyamet : dünyanın sonu, varlığın bozulup dağılması
kibriyâ : azamet, büyüklük
kitab-ı kâinat : kâinat kitabı
kudret : güç, iktidar
kudret-i Samedâniye : herşey Ona muhtaç olduğu halde Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah’ın kudreti
kudsiyet : kusur ve noksandan uzak oluş, kutsallık
Kur’ân-ı Azîmüşşan : şanı yüce Kur’ân
kusurât : kusurlar
lâfzen : sözlü olarak
latîf : hoş, güzel
lâzım : gerekli
leziz : lezzetli
lisanen : dille
Mâbud : kendisine ibadet edilen Allah
Mâbûd-u Lemyezel : varlığı hiçbir zaman son bulmayan ve ibadete layık tek ilâh olan Allah
mağrib : akşam
Mahbûb-u Bâki : varlığı hiçbir zaman son bulmayan ve herşeyden daha sevgili olan Allah
Mahbûb-u Hakikî : sevilen ve gerçek anlamda sevilmeye lâyık olan Allah
Mahbûb-u Lâyezâl : hiçbir zaman kaybolup gitmeyecek yegane sevgili olan Allah
mahbup : sevgili
mahlûk : yaratık
mahlûkat : yaratıklar
mahviyet : tevazu, alçakgönüllülük
mahviyetkârâne : alçak gönüllülükle
mâkes : yansıma yeri
maksat : gaye, istek
makul : akla uygun
Mâlik : herşeyin hakiki sahibi olan Allah
mazhar : sahip olma
medet : yardım
medh ü senâ : övme ve yüceltme
medih : övme
meşâğil : meşguliyetler
mevcudât : varlıklar
mevsim-i elîmâne : acılarla dolu mevsim
mevsim-i hazinane : hüzünlü mevsim
meyl : eğilim
meyletmek : yönelmek, yüz tutmak
minnettarlık : şükran duymak, iyilik karşısında kendini borçlu hissetmek
mirac : Allah’ın huzuruna yükselme
misafirhane-i âlem : dünya misafirhanesi
misal : benzer, örnek
misal-i musağğar : küçültülmüş nümune
misillü : gibi
misilsiz : benzersiz
mislen : benzer şekilde
muâllâ : yüce
muarrâ : temiz, pak, arınmış
muayyen : belirli
mu’cizât : mu’cizeler, bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü şeyler muhabbet : sevgi
Muhammed-i Arabî : Arapların içinden çıkan peygamberimiz Muhammed (a.s.m.)
muinsiz : yardımcısız
mukaddes : kusur ve eksiklikten yüce, kutsal
Mukallibü’l-Leyli ve’n-Nehâr : gece ve gündüzü birbiri ardına çeviren Allah
muntazam : düzenli
musahhar : boyun eğmiş
Musahhırü’ş-Şemsi ve’l-Kamer : güneş ve ayı emri altında tutan ve onları hizmetimize veren Allah Mutasarrıf-ı Hakikî : gerçek tasarruf sahibi olan, her işi kendi istek ve kurallarına göre idare eden Allah
mutî : emre uyan, itaatkâr
muvakkat : geçici
muvakkaten : geçici olarak
muzır : zararlı şeyler
mübelliğ-i marziyât : Allah’ın razı olacağı hal ve hareketleri bildiren elçi
müberrâ : arınmış, temiz
mücmel : özetlenmiş
mühim : önemli
münâcat etmek : yalvarıp yakarmak, kurtuluş istemek
münasip : uygun
münezzeh : kusur ve eksiklikten arınmış, temiz
Mün’im-i Hakikî : gerçek nimet verici olan Allah
münasip : uygun
müracaat : başvurma
mürûr-u zaman : zamanın geçmesi
müstehak : lâyık
müşahede : gözleme
müteellim : acı çeken
müteellim etme : acı verme
müteessir etme : üzme, etkileme
mütemadiyen : sürekli olarak
müzeyyen : süslü
nâkıs : eksik
nazdar : nazlı
nazenin : ince, narin, nazik
nâzif : temiz, pak
nebâtat : bitkiler
nefer : asker, er
nefis : kişinin kendisi
nehar : gündüz
nekâis : noksanlıklar, eksiklikler
neş’et etmek : doğmak
niam-ı İlâhiye : Allah’ın verdiği nimetler
nihayetsiz : sonsuz
nisyan : unutkanlık
niyaz : yalvarma, yakarma, dua
nokta-i istinat : dayanak noktası
nuranî : nurlu, aydınlık
nûr-u hidayet : doğru yola eriştiren hidayet nuru
nükte : ince anlamlı söz
ömr-ü bâkî : devamlı ve kalıcı ömür
ömr-ü dünya : dünyanın ömrü
perestiş : taparcasına düşkünlük
Rab : herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah
Rabb-i Âlâ : herşeyden yüce olan Rab
Rabb-i Azîm : sonsuz büyüklük sahibi ve herşeyin Rabbi olan Allah
Rabbü’l-Âlemîn : âlemlerin Rabbi olan Allah
rahat-ı ruh : ruh rahatlığı
Rahîm : rahmeti herşeyi kuşatan Allah
Rahîm-i Sermedî : varlığı sürekli olan ve yarattığı varlıklara sonsuz merhameti ve şefkatiyle davranan Allah
Rahîm-i Zülcemâl : sonsuz güzellik ve merhamet sahibi Allah
Rahmân-ı Rahîm : kullarına karşı sınırsız rahmet sahibi olan ve rahmetinin eserleri dünya ve âhireti dolduran Allah
Rahmân-ı Zülkemâl : sonsuz mükemmellik ve merhamet sahibi olan Allah
rahmet : şefkat, merhamet, ihsan
rahmet-i İlâhiye : Allah’ın şefkat ve merhameti
rahm-ı mâder : anne karnı
rahmet-i Rahmân : rahmeti sonsuz olan Allah’ın şefkat ve merhameti
Resul-i Ekrem : Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.)
risalet : peygamberlik
rububiyet : Rablık; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması
ruh-u beşer : insan ruhu
rûh-u insan : insan ruhu
rükû : namazda eğilmek
saadet : mutluluk
saadet-i ebediye : sonsuz mutluluk
saat-i kübrâ : çok büyük saat
sabah-ı haşr : haşir sabahı
salât : namaz
salâvât-ı tayyibe : varlıkların ibadet ve duaları, Allah’ı tesbih ve takdis eden güzel sözleri
saltanat : egemenlik
saltanat-ı Rububiyet : Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması
Sâni-i Zülcelâl : sonsuz haşmet sahibi ve herşeyi san’atlı bir şekilde yaratan Allah
sayha-i ihyâ ve ikaz : hayat veren ve uyaran sesleniş
secde : namazda yere kapanmak
secde-i kübrâ : en büyük secde
sekene : sakinler, oturanlar
sekerat : can çekişme
selâmet : esenlik, güven
semavat : gökler
senâ : övme, yüceltme
senevî : yıllık
sermediyet-i Ulûhiyet : Allah’ın ortak kabul etmeyen ilâhlığının sonsuzluğu ve sürekliliği
setretme : örtme
sıfât-ı kudsiye : kutsal sıfatlar, kusursuz özellikler
sırât-ı müstakîm : dinin belirlediği dosdoğru yol
sohbet-i bâkiye : sonsuzluk sırrına erişmiş sohbet
suhûletle : kolaylıkla
sual : isteme
Sübhanallah : “Allah her türlü eksiklikten sonsuz derecede yücedir” anlamında bir tesbih
sücuda gitmek : namazda yere kapanmak
şâmil : kapsayan
şehâdet : tanıklık, şahitlik
şer : kötülük
şeriksiz : ortaksız
şuûnât-ı İlâhiye : Cenab-ı Allah’ın işleri, fiilleri ve tasarrufları
tabakat-ı ömr-ü insan : insan ömrünün aşamaları
tağayyürsüz : hiçbir zaman değişmeyen
tahammül : dayanma, katlanma
tahiyyât-ı mübareke : canlıların bereket ve tebrik sebebi olan hal dilleriyle ve yaşayışlarıyla dile getirdikleri dualar
tahsis : ait kılma
takdim etmek : sunmak
takdis : Allah’ın her türlü eksiklik ve çirkinlikten yüce olduğunu ilân etme
takviye : güçlendirme, destekleme
taraf-ı İlâhîden : Allah tarafından
tasarruf : herşeyi dilediği gibi kullanma ve yönetme
tasarrufât : tasarruflar, herşeyi dilediği gibi kullanma ve yönetme
tasarrufât-ı azîme-i yevmiye : hergün meydana gelen büyük tasarruflar, faaliyetler
tasarrufât-ı celâliye : Allah’ın sonsuz haşmetini yansıtan işleri, icraatları
tecelliyât-ı cemâliye : Allah’ın sonsuz güzelliğinin yansımaları, görüntüleri
tasarrufât-ı Rabbâniye : herşeyi terbiye ve idare eden Allah’ın fiil ve icraatları
tasarruf-u İlâhî : Allah’ın faaliyet ve icraatları
tazammun : içine alma
tâzim : Allah’ın sonsuz azamet ve büyüklüğünü dile getirme
tazyik : baskı
tebdil : değiştirme
tebeddülsüz : hiçbir zaman değişmeyen
tecdid : yenileme
tecelliyat-ı celâliye : Allah’ın sınırsız haşmet ve yüceliğini gösteren yansımalar
tecelliyât-ı rahmet : rahmet yansımaları, görüntüleri
teheccüd : gece sabah vaktinden önce kılınan namaz
tekâlif : yükümlülükler, sorumluluklar
tekbir : Allah’ın büyüklüğünü dile getirme
tekid : kuvvetlendirme
teneffüs : nefes alma, dinlenme
tenvir : nurlandırma, aydınlatma
terakkî etmek : yükselmek
tercüman-ı âyât : âyetlerin, delillerin tercümanı
terhis : vazifeye son verme, salıverilme
terk-i mâsivâ : Allah’tan başka herşeyi terketmek
tesbih : Allah’ı her türlü noksan ve kusurdan yüce tutarak şanına layık ifadelerle anma
teşehhüd : namazda oturmak
teşkil : oluşturma
tevekkül : Allah’a dayanma ve güvenme
tevfik : başarı, yardım
tezâhür : ortaya çıkma, görünme
tezellül : kendini alçak tutmak
timsal-i münevver : nurlu örnek
tulû : güneşin doğuşu
ubûdiyet : Allah’a kulluk
ufûl : batış
ulvî : yüce
Ulûhiyet : İlâhlık
ünsiyet : yakınlık, dostluk
vahdâniyet : Allah’ın bir ve benzersiz oluşu ve ortağının olmayışı
vaz edilmek : konulmak, yerleştirilmek
vazife-i fıtrat : yaratılış görevi
vazife-i ubûdiyet : kulluk görevi
vazife-i ubûdiyet-i dünyeviye : dünyadaki kulluk görevi
vedâ-yı hazînâne : hüzünlü vedâ
vezirsiz : yardımcısız
yekûn : bütün, toplam
yekûn-ü azîm : büyük toplam
yevmî : günlük
yevmiye : günlük
zaaf : zayıflık
Zât-ı Zülcelâl : sonsuz yücelik ve haşmet sahibi Zât, Allah
zelilâne : zayıflık içinde
zelzele-i sekerat : ölüm anındaki sarsıntı
zevâl : gelip geçicilik, batış
zevâlsiz : yok olmayan
zillet : aşağılık, horluk
zimmet : borç, sorumluluk
ziyade : çok, fazla
zuhr : öğle
zulümât : karanlıklar
RİSALE-İ NUR
Sitemizde sanatçıya ait toplam 50 eser bulunmaktadır. Sanatçının sayfasına gitmek için tıklayın.
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.