Web sitemize hoşgeldiniz, 15 Kasım 2024
Beğen 2

Mustafa Demirci-Apaçık Bir Zafer

Osman (r.a.) Mekke’de iken Peygamber (s.a.v)’e vahiy aldığı zamanlara benzer bir hal geldi. Sahâbeden birine emirler verdi, bunun üzerine sahâbe kampın tümünü şunları söyleyerek dolaşt: “Ruh, Allah’ın Rasûlü’ne geldi ve bağlılık yemini almayı emretti. Allah adına biat etmek için gidin.”[240] O sırada Peygamber (s.a.v) bahar nedeniyle yaprakları yeşermiş olan bir akasya ağacının altında yerini aldı. Ashâb teker teker gelip ona biat etti. Peygamber’e (s.a.v) ilk ulaşan kişi, Cahş ailesiyle aynı kabileden olan yani Benî Esed İbn Huzeyme’li Sinan oldu. Kampta yapılan çağrı, ne üzerine biat edileceği konusunda bir bilgi vermiyordu. Bu nedenle Sinan, “Sana, senin nefsinde olan şey üzerine biat ediyorum” dedi. Diğerleri de aynı şekilde biat ettiler. Daha sonra Peygamber (s.a.v), “Osman’ın yerine ben biat edeceğim” dedi ve sol elini damadının eli gibi kabul edip sağ eli üstüne koyarak biat etti. Orada bulunanlar sadece bir kişi çağrıya cevap vermedi. Bu da devesinin arkasına saklanan, fakat gözden kaçmayan, münafıklardan Cedd ibn Kays idi.
Kureyşliler Süheyl’i bir anlaşma imzalamak üzere gönderdiler. Onunla birlikte aynı kabileden olan Nikraz ve Huveytib de geldiler. Peygamber (s.a.v)’le tartıştılar. Sahâbe dışarıdan onların seslerini yükselip alçalmasını dinleyerek, anlaşıp anlaşmadıklarını anlamaya çalışıyordu. Sonunda bir anlaşmaya vardılar. O zaman Peygamber (s.a.v) Ali’ye “Bismillâh er-Rahmân er-Rahîm (Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla)” diye başlayarak anlaşma metnini yazmasını söyledi. Fakat Süheyl karşı çıktı ve “Rahmân’ın ne olduğunu ben bilmiyorum; eğer yazacaksan Bismik Allahümme (Allah’ım, senin adınla) yaz” dedi. Sahâbeden bazıları, “Allah’a andolsun Bismillah er-Rahmân er-Rahîm’den başka bir şey yazmayız” diye bağırdı. Fakat Peygamber (s.a.v) onları duymazdan geldi ve: “Bismik Allahümme” yaz dedi. Sonra yazdırmaya devam ederek “Bunlar Allah’ın Rasûlü Muhammed ile Amr’ın oğlu Süheyl arasında imzalanan anlaşma maddeleridir” dedi. Fakat Süheyl yine karşı çıktı. “Eğer senin Allah’ın Rasûlü olduğunu kabuletseydik, senin Kâ’be’ye girmeni engellemezdik ve seninle savaşmazdık. Bu nedenle Abdullah’ın oğlu Muhammed yaz” dedi. Ali (r.a.), “Allah’ın Rasûlü” ibaresini henüz yazmıştı. Peygamber (s.a.v) ondan bu kelimeleri silmesini istedi. Fakat Ali (r.a.) bunu yapamayacağını söyledi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v) ona kendi parmaklarını bu kelimeler üstüne koymasını söyledi ve bu kelimeleri kendi eliyle sildi. Daha sonra onların yerine “Abdullah’ın oğlu” sözünü yazdırdı.
Metin şöyle devam ediyordu: “Onlar on yıl boyunca savaş yükünü kaldırdılar. Bu süre içinde insanlar güvenlikte olacak ve birbirlerine saldırmayacaklar. Şu şartla ki, velîsinin izni olmadan Kureyş’ten Muhammed (s.a.v)’e gelen kişiyi, Muhammed (s.a.v) geri gönderecek; fakat Muhammed (s.a.v)’le birlikte olanlardan biri Kureyş’e sığınırsa, o geri gönderilmeyecek. İhanet ve kaçamak yapılmayacak. Kim Muhammed’in tarafına geçmek isterse geçebilir, kim de Kureyş’in tarafına geçmek isterse geçebilir.” O sırada kampta hacıları ziyaret etmek için gelmiş olan Huzaa’lı birkaç lider vardı. Bekr kabilesinin bir iki temsilcisi de Süheyl ile gelmişlerdi. Anlaşma metnine bu cümleler yazdırılınca Huzaa’lılar ayağa kalkıp “Anlaşmasında biz Muhammed (s.a.v)’le birlikteyiz” dediler. Bunun üzerine Bekr’in adamları, “Biz de anlaşma ve taraflarında Kureyş ile beraberiz.” Hemen sonra bu anlaşmayı iki kabilenin de reisleri imzaladı. Anlaşma şu cümlelerle bitiyordu: “Sen, Muhammed! Bu yıl bizden ayrılacaksın ve biz orada bulunduğumuz sürece Mekke’ye girmeyeceksin. Fakat gelecek yıl biz Mekke’den çıkacağız ve sen arkadaşlarınla gireceksin. Orada üç gün kalacaksınız; yolcu silahlarından başka silah taşımayacaksınız ve kılıçlarınız kınında olacak.”
Peygamber (s.a.v)’in vahye yakın bir rüya görüp arkadaşlarından biat alması, arkadaşlarını bu seferin başarılı olduğu düşüncesine götürdü. Fakat anlaşma maddelerini duyduklarında ve haram bölgeye bu kadar yaklaştıktan sonra bir şey elde edemeden geri döneceklerinin farkına vardıklarında, buna dayanamayacaklarını hissettiler. Ama daha da kötüsü geliyordu; onlar ölüm sessizliği içinde otururken zincir sesleri duyuldu ve kampa ayakları zincirli genç bir adam girdi. Bu Süheyl’in küçük oğullarından biri olan Ebû Cendel idi. Babası onu Müslüman olduğu ve Medîne’ye kaçmasından korktuğu için hapsetmişti. Ebû Cendel’in ağabeyi Abdullah hacılar arasındaydı ve kardeşini karşılamak üzereydi. Fakat o sırada Süheyl mahpusun boynuna takılı olan zinciri tuttu ve sertçe suratına vurdu. Daha sonra Peygamber’e döndü ve “Bu adam gelmeden önce anlaşma imzalanmıştı.” dedi. Peygamber (sav), “Evet, doğru” dedi. Süheyl: “O halde onu bize iade et.” dedi. O sırada Ebû Cendel sesinin çıktığı kadar: “Ey Müslümanlar!”, diye bağırdı, “bana dinimden ötürü işkence yapacak olan putperestlere mi döndürülmeliyim?” Peygamber (s.a.v) Süheyl’i kenara çekti ve onu serbest bırakmasını rica etti. Fakat Süheyl, bu öneriyi kabul etmedi.Yanındaki elçiler, Mikraz ve Huveytib, o zamana kadar sessiz kalmışlardı. Fakat bu meselenin anlaşmaya kötü bir başlangıç olacağını sezdiklerinden olaya müdahale ettiler. “Ey Muhammed! Senin yerine onun korumasını üzerimize alıyoruz” dediler. Bu, Ebû Cendel’in babasından ayrılıp onların yanında yaşayabileceği anlamına geliyordu. Mikraz ve Huveytib sözlerinde durarak Ebû Cendel (r.a.)’i yanlarına aldılar. Peygamber (s.a.v), “Sabırlı ol, Ebû Cendel! Allah muhakkak sana ve seninle birlikte olanlara bir yol ve kurtuluş gösterecektir. Biz bu insanlarla bir anlaşma imzaladık ve onlara söz verdik. Onlar da bize söz verdiler. Şimdi sözümüzden dönemeyiz” dedi.
İş bu noktaya gelince Ömer, (r.a.) kendisini tutamadı. Ayağa kalkarak Peygamber (s.a.v)’e gitti ve “Sen Allah’ın Peygamberi değil misin?” dedi. Peygamber (s.a.v), “Evet” dedi. Ömer, “O halde neden dinimizin şerefini bu kadar düşürüyoruz?” dedi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v), “Ben Allah’ın Rasûlüyüm ve Ona karşı gelemem. O bana zafer verecek” dedi. Ömer, “Fakat sen bize Kâ’be’ye gidip onu tavaf edeceğimizi söylememiş miydin?” diye ısrar etti. “Evet, öyle” dedi. Peygamber (s.a.v), “Fakat ben size bu yıl gideceğimizi söylemiş miydim?” Ömer, böyle bir söz vermediğini söyledi. “Muhakkak Kâ’beye gideceksiniz” dedi. Peygamber (s.a.v), “Ve onu tavaf edeceksiniz.” Fakat Ömer (r.a.) hâlâ inatçılıkta ısrar ediyordu. Duygularını anlatmak üzere Ebû Bekir (r.a.)’e gitti. Ona da Peygamber (s.a.v)’e sorduğu soruların aynılarını sordu. Fakat Ebû Bekir Peygamber (s.a.v)’in cevaplarını duymamış olmasına rağmen, her soruya aynı cevapları verdi. Ebû Bekir (r.a.) sonunda, “Git ve onun özengisine yapış, çünkü o doğru söylüyor” dedi. Bu sözler, söz konusu olumsuz duyguları tamamen ortadan kaldırmamasına rağmen, Ömer’i etkiledi. Bu nedenle daha ileri gitmedi ve Peygamber (s.a.v) ona anlaşmayı imzalamasını söylediğinde sessizce imzaladı. Peygamber (s.a.v) Süheyl’in oğlu Abdullah’a da anlaşmayı imzalamasını söyledi. Antlaşmada imzası olan diğer Müslümanlar Ali, Ebû Bekir, Abdurrahman İbn Avf ve Mahmud ibn Mesleme idi.
Kampı kaplayan genel üzüntü biraz geçmiş gibiydi. Fakat Süheyl ve yanındakiler Ebû Cendel(r.a.)’i de beraberinde götürerek kampı terk ettiklerinde insanların duyguları tekrar galeyana geldi. Peygamber (s.a.v) anlaşmayı imzalayanlarla birlikte biraz ötede oturuyordu. Onların yanından ayrılıp hacıların çoğunlukta olduğu yere doğru ilerledi.”Kalkın ve kurbanlarınızı kesin” dedi, “Ve başlarınızı tıraş edin”. Hiç kimse yerinden kımıldamadı. Peygamber (s.a.v) sözlerini ikinci ve üçüncü defa tekrarladı; fakat oradakilerde hiçbir hareket yoktu. Şaşkın bir halde ona bakıyorlardı. Bunu ona karşı geldikleri için yapmıyorlardı. Fakat olaylar beklentilerinin tersine geliştiği ve şimdi de normalde doğru olmayan bir şey kendilerine emredildiği için çok şaşırmışlardı. Çünkü İbrahim’in geleneğine göre kurbanlar haram bölgede kesilmeliydi. Aynı şey başı tıraş etmek için de geçerliydi. Yine de bu itaatsizlik Peygamber’i çok üzmüştü. Peygamber (s.a.v) çadırına girdi ve Ümmü Seleme’ye olanları anlattı. O, “Git ve hiçbir şey söylemeden kurbanını kes” dedi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v) nişanladığı devesini kurban etti. Kurbanı kestiği sırada adamların duyabileceği bir sesle, “Bismillah, Allahu Ekber” dedi. Bu sözleri duyunca hacılar hep birden ayağa kalktılar ve kurbanlarını kesmede neredeyse yarış ettiler. Emre uymak için birbirlerini itiştiriyorlardı. “Peygamber (s.a.v) Hiras’ı -Osman’dan önce Mekke’ye elçi olarak gönderdiği Huza’a’lı adam- başını tıraş etmesi için çağırdığında, arkadaşları hemen birbirlerinin başını tıraş etmeye başladılar. Ümmü Seleme (r.a.) daha sonraki yıllarda, “O denli hızlı tıraş ediyorlardı ki birbirlerini yaralamalarından korktum” derdi. Fakat bazıları sadece saçlarının ucunu kestiler. Çünkü tıraş yerine bunun da geçerli olduğunu biliyorlardı. O sırada Peygamber (s.a.v) Hiras’la birlikte çadıra girdi. Bu görevi yerine getirdikten sonra başı tıraşlı bir halde çadırın önüne çıktı ve “Allah başlarını tıraş edenlere merhamet etsin!” dedi. Bunun üzerine saçlarını kesenler, “Ey Allah’ın Rasûlü, saçlarını kesenlere de!” diye karşı çıktılar. Fakat Peygamber (s.a.v) yine ilk söylediğini tekrarladı. Bunu protesto eden sesler yükseldi. Bir kez daha aynı şeyi tekrarlayıp, protesto sesleri yükseldikten sonra “Ve saçlarını kesenlere de!” dedi. Daha sonraları neden sadece başlarını tıraş edenler için dua ettiği sorulduğunda, “Çünkü onlar hiç tereddüt etmediler” cevabını verdi.
Peygamber (s.a.v) çadırına dönüp yerden kesilmiş siyah saçlarını aldı ve yakındaki ağaca doğru fırlattı. Bunun üzerine adamlar saçlardan biraz alabilmek için ağacın etrafına üşüştüler. Nuseybe (r.a.) de erkeklerden geri kalmadı ve ağacın yanına yaklaşıp bir-iki perçem aldı. Bu saçları öldüğü güne kadar kıymetli bir hazine gibi sakladı.
Kampın zemini tıraş olan hacıların saçlarıyla kaplanmıştı. Fakat kampta birdenbire bir rüzgâr çıktı ve saçları kaldırıp Mekke’ye doğru uçurdu. Bunu, Allah’ın hac ibadetlerini kabul ettiğine bir işaret sayan hacılar çok sevindiler. İşte o zaman Peygamber (s.a.v)’in neden kurbanlarını kesmelerini söylediğini anladılar.
Medîne’ye doğru yola çıktıklarında Ömer (r.a.)’in vicdanı kendini rahatsız etmeye başlamıştı. Peygamber’le konuşmak isteyerek ona doğru yaklaştığında Peygamber (s.a.v)’in yüzündeki uzak ve soğuk ifadeyi gördüğü zaman sıkıntısı daha da arttı. Ömer (r.a.) ileriye doğru hızla atını sürerek, “Ey Ömer, bırak da annen senin için matem tutsun” dedi. Daha sonraları Peygamber (s.a.v)’e karşı çıktığı için kendisi hakkında bir vahiy inmesinden korktuğunu anlatırdı. Arkasından bir atlı yaklaşıp, kendisini Peygamber’in çağırdığını söyleyince korkusu daha da arttı. Fakat Peygamber’in yüzündeki sevinçli ifadeyi görür görmez korkuları kayboldu. Peygamber (s.a.v), “Bana güneşin altındaki her şeyden daha değerli olan bir sûre nazil oldu” dedi.
Yeni gelen vahiy, henüz dönmekte oldukları bu seferin bir zafer olduğu konusundaki şüpheleri dağıtıyordu. Çünkü sûre:
“Hiç şüphesiz biz sana apaçık bir fetih olarak (zafer yolunu tıkayan bütün engelleri ve kapıları) fethettik.” (Fetih: 1) kelimeleriyle başlıyordu. Vahiy aynı zamanda ağacın altında
Peygamber (s.a.v)’e yapılan biattan da bahsediyordu:
“Andolsun, Allah sana o ağacın altında biat ederlerken mü’minlerden razı olmuştur. Kalblerinde olanı bilmiş ve böylece üzerlerine ‘güven duygusu ve huzur’ indirmiştir ve onlara yakın bir fethi sevap (karşılığı) olarak verilmiştir.” (Fetih 18)
Bu biatı edenlere Allah’ın Rızası, yani Rıdvân vadediliyordu. Bu nedenle bu sözleşmeye “Biatü’r-Rıdvân” denilir. Başka bir âyette de güven duygusu ve huzurun, yani Sekine’ nin indirilişinden bahsediliyordu:
“Mü’minlerin kalblerine, imanlarına iman katıp arttırsınlar diye ‘güven duygusu ve huzur’ indiren O’dur. Göklerin ve yerin orduları Allah’ındır. Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. (Bütün bunlar) mü’min erkekleri ve mü’min kadınları içinde ebedî kalıcılar olmak üzere altından ırmaklar akan cennetlere sokması ve onların kötülüklerini örtüp, bağışlaması içindir. İşte bu, Allah katında büyük kurtuluş ve mutluluktur.” (Fetih: 4-5)
Seferi durduran Peygamber (s.a.v)’in rüyasına da Kur’ân’da şöyle değiniliyordu.
“Andolsun, Allah Rasulü’nün gördüğü rüyanın hak olduğunu doğruladı. Eğer Allah dilerse, mutlaka siz, Mescid-i Haram’a güven içinde, saçlarınızı tıraş ettirmiş (kiminiz de ) kısaltmış olarak (ve) korkusuzca gireceksiniz. Fakat Allah, sizin bilmediğinizi bildi, böylece de bundan önce size yakın bir fetih (nasib ) kıldı.” (Fetih: 27)


Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.

Yorum Yaz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.