Web sitemize hoşgeldiniz, 18 Aralık 2024
Beğen 2

Mustafa Demirci-Bir Kaybın Tekrar Bulunuşu

Kâ’be’nin kuzey-batı yönüne bitişik, alçak, yarı dairesel bir duvarla çevrilmiş bir bölüm vardır. Duvarın iki ucu Kâ’be’nin kuzey ve batı köşelerine birleşemeyecek kadar kısadır ve bu da hacılara geçiş sağlar. Fakat hacıların çoğu tavaflarını bu noktada geniş alırlar ve duvarın dışında tavaf ederler. Bu duvarın bulunduğu yer Hicr-i İsmail adını alır, çünkü İsmail ve Hacer’in mezarları onu kaplayan kayaların altındadır.
Abdu’l-Muttalib, Kâ’be’ye yakın olmayı o denli seviyordu ki bazen Hicr’e bir şilte serilmesini emrediyordu. Bir gece orada uyurken bir gölge geldi, ona: “Tatlı berraklığı kazıp çıkar” dedi. “Tatlı berraklık nedir?” diye sordu, fakat o sırada gölge kayboldu. Buna rağmen uyandığında ruhunda bir hafiflik ve mutluluk duydu, bu nedenle ertesi geceyi de orada geçirmeye karar verdi. Ziyaretçi tekrar geldi ve: “Haydi kaz” dedi. Fakat Abdu’l-Muttalib yine sorusuna cevap alamadı. Üçüncü gece ona şöyle söylendi: “Saklanmış hazineleri kaz.” Abdu’l-Muttalib’in onların ne olduğunu sorması üzerine yine konuşan yok oldu. Fakat dördüncü gece emir: “Zemzemi kaz” idi; ve bu kez “Zemzem nedir?” sorusuna konuşan şu cevabı verdi:
“Onu kaz, pişman olmayacaksın, Çünkü o mirastı Senin büyük atalarından O hiçbir zaman kurumaz,
Ve tüm hacıları sulamana yeter.”
Daha sonra konuşan ona kan, gübre, karınca yuvası ve gagalı kuzguni kuşların bulunduğu bir yer aramasını söyledi. Ona “Allah’ın hacılarını tüm hac boyunca sulayacak temiz akan su için” dua etmesi söylendi.
Güneş doğarken, Abdu’l-Muttalib kalktı ve Irakî Köşe adı verilen Kâ’be’nin kuzey köşesinde Hicr’i terk etti. Kuzey-batı duvarı boyunca diğer köşedeki Kâ’be’nin kapısına doğru yürüdü; birkaç adım gittikten sonra durdu, doğu köşesindeki Haceru’l-Esved’i (Kara Taş) öptü. Oradan tavafa başladı, tekrar Irakî Köşe’den Hicr’e, oradan batı köşesine -Suriye Köşesi- oradan da güneydeki Yemen Köşesi’ne gitti. İbrahim’in soyundan gelenler, İshakoğulları olsun, İsmailoğulları olsun mabedi güneşin tersi yönünde tavaf ederler. Yemen Köşesi’nden Haceru’l-Esved’e doğru yürüdüğünde, Ebû Kubeys Tepesi’ni ve sarı ışıkta kesin çizgileriyle belli olan diğer tepeleri görebiliyordu. Mabed’in etrafında yedi kez döndü. Her dönüşünde ışık daha parlaklaşıyordu, çünkü Arabistan’da alacakaranlık ile şafağın arası çok kısadır. Tavafı tamamladıktan sonra Haceru’l-Esved’den Kâ’be’nin kapısına gitti; kilide asılı olan metal halkayı tutarak kendisine öğretilen duayı okudu.
Yakınında, kumun üstünde kanat ve kuş sesleri duydu. Bir başka kuş daha göründü. Abdu’l-Muttalib ibadetini bitirip, kuşların kapının karşısında yaklaşık yüzyıldan beri duran kayalara doğru ilerleyişlerini seyretti. Bu kayalar put olarak kabul edilmişti ve Kureyşliler kurbanlarını bu iki kaya arasında kesiyorlardı. Kuşlar gibi Abdu’l-Muttalib de kayaların arasında kan olduğunu biliyordu. Gübre de vardı. Oraya yaklaştığında bir karınca yuvasının da varolduğunu gördü.
Eve gitti ve biri oğlu Haris, biri de kendisi için iki kazma aldı. Kazma sesleri ve garib görüntü -çünkü burası her taraftan rahatlıkla görülebilirdi- kalabalığı onların yanına çekti. Abdu’l-Muttalib’e duyulan büyük saygıya rağmen, kurbanların kesildiği bu putların dibini kazmanın hürmetsizlik olduğunu ve Abdu’l-Muttalib’in kazmayı bırakmasını söyleyenler çıktı. O durmayacağını, Hâris’e arkasında bekleyip kimsenin müdahale etmesine izin vermemesini söyledi.
Bu heyecanlı ve sihirli bir andı. Sonuç güzel çıkmayabilirdi. Fakat iki Hâşimî kararlı ve birlik içindeydiler, seyredenler ise şaşkınlık içindeydi. Isaf ve Nâile adındaki bu iki put, Mekke putları arasında yüksek bir yere sahip değildi; hatta onların Kâ’be’nin kudsiyetine tecâvüz ettikleri için taşa çevrilmiş Cürhümî bir kadınla bir erkek olduğu bile söyleniyordu. Bu nedenle Abdu’l-Muttalib’i durdurmak için hiçbir aktif hareket meydana gelmedi. O, kuyuyu kaplayan kayayla karşılaşıp, Allah’a şükrettiği sırada, kalabalığın bir kısmı oradan ayrılmak üzereydi. Kalabalık tekrar toplandı ve çoğaldı. Abdülmuttalib, Cürhümîlerin gömdüğü hazineleri çıkarırken herkes bunlar üzerinde kendine bir pay çıkarmaya çalışıyordu. Fakat o, bu hazinelerin kendisine mi, topluluğa mı, yoksa Kâ’be’ye mi kalacağı konusunda kur’a çekilmesine karar verdi. Şüpheli bir şeye karar vermekte kullanılan bu usûl, kabul edilmiş bir gelenekti. Bu gelenek Kâ’be’de Moabi putu Hubel önünde ok çekerek uygulanıyordu. Bu çekilişte hazinenin bir kısmı Kâ’be’ye, bir kısmı da Abdu’l-Muttalib’eçıktı ve Kureyş’e hiçbir şey çıkmadı. Aynı zamanda Zemzem üzerindeki kontrolün Hâşimîlerde olmasına karar verildi; çünkü hacılara su sağlamak onların göreviydi.


Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.

Yorum Yaz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.