Web sitemize hoşgeldiniz, 18 Aralık 2024
Beğen 3

Mustafa Demirci-Bir Oğul Kurban Etmeye İçilen And

Abdu’l-Muttalib, cömertliği ve akıllılığı ile Kureyş’ten saygı görüyordu. O çok yakışıklı bir adamdı, etkili bir görünüşü vardı. Zengin oluşu da kendini şanslı saymasının nedenlerinden biriydi; bütün bunların üstüne Zemzem’in tekrar inşa edilmesine vesile olan seçilmiş kişi olması da ekleniyordu. Bu lütufları için Allah’a çok minettardı. Fakat, Zemzem kuyusunu kazmayı durdurması söylendiğinde, gönlü birtakım düşüncelerle sıkılmıştı. Her şey iyi gitmişti, Allah’a şükür! Fakat daha önce bir oğul sahibi olmanın eksikliğini hiç bu kadar hissetmemişti. Örneğin, Abdu Şems kabilesinin başı, kuzeni Umeyye’ye birçok erkek evlat lutfedilmişti ve eğer kuyuyu kazan Mahzûm’un reisi Muğîre olsaydı, oğulları onun etrafında büyük ve güçlü daire oluşturabilirdi. Oysa kendisi, birden fazla karısı olmasına rağmen onu destekleyecek bir tek erkek çocuğa sahipti. Buna alışmıştı; fakat kendisine Zemzem’i veren Allah onu başka yönlerde de yüceltebilirdi. Bu yeni lütfun verdiği şevkle Tanrı’ya daha fazla erkek çocuk vermesi için dua etti. Duasına, eğer Allah, on evlat verirse ve hepsi de büyüyüp, büluğ çağına gelirse, onlardan birini Kâ’be’de kurban edeceğini de ekledi.
Duası kabul olmuştu; yıllar geçmiş ve dokuz oğlu daha olmuştu. O andı içtiğinde, bu, ona çok uzak bir olasılık gibi görünmüştü. Fakat, Abdullah dışındaki tüm oğulları büyüdüğünde, içtiği ant düşüncelerinde yer etmeye başladı. Bütün oğullarıyla iftihar ediyordu; fakat içlerinde en çok Abdullah’ı sevdiği açıktı. Belki Tanrı da bu çocuğu seçmiş ve ona bu belirgin güzellik ve iyilikleri vermişti. Belki de onun kurban edilmesini istiyordu. Ne olursa olsun, Abdu’l-Muttalib sözünün eri bir insandı, sözünden dönmeyi hiçbir zaman düşünmemişti. O aynı zamanda çok adaletli bir insandı ve sorumluluklarının farkındaydı. Hangi oğlunu kurban edeceğini seçme yükünü kendi üstüne alamazdı. Bu nedenle Abdullah büyüdüğünde, on oğlunu da çevresine topladı ve onlara Tanrı’ya verdiği sözden bahsetti; sözünü yerine getirebilmesi için onlardan yardım istedi. Ona boyun eğmekten başka seçenekleri yoktu. Babalarının sözü kendi sözleriydi; ve ona ne yapmaları gerektiğini sordular. Babaları onlara her birinin bir ok üzerine kendi işaretini koymasını istedi. O sırada Kureyş’in oklara bakan falcısına Kâ’be’de bulunması için haber gönderdi. Oğullarını Kutsal Ev’e soktu ve falcıya verdiği sözden bahsetti. Her oğul kendi okunu hazırladı ve Abdu’l-Muttalib, Hubel’in yanında yerini aldı. Yanında getirdiği büyük bıçağı çıkardı ve Allah’a dua etmeye başladı. Oklar çekildi, çıkan Abdullah’ın okuydu. Babası bir eliyle onu, diğer eliyle de bıçağı tutarak onu kapıya doğru sürükledi, kendisine düşünme payı bırakmak istemezcesine kurban edeceği uygun bir yer arıyordu.
Fakat o evindeki kadınları, özellikle de Abdullah’ın annesi Fâtıma’yı hesaba katmamıştı. Diğer karıları Mekke dışındaki kabilelerdendi, bu nedenle Mekke üzerinde etkileri çok azdı. Fakat Fâtıma, en güçlü kabilelerden biri olan Mahzûm kabilesindendi, yani bir Kureyş’liydi. Bunun yanı sıra anne tarafından soyu Kusayy’ın oğullarından Abd’a dek uzanıyordu. Fâtıma’nın tüm ailesi bir yardım gerektiğinde müdahale edebilecek kadar yakındaydılar. Abdülmuttalib’in on oğlundan üçü Fâtıma’dandı: Zübeyr, Ebû Tâlib ve Abdullah. Fâtıma aynı zamanda, kardeşlerine çok bağlı olan Abdu’l-Muttalib’in beş kızının da annesi idi. Bu kadınlar boş durmuyordu ve şüphesiz kendi oğullarının başına da gelebilecek olan bu tehlike nedeniyle diğer karıları da Fâtıma’nın yanında yer alıyorlardı.
Oklara bakıldıktan sonra büyük bir topluluk fal oklarının bulunduğu yeri doldurdu. Abdülmuttalib ve Abdullah, Kâ’be’nin kapısında ölü gibi renksiz bir halde belirince Mahzûmîler arasından bir mırıltı yükseldi, çünkü kendi kardeşlerinin oğullarından birinin kurban edileceğini anladılar. “O bıçakla nereye?” diye bir ses yükseldi, halbuki hepsi bu sorunun cevabını biliyordu. Abdu’l-Muttalib ettiği yeminden bahsetmeye başladı, fakat Mahzûm’un şefi Muğîre onun sözünü kesti: “Onu kurban etmeyeceksin, onun yerine başka bir şey feda et; onun bedeli ne kadar çok olursa olsun, tüm Mahzûmoğulları kendi mallarını feda etmeye hazırdırlar.” Bu zamana kadar Abdullah’ın diğer kardeşleri de Kâ’be’nin dışına çıkmışlardı. Hiçbiri konuşmamıştı, fakat şimdi babalarına dönüp kardeşlerini kefaret karşılığında kurtarması için yalvarıyorlardı. Herkes aynı şeyi söylüyor ve Abdu’l-Muttalib de ikna olmak istiyordu; fakat aklı şüphelerle doluydu. Sonunda, bu durumda kefaretin mümkün olup olmadığını sormaya ve mümkünse nasıl olacağını öğrenmek için Yesrib’de yaşayan akıllı bir kadına gitmeye karar verdi.
Abdullah’ı ve bir veya iki oğulunu daha yanına alarak Abdu’l-Muttalib, doğduğu şehre gitti. Orada kadının Yesrib’in yüz mil güneyinde, Yahudilerin yerleştiği Hayber’e gittiğini öğrendi. Bu nedenle yollarına devam ettiler ve kadını buldular. Kadına olayları anlattıklarında, kadın onlara ruhla konuşması gerektiğini ve ertesi gün gelmelerini söyledi. Abdu’l-Muttalib Allah’a dua etti. Ertesi gün kadın şunları söyledi: “Bana ilham geldi. Sizde kan bedeli nedir?” Ona on deve olduğunu söylediler. “Memleketinize dönün ve kurban edeceğiniz adamı bir tarafa, on deveyi bir tarafa koyun ve aralarında kura çekin. Ok adamın aleyhine çıkarsa, on deve daha ekleyin ve tekrar kura çekin. Fal develere çıkıncaya kadar develeri arttırın. Develeri kurban edip adamı salıverin” dedi.
Mekke’ye döndüler, Abdullah’ı ve on deveyi Kâ’be’nin avlusuna koydular. Abdu’l-Muttalib, Kâ’benin içine girdi ve Hubel’in yanında durarak, yaptıklarını kabul etmesi için Allah’a yalvardı. Okları çektiler ve ok Abdullah’ın aleyhine çıktı. On deve daha eklediler, fakat oklar yine develerin yaşaması, Abdullah’ın kurban edilmesi gerektiğini söylüyordu. Her seferinde on deve ekleyerek develerin sayısını artırmaya devam ettiler. Develerin sayısı yüzü buluncaya dek falın sonucu aynı çıktı. Sonunda fal, develerin aleyhine döndü. Fakat Abdu’l-Muttalib çok titiz bir insandı: bu kadar büyük karara varmak için bir okun sonucunu yeterli görmedi. Üç kez fal oku çekilmesi üzerinde durdu ve iki kez daha ok çektiler. Her seferinde fal develerin aleyhine çıktı. Sonunda Abdu’l-Muttalib Tanrı’nın kefareti kabul ettiğinden emin oldu ve develer kurban edildi.


Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.

Yorum Yaz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.