Mustafa Demirci-En Çok Sevdiğim Kim
Yedi haftalık ayrılıktan sonra muzaffer olarak dönen ordu Medîne’ye ulaştığında, Ca’fer ve arkadaşları çoktan Medîne’ye gelmişlerdi. Ca’fer (r.a.), Habeşistan’a gittiğinde yirmi yedi yaşındaydı; şimdi ise kırkında bir adam olmuştu. Sürekli iletişim halinde olmalarına rağmen, Peygamber (s.a.v)’i on üç yıldan beri görmemişti. Peygamber (s.a.v) onu kucakladı ve alnından öptü. Daha sonra, “Ca‘fer’in dönüşüne mi, yoksa Hayber’in fethine mi daha çok sevineceğimi bilemiyorum” dedi. Ca’fer’in yanında zevcesi Esmâ ve Habeşistan’da doğan Abdullah, Muhammed ve Avn adında ki üç oğulları da vardı.
Yanlarında evi henüz tamamlanan Ümmü Habîbe (r.a.) de vardı. Onun Peygamber (s.a.v)’le evlenmesi üzerine bir düğün yemeği daha hazırlandı. Ümmü Habîbe (r.a.) şimdi otuz beş yaşındaydı. Âişe (r.a.) hariç, Peygamber (s.a.v)’in diğer hanımları onu Mekke’den tanıyorlardı. Bunun yanı sıra o, Zeyneb’in yengesi ve Habeşistan’daki hicret günlerinin ilk anlarından beri Ümmü Seleme (r.a.) ile Sevde (r.a.)’nin yakın arkadaşı idi. Onun gelişi bekleniyordu ve fazla heyecan yaratmadı. Peygamber (s.a.v)’in hanımlarını daha çok ilgilendiren bir mesele de, Peygamber’in beklenmedik bir şekilde genç ve güzel Safiye ile evlenmesiydi. Medîne’ye vardıklarında Peygamber (s.a.v) onu geçici olarak konuksever Hârise (r.a.)’nin evine yerleştirdi. Onun çok güzel olduğunu duyan Âişe (r.a.) yeni arkadaşları hakkında fikrini sormak üzere Ümmü Seleme’ye gitti. Ümmü Seleme (r.a.), “O gerçekten çok güzel bir kadın. Allah’ın Rasûlü de onu çok seviyor” dedi. Âişe (r.a.), Hârise’nin evine gitti ve yeni gelini ziyarete gelen kadınlar arasına katıldı. Yüzü peçeliydi. Kendisini tanıtmadan biraz geri planda oturdu. Fakat yeni geline, Ümmü Seleme’nin söylediklerinin doğru olduğunu görecek kadar yakındı. Daha sonra evine döndü; fakat Peygamber (s.a.v) oradaydı ve onu tanımıştı. Dışarı çıktığında arkasından gelip, “Ey Âişe! Onu nasıl buldun?” diye sordu. Âişe, “O diğer Yahudi kadınlarına benzer bir Yahudi” dedi. “Öyle söyleme” dedi Peygamber (s.a.v), “çünkü o İslâm’a girdi ve İslâm’ını güzelleştirdi.” Bununla birlikte Safiye (r.a.), diğer Peygamber (s.a.v) eşlerinin yanında babasının kişiliği yönünden inciniyordu. “Ey Huyay’ın kızı!” deyimi gerçekte saygılı bir hitaptı; fakat ses tonundaki bir değişme ile kolayca alaya dönüşebilirdi. Bu nedenle bir keresinde Safiye ağlayarak Peygamber (s.a.v)’e geldi; çünkü diğer eşlerden biri onu küçük düşürmeye çalışmıştı. Peygamber (s.a.v), “Onlara de ki: Benim babam Hârûn, amcam ise Mûsâ’dır” dedi.
Eşler içinde Âişe (r.a.)’ye yaş bakımından en yakın olan Safiye (r.a.) idi; henüz yirmi iki yaşında olan Hafsa’dan bile daha yakın. İlk önceleri bu Âişe (r.a.)’nin korkularını artırdı. Fakat günler geçtikçe, iki genç hanım birbirlerine sempati duymaya başladılar. Hafsa da bu arkadaş çemberinin içindeydi. Âişe (r.a.) sonraki yıllarda, “Biz iki gruptuk: Birinde ben, Hafsa, Safiye ve Sevde; diğerinde ise Ümmü Seleme ve diğerleri vardı” derdi.
Âişe (r.a.) o zamanlar on altı yaşındaydı ve yaşına göre bazı yönlerden olgun, diğer yönlerden değildi. Duyguları hemen yüzünden ve konuşmasından belli olurdu. Bir keresinde Peygamber (s.a.v) ona, “Ey Âişe! Bana kızgın olduğun zamanı da benden razı olduğun zamanı da biliyorum” dedi. Âişe (r.a.), “Ey bana annemden ve babamdan daha sevgili olan, bunu nasıl anlıyorsun?” diye sordu. Peygamber (s.a.v) de şöyle dedi: “Benden hoşnut olduğun zaman yemin ettiğinde, ‘Muhammed’in Rabbine yemin olsun ki hayır’ diyorsun. Kızgın olduğunda ise, ‘İbrahim’in Rabbine yemin olsun ki hayır’ diyorsun.”[257] Bir başka sefer Peygamber (s.a.v) beklediğinden daha geç geldiğinde, “Günün bu saatine kadar neredeydin?” diye sordu. O, “Küçüğüm, Ümmü Seleme’nin yanındaydım” dedi. “Ümmü Seleme’nin sırası geçmemiş miydi?” diyen Âişe’ye, Peygamber (s.a.v) cevap vermeksizin gülümsedi. Âişe, “Ey Allah’ın Rasûlü, söyle bana. Bir vadinin iki yamacı arasında olsan; birisinden otlanmış, diğerinden ise otlanmamış olsa, sürülerini hangisinde otlatırsın?” diye sordu. Peygamber (s.a.v): “Otlanmamış olanda” dedi. Âişe (r.a.): “Öyle ise ben senin diğer eşlerin gibi değilim. Onların hepsi ben hariç, senden önce birisiyle evlenmiştir” dedi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v) gülümsedi ve hiçbir şey söylemedi.
Âişe (r.a.) Peygamber (s.a.v)’in sadece kendisine ait olmadığını biliyordu. O bir tek kadındı; Peygamber (s.a.v) ise yirmi adama bedeldi. Vahiy onun hakkında, “Muhakkak sen büyük bir ahlâk üzeresin” diyordu. Sanki O, kendi içinde dış dünya ile karşılaştırabilecek, bazı yönleriyle de onunla beraber, bir âlem idi. Âişe (r.a.) birçok kere, uzaktan da gelse onun bir gök gürlemesi duyduğunda yüzünün sarardığını fark etmişti. Aynı şekilde kuvvetli bir rüzgâr sesi, onda gözle görülebilecek değişikliklere neden olurdu. Bir keresinde, bardaktan boşanırcasına yağmur yağarken başını, omuzlarını ve göğsünü açıp, yeryüzünün gökten gelen rahmet nedeniyle yaşadığı sevinci kendi teniyle paylaşmak istemişti.
Onun diğer insanlara benzememesi, Âişe (r.a.)’nin kıskançlığının azaltan tek neden değildi. Fakat O, kıskançlığın, sevginin aksine sadece bu dünya için geçerli olduğunu biliyordu. Çünkü Cennet’ten bahsederken Kur’ân şöyle diyordu:
“Onların göğüslerindekinden (ne varsa tümünü) sıyırıp çektik” (A’râf: 43, Hicr: 47).
Âişe (r.a.) bir gün Peygamber (s.a.v)’e, “Ey Allah’ın Rasûlü! Cennette senin hanımların kimler olacak?”diye sordu. “Sen onlardan birisin” cevabını alınca, bu sözleri ömür boyu bir hazine gibi sakladı. Bir keresinde de Peygamber (s.a.v) ona, “Cebrâîl burada ve sana selâm ediyor” demişti. O da, “Selâm onun üzerine olsun, Allah’ın rahmeti ve bereketi de” cevabını vermişti.
Âişe (r.a.) kıskançlığı hakkında daha sonraki yıllarda şöyle derdi: “Peygamber’in eşleri arasında Hatîce’yi kıskandığım kadar hiçbirini kıskanmadım. Çünkü Allah kendisine, Hatîce’ye cennetteki kıymetli taşlardan yapılmış bir sarayı müjdelemesini emrettiği için, Peygamber (s.a.v) sürekli onu anardı. Ne zaman bir koyun kurban etse, büyük bir bölümünü onun yakın arkadaşlarına gönderirdi. Çoğu kez ona, ‘Sanki dünyada Hatîce’den başka kadın yokmuş gibi’ derdim.”
Âişe (r.a.)’nin tepkileri çok fevriydi. Hayber’den hemen sonra veya bir süre önce Ebû’l-As’ın annesi Hâle, oğlunu, gelini Zeyneb’i ve küçük torunu Ümâme’yi görmeye Medîne’ye gelmişti. Bir gün Peygamber (s.a.v), Âişe’nin odasında iken kapı çalındı ve bir kadın sesi girmek için izin istedi. Peygamber (s.a.v) sarardı ve titredi. Bunun sebebini anlayan Âişe ona sitem etti. Çünkü Hâle’nin sesinde, Hatîce’nin sesini duyar gibi olduğunu anlamıştı. Peygamber (s.a.v) daha sonra bunu doğrulamış ve onun içeri girme izni isteyiş şeklinin de, aynen ölen zevcesi gibi olduğunu söylemişti.
Artık çok yaşlanan Sevde (r.a.), Peygamber (s.a.v)’le birlikte geçireceği günü Âişe (r.a.)’ye vermişti. Çünkü Peygamber (s.a.v)’in bundan çok memnun olacağını biliyordu. Tüm topluluk ve diğer eşler de Peygamber (s.a.v)’in yaşayan eşleri arasında en çok Âişe (r.a.)’yi sevdiğini biliyorlardı. Bu sadece bir tahminden ibaret değildi. Çünkü sahâbeden biri veya diğeri sık sık Peygamber (s.a.v)’e, “Ey Allah’ın Rasûlü! Bu dünyada en çok kimi seviyorsun?” diye sorardı. Peygamber (s.a.v) bu soruya her zaman aynı cevabı vermezdi. Çünkü onun sevgisi çok yönlüydü: Kızları, torunları, Ali (r.a.), Ebû Bekir (r.a.), Zeyd (r.a.), Üsâme (r.a.). Fakat cevap hiçbir zaman diğer eşler olmaz, bazen ise Âişe (r.a.) olurdu. Bu nedenle Medîne’de birisi Peygamber (s.a.v)’den bir şey rica edeceği zaman veya Kur’ân’da emredildiği gibi dilekte bulunmak için hediye vermek istediği zaman, Peygamber (s.a.v) Âişe (r.a.)’nin odasında olana kadar bu isteğini geciktirirdi. Bu bir adet haline gelmişti. Çünkü onlar, Peygamber (s.a.v)’in onun yanında iken çok mutlu ve bu nedenle ricaları kabule hazır olduğunu düşünüyorlardı. Fakat bu Peygamber (s.a.v)’in ailesinde kıskançlıklara neden oluyordu. Ümmü Seleme (r.a.) kendisi ve diğer eşleri adına gidip Peygamber (s.a.v)’den ona hediye vermek isteyenlerin özellikle bir günü beklemeyip ne zaman isterlerse hemen vermelerini belirten bir duyuru yapmasını istedi. Peygamber (s.a.v) ona cevap vermedi. Ümmü Seleme (r.a.) isteğini ikinci kez yineledi. Fakat o yine sessiz kaldı. Üçüncü kez yinelediğinde, “Beni Âişe ile ilgili konularda üzme; çünkü Âişe (r.a.) hariç hiçbir hanımımın yatağında iken bana vahiy gelmiyor” dedi.[262] Ümmü Seleme (r.a.), “Seni üzdüğüm için Allah’a tevbe ediyorum” dedi. Fakat Peygamber (s.a.v)’in diğer eşleri burada durmaya niyetli değillerdi. Fâtıma’dan kendi adlarına gidip Peygamber (s.a.v)’e, “Eşlerin senden Ebû Bekir (r.a.)’in kızına karşı kendilerine eşit davranmanı rica ediyorlar” demesini istediler. Fâtıma (r.a.) istemeyerek bunu kabul etti, fakat birkaç gün bunu yerine getirmedi. Sonunda kuzeni, Cahş’ın kızı Zeyneb geldi ve ısrar etti. Bunun üzerine babasına gitti ve kendisine söylenenleri ona iletti. Peygamber (s.a.v), “Benim küçük kızım, benim sevdiğimi sen sevmiyor musun?” dedi. Fâtıma (r.a.), “Evet” cevabını verince Âişe (r.a.)’yi kasdederek “O halde onu sev” dedi. Daha sonra, “Seni buraya gönderen Zeyneb’di değil mi?” diye sordu. “Zeyneb ve diğerleri” dedi. Fâtıma (r.a.) Peygamber (s.a.v): “Yemin ederim ki bunu düzenleyen Zeyneb” dedi. Fâtıma bunu kabul edince gülümsedi.
Fâtıma (r.a.), Peygamber (s.a.v)’in eşlerinin yanına döndü ve olanları anlattı: “Ey Allah’ın Rasûlü’nün kızı, bize bir şey kazandırmadın” dediler. Onu ikinci bir kez gitmeye zorladılar, fakat O kabul etmedi. Bunun üzerine Zeyneb (r.a.)’e, “Sen git” dediler, O da Peygamber (s.a.v)’e gitti. Peygamber (s.a.v) sonunda Âişe (r.a.)’yle konuşmasını söyledi. Âişe (r.a.), Zeyneb’in cevap veremeyeceği fikirler öne sürerek onu susturdu. Peygamber (s.a.v) eşlerine eşit ve adaletli davranmak ve diğerlerini de buna uymaya teşvik etmek zorundaydı. Fakat O, başkalarının Peygamber (s.a.v) eşlerine eşit davranmasını sağlamakla sorumlu değildi. Onun hassas karakteri de zaten buna elvermezdi. O, sadece bir hediyeyi teşekkürle kabul etmek ve geri kalanını bağışlayan kişiye bırakmakla görevliydi. Zeyneb (r.a.) gittiğinde Peygamber (s.a.v) Âişe (r.a.)’ye, “Sen, gerçekten Ebû Bekir’in kızısın” dedi.
Rasûlullah (s.a.v) aynı şekilde, Ali (r.a.) ve Fâtıma (r.a.)’dan olan torunlarına da büyük bir sevgi besliyordu. Onlar hakkında, “Bana ev halkım içinde en sevgili olanlar Hasan ve Hüseyin’dir” derdi. Üsâme (r.a.)’yi de torunlarından biri sayardı. Çoğu kez Hasan’ı ve Üsâme’yi ellerinden tutup “Allah’ım, ben onları seviyorum, sen de sev” diye dua ederdi.
Mustafa Demirci
Sitemizde sanatçıya ait toplam 50 eser bulunmaktadır. Sanatçının sayfasına gitmek için tıklayın.
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.