Web sitemize hoşgeldiniz, 27 Nisan 2024
Beğen 2

Mustafa Demirci-Mekke’nin Fethi

Çadırlar develere yüklendikten sonra Peygamber (s.a.v) bayrak ve sancakların kendisine getirilmesini istedi. Hepsini teker teker açtı ve seçtiği adamlara verdi. Abbâs’a vadinin en dar yerine kadar Ebû Süfyân’a eşlik etmesini ve orada durup, ordu oradan geçerken ne kadar büyük olduğunu gözlemelerini söyledi. Ebû Süfyân’ın daha sonra Kureyşlilere gidip mesajı iletecek zamanı olacaktı. Çünkü tek bir adam, bir ordunun geçemeyeceği kestirme yollardan giderek Mekke’ye daha kısa bir sürede ulaşabilirdi.
Ebû Süfyân ileride görülen bir bölüğün başındaki adama işaret ederek, “Bu kim?” dedi. Abbâs, “Velid’in oğlu Hâlid” dedi. Hâlid (r.a.) onların yanından geçerken üç tekbir getirdi: “ALLAHU EKBER!” Hâlid’in yanında Süleym’in atı vardı. Onları beş yüz kadar muhâcir ve diğerlerinden oluşan bölüğün başında yeşil sarıklı Zübeyr (r.a.) izliyordu. O da Ebû Süfyân’ın yanından geçerken üç kez tekbir getirdi. Adamlarının bir ağızdan onun söylediklerini tekrarlamasıyla tüm vadi yankılandı. Ordu, bölük bölük Ebû Süfyân’ın önünden geçiyordu; o her seferinde onların kim olduğunu soruyor ve her seferinde hayret ediyordu. Ya o kabile Kureyş’in etkisinden çok uzakta olduğu, ya da Gatafan kabilesinin Aşça’ kolunda olduğu gibi daha önceden Peygamber’e düşman kabileler bulunduğu için Ebû Süfyân çok şaşırıyordu. Aşça’ kabilesinin sancaklarından birini, daha önceden kendisinin ve Süheyl’in en yakın arkadaşları olan Nu‘aym taşıyordu.
Ebu Süfyân “Araplar içinde bunlar, Muhammed (s.a.v)’in en azılı düşmanlarıydı” dedi. Abbâs ona şu cevabı verdi: “Allah onların kalbine İslâm’ı soktu; bunların hepsi Allah’ın lütfu.”
En son geçen bölüklerden biri de Peygamber (s.a.v)’in sadece muhâcirlerden ve ensârdan oluşan kendi bölüğüydü. Üzerlerindeki çeliklerin parıltısı onlara gri-siyah bir görünüm veriyordu. Çünkü hepsi tepeden tırnağa zırh giymişlerdi ve sadece gözler görülebiliyordu. Peygamber kendi sancağını keşif koluna liderlik eden Sa’d İbn Ubâde’ye vermişti. Sa’d yolun kenarında iki adamın yanından geçerken, “Ey Ebû Süfyân, bu ölüm günüdür. Bugün kutsal olanın ihlâl edildiği gündür. Bugün Allah’ın Kureyş’i alçalttığı gündür.” diye bağırdı. Peygamber (s.a.v) Kesva’nın üstünde, bölüğün ortalarındaydı. İki tarafında Ebû Bekr (r.a.) ve Üseyd (r.a.) vardı. Peygamber (s.a.v) onlarla konuşurken Ebû Süfyân duyulabilecek şekilde: “Ey Allah’ın Resulü” diye bağırdı. “Sen halkının öldürülmesini mi emrettin?” Daha sonra ona Sa’d’ın söylediklerini anlattı: “Allah aşkına, senden halkın adına rica ediyorum. Çünkü sen insanlar arasında en merhametli, en bağışlayıcı olanı ve soyuna en çok acıyanısın” dedi. Peygamber (s.a.v): “Bugün merhamet günüdür, Allah’ın Kureyş’i yücelttigi gündür” dedi. Daha sonra Abdu’r-Rahmân İbn Avf (r.a.) ve Osman (r.a.) yakınında oldukları için ona, “Ey Allah’ın Rasûlü! Biz Sa’d’ın Kureyş’e ani bir saldırıda bulunmayacağından emin olamayız” dediler. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v) Sa’d’a sancağı ve bölüğün kumandasını daha yumuşak tabiatlı olan Kays’a bırakmasını bildiren bir haber gönderdi ve Kays’ın elinde olan sancak, yine de Sa’d’la birlikte olacaktı. Fakat Sa’d (r.a.) Peygamber (s.a.v)’den doğrudan bir emir almadan sancağı devretmeyi kabul etmedi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v), miğferinin üstüne sardığı kırmızı sarığı çıkardı ve bunu Sa’d’a bir işaret olarak gönderdi. Sa’d hemen sancağı Kays’a verdi.
Tüm ordu geçtikten sonra Ebû Süfyân, süratle Mekke’ye gitti ve evinin dışında ayakta durup toplanan kalabalığa bağırdı: “Ey Kureyşliler! Muhammed (s.a.v) karşı koyamayacağınız bir güçle burada. Muhammed (s.a.v) on bin zırhlı adamla burada. O bana benim evime sığınanın güvenlikte olacağını söyledi.” Hind evden çıktı ve kocasının sakalından tutup “Bu hiçbir işe yaramaz, içi boş yağ tulumunu öldürün! Zavallı koruyucu!” diye bağırdı. Ebû Süyfan, “Yazıklar olsun sana!” dedi; “bu kadının sizi iyi bir muhâkeme yapmaktan alıkoymasına izin vermeyin. Çünkü sizin karşınızda karşı koyamayacağınız bir güç var. Fakat Ebû Süfyân’ın evine girenler güvenlikte olacak.” Onlar: “Allah seni kahretsin, hepimizi senin evin alır mı?” dediler. Ebû Süfyân, “Kim evinin kapısını kilitlerse güvenlikte olacak, kim Mescid’e sığınırsa güvenlikte olacak” cevabını verdi. Bunun üzerine tüm kalabalık dağıldı. Kimi kendi evine, kimileri de Mescid’e gittiler.
Ordu, şehirden fazla uzak olmayan ve oradan görülebilen Zû Tuva’da kamp kurdu. Burası iki yıl önce Hâlid’in Müslümanların yaklaşmasını önlemek için mevzilendiği yerdi. Fakat şimdi hiçbir direnişle karşılaşmıyorlardı. Sanki şehir bir önceki yıl umreye geldiklerindeki gibi bomboştu. Fakat bu sefer üç gün kalma diye bir sınırlama yoktu. Kesva bir yere geldiğinde Peygamber (s.a.v.) Allah’ı tazim için başını öne doğru eğdi. Neredeyse sakalı semere değiyordu. Daha sonra bölüklerin sağ kolunu Hâlid (r.a.)’in, sol kolunu da Zübeyr (r.a.)’in kumandasına vererek düzenledi. Merkezde olan kendi bölüğünü de ikiye ayırdı. Yarısına Sa’d (r.a.) ve oğlu, diğer yarıya da Ebû Ubeyde (r.a.) kumanda ediyordu. Emir verildiğinde bu dört bölük şehrin dört ayrı tarafından içeri gireceklerdi. Hâlid (r.a.) aşağıdan, diğerleri de tepelerdeki üç ayrı geçitten.
Ordunun toplandığı yerin çok yukarılarında, Ebû Kubeys Tepesi’nde, keskin bir gözün bastonlu bir ihtiyarla bir kadın olduğunu fark edebileceği iki silüet vardı. Bunlar Ebû Bekir’in (r.a.) babası Ebû Kuhâfe ile kızkardeşi Kureybe idi. O sabah Peygamber’in Zû Tuva’ya vardığı haberi gelince, yaşlı ve kör adam kızına, kendisini Ebû Kubeys Tepesi’ne götürmesini ve oradan gördüklerini anlatmasını istemişti. Bu ihtiyar, genç ve cesur bir adamken Ebrehe’nin ordusunu ve fillerini görmek için Mekke’nin diğer tarafındaki tepelere çıkmıştı. Şimdi ise yaşlıydı ve yıllardan beri kördü. Fakat oğlunun ve torunun da içinde bulunduğu bu on bin kişilik orduyu kızının gözleriyle izleyebilirdi. Kureybe, görebildiklerini kara ve yoğun bir kitle olarak tarif etti. Babası, bunların emir için bekleyen birbirine yaklaşmış atlılar olduğunu söyledi. Daha sonra Kureybe, bu kitlenin dörde ayrıldığını gördü. Bunu babasına söylediğinde, babası hızla eve gitmeleri gerektiğini söyledi. Yollarına devam ederken yanlarından atlı bir bölük geçti. Askerlerden biri atından eğilip Kureybe’nin gümüş kolyesini çekip aldı. Bunun dışında başka bir saldırıya uğramadılar ve sağ salim evlerine döndüler.
Onlar Ebû Kubeys’de yalnız değillerdi. Tepelerden birinde İkrime, Safvân ve Süheyl, Kureyş’ten ve müttefikleri Bekr ve Hudayl kabilelerinden bir grup asker toplamışlardı. Döğüşmeye kararlıydılar. Hâlid’in aşağı taraftan şehre girmek için yaklaştığını görünce onlara saldırdılar. Fakat onlar Hâlid ve adamlarıyla mukayese edilecek güçte değillerdi. Hâlid kendi adamlarından sadece ikisi karşılığında düşmana otuz kayıp verdirerek kaçmalarını sağladı. İkrime ve Safvân at üstünde sahile doğru kaçtılar. Süheyl ise evine gitti ve kapıyı kilitledi.
Peygamber (s.a.v), yukarı Mekke’deki Ezâkir geçidinden şehre girdiğinde çatışma hemen hemen sona ermişti. Pazar yerinden aşağılara bakıp çekilmiş kılıçları görünce Peygamber dehşete kapıldı. “Size döğüşü yasaklamamış mıydım?” dedi. Fakat ona bunun nedenleri açıklandığında, “Allah bunu takdir etmiş” dedi.
Ebû Rafi Peygamber’in kırmızı deriden çadırını Mescid’in yakınına kurmuştu. Peygamber (s.a.v) bunu yanındaki Câbir’e işaret ederek gösterdi. Şükür ve hamd ile dua ettikten sonra aşağıya doğru ilerledi. “Hiçbir eve girmeyeceğim” dedi.
Ümmü Seleme (r.a.), Meymûne (r.a.) ve Fâtıma (r.a.), onu çadırda bekliyorlardı. O gelmeden kısa bir süre önce Ümmü Hâni de onlara katılmıştı. İslâm hukuku, Müslüman kadınlarla müşrik erkekler arasındaki nikâhın düştüğünü söylüyordu. Aynı şey Ümmü Hâni’nin Hubeyre ile olan evliliği için de geçerliydi. Hubeyre Mekke’nin fethedileceğini daha önceden anlamış ve Necran’da yaşamaya gitmişti. Ümmü Hâni’nin kocası tarafından iki akrabası -biri Ebû Cehil’in kardeşi idi-Hâlid’e karşı yapılan savaşta rol almışlar ve daha sonra sığınmak için onun evine gelmişlerdi. Daha sonra Ali (r.a.) onu selamlamak için evine geldiğinde iki Mahzûmîyi gördü. Peygamber’in yasağına rağmen kızgınlıkla onları öldürmeye teşebbüs etti. Fakat Ümmü Hâni onların üstüne bir yaygı örttü ve onlarla Ali’nin arasına girerek, “Vallahi, önce beni öldüreceksin!” dedi. Bunun üzerine Ali (r.a.) evi terk etti. Ümmü Hâni kapıyı onların üstünden kilitleyip Peygamber (s.a.v.)’i karşılamaya gitti. Çadırda Fâtıma (r.a.)’ya rastladığında, Fâtıma (r.a.) da Ali (r.a.) gibi ona çıkıştı. “Putperestleri himaye mi ediyorsun?” dedi. Fakat Fâtıma (r.a.)’nın sözleri Peygamber’in gelişiyle kısa kesildi. Peygamber (s.a.v) kuzenini sevgiyle selamladı. Ümmü Hâni O’na olanları anlattığında O, “Olmayacak. Sen kimi emin kılarsan, biz de onu emin kılarız; sen kimi korursan biz de onu koruruz.” dedi.
Peygamber gusül abdesti aldı ve sekiz rek’at namaz kıldı. Namazdan sonra bir saat kadar dinlendi. Daha sonra Kesva’yı çağırdı. Zırhını ve miğferini giydikten sonra kılıcını da kuşandı. Elinde bir asa taşıyordu, miğferinin yüz kısmı da açıktı. O sabah O’nunla birlikte yolculuk edenlerin bir kısmı çadırın dışında sıra olmuş bekliyorlardı. Peygamber yanında Ebû Bekir (r.a.) ile konuşarak Mescid’e doğru ilerlerken onlarda eşlik ettiler.
Peygamber (s.a.v) doğruca Kâ’be’nin güneydoğu köşesine gitti. Ve tekbir getirerek Haceru’l-Esved’e asasıyla dokundu. Yanındakiler de tekbir getirmeye başladılar. ‘Allahu Ekber’ sesleri Mescid’de ve tüm Mekke’de yankılandı. Peygamber (s.a.v) eliyle susmalarını işaret edene dek Müslümanlar tekbir getirmeye devam ettiler. Daha sonra Peygamber, devesinin ipi Muhammed bin Mesleme’nin elinde olduğu halde Kâ’be’yi tavaf etti. Umrede bu şeref bir Hazrec’liye verilmişti. Bu nedenle bu kez bir Evs’liye verilmesi uygun görülmüştü. Peygamber (s.a.v) Kâ’be’den ayrıldı ve onu geniş bir çember şeklinde çevreleyen toplam üç yüz altmış puta yöneldi. Kâ’be ile o putların arasında şu âyeti okudu:
“Hak geldi, bâtıl yok oldu. Kuşku yok, bâtıl yok olucudur.” (İsrâ: 81)
Daha sonra putlara teker teker asasıyla dokunarak hepsini yüz üstü düşürdü. Kâ’be’nin etrafındaki daireyi tamamen dolaştıktan sonra eskiden Kâ’be’ye bitişik olan İbrahim makamında bineğinden indi ve namaz kıldı. Daha sonra Zemzem kuyusuna gitti ve Abbâs’ın verdiği suyu içti. Hâşimîlerin geleneksel hacıları sulama görevlerini de böylece tasdiklemiş oluyordu. Fakat Ali, Kâ’be’nin anahtarlarını getirdiğinde ve Abbâs onları taşıma görevinin de kendi ailelerine verilmesini istediğinde, Peygamber (s.a.v), “Size sadece kaybettiğiniz şeyi veriyorum, diğerlerinin kaybı olacak bir şeyi değil” cevabını verdi. Daha önceden Hâlid ve Amr ile birlikte Medîne’ye gelen Abdu’d-Dâr kabilesinden Osman İbn Talha’yı çağırdı ve anahtarları ona vererek onun ailesinin bu hakka sahip olduğunu belirtti. Osman saygıyla anahtarları aldı ve arkasında Peygamber (s.a.v) olduğu halde Kâ’be’nin kapısını açmaya gitti. Onların hemen arkasında da Üsâme ve Bilâl vardı. Peygamber (s.a.v) onlara arkasından içeri girmelerini emretti ve Osman’a kapıyı arkalarından kilitlemesini söyledi.
Bâkire Meryem ve çocuk İsâ ikonu ile Hz. İbrahim olduğu söylenen yaşlı bir adam resmi dışında, iç duvarların tamamı putperest tanrı resimleriyle doluydu. Peygamber elini korur gibi ikonun üstüne koyarak, Osman’a İbrahim dışındaki bütün resimlerin nasıl bozulduğuna dikkat etmesini söyledi. Bir süre içeride kaldı; sonra anahtarı Osman’dan alarak kapıyı açtı. Anahtar elinde olduğu halde kapının önünde ayakta durdu ve; “Vadinde duran, kuluna yardım eden ve kabileleri bir araya getiren bir olan Allah’a hamdolsun” dedi. Mescide sığınan Mekkelilere daha önceden evlerine sığınan birçok kişi katılıyordu. Hepsi Kâ’be’nin yakınında orada burada oturuyorlardı. Peygamber (s.a.v) onlara hitab ederek, “Ne diyorsunuz ve ne düşünüyorsunuz?” dedi. Onlar şu cevabı verdiler: “İyi söylüyoruz ve iyi düşünüyoruz. Soylu ve cömert bir kardeş, soylu ve cömert bir kardeşin oğlu. Emir senindir.” Bunun üzerine Peygamber (s.a.v) onlara Mısır’da kardeşleri kendisine geldiğinde, Yûsuf’un söylediği sözleri tekrarladı: “Ben kardeşim Yûsuf’un söylediklerini söylüyorum:
“Bugün size karşı sorgulama kınama yoktur. Sizi Allah bağışlasın. O merhametlilerin en merhametlisidir.” (Ra’d: 92)
Ebû Bekir (r.a.) babasını ziyaret etmek için Mescid’den ayrılmıştı. Şimdi ise Ebû Kuhâfe’nin elinden tutmuş Mescid’e giriyordu. Kız kardeşi Kureybe de onların arkasındaydı. Peygamber (s.a.v), “Neden yaşlı adamı evinde bırakmadın? Ben oraya giderdim” dedi. “Ey Allah’ın Rasûlü!” dedi, Ebû Bekir (r.a.): “Onun sana gelmesi, senin ona gitmenden daha uygundur.” Peygamber yaşlı adamın elinden tuttu ve önüne oturttu. Sonra ona kelime-i şehâdet getirmesini söyledi. O da hemen onun sözlerini tekrarlayarak Müslüman oldu.
Düşürülen putların en büyüğü olan Hubel’in parça parça edilip sonra da yakılmasını emrettikten sonra Peygamber (s.a.v), evinde bir putu olan herkesin o putu tahrip etmesini istedi. Daha sonra ailesini ilk İslâm’a davet ettiği yer olan Safa tepesine çekildi. Orada daha önceden kendisine düşman olan, şimdi ise Müslüman olup ona biat etmek isteyen kadınlı erkekli bir grupla karşılaştı. Yüzlerce kişi vardı. Müslüman olduğunu açıklamadan önce Peygamber’in kendisine ölüm cezasını vermesinden korkan Hind tanınmamak için peçe takmıştı. “Ey Allah’ın Rasûlü! Benim kendim için seçtiğim dini muzaffer kılan Allah’a hamdolsun” dedi. Daha sonra peçesini çıkardı ve “Utbe’nin kızı Hind” dedi. Peygamber (s.a.v) de ona, “Hoşgeldin” dedi. Safa’ya gelen kadınlardan biri de İkrime’nin karısı Ümmü Hakîm (r.a.) idi. Müslüman olduktan sonra kocası için dokunulmazlık istedi. İkrime hâlâ onunla savaş halinde olduğu halde, Peygamber (s.a.v) ona dokunulmazlık hakkı verdi. Ümmü Hakim kocasının nerede olduğunu öğrendi ve onu geri getirmek için gitti.
Peygamber (s.a.v) önünde toplanan kalabalığı süzdü ve amcasına dönerek, “Ey Abbâs! Kardeşinin iki oğlu, Utbe ve Mu’attib neredeler? Onları göremiyorum” dedi. Bunlar Ebû Leheb’in yaşayan iki oğluydu. Babasının zoruyla Rukiyye’yi boşayan Utbe idi ve görünüşe göre şimdi ortaya çıkmaktan korkuyordu. Peygamber (s.a.v), “Onları bana getir” dedi. Bunun üzerine Abbâs yeğenlerini getirdi. İkisi de Müslüman oldular ve biat ettiler. Daha sonra ikisinin de ellerinden tutup aralarında yürüyerek onları el-Mültezem denilen ve Kâ’be’nin Haceru’l-Esved’le kapısı arasındaki duvarın yanına götürdü. Orada uzun uzun dua etti. Yüzünden sevinç okunuyordu. – Merak eden Abbâs sordu- O da, “Rabbim’den bu iki amcaoğlunu istedim, o da verdi” dedi.
En önemli üç put merkezinden, Mekke’ye en yakın olanı Mahle’deki el-Uzzâ tapınağı idi. Peygamber (s.a.v), Hâlid (r.a.)’i bu putperestlik merkezini yok etmek üzere gönderdi. Onun yaklaştığı haberi duyulunca tapınağın bekçisi kılıcını tanrıça heykeline astı ve cansız heykeli kendi kendisini koruyup Hâlid’i öldürmeye veya tek tanrıya inanmaya davet etti. Hâlid (r.a.) tapınağı ve putları yıktı ve Mekke’ye döndü. Peygamber (s.a.v) ona, “Hiçbir şey görmedin mi?” diye sordu. “Hiçbir şey” cevabını verdi Hâlid. Peygamber (s.a.v), “O halde onu yok etmedin” dedi. “Geri dön ve onu yok et.” Bunun üzerine Hâlid tekrar Nahle’ye gitti. Tapınağın harabeleri arasından uzun ve savrulan saçlarıyla çırılçıplak bir kadın çıktı. Hâlid daha sonraları, “Tüylerim diken diken olmuştu.” derdi. Yine de “Uzzâ, ibadet değil, inkâr senin içindir” diye bağırdı. Kılıcını çekip kadının üstüne indirdi. Döndüğünde Peygamber’le şöyle konuştu: “Bizi mahvolmaktan kurtaran Allah’a hamdolsun! Yüz kadar koyun ve deveyle birlikte babamın el-Uzzâ’ya gitmesine alışmıştım. Onları Uzzâ için kurban eder, orada üç gün kalır ve yaptıklarıyla onu sevindirerek bizim tarafımıza çevirdiğini sanırdı.”
O sırada Mekkelilerin çoğu biat etmişlerdi. Süheyl ise biat etmemiş, fakat evine sığınıp oğlu Abdullah’dan Peygamber’e kendi adına gidip ricada bulunmasını istemişti. Çünkü kimsenin öldürülmeyeceği ilan edilmiş olmasına rağmen, Süheyl kendisinin bu kapsamın dışında yer aldığını sanıyordu. Abdullah, Peygamber’le konuştuğunda Peygamber (s.a.v), “O güvenliktedir ve Allah’ın himayesindedir. Bırakın ortaya çıksın” dedi. Sonra etrafındakilere dönerek, “Karşılaştığınızda Süheyl’e kem gözle bakmayın! Bırakın serbestçe dolaşsın; çünkü hayatıma andolsun o akıllı ve şerefli bir adamdır; İslâm gerçeğine karşı kör biri değildir” dedi.
Böylece Süheyl istediği şekilde gezdi. Fakat henüz İslâm’a girmemişti. Safvân’a gelince kuzeni Umeyr, onun için Peygamber’den iki aylık bir müddet aldı ve onu bulmak için yola koyuldu. Onu, o zamanlar Mekke’nin bir limanı olan Şu’aybe’de gemi beklerken buldu. Safvân şüphe içindeydi ve planlarını değiştirmeyi reddediyordu. Bunun üzerine Umeyr tekrar Peygamber (s.a.v)’in yanına döndü. Peygamber (s.a.v) de ona kuzeninin güvenlikte olduğunun bir işareti olarak çizgili Yemen kumaşından sarığını verdi. Bu Safvân’ı ikna etmeye yetti, fakat daha fazla emin olmak istiyordu. “Ey Muhammed!” dedi. “Umeyr bana belli bir şeyde karar kılarsam -Müslüman olmayı kasdediyordu- güvenlikte olacağımı, eğer kabul etmezsem bana iki ay mühlet verdiğini söyledi.” Peygamber (s.a.v), “Burada kal” dedi. Fakat Safvân, “Bana açık bir cevap vermedikçe kalmam” dedi. Bunun üzerine Peygamber, “Senin için dört aylık mühlet var” dedi. Safvân da Mekke’de kalmayı kabul etti.
İkrime, bu üç kişi içinden Peygamber’in huzuruna gelen sonuncu kişiydi. Fakat onlar arasından Müslüman olan ilk kişi de oydu. Tihame sahilinden Habeşistan’a giden bir gemiye binmeye karar vermişti. Tam gemiye binecekken geminin kaptanı, “Allah ile aranda olan dini düzelt” dedi. İkrime: “Ne demeliyim?” deyince, o “Allah’tan başka ilah yoktur de” cevabını verdi. Sonradan bunu söylemeyen kimseyi gemisine almayacağını belirtti. Dört kelimeden oluşan LÂ İLÂHE İLLALLAH cümlesi İkrime’nin ruhuna işledi ve o anda bu sözleri samimice söylediğini fark etti. Henüz gemiye binmemişti. Çünkü gemiye binmek istemesinin tek sebebi bu sözlerden, yani Lâ ilâhe illallah’ta özetlenen Muhammed’in dininden kaçmaktı. Bunları geminin güvertesinde kabul edebildiğine göre kıyıda da kabul edebilirdi. Kendi kendine: “Denizde tanrımız olan karada da tanrımızdır.” dedi. Daha sonra karısı geldi ve Peygamber’in (s.a.v) onun Mekke’de güvenlikte olacağına söz verdiğini söyledi. Birlikte geri döndüler. Peygamber (s.a.v.) onun geldiğini biliyordu, yanındaki arkadaşlarına: “Ebû Cehil’in oğlu İkrime mü’min olarak aranıza geliyor. Bu nedenle babasını yermeyin. Çünkü ölüyü yermek diriyi incitir. Ve ölüye ulaşmaz” dedi.
Mekke’ye vardığında İkrime, doğruca Peygamber (s.a.v)’e gitti. Peygamber’in yüzünde çok sevinçli bir ifade vardı. İkrime, Müslüman olduğunu resmen açıkladıktan sonra ona, “Bugün benden ne istersen iste, o isteğini sana vereceğim” dedi. İkrime (r.a.), “Senden benim sana karşı tüm düşmanlıklarımı affetmesi için Allah’a dua etmeni istiyorum” dedi. Peygamber (s.a.v) onun istediği şekilde dua etti. Daha sonra İkrime (r.a.) insanların Hakk’a uymalarını engellemek için harcadığı paralardan, yaptığı savaşlardan bahsetti; şimdi ise onun iki katı parayı ve çabayı Allah yolunda harcayacağını söz verdi ve sözünde durdu.


Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.

Yorum Yaz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.