Mustafa Demirci-Münafıklar
Zeyd (r.a.)’in doğudaki kervan yolunda yaptığı başarılı baskın, Kureyşlilerin düşüncelerini bir kez daha, daha çok tercih ettikleri batı yoluna çevirdi. Bu kez Kızıl Deniz sahillerindeki müttefikleri olan Huza’a kabilesinin Benî Mustalik kolunu Medîne’ye bir sefer düzenlemek üzere ayaklandırdılar. Kureyşliler bu kabileye sahildeki diğer kabilelerin de katılacağını ümit ederek, batı yolunun tekrar kendileri için güvenli hale geleceğini düşünüyorlardı. Fakat Huza’a’nın diğer kolları Peygamber’e (s.a.v) karşı Mekkelilerin umduğundan daha az düşmanlık besliyorlardı. Kısa bir süre sonra bu haberler Peygamber (s.a.v)’e ulaştı. Böylece Peygamber (s.a.v)’e bitmeyen ve gün geçtikçe artan gücünü batı kervan yolunda da gösterebileceği bir fırsat ortaya çıkıyordu. Haber aldıktan sekiz gün sonra, Benî Mustalık henüz yola çıkmadan, Peygamber (s.a.v) onların yerleşim bölgesine yakın ve sulak bir yere kamp kurmuştu bile. Oradan hızlı bir manevra ile çadırda yaşayan bu kabilenin obasını kuşattı. Adamlar fazla karşı koymadan teslim oldular. Müslümanlardan sadece bir kişi, düşmandan ise on civarında kişi öldürülmüştü. Yaklaşık iki yüz aile esir alındı. Ganimette iki bin deve, beş bin koyun ve keçi vardı.
Ordu, orada birkaç gün kamp yaptı; fakat beklenmedik bir olay daha fazla kalmalarını engelledi. Sahilde komşu olan Gıfar ve Cuheyne kabilelerinden iki adam, kuyulardan birinin başında hangi tulumbanın kime ait olduğu konusunda tartışmaya başladılar. Tartışma bir süre sonra kavgaya dönüştü. Ömer (r.a.)’in atını yedeğinde götürmesi için işe aldığı Gıfar’lı: “Ey Kureyş!” diye yardım istedi. Cuheyne kabilesinden olan adam ise geleneksel müttefikleri olan Hazrec’lileri yardıma çağırdı. Kızgın olan muhâcirler ve ensâr da hemen sahneye çıktı. Kılıçlar çekilmişti. Eğer ashâbdan bazıları iki tarafın arasına girmeseydi kan dökülebilirdi. Burada mesele sona ermiş olmalıydı. Fakat bu seferde genelde olduğundan çok münafık sefere katılmıştı. Bunun sebeplerinden biri de, bölgenin tanıdık ve sulak bir bölge olması ve kolayca ganimet elde edebileceği ümidi idi. Aslında kendi eski bakış açılarını değiştirmemişlerdi. Hâlâ Medîne’den yapılan seferleri, dışarıdan biraz destekle – Kureyş- yapılan Hazrec ve Evs seferleri olarak görmekte ısrar ediyorlardı. Bu nedenle onlara göre kamp Kayleoğulları’na aitti: Kureyşli sığıntılar ise her yerde olduğu gibi orada da himaye altındaydılar. İbn Übey bu kafa yapısıyla etrafında bir grup yakın arkadaşı ile otururken, kavga seslerini duymuştu. İçlerinden biri meselenin ne olduğunu anlamak için gitti. Döndüğünde Ömer’in adamının suçlu olduğunu, çünkü ilk darbeyi onun vurduğunu söyledi. -Gerçekten de öyleydi. Bu sözler, Hendek’te çekilen sıkıntıların hâlâ yanmakta olan korlarının birdenbire alevlenmesine yol açtı. Muhammed (s.a.v) ve diğer muhâcirler tüm Arabistan’ı onların aleyhine çevirene dek, beş yıl boyunca gerilim sürekli olarak artmıştı. Bunun yanı sıra toplumda önemli bir rol oynayan zengin ve komşu Yahudi kabilelerinin de kökü kazınmıştı. İkisi sürgün edilmiş, biri ise katledilmişti. Vadideki iç savaşa bir çözüm bulunması gerçekten gerekliydi. Fakat İbn Übey, kendisi kral seçilse idi, buna mutlaka bir çözüm bulacağından emin olduğunu söylüyordu. Şimdi de bu zavallı sığıntılar, efendilerinin kuyuya ulaşmasını engelleyecek kadar küstahlık edebiliyorlardı. “Bu kadar ileri gittiler ha!” dedi. İbn Übey, “Başa geçip bizi geride bırakmaya ve kendi ülkemizde bizi bastırmaya çalışıyorlar. Bu Kureyşli paspallarla bizim halimizi şu söz ne iyi ifade ediyor: ‘Besle kargayı oysun gözünü’ Tanrı’ya andolsun Medîne’ye döndüğümüzde güçlü olan zayıf olanı sürüp çıkaracak”. O sırada halkanın yanında oturan bir genç (Zeyd) doğruca Peygamber (s.a.v)’e gitti ve İbn Übey’in söylediklerini haber verdi. Peygamber (s.a.v)’in birdenbire rengi değişti. O sırada yanında olan Ömer, bu haini hemen öldürmeyi teklif etti. Fakat Peygamber (s.a.v), “Ey Ömer! İnsanlar, Muhammed (s.a.v) arkadaşını öldürdü demezler mi?” dedi. O sırada ensârdan biri gidip İbn Übey’e Zeyd’in haber verdiklerini gerçekten söyleyip söylemediğini sormuştu. İbn Übey doğruca Peygamber (s.a.v)’e geldi ve böyle bir şey söylemediğine yemin etti. Sorun çıkmasını engellemek isteyen ve onun yanında olan birkaç Hazrec’li de onun söylediklerini doğruladılar. Peygamber (s.a.v) sanki mesele kapanmış gibi davrandı. Fakat sorundan uzaklaşmanın en iyi yolu, insanların kafalarını başka bir şeyle meşgul etmekti. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v) hemen yola çıkılmasını emretti.
Daha önce hiç bu vakitte yola çıkmamıştı: Hemen hemen öğle vaktiydi; namaz vakitlerinde kısa molalar vererek öğleden sonra ve tüm gece ertesi günün sıcaklığı bastırıncaya dek yolculuk ettiler. Kamp kurulması emredildiğinde adamlar o kadar yorulmuşlardı ki, hemen uykuya daldılar. Yolculuk sırasında Peygamber (s.a.v), Müslümanların Hazrec’in en ileri geleni olarak kabul ettikleri Sa’d İbn Ubâde (r.a.)’ye, gizlice kendisinin Zeyd’in doğru söylediğine inandığını belirtti. “Ey Allah’ın Rasûlü!” dedi Sa’d, “Sen eğer istersen onu ortadan kaldırabilirsin. Çünkü o alçak ve zayıf, sen ise yüce ve güçlüsün.” Bununla birlikte Sa’d ondan İbn Übey’e iyi davranmasını rica etti. Peygamber (s.a.v)’de bu konuyu bir daha gündeme getirmemeye karar vermişti. Fakat Sa’d’la konuştuktan kısa bir süre sonra artık mesele onun kontrolünden çıkmıştı. Çünkü Sa’d’ın hemen ardından Münafikûn Sûresi adını alacak olan bir vahiy geldi. Sûrenin bir âyetinde, Zeyd’den isim olarak bahsedilmese de, onun söyledikleri sayılıp, söylenenin doğru olduğu anlatılıyordu. Peygamber (s.a.v) Medîne’ye varıncaya kadar bu sûreyi Müslümanlara okumadı. Fakat Zeyd’in yanına yaklaşıp kulağına eğilerek: “Senin kulağın doğru duydu ve Allah senin söylediklerini tasdik etti” dedi.
O sırada İbn Übey’in oğlu Abdullah bu sözleri babasının söylediğini bildiği için büyük bir üzüntü içindeydi. Ona Ömer’in babasını öldürmek için Peygamber’den izin istediğini de söylemişlerdi. Abdullah kararın hemen verilip öldürme emrinin en kısa sürede uygulanmasından korkarak Peygamber (s.a.v)’e gitti ve şöyle dedi. “Ey Allah’ın Rasûlü! Bana İbn Übey’i öldürmeye karar verdiğini söylediler. Eğer bunu mutlaka yapacaksan, bana emret, gidip kafasını getireyim. Bütün Hazrec babasına benden daha çok bağlılık ve acıma gösteren kimse olmadığını bilir. Öldürme görevini başkasına verirsen, nefsimin, babamın katilinin aramızda dolaşmasına dayanamayacağından korkuyorum. Buna dayanamayıp onu öldürebilirim. Böylece de bir kâfirin yerine bir mü’mini öldürmüş olurum ve Cehennem ateşine atılırım.” Fakat Peygamber (s.a.v) ona şu cevabı verdi: “Hayır, bırakın ona iyi davranalım; o bizimle olduğu müddetçe arkadaşımız olarak kalsın”.
Mustafa Demirci
Sitemizde sanatçıya ait toplam 50 eser bulunmaktadır. Sanatçının sayfasına gitmek için tıklayın.
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.