Web sitemize hoşgeldiniz, 18 Aralık 2024
Beğen 2

Mustafa Demirci-Rahip Bahira

Abdu’l-Muttalib’in malları hayatının son döneminde oldukça azalmıştı, ölümünden sonra oğullarına sadece çok küçük bir miras bırakmıştı. Oğullarından bazıları, özellikle Ebû Leheb olarak tanınan Abdu’l-Uzzâ kendiliklerinden zengin olmuşlardı. Fakat Ebû Tâlib fakirdi. Bu nedenle yeğeni kendisini, yaşamını kazanmak için elinden geleni yapmaya zorunlu hissediyordu. Hayatını keçi ve koyunlara çobanlık ederek kazanıyordu ve gün geçtikçe Mekke’nin üstündeki tepelerde veya ötesindeki ovalarda yalnız geçirdiği günler artıyordu. Buna rağmen amcası onu bazen beraberinde yolculuğa götürüyordu. Bu yolculuklardan birinde, Muhammed (s.a.v.) dokuz, bir görüşe göre de oniki yaşındayken bir ticaret kervanıyla Suriye’ye kadar gitti. Basra’da, Mekke kervanının her zamanki konak yerlerinden birinde, içinde nesilden nesile bir hıristiyan rahibin yaşadığı bir hücre vardı. Biri öldüğünde, diğeri onun yerini alıyor ve eski el yazmalarını da içeren manastırdaki bütün eşyaya varis oluyordu. Bu el yazmalarından birinde Araplar’a bir peygamber geleceği kayıtlıydı. Manastırda yaşayan Rahip Bahira bu kitapların hepsinden haberdardı. Bu konuyla ilgilenmesinin asıl sebebi ise Varaka gibi onun da peygamberin kendisi hayatta iken geleceğine inanmasıydı.
Bahira Mekke kervanının manastırdan pek uzak olmayan bir yerde konakladığını birçok defa görmüştü. Fakat bu sefer daha önce hiç görmediği bir şeyle karşılaştı ve dona kaldı: Alçak ve küçük bir bulut onların üstünde yavaş yavaş ilerliyor ve sürekli yolculardan bir veya ikisi ile güneşin arasında yer alıyordu. Büyük bir ilgiyle onların yaklaşmasını izledi. Fakat birden ilgisi şaşkınlığa dönüştü. Çünkü konakladıkları anda bulut hareket etmeyi durdurdu ve altında gölgelendikleri ağacın üstünde sabit olarak kaldı. Ağaç ise dallarını aşağı indirerek onların iki kat gölgede olmalarını sağlıyordu. Bahira böyle bir mucizenin önemli olduğunu biliyordu. Sadece yüce bir şahsiyetin varlığı bu olayı açıklayabilirdi ve aniden beklenen peygamber aklına geldi. Sonunda gelmiş miydi, bu yolcuların arasında olabilir miydi?
Manastıra kısa bir süre önce çok miktarda yiyecek gelmişti, elindekilerin hepsini birleştirerek kervana şöyle bir haber gönderdi: “Ey Kureyşliler! Sizin için yiyecekler hazırladım ve buraya gelmenizi istiyorum. Yaşlı-genç, köle-hür hepinizi davet ediyorum.”
Bunun üzerine hepsi manastıra geldiler, fakat Bahira’nın tembihlerine rağmen Muhammed (s.a.v.)’i develerin ve yüklerin yanında gözcü olarak bıraktılar. Oraya vardıklarında Bahira onların yüzlerine teker teker baktı. Fakat kitaplarda tarif edilen yüze benzer bir yüz göremedi. Onların arasında bu iki mucizeye mazhar olabilecek özellikte kimse yoktu. Belki de hepsi gelmemişti. “Ey Kureyşliler!” dedi, “geride kimse kalmadığından emin misiniz?” “Başka kimse kalmadı” dediler, “sadece en küçüğümüz olan bir erkek çocuk kaldı”. Bahira “Ona öyle davranmayın, onu da çağırın bizimle beraber yemekte bulunsun” dedi. Ebû Tâlib ve diğerleri bu düşüncesizlikleri için özür dilediler. İçlerinden biri şöyle dedi: “Biz, gerçekten suçluyuz, Abdullah’ın oğlunu geride bırakıp, bu ziyafetten mahrum etmemeliyiz.” Daha sonra Muhammed’in (s.a.v.) yanına gitti ve onu da beraber yemek yemeğe davet etti.
Çocuğun yüzüne bir kez bakmak Bahira için bu mucizeleri açıklamağa yetti. Yemek boyunca onu dikkatle incelediğinde yüz ve vücut özelliklerinin kendi kitabında anlatılanlara ne denli yakın olduğunu gözledi. Yemekten sonra rahip bu genç misafirinin yanına gitti ve ona yaşam şekli, uykuları ve genel konulardaki tavırlarıyla ilgili bazı şeyler sordu. Muhammed ona bu konularda ayrıntılı cevaplar verdi; çünkü adam saygıdeğerdi, sorular ise saygılı ve hürmetkârca soruluyordu. Hatta rahip sırtına bakmak istediğinde gömleğini sıyırmakta tereddüt etmedi. Bahira zaten kesinlikle onun peygamber olduğu kanaatindeydi. Bir de sırtında, iki kürek kemiği arasında, kitabında anlatılan yerde peygamberlik mührünü görünce tüm şüpheleri silindi. Bahira Ebû Tâlib’e döndü ve: “Bu çocukla akrabalık dereceniz nedir?” diye sordu. Ebû Tâlib “Oğlumdur” dedi. Rahip,”Oğlunuz değil, bu çocuğun babası sağ olamaz” dedi. Ebû Tâlib “Kardeşimin oğludur” dedi. “Peki babasına ne oldu?” dedi rahip. Öteki “Daha annesi ona hamileyken öldü” dedi. “İşte bu doğru” dedi Bahira. “Kardeşinin oğlunu ülkene geri götür ve onu Yahudilerden koru. Çünkü benim bildiğimi onlar da bilirler ve görürlerse ona kötülük yaparlar. Kardeşinin oğlunun geleceğinde büyük sırlar gizli.”


Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.

Yorum Yaz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.