Web sitemize hoşgeldiniz, 18 Aralık 2024
Beğen 3

Mustafa Demirci-Savaşa Başlangıç

“Kendilerine zulmedilmesi dolaysıyla, onlara karşı savaş açılana (mü’minlere savaşma) izni verildi. Şüphesiz Allah, onlara yardım etmeye güç yetirendir. Onlar, yalnızca: ’Rabbimiz. Allah’tır’ demelerinden dolayı, haksız yere yurtlarından sürgün edilip çıkarıldılar.” (Hacc: 39-40)
Bu vahiy, Peygamber (s.a.v)’e Medîne’ye ulaştıktan kısa bir süre sonra indi. Peygamber buradaki iznin emir anlamında olduğunu biliyordu. Yahudilerle yapılan anlaşmada da, savaş gerekleri belirlenmişti. Fakat şu an için sadece baskın yapılabilirdi, başka türlü bir saldırı düşünülemezdi. Kureyşlilerin kervanları saldırıya açıktı; özellikle ilkbaharda ve yazın ilk aylarında, Suriye’ye yaptıkları ticaret hareketli olduğu sırada, Medîne’den yapılacak olan saldırılara savunmasız kalabilirlerdi. Sonbahar ve kış aylarında ise kervanlarını daha çok güneye, Yemen ve Habeşistan’a gönderiyorlardı. Medîne’de, kervanlarla ilgili toplanan bilgiler, kesin olmaktan uzaktı; çünkü sık sık son anda plan değişikliği olurdu. Mekke kervanları, Medîneli Müslümanların yaptığı ilk saldırılardan kurtuldular. Fakat, Müslümanlar, Kızıl Deniz kıyısındaki stratejik noktalarda yaşayan Bedevi kabilelerle anlaşma yapmayı başardılar.
Peygamber (s.a.v) Medîne dışına çıkınca şehirde kendi adına yönetimi devralan bir arkadaşını, Hazrec liderlerinden Sa’d İbn Ubâde’yi vekil olarak tayin etti. Bu olay Hicret’ten on bir ay sonra meydana geldi. O zamandan sonra Peygamber (s.a.v.) bir daha sefere katılmadı ve giden gruba, elinde uzun bir sopanın ucunda beyaz bir bez taşıyan bir lider tayin etti. İlk yıl, Peygamber (s.a.v.) sadece muhâcirlerden bir grubu akına gönderiyordu. Fakat 623 Eylül’ünde, Cumah’lı lider Umeyye yönetiminde ve yüz silahlı adam eşliğinde zengin bir kervanın kuzeyden geldiği haberleri Medîne’ye ulaştı. Umeyye, her zaman için İslâm’ın en azgın düşmanlarından biri olmuştu; Müslümanların saldırmak istemesinin diğer bir nedeni de ele geçirecekleri ganimetlerdi. Ticârî eşyaların yaklaşık 2.500 deveye yüklendiği söyleniyordu. Fakat sadece muhâcirler yüz Kureyşliye karşı koyamazlardı. Bu yüzden, Peygamber (s.a.v.) bu sefer, yarısını ensârın oluşturduğu iki yüz adam gönderdi. Fakat bu kez de bilgiler yetersizdi ve yine hiçbir çatışma olmadı. Bundan yaklaşık üç ay sonra, daha az korunan zengin bir kervanı daha kaçırdılar. Kervan, Şems’li Ebû Süfyân’ın Suriye’ye götürdüğü mallarla yüklüydü. Kervanın haberi Medîne’ye geç ulaşmıştı. Peygamber (s.a.v.) ve adamları, Medîne’nin güneybatısından Kızıl Deniz’e açılan Yenbu’ ovasındaki Uşeyre’ye vardıklarında, kervan çoktan oradan geçip gitmişti. Fakat Ebû Süfyân, belli bir süre sonra, belki de daha fazla yükle Suriye’den dönecekti. İşte o zaman, Allah dilerse, onları kaçırmayacaklardı.
Henüz hiçbir çatışma meydana gelmemiş olmasına rağmen, Kureyşliler Medîne’deki düşmanlarına karşı alarmdaydılar. Fakat, bu durumun güney ticaretlerini engellemeyeceğini zannediyorlardı. Bu zanları tersine çıktı. Çünkü Peygamber (s.a.v.) Yemen’den gelen bir kervanın haberini aldı ve kuzeni Abdullah İbn Cahş’ı, sekiz muhâcirle birlikte, Taif ve Mekke arasındaki Nahle ovasında beklemek üzere gönderdi. Recep ayındaydılar, yani yılın dört haram ayından biri. Peygamber (s.a.v.) Abdullah’a saldırı emri vermemişti, sadece haber getirmesini söylemişti. Şüphesiz ileriki saldırılarda hazırlıklı bulunmak için güney kervanlarının ne derece korunduğu hakkında fikir sahibi olmak istiyordu.
Muhâcirler, Nahle’ye varıp yolun çok yakınında gizli bir yere konakladıklarında, küçük bir Kureyş kervanı, onlardan habersiz, yakınlarında bir yere konakladı. Develer deri, kuru üzüm ve diğer ticârî eşyalarla yüklüydü. Abdullah ve arkadaşları bir ikilem içindeydiler: Peygamber (s.a.v.)’in tek açık emri onların haber getirmesiydi; fakat onlara savaşmamaları gerektiğini söylememiş ve haram aylarından da bahsetmemişti. İslâm öncesi bu yasak, şimdi de geçerli mi, diye kendi kendilerine soruyorlardı. Şu âyeti de düşünüyorlardı:
“Kendilerine zulmedilmesi dolayısıyla, onlara karşı savaş açılana (mü’minlere savaşma) izni verildi… Onlar haksız yere yurtlarından sürgün edilip çıkarıldılar.” (Hacc: 39)
Kureyş’le savaş halindeydiler. Bunun yanı sıra, kervandakiler arasında, Mekke’deki diğer kabileler arasında İslâm’a en çok düşmanlık gösteren Mahzûm kabilesinden iki adam vardı. Receb’in son gününün sabahındaydılar; güneşin batmasıyla, haram ay olmayan Şaban ayına gireceklerdi. Fakat o zamanda, düşmanlar haram ayla değil, haram bölge ile korunacaklardı. Çünkü güneş batıncaya kadar Mescid-i Haram’a ulaşacaklardı. Bir müddet süren kararsızlıktan sonra saldırmaya karar verdiler. İlk attıkları okla, Abdu Şems kabilesinin müttefiki olan Kinde kabilesinden bir adamı öldürdüler. Hemen arkasından, Mahzûm’lu Osman’ı ve bir azadlı olan Hakem’i esir aldılar. Fakat Osman’ın kardeşi Nevfel, Mekke’ye kaçmayı başardı.
Abdullah (r.a.) ve adamları, develeri, esirleri ve ticârî eşyaları Medîne’ye getirdiler. Abdullah getirdiklerinin beşte birini Peygamber (s.a.v.)’e verdi, geri kalanlarını da arkadaşlarıyla paylaştılar. Fakat Peygamber (s.a.v.) verilenleri kabul etmedi ve “Size haram ayda savaşmanız için izin vermemiştim” dedi. Bunun üzerine bu muhâcirler grubu günah işlediklerini anladılar. Medîne’deki arkadaşları onları haram aya tecâvüzle suçladılar; Yahudiler bunun Peygamber (s.a.v.) için kötü bir şöhret olacağını söylediler. Kureyşliler ise ‘Muhammed (s.a.v.) haram aya tecâvüz etti’ diye her tarafta propagandaya giriştiler. Bunun üzerine şu âyetler nazil oldu:
“Sana haram olan ay’ı, onda savaşmayı sorarlar. De ki: Onda savaşmak büyük (bir günahtır). Allah katında ise, Allah’ın yolundan alıkoymak, onu inkâr etmek, Mescid-i Haram’a (ziyaretçilerin girmelerine) engel olmak ve halkını oradan çıkarmak daha büyük (bir günahtır). Fitne ise, katilden beterdir.” (Bakara: 217)
Peygamber (s.a.v.) bu âyeti şöyle yorumladı: Haram aylarda savaşmak yine haramdı, fakat bu durum bir istisnaydı. Bu yüzden Abdullah’ın verdiği beşte biri toplumun genel harcamalarına kullanmak üzere kabul etti. Mahzûm kabilesi esirleri için fidye göndermişti; fakat onların azadlısı Hakem Müslüman oldu ve Medîne’de kaldı. Bu nedenle Osman, Mekke’ye yalnız döndü.
O Şaban ayında, çok büyük önem taşıyan bir vahiy nazil oldu. İlk kelimeleri, Peygamber (s.a.v.)’in kıble tayini için gösterdiği aşırı dikkate değiniyordu. Camide kıble, mihrabla, yani Kudüs’e yönelik duvarın ortasına konan taşlarla belirlenmişti. Fakat şehir dışında iken kıble, güneş ve yıldızlara bakarak belirlenebiliyordu.
“Biz, senin, yüzünü çok defa göğe doğru, sağa sola çevirip durduğunu görüyoruz. Şimdi elbette seni hoşnut olacağın kıbleye çevireceğiz. Artık yüzünü Mescid-i Harâm yönüne çevir. Her nerede bulunursanız, yüzünüzü onun yönüne çevirin”. (Bakara: 114)
Bunun üzerine Mescid’in Mekke’ye bakan güney duvarına, bir mihrab yapıldı. Bu değişiklik Peygamber (s.a.v.)’i de memnun etmişti. O günden itibaren Müslümanlar, beş vakit namazda ve diğer namazlarda yüzlerini Kâ’be tarafına çevirdiler.


Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.

Yorum Yaz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.