Web sitemize hoşgeldiniz, 15 Kasım 2024
Beğen 2

Mustafa Demirci-Yeni Yuva

Cami’in bitirilmesine yakın Peygamber (s.a.v.), caminin doğu duvarına bitişik iki oda yapılması için emir verdi. Biri hanımı Sevde (r.a.), diğeri de nişanlısı Âişe (r.a.) içindi. Binanın yapımı toplam yedi ay sürmüştü; Peygamber (s.a.v.) bu süre içinde Ebû Eyyûb (r.a.)’un evinde kaldı. Sevde’nin evi bitmek üzere iken, Zeyd (r.a.)’i, zevcesi Sevde’yi, kızları Ümmü Gülsüm (r.a.) ve Fâtıma (r.a.)’yı Medîne’ye getirmesi için Mekke’ye gönderdi. Ebû Bekir (r.a.) de oğlu Abdullah’a, Ümmü Rûmân, Esmâ ve Âişe’yi getirmesi için haber gönderdi. Zeyd kendi karısı Ümmü Eymen ve küçük oğulları Üsâme’yi de beraberinde getirdi. Talha tüm taşınabilir mallarını elden çıkarmıştı, bu yüzden o da Zeyd’le beraber Medîne’ye geldi; henüz yeni hicret ediyordu. Bu grubun gelişinden kısa bir süre sonra Ebû Bekir (r.a.) kızı Esmâ’yı annesi Safiye ile birlikte birkaç aydan beri Medîne’de olan Zübeyr’le evlendirdi. Ebû Bekir’in kız kardeşi Kureybe, yaşlı ve kör olan babaları Ebû Kuhâfe’ye bakmak için Mekke’de kalmıştı. Kureybe’nin aksine, babası henüz Müslüman olmamıştı.
Peygamber (s.a.v.), Zeyd’in Ümmü Eymen (r.a.)’den başka, kendi yaşında ikinci bir eş almasını uygun gördü ve Cahş’ın oğlu Abdullah’tan güzel kız kardeşi Zeyneb’i istedi. İlk önceleri Zeyneb isteksizdi, bunun için bir sürü geçerli nedeni de vardı. Zeyneb bir Kureyş’liydi. Fakat bu sebebi öne sürmesi inandırıcı olmadı. İki taraftan da saf Kureyşli olan annesi Umeyme, Esed’li bir adamla evlenmişti. Zeyd’in Kureyş kabilesine evlat edinildiği hesaba katılmazsa, onun ailesinin kabileleri olan Beni Kelb ve Beni Tayy, Benî Esed’e göre daha aşağı bir statüdeydi. Zeyneb, Zeyd’le evlenmesini Peygamber (s.a.v.)’in istediğini anlayınca, razı oldu ve evlilik meydana geldi. O sıralarda kardeşi Hamne de Mus’ab’la evlenmişti. Bundan kısa bir süre sonra Zeyneb’in annesi Umeyme, Medîne’ye geldi ve Peygamber (s.a.v.)’e biat etti.
Peygamber (s.a.v.) ve kızları, Sevde ile birlikte yeni yapılan evde oturmaya başladılar. Bundan bir ya da iki ay sonra Âişe’nin de artık evlenmesi gerektiği kararına vardılar. O sıralarda Âişe (r.a.), güzelliği göze çarpan dokuz yaşlarında bir çocuktu. Güzelliği anne ve babasından kaynaklanıyordu. Kureyşliler babasına, yüzü güzel olduğu için Atîk derlerdi.
Annesi hakkında ise Peygamber (s.a.v.) şöyle derdi: “Kim Cennet’teki iri gözlü hûrî kızlarını görmek isterse, Ümmü Rûmân (r.a.)’a baksın.” Peygamber (s.a.v.) uzun süreden beri Âişe’ye çok yakındı. Âişe (r.a.), Peygamber (s.a.v.)’le babasının Medîne’ye hicret edip, kendisinin annesi ile birlikte Mekke’de kaldığı birkaç ay dışında, O’nu her gün görmeye alışmıştı. Küçük yaşından beri Âişe, anne ve babasının Muhammed (s.a.v.)’e hiç kimseye göstermedikleri sevgi ve saygıyı gösterdiklerini fark ediyordu. Ona bunun nedenleri de anlatılmıştı: O, Allah’ın Rasûlü idi, düzenli olarak Cebrâîl’le ilişki içindeydi ve O, semâya yükselip tekrar yeryüzüne döndüğü için insanlar arasında seçkin bir adamdı. O’nun görünüşü bile bu yükselişi gösteriyor ve sanki Cennet zevklerinden bir şeyler iletiyordu. Onun mucize dokunuşunda bu zevk elle tutulur hale geliyordu. Herkes sıcaktan bayılırken onun elleri “kardan daha serin ve miskten daha güzel kokulu” oluyordu. Bunun yanı sıra O, sanki ölümsüzmüş gibi yaşını göstermezdi. Gözleri parlaklığından bir şey kaybetmemişti. Siyah saçları ve sakalı hâlâ gençliğin izini taşıyordu. Bedeni ise, Fil Yılı’ndan sonra geçen elli üç yılın sadece yarısını yaşamış bir adam olduğunu gösterecek kadar zinde görünüyordu.
Düğün için birtakım hazırlıklar yapıldı. Fakat bunlar, Âişe’ye eşsiz ve büyük bir an yaşadığını hissettirecek denli büyük değildi. Evden ayrılmasından kısa bir süre önce Âişe bahçeye kaçmış ve bir arkadaşıyla oynamaya dalmıştı. Kendisi bu olayı şöyle anlatıyor: “Bir tahteravallinin üzerinde oynuyordum, uzun saçlarım darmadağınık olmuştu. Geldiler, beni alıp götürdüler ve hazırladılar.”
Ebû Bekir (r.a.), Bahreyn’den kırmızı, ince çizgili bir kumaş almıştı. Bundan Âişe (r.a.)’ye düğün elbisesi diktiler. Bu elbiseyi giydirdiler; annesi onu elinden tutup, dışında Ensâr’dan bazı kadınların beklediği yeni evine götürdü. Onu şöyle selamladılar: “Mutluluk ve iyilik dileğiyle her şey iyi olsun.” Daha sonra onu Peygamber (s.a.v.)’in yanına götürdüler. Kadınlar onun saçlarını tarayıp, takılarla süslerken, Peygamber (s.a.v.) ayakta onları gülümseyerek seyretti. Diğer düğünlerinin aksine bu düğünde yemek vermedi. Tören mümkün olduğu kadar sadeydi. Bir kâse süt getirilmişti. Peygamber (s.a.v.) kendisi içtikten sonra kâseyi Âişe’ye uzattı. O, utanarak reddetti; fakat Peygamber (s.a.v.) ısrar edince içti ve kâseyi yanında oturan kardeşi Esma’ya uzattı. Orada bulunanların hepsi de sütten içtiler. Daha sonra, gelini ve damadı yalnız bırakarak hepsi evlerine gittiler.
Son üç yıl boyunca, Âişe’nin arkadaşlarının gelip Ebû Bekir’in avlusunda oynamadıkları çok az gün vardı. Âişe (r.a.)’nin Peygamber (s.a.v.)’in evine taşınması bu durumu değiştirmedi. Artık arkadaşları her gün onu yeni evinde ziyaret ediyorlardı. Bunlardan bir kısmı kendisi gibi ailesiyle Mekke’den hicret edenler, bir kısmı ise Medîne’de edindiği yeni arkadaşlardan oluşuyordu. Âişe (r.a.) şöyle anlatıyor: “Ben arkadaşlarımla beraber bebeklerimle oynardım. O sırada Peygamber (s.a.v.) gelirdi. Onu görünce arkadaşlarım kaçışırlardı. Fakat Peygamber (s.a.v.) onları, ben onlarla beraber olmak istediğim için geri getirirdi.” Bazen onlar kaçmaya fırsat bulamadan: “Olduğunuz yerde kalın.” derdi. Çocukları sevdiği ve kızlarıyla oynamaya alışık olduğu için bazan onlara katılıp birlikte oyun oynardı. Oyuncakların ve bebeklerin birçok rolleri vardı. Âişe (r.a.) şöyle diyor: “Bir gün ben oyuncaklarımla oynarken Peygamber (s.a.v.) içeri girdi ve ‘Ey Âişe, bu hangi oyun?’ dedi. Ben, ‘Süleyman’ın atları’ dedim. O da bana güldü.” Fakat bazen geldiğinde onları rahatsız etmemek için cübbesine bürünür beklerdi.
Âişe (r.a.)’nin yaşamı üzücü bir olayla bölündü. Yesrib, tüm Arabistan’da, belli bir mevsimde yayılan ateşli humma hastalığıyla tanınırdı. Bu, özellikle vahaya yabancı olanları yakalayan bir hastalıktı. Peygamber (s.a.v.) hummaya yakalanmamıştı; fakat onun en yakın arkadaşları -Ebû Bekir, azadlısı Amîr (r.a.) ve Bilâl (r.a.)- hummaya tutulmuşlardı. Bir sabah Âişe babasını ziyarete gitti ve üç adamı yarı baygın halde yatarken bulunca dehşete kapıldı. “Babacığım, nasılsın?” diye sordu. Fakat babası cevabını dokuz yaşındaki bir kızın anlayabileceği seviyeye indiremeyecek derecede hastaydı. Bu yüzden iki mısralık bir şiirle cevap verdi “Herkes her sabah akrabalarına iyi günler diler, Ve ölüm onun ayakkabısının bağından daha yakındır.”
Âişe babasının sayıkladığını zannetti ve Amir’e döndü. Ölmese de ölüme çok yaklaşan Amir de ona şiirle cevap verdi. O sırada Bilâl hummadan kurtulmuştu, fakat hiçbir şey yapacak gücü olmadığı için evin avlusunda yatıyordu.
Buna rağmen, konuşacak kadar gücü vardı, şu sözleri söyledi:
“Ah, geceleyin bir daha uyuyabilecek miyim?
Mekke dışında yetişen sümbül ve kekiklerin arasında.
Mecenne sularından bir daha içip,
Şâme ve Tafîl’i bir daha görebilecek miyim?”
Âişe çok üzgün bir şekilde eve döndü. “Ateşten, akılları başlarından gitmiş bir halde sayıklıyorlar” dedi. Peygamber (s.a.v.), Âişe, anlamasa da çocuk hafızasıyla onların söylediklerini kelimesi kelimesine tekrarlıyınca ikna oldu. Ve şöyle dua etti: “Allah’ım, Mekke’yi bize sevgili kıldığın gibi, Medîne’yi de bize sevgili kıl, hatta daha da sevgili. Bize suyunu ve ekinlerini ver ve hummayı buradan Mehya’ah kadar uzaklaştır!” Allah onun duasını kabul etti.


Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.

Yorum Yaz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.