Web sitemize hoşgeldiniz, 27 Nisan 2024
Beğen 2

Mustafa Demirci-Zaferden Sonra

Ci’râne’den sonra Peygamber (s.a.v) umre yaptı ve Medîne’ye döndü. Medîne’ye varmadan kısa bir süre önce, Hudeybiye’de Müslümanların liderlerine bağlılığına şaşıran Sakif’li Urve’ye rastladı. Urve, Huneyn Savaşı sırasında Yemen’deydi. Yolda aldığı bu mucizevî zafer haberleri, içinde zaten var olan imanı alevlendirdi. Peygamber (s.a.v)’e gidip biat etti ve ondan Taif’e gidip halkını İslâm’a çağırmak için izin istedi. “Seni öldürürler” dedi Peygamber (s.a.v). “Ey Allah’ın Rasûlü! Ben onlara çocuklarından daha sevgiliyim” dedi. Peygamber (s.a.v), “Seni öldürürler” diye tekrarladı. Fakat Urve (r.a.) üçüncü kez izin isteyince, “Eğer istiyorsan git” dedi. Aynen Peygamber (sav.)’in söylediği gibi, Taifliler onun evini okçularla sardılar; kısa bir süre sonra Urve (r.a.) ölümcül bir ok yarası aldı. Ailesinden bazıları ölmek üzere iken, ona ölümüyle ilgili ne düşündüğünü sordular. “Bu Allah’ın rahmetinden bana verdiği bir lütuftur” dedi. Daha sonra onlara, kendisini Taif kuşatması sırasında şehid olanların yanına gömmelerini söyledi. Ailesi de bu isteğini yerine getirdi. Peygamber (s.a.v)’e onun öldüğü söylendiğinde, “Urve, Yâsîn’deki (Yâsîn: 20) adam gibidir.
Halkını Allah’a çağırdı, onlar da onu öldürdüler” dedi.
Bu adam Aziz Peter kovulduktan sonra, halkını İsâ’nın mesajını kabul etmeye çağıran Antakya’lı bir marangoz olan Habîb idi. Antakyalılar onu öldürdüler ve Kur’ân’da anlatıldığı üzere:
Ona: Cennete gir, denildi. O da: ‘Keşke benim kavmim de bir bilseydi’ dedi; Rabbimin beni bağışladığını ve beni ağırlananlardan kıldığını” (Yâsîn: 26-7).
Urve’nin ölümünden sonra oğlu ve yeğeni Taif’ten ayrılıp Medîne’ye geldi. Orada Müslüman olup, muhâcirlerden biri olan kuzenleri Muğîre’yle birlikte yaşamaya başladılar.
Abdullah İbn Revâha (r.a.)’nın Mu‘te’de şehid olması, Peygamber (s.a.v)’i sadece yakın bir arkadaşı değil, iyi bir şairi de kaybettiği için üzmüştü. Çünkü O’nun, Abdullah’ın dizelerini, Hassan ve Kâ’b İbn Mâlik’in dizelerine eş tuttuğu söylenirdi. Fakat genel kanıya göre, Arabistan’da tüm diğer şairleri gölgede bırakan iki şair vardı. Bunlardan biri Lebîd, diğeri ise bir önceki neslin en iyi şairlerinden olan Zübeyr İbn Selmân’ın oğlu Kâ’b idi. Kâ’b, Muzeyne’li olmasına rağmen hayatının çoğunu Gatafan’lılarla birlikte geçiriyordu. Bu nedenle de kabilesinde çok yaygın olan İslâm’ın etkisinden uzakta kalıyordu. Kâ’b’ın kardeşi Buceyr (r.a.), Hudeybiye’den sonra Müslüman olmuştu; fakat Kâ’b yeni dini şiddetle reddediyor ve Peygamber (s.a.v)’i aşağılayan şiirler yazıyordu. Peygamber (s.a.v) bu nedenle, bu şiirleri yazanı öldürenin Allah rızası için bir hayır yapmış olacağını ilan etmişti. Buceyr (r.a.), daha önceden ümitsizlikle kardeşini Peygamber (s.a.v)’e gidip ondan af dilemeye teşvik etmişti. “O pişman olarak kendisine dönen kimseyi öldürmez” demişti. Mekke’nin fethinden sonra Kâ’b yine önceki fikirlerini muhâfaza eden ve içinde aşağıdaki dizeler de bulunan bir şiir yazmıştı:
“Sadece Allah’a, ne Uzzâ’ya ne Lât’a Kaçabilirsin, eğer kaçabilirsen,
Hiç kimsenin kaçamayacağı, insanlardan kaçılamayacağı günde
Kalbi saf bir şekilde Allah’a teslim olan kişi bundan müstesnadır.”
Her taraftan sayısız insanların İslâm’a girmesiyle, Kâ’b yeryüzünün kendisi için daraldığını hissetti. Hayatını kaybetmekten korkarak Medîne’de, arkadaşlarından biri olan Cuheyne’li bir adama gitti ve Müslüman olduğunu söyledi. Ertesi gün mescidde sabah namazına cemaate katıldı. Namazdan sonra ellerini Peygamber (s.a.v)’in elinin üstüne koyarak, “Ey Allah’ın Rasûlü! Eğer Zübeyr’in oğlu Kâ’b pişman olup bir Müslüman olarak sana gelse ve dokunulmazlık istese, onu sada getirsem kabul eder misin?” dedi. Peygamber (s.a.v) kabul edeceğini söyleyince, “Ey Allah’ın Rasûlü, ben Zübeyr’in oğlu Kâ’b’ım” dedi. Ensârdan biri ayağa kalktı ve onun başını kesmek için izin istedi. Fakat Peygamber (s.a.v), “Onu bırak, o pişman olarak geldi ve artık eskisi gibi değil” dedi. Daha sonra Kâ’b bu olay için yazdığı dizeleri okudu. Şiir geleneksel bedevî stilindeydi; diksiyonu harika ve melodiliydi; çoğunlukla berrak tabiat tasvirleri yer alıyordu. Fakat asıl teması af, dileme idi. Şiir, başlangıcında Peygamber (s.a.v)’i ve muhâcirleri öven bir pasaj ile son buluyordu:
“Rasûl bir ışıktır, bir ışık kaynağı;
Bir Hindistan kılıcı, Allah’ın çekilmiş kılıçlarından biridir,
Mekke vadisinde İslâm’ı seçtiklerinde, insanlar; ‘Gidin!’ dediler.
Gittiler, ama zayıf ve kaçaklar olarak değil,
Bineklerinin üstünden sarkarak ve kötü silahlarla silahlanmış olarak değil,
Bilakis parlak giysili, gururlu ve soylu tavırlı kahramanlar olarak
Bu karşılaşma için Dâvûd’un ördüğü zırhları giymiş olarak.”
Kâ’b (r.a.) okumayı bitirdiğinde Peygamber (s.a.v) çizgili Yemen kumaşından yapılmış olan cübbesini çıkardı ve dilini kullanmadaki başarısının ödülü olarak şairin omuzlarına attı.
Fakat daha sonra arkadaşlarından birine, “Keşke ensârdan da bahsetseydi, çünkü onlar bunu hakettiler” dedi. Kâ’b bunu duyunca ensârı öven, onların savaştaki cesaretini, himayelerinin emin olduğunu, ev sahibi olarak ne kadar cömert olduklarını, her zaman yiğit olduklarını anlatan bir şiir yazdı.
Mâriye (r.a.)’nin çocuğunun doğmasına az zaman kalmıştı. Çocukların hepsinin doğumunda da Hatîce’ye yardım eden Selmâ artık yaşlı bir kadındı. Fâtıma’nın dünyaya gelmesinden beri yirmi beş yıl geçmişti. Fakat Selmâ yine de Peygamber (s.a.v)’in yeni çocuğunun doğumu sırasında orada olmak istedi. Doğumun yaklaştığı anlaşılınca Mâriye’nin oturduğu yukarı Medîne’deki eve gitti.
Çocuk o gece doğdu ve aynı gece Cebrâîl gelip Peygamber’e (s.a.v) her zamankinden farklı bir adla hitap etti: “Ey İbrahim’in babası!” Doğumdan hemen sonra Selmâ kocası Ebû Râfi’yi Peygamber (s.a.v)’e bir oğlu olduğunu haber vermek üzere gönderdi. Ertesi sabah namazdan sonra Peygamber (s.a.v) ashâba doğumu haber verdi. “Ona atamın adı olan İbrahim adını veriyorum” diye ekledi. Medîne’de büyük bir sevinç ve ensâr kadınları arasında da çocuğun süt annesinin kim olacağı konusunda büyük bir rekabet yaşanıyordu. Şans Yukarı Medîne’de bebeğin annesine yakın bir yerde oturan bir demircinin karısına çıktı. Peygamber (s.a.v) oğlunu hemen hemen her gün ziyaret eder ve genellikle öğle uykusunu orada uyurdu.
Bazen de İbrahim babasının evine getirilirdi. Âişe (r.a.), bir gün Peygamber’in kucağında çocuğu evine getirdiğini ve “Bana ne kadar benzediğine bak” dediğini anlatır. Âişe (r.a.) ona, “Hiçbir benzerlik göremiyorum” diye cevap vermişti. Peygamber (s.a.v) ona, “Cildinin kumrallığını ve teninin pürüzsüzlüğünü görmüyor musun?” dedi. Âişe (r.a.), “Koyun sütüyle beslenen her çocuk tombul pürüzsüz tenli olur” cevabını verdi. Çobanlardan birine, çocuğun süt annesine her gün süt göndermesi tenbih edilmişti.
Peygamber (s.a.v) Mekke’den dönüşünden sonra altı ay kadar Medîne’de kaldı ve bu sırada birçok küçük seferler düzenledi. Bunlardan biri Ali (r.a.) kumandasında, yerleşim bölgeleri Medîne’nin kuzeydoğusunda olan Tay kabilesi üzerine gönderilen ordu idi. Bundan kısa bir süre önce Ali (r.a.), Kızıl Deniz’de yer alan Kudeyd’deki Menat tapınağını yok etmek üzere gönderilmişti. Ali (r.a.)’nin orayı harap etmesinden sonra, Arabistan’ın üç önemli put merkezinden sadece Taif’teki Lât tapınağı kalmıştı. Fakat Füls tapınağı da Hıristiyan olmayan Tay’lılar için bir put tapınma merkezi olarak kabul ediliyordu. Bu seferin ana amacı bu tapınağı ortadan kaldırmaktı. Tay, şair Hâtim’in kabilesi idi Babası gibi Hıristiyan olan oğlu Adiy, onun ölümü üzerine kabilenin başına geçmişti.
Ali (r.a.) ve adamlarının yaklaştığı haberini duyunca Adiy, yakın ailesini yanına alıp kaçtı. Sadece bir tek kız kardeşi kabilenin diğer fertleriyle birlikte esir alındı. Adiy’in kız kardeşi Medîne’de Peygamber (s.a.v)’in önüne getirildiğinde Peygamber (s.a.v)’in ayaklarına kapandı ve kendisini serbest bırakması için yalvardı. “Babam esirleri hep serbest bırakırdı, misafire iyi davranır, açları doyurur ve üzgünleri teskin ederdi. İyilik bekleyen hiç kimseden yüz çevirmemişti. Ben Hâtim’in kızıyım.” Peygamber (s.a.v) ona nazikçe cevap verdi ve etrafındakilere dönerek: “Bırakın gitsin; çünkü onun babası soylu davranışları severdi, Allah da onları sever” dedi.
O sırada kabilesinden biri onu kurtarmak üzere gelmişti. Peygamber (s.a.v) onu bir deve ve bir elbise vererek gelen adama teslim etti. Hâtim’in kızı, kardeşi Adiy’i aramaya gitti ve onu Medîne’ye gitmeye ikna etti. Adiy orada Peygamber (s.a.v)’e biat ederek Müslüman oldu. Peygamber (s.a.v) de onun Tay kabilesinin başkanlığını onayladı. Adiy (r.a.) daha sonra samimi ve nüfuzlu bir müttefik olduğunu gösterdi.
Bu aylardan birinde, recebin başlarında Peygamber (s.a.v), Necâşî’nin ölüm haberini aldı. Haberi aldıktan sonra mescidde kılınan ilk namazın arkasından cemaate döndü ve: “Bugün adaletli bir adam öldü. Kalkın ve kardeşiniz Eşeme için dua edin” dedi. Daha sonra onlara cenaze namazı kıldırdı. Sonraları Habeşistan’dan kralın mezarı üzerinde sürekli parlayan bir ışığın bulunduğu haberi geldi.


Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.

Yorum Yaz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.