Ali Çakalgöz-Af
Kâinatın İftihar tablosun Hz. Muhammed(A.S.) herkesi ve her şeyi alakadar eden bir mesajla gelmişti. Ön yargısız bir kerecik olsun onun atmosferine giren bir daha tesirinden kurtulamazdı.
Dizilerin sevilen oyuncusu Tek Türkiye’nin halosu Ali Çakalgöz bizi Âlemlerin Efendisinin af ve bağışlama ikliminde bir yolculuğa çıkarıyor=
Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed(A.S.) bütün güzel sıfatları şahsında yaşar ve onu zirvede temsil ederdi. Peygamber Efendimiz affetmenin yanına safh etmeyi de ilave ederdi. Af, bağışlamak suç işleyeni kınamamak, ondan dolayı ceza vermemek anlamına gelir. Safh ise hata ve kabahati hiç olmamış gibi saymaya dahası da kalpte suçluya dair en küçük bir kırgınlık izi dahi bırakmamaktır. Affedebilmek ilahi ahlâkın bir derinliğidir. Bu derinliğin eksiksiz temsilcisi de ahlâkını Allahın övdüğü Hz. Muhammed’dir. Onun af defteri o kadar doluydu ki, içinde kimler kimler yoktu. Mübarek vücuduna kılıçları uzananlar vardı Uhud’da. Kılıçlar o güzelim tenine isabet etmiş hatta bir dişleri de kırılmıştı. Bir Peygamber kanı yere düşerse oranın altını üstüne getirilirdi. O telaşla ellerini, hemen semaya açıyor Allahım kavmime hidayet eyle onlar bilmiyorlar diye af diliyordu. Bu can alıcı hasımlara. Çok değil 1-2 yıl sonra o kılıç kaldıranlar huzura geliyor Müslüman oluyorlardı. Af ve safhın sahibi Hz.Muhammed(A.S.) onları yapıp ettiklerine dair en ufak bir imada dahi bulunmadan kabul ediyordu. Peygamberliğin çetin yılları Mekke günleri. Kaba saba ve hoyrat lisanlar hakaret ve eziyetin en acımasızını reva görüyorlar. İki insanla bir araya gelmemesi için her türlü şiddeti uyguluyorlardı. Baskı iyice dayanılmaz hale gelince bir kaç pak sine bulma ümidiyle Taif’e gittiler. Orda daha da kaba bir muameleye maruz kaldılar. Kendi yaptıkları hakaretleri yetersiz bulan Taif önderleri çocukları kışkırtıp Efendimizi taş yağmuruna tuttular. Bu tablo o kadar sema ehlini rahatsız etmişti. Âlemler yüzü suyu hürmetine yaratılan şanı yüce Nebiye taş atmak neydi. Değil ona taş atmak geçtiği yolun taşını dikenini kaldırıp atmak varken bu şaşkınlık da neyin nesiydi. O an semada bütün ihtişamıyla Cebrail(A.S.) belirdi. Eğer izin olursa buranın altını üstüne getireyim dedi. Affın bağışlamanın kendini iyiliğe kilitlemenin zirvesi olan Hz. Muhammed(A.S.)=Hayır ya Rabbi kendileri değil torunlarından dahi bir kişi Hak ve hakikati bulacaksa istemem diyordu. Yıllar bir çırpıda akıp geçti. Torunlara kalmadan Taif’liler de gelip huzura Müslüman oldular. Af ve safhın kahramanı Efendimiz onlara sinesini açarken maziye ait en küçük bir imada dahi bulunmamışlardı. Ya Mekke’liler onların herkesçe malum zulüm ve kabalıkları. Onları kitaplar dolusu hep okuruz. Siyer kitaplarında. Ama zaman dönmüş zorla yurdundan Kâbe’den uzaklaştırdıkları Peygamber Efendimiz fetih yoluyla Mekke’ye tekrar geri dönmüşlerdi. Kötülüğün en alçakçasını irtikap eden bu insanlara hepsine af fermanı ilan edilmesine rağmen yine de endişeli bir bekleyiş içindeydiler. Çünkü kendi akılları bile kendilerini affetmiyordu. Mekke fethedilmiş Kâbe tavaf ediliyor, alınlar şükür secdelerine kapanıyordu. Efendimiz ve sahabiler bu derin hasreti böyle giderirken Mekke’nin insanları da ilk buluşma nasıl olacak heyecanı iyice sarmıştı. Topluca Kâbe avlusunda Efendimizin huzuruna çıktılar. Sözcüleri Yusuf suresindeki Hz. Yusuf(A.S.)’ın kardeşlerinin dediği gibi=Allah sen,i bize üstün kıldı mealindeki ayeti okudular. efendiler Efendisi de tıpkı atası Yusuf’un kardeşlerine dediği gibi ayetin devamını onlara okuyuverdiler=Bugün kınama yok bugün o günün değil. Hz. Muhammed(A.S.)’ın bütün hayatı böyleydi. Her türlü kabalığa zulme maruz kalırlardı. Gün döner pişman olurdu insanlar gelir huzura çıkar insanlar bana da af derlerdi. Cevap da hep böyle olurdu. Can alıcı hasımken içlerinde hidayet ışığı içinde yanan iki kişi Mekke’den çıkmış Medine’nin yolunu tutmuşlar huzura varmışlardı. Affın safhın insanı Allah Rasulü onları izzet-i ikramla karşılamıştı. Bu manzara o kadar çarpıcı idi ki gelenlerden Amr bir As gördüğü bu asalet karşısında iki büklüm oluyor, Efendimizin eline eteğine kapanmak istiyordu. Yerinde duramıyor hamle üstüne hamle yapmak istiyordu. Şefkat abidesi Efendimiz ey Amr böyle yapmaktan kasdın nedir, Amr fırsatı ganimet biliyor beni affetmeni ya Rasulallah diyordu. Efendiler Efendisi Hz Muhammed(a.s.)’da ey Amr bilmiyor musun İslam kendinden önce yapılıp edilenleri silip atmıştır. Amr bu cevapla rahatlıyor aftan öte safhada ulaşmanın sevinciyle yepyeni bir hayata başlıyordu. Onun af defterinde dedik ya yok yok. İşte bir çarpıcı misal daha=İlk adı Vahşi ama daha sonraki adı Hz. Vahşi. Efendimizin amcası Hz. Hamza’yı şehit etmişti bu zat. Günlerce aylarca Efendimizin derin hüzün yaşamasına sebep olmuştu. O da günler geçti zaman döndü dolaştı ona da bir gün hidayet kapısı aralandı. Huzura geldi. Vebaliyle çağrıştırdığı şey çok ağırdı. Fakat Efendimizdeki sine enginliği o kadar genişti ki Vahşi için de orada oturabileceği bir sandalye vardı. Vahşi de huzurda Müslümanlığını ilan ediyor onun için de eski defterler hiç karıştırılmıyordu. Af ve safhın ikliminde Vahşi sahabi mertebesine ulaşıyor dillerdeki adı Hz. Vahşi oluyordu. Kâ’b bin Züheyr tam bir söz cadısıydı. İyi şiir söyler dinleyenleri galeyana getirirdi. Diğerlerinin kılıçlarıyla yapamadığını söz darbeleriyle yapardı. Çok etkili tahriplerde bulunurdu şiirleriyle. Kelimenin tam anlamıyla bir söz cadısıydı. Efendimiz için ağza alınmaz hakaretleri vezne sokar kafiyeyi oturtur sayar dökerdi ortalarda. Onun için de zaman geçti devran döndü Mekke fethedilince kendini dışarıya attı canını kurtarma telaşına girdi. Biliyordu ki bu kadar kötülük yapana ferman çıkarılırdı. Kaçmaktan başka da çözüm yoktu. Gel zaman git zaman bu kaçmanın sonu yok. Biliyordu ki affı safhı sınır tanımaz bir Peygamber var. Kimler kimler o huzurda affedilmişlerdi. Her şey tamamdı ama yaptıkları için çıkarılmış bir ferman vardı sonuçta. Kâ’b düşündü taşındı halk tabiriyle kendi göbeğini kendi kesme kararı aldı. Gidip huzura çıkmalı af dilemeliydi. Zaten o huzurda kimler affedilmemişti ki. O zaman kadar söz cadısıydı. hemen oturdu kelimelerine Hz. Muhammed(A.s.)’ı söyletmeye başladı. O kasvetli kelimeler birden aydınlanmaya başladı. söz cadılığı bitmiş yerini söz sultanlığı alıvermişti bir anda. Artık hazırdı gidebilirdi. Gizlice süzüldü Mekke sokaklarına. Ardından Kâbe’ye uzandı. Efendiler Efendisi oradaydı, karşısına dikildi hakkında ferman çıkarılan Kâ’b hiç vakit kaybetmeden Arap edebiyatının harikaları arasında sayılan şiirini okumaya başladı. O okuyor Efendimiz büyük bir dikkatle dinliyordu, etraftakilerin bakışları da mısralarla birlikte yumuşuyordu. Derken Kâ’b bir dilekçe mahiyetinde şu mısralara geldi=İşittim ki hakkımda ferman çıkarılmış ama ben biliyorum ki Allah Resulünün katında af her zaman makbuldür. Şiirin okumuş tekniğinde makbulü diye kafiyeyi uzatarak okuma tekniği. Kâ’b makbulü der demez yani af kabul edilir bu huzurda anlamında bir kelimedir. Efendiler Efendisi de aynı tonda karşılık veriyor makbulü diyorlardı. Ortam öyle ferahladı coşku öyle sardı ki dört bir yanı şiir biter bitmez Efendiler Efendisi İftihar Abidemiz sırtındaki kendi cübbelerini Kâb’ın Kâb bin Züheyr’e çıkarıp hediye ediyorlardı. Kâb bin Züheyr için de o pak sinede oturacağı bir sandalye vardı. O güzel armağan bugün bu belde de Topkapı Sarayında j-hırkayı saadet adıyla şehrimizi şereflendiriyor.
Bir kutlu doğumla yeniden bir yenilenme arayışında olan bizler hepimize yetecek dünyayı birbirimize dar eden bizler ölümlü fani hayatı kalıcı zannedip hak hukuk çiğneyen bizler, insanlık semalarında uçmak varken zindan ettiğimiz dünyada çakılıp kalan bizler elele gönül gönüle verip herkesi kendi konumunda kabul edip oradan bir ve bütün olmanın gayretine girmek için birbirimizi afla safhla koruyup kollamanın zamanı gelmedi mi? Peygamber Efendimizi sevdiğini iddia eden bizler için bu sevgisizlik bu affedici olamamak derin bir çelişki değil de nedir?
Ali Çakalgöz
Sitemizde sanatçıya ait toplam 1 eser bulunmaktadır. Sanatçının sayfasına gitmek için tıklayın.
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.