Mustafa Demirci-Boykot ve Kaldırılışı
Ömer (r.a.), mü’minler Allah’a gizli ibadet ederken, Kureyşlilerin açıkça Kâ’be’de putlara tapmalarına tahammül edemiyordu. Bu yüzden gidip açıkça Kâ’be’de namaz kılar ve diğer mü’minleri de buna teşvik ederdi. Bazan Ömer ve Hamza yanlarında bir grup mü’minle mescide girer ve namaz kılarlardı, böyle zamanlarda Kureyş liderleri hiç ortada görünmezdi. Çünkü onlar için orada oturmak ve olanları seyretmek gurur kırıcıydı. Ömer (r.a.)’den korktukları için de müdahale edemiyorlardı. Fakat bu genç adamın kendilerini yendiğini zannetmesini de istemiyorlardı. Bu yüzden Ebû Cehil’in baskısıyla en iyi çözümün Ebû Leheb dışında, mü’min olsun olmasın Peygamber (s.a.v.)’i koruyan tüm Hâşimîlere bir boykot düzenlemek olduğu kararına vardılar. Hazırladıkları anlaşma metnine göre, kimse Hâşimî bir kadınla evlenmeyecek ve kızını da Hâşimîlere vermeyecekti; kimse onlara birşey satmayacak, onlardan da birşey satın almayacaktı. Bu, Hâşimîler Muhammed’i reddedene veya o peygamberlik iddiasından vazgeçene dek sürecekti. Hepsi taraftar olmasa da kırk Kureyşli lider bu anlaşmayı imzaladı. Muttalib oğulları, kardeşleri Hâşimîlere bunu yapmak istemediler; fakat zorla anlaşmaya dahil edildiler. Söz konusu metin dikkatle Kâ’be’nin içine yerleştirildi.
Karşılıklı dayanışma için tüm Benî Hâşim, Mekke vadisinin Ebû Tâlib mahallesinde toplandı. Peygamber (s.a.v.) ve Hatîce ev halkıyla birlikte o mahalleye gelirken, Ebû Leheb, Kureyşlilere bağlı olduğunu gösterircesine karısıyla bu mahalle dışındaki bir eve taşındı.
Boykot sıkı bir şekilde uygulanmıyordu ve evlenen bir kadın hâlâ eski kabilesinin bir üyesi sayıldığı için Beni Hâşim’le bağlar tamamen koparılamıyordu. Ebû Cehil sürekli boykotu kontrol ediyor, fakat istediklerini herkese uygulatamıyordu. Bir gün Hatîce’nin yeğeni Hakim’i, yanında sırtında bir çuval unla giden bir köle ile beraber Beni Hâşim mahallesine giderken gördü. Onları düşmana yiyecek götürmekle suçladı ve Hakim’i Kureyş’e ihbar edeceğini söyledi. Onlar tartışırken Esed kabilesinden Ebû’l-Behterî geldi ve meselenin ne olduğunu sordu. Sorunu öğrendiğinde Ebû Cehil’e: “Bu onun halasının unudur, halası ununu istiyor. Bırak da adam istediğini yapsın” dedi. Ne Hakim, ne de Ebû’l-Behterî Müslüman değillerdi; fakat Esed kabilesinden birinden diğerine un götürmek, kabile dışından birisinin karışamayacağı bir durumdu. Mahzûmlunun araya girmesine tahammül edilemezdi. Ebû Cehil söylediğinde ısrar edince, Ebû’l-Behteri yerden bir devenin kaburga kemiğini aldı ve Ebû Cehil’in kafasına vurdu. Ebû Cehil yere düştü. O sırada oradan geçmekte olan Hamza’yı memnun etmek istercesine yerde onu tekmelediler.
Hakim haklıydı, boykot edilen kurbanların kişiliği yüzünden birçok kişi de boykota karşıydı. Amir kabilesinden Hişâm İbn Amr, Hâşimî kanı taşımıyordu; fakat ailesinin Hâşimîlerle evlilik bağları vardı. Hişâm gece hava kararınca yiyecekle yüklü bir deveyi Beni Hâşim mahallesine götürür, mahalleye girişte devenin yularını çıkarır ve ilerlemesi için arkasına vurup bırakıp giderdi. Ertesi gece de giyecek yüklü bir deve getirirdi.
Müslüman olmayanların bu yardımlarının yanı sıra diğer kabilelerden Müslüman olanlar, özellikle Ebû Bekir ve Ömer bu yasağın etkilerini hafifletmeye çalışıyorlardı. İki yıllık boykotun sonunda Ebû Bekir artık zengin bir adam sayılmazdı. Fakat bu yardımlara rağmen Beni Hâşim mahallesinde açlık ve kıtlık vardı.
Haram aylarda saldırı ve tecâvüzden emin olarak dışarı çıkabiliyorlardı. Bu zamanlarda Peygamber (s.a.v.) sık sık Kâ’be’ye giderdi. O sıralarda Kureyş liderleri orada bulunuşunu fırsat bilip ona hakaret ederlerdi. Bazen Kureyş’i uyaran ve daha önceki kavimlerin başına gelenleri anlatan âyetleri okurken, Abdu’d-Dâr sülâlesinden Nadr ayağa kalkar ve: Tanrı’ya andolsun ki, Muhammed (s.a.v.) benden daha iyi bir konuşmacı değildir. Onun konuştukları eskilerin masallarıdır. Onları yazılı bir kâğıttan okuyor. Ben de benimkileri kendi kitabımdan okuyorum” derdi. Daha sonra Rüstem, İsfendiyar ve İran krallarıyla ilgili hikâyeler anlatırdı. Bu bağlamda, kalbin doğaüstü gerçeklikleri algılayan bir kuvvet olduğuna değinen birçok âyet inmiştir. Kâfirlerde kapalı olan kalb gözü, aslında nurun parlaklığını görebilecek özelliktedir, bu da imandır. Fakat yaşamını kötü işlerle geçirmek kalbi pisliklerle karartır ve Allah’tan gelen mesajın ilahî kökenini algılayamaz:
“Ona âyetlerimiz okunduğu zaman: ‘Geçmişlerin uydurma masallarıdır’ dedi. Asla, hayır; onların kazanmakta oldukları, kalbleri üzerinde pas tutmuştur.” (Muttaffifîn: 13-14).
Bunun aksine Peygamber (s.a.v.) kalbinin her zaman uyanık olduğunu ve her an gerçeklerle beraber olduğunu belirtmiştir: “Gözüm uyur, fakat kalbim uyanıktır”
Peygamber (s.a.v.) çağında yaşayanların adından çok nadir bahseden Kur’ân, Ebû Leheb ve karısının Cehennem’e gireceğini müjdeler (Leheb Sûresi). Ümmü Cemîl bunu duyunca elinde bir taş tokmakla Kâ’be’ye Muhammed (s.a.v.)’i aramaya çıktı; Muhammed (s.a.v.)’in yanında oturan Ebû Bekir’e gitti ve “Arkadaşın nerede?” diye sordu. Konuşamayacak denli şaşıran Ebû Bekir, onun Muhammed (s.a.v.)’i kasdettiğini biliyordu. Ümmü Cemîl devam etti: “Duyduğuma göre beni hicvetmiş; Tanrı’ya andolsun onu bulursam ağzını bu havan tokmağıyla parçalayacağım. Bana gelince, ben gerçek bir şairim” dedi ve Peygamber (s.a.v.) hakkında şu şiiri okudu:
“Biz o günahkâra uymuyoruz.
Emirleriyle alay ediyor
Ve dininden nefret ediyoruz.”
Kadın gittiğinde Ebû Bekir, (r.a.) Peygamber’e (s.a.v) kadının kendisini görüp görmediğini sordu. Peygamber (s.a.v.): “O beni göremedi, çünkü Allah onun gözüne perde çekti” dedi. Arapça “günahkâr”, “suçlu” anlamına gelen muzammam, övülen ve değer verilen anlamına gelen Muhammed’in karşıt anlamıdır. Kureyşliler, Peygamber (s.a.v.)’i yermek için bazen bu terimi kullanırlardı. Peygamber (s.a.v.) bunu duyunca arkadaşlarına: “Allah’ın Kureyşlilerin kötülüklerinden beni koruması şükre değmez mi? Onlar bana muzammam (suçlanan) diyorlar, halbuki ben Muhammed’im (övülen)”
Beni Hâşim ve Beni Muttalib’e uygulanan boykot iki yıl sürdü ve beklenen etkilerin hiçbirini göstermedi. Aksine Peygamber (s.a.v.)’in daha dikkat çekmesine ve tüm Arabistan’da yeni dinden bahsedilmesine neden oldu. Bu tür düşüncelerden bağımsız olarak Kureyşlilerin çoğu, özellikle boykot edilenler arasında akrabaları bulunanlar, boykot hakkında olumsuz düşünceler taşıyorlardı. Karar değiştirmenin zamanı gelmişti ve ilk tepkiyi gösteren adam yine, Hâşimîlere sık sık yiyecek ve giyecek yüklü develer gönderen Hişâm oldu. Hişâm tek başına bir şey yapamayacağının farkındaydı, bu nedenle Peygamber’in halası Atîke’nin oğlu Mahzûm’lu Züheyr’e gitti ve şöyle dedi: “Annenin akrabalarının durumunu bilirken nasıl yemek yiyip, güzel giyinmeye dayanabiliyorsun? Onlar ne bir şey satabiliyorlar, ne de alabiliyorlar. Ne kızlarını ne de oğullarını evlendirebiliyorlar. Allah’a yemin ederim ki, eğer onlar Ebû’l-Hakem’in (Ebû Cehil) annesinin akrabaları olsalardı ve sen onu, onun seni çağırdığı şeye çağırsaydın, o hiçbir zaman bunu yapmazdı”. “Beni utandırdın, Hişâm” dedi Züheyr, “Fakat tek başıma ne yapabilirim? Eğer beni destekleyen biri daha olsaydı bu anlaşmayı geçersiz kılana dek savaşırdım”. Hişâm: “Birini buldum” dedi. “Kim O?”. “Benim.” “Bir üçüncüsünü daha bulalım” dedi Züheyr. Bunun üzerine Nevfel kabilesinden, Hâşim ve Muttalib’in kardeşleri olan Nevfel’in torunu Mut’im İbn Adîy’e gitti. “Sen Kureyş’le bir olarak Abdu Menâf oğullarının iki kolunun yok olmasına göz mü yumuyorsun? Tanrı’ya andolsun, eğer onların bunu yapmasına izin verirsen, bir müddet sonra aynı şeyi sana da yaparlar” dedi. Mut’im dördüncü bir adam istedi, bunun üzerine Hişâm, Hatîce’nin unu yüzünden Ebû Cehil’e vuran Esed’li Ebû’l-Behterî’ye gitti. O beşinci bir adam gerektiğini söylediğinde Hişâm diğer bir Esed’liye, bir altıncıya gerek olduğunu söylemeden teklifi kabul eden Zem’eh İbn el-Esved’e gitti. Hepsi de o gece Mekke’nin dışındaki Hacun dağı eteklerinde buluşmaya karar verdiler. Orada hareket planlarını tasarladılar ve bu anlaşmayı geçersiz kılmadan meselenin ardına bırakmayacaklarına söz verdiler. Züheyr: “Bu işle en çok ilgili olan benim, o yüzden ilk konuşan ben olacağım” dedi.
Ertesi sabah Mescid’deki kalabalığa karıştılar ve Züheyr üzerindeki uzun cübbesiyle Kâ’be’yi tavaf etti. Daha sonra yüzünü meclistekilere çevirdi ve: “Ey Mekkeliler! Hâşimoğulları hiçbir şey alıp satamazken, biz burada rahatça yiyip giyinecek miyiz? Tanrı’ya andolsun bu haksızlık ortadan kalkıncaya dek rahat etmeyeceğim” dedi. Kuzeni Ebû Cehil hemen ayağa kalktı ve: “Yalancısın!” dedi, “bu durum ortadan kalkmayacak”. Zem’eh: “Asıl yalancı sensin. Bu anlaşma yazıldığında biz taraftar değildik” dedi. “Zem’eh doğru söylüyor onda yazılı olanı desteklemiyoruz ve taraftar değiliz” dedi Ebû’l-Behterî. Mut’im: “İkiniz de haklısınız, asıl buna hayır diyen yalancıdır. Tanrı şahidimiz olsun biz ondan ve onda yazılı olandan masumuz” dedi. Hişâm da aynı şeyleri söyledi ve Ebû Cehil onları bir gecede sözlerinden dönüp, entrika çevirmekle suçlamaya başladığında, Mut’im onun sözünü kesti ve Kâ’be’ye andlaşma metnini getirmeye gitti. İçeriden, elinde küçük bir parça kâğıt ve zafer ifadesiyle çıktı. Kurtlar, ilk başa yazılan “Allah’ım, senin adınla” kelimeleri dışındaki tüm andlaşmayı yemişlerdi.
Kureyş’in çoğunluğu zaten ikna olmuştu. Bunun yanı sıra bu tartışmasız mucize tüm karşı çıkışları durdurdu. Ebû Cehil ve onun gibi düşünen birkaç kişi karşı koymanın anlamsız olduğunu biliyorlardı. Boykot resmen kaldırılmıştı. Kureyş’ten bir grup, Beni Hâşim ve Beni Muttalib’e iyi haberleri vermeye gitti.
Boykot kaldırıldıktan sonra Mekke’de büyük bir rahatlama oldu ve belli bir süre için Müslümanlara karşı gösterilen düşmanlık yumuşadı. Bu rahatlama haberi abartılarak Habeşiştan’a dek ulaştı. Bunun üzerine muhâcirlerden bazıları Mekke’ye dönmek için hemen hazırlıklara başladılar. Ca’fer gibi bazıları ise bir süre daha orada kalmalarının iyi olacağını düşünüyordu.
O sırada Kureyş liderleri çabalarını Muhammed (s.a.v.)’i bir anlaşma yapmaya ikna etmede yoğunlaştırmışlardı. Bu, kendilerine göre ona takınılan en yakın ve ılımlı tavırdı. Velîd ve diğer liderler, iki dinin de aynı anda uygulanmasını önerdiler. Peygambar (s.a.v.) bu öneriyi reddetme şeklinde zorluk çekmeden, hemen gelen vahiyle onlara cevap verdi:
“De ki: Ey kâfirler.
Ben sizin taptıklarınıza tapmam.
Benim taptığıma da siz tapacak değilsiniz.
Ben de sizin taptıklarınıza tapacak değilim.
Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz.
Sizin dininiz size, benim de dinim bana.” (Kâfirûn Sûresi).
Bunun sonuncunda, geri dönen muhâcirler daha Haram bölgeye ulaşmadan ılımlı durum sona ermişti. Ca‘fer ve Ubeydullah İbn Cahş dışında, Peygamber (s.a.v.)’in bütün kuzenleri geri döndüler. Onlarla birlikte Osman ve Rukiyye de geldiler. Osman’la birlikte dönen bir diğer Şems’li de Ebû Huzeyfe idi. Ebû Huzeyfe (r.a.), korunma için babası Utbe’ye sığınabilirdi. Fakat Ebû Seleme (r.a.) ve Ümmü Seleme (r.a.) kendi kabilelerinden işkenceden başka bir şey bekleyemeyeceklerini biliyorlardı. Bu yüzden Mekke’ye gelir gelmez hemen Ebû Seleme’nin dayısı olan Ebû Tâlib’den korunma istediler. Ebû Tâlib Mahzûmîlerin karşı çıkmasına rağmen bu isteği kabul etti. “Sen bize karşı yeğenin Muhammed’i koruyorsun, fakat niçin bizim kabilemizden bir adamı bize karşı korumayı kabul ediyorsun?” dediler. Ebû Tâlib: “O benim kız kardeşimin oğludur, eğer ben kız kardeşimin oğlunu koruyamazsam, erkek kardeşimin oğlunu da koruyamam demektir” dedi. Mahzûmîlerin onun liderlik haklarına saygı göstermekten başka seçenekleri yoktu. Bunun yanı sıra bu kez, Peygamber (s.a.v.)’e en çok düşmanlık besleyen Ebû Leheb de ağabeyini destekliyordu. Bu yüzden daha fazla diretemediler. Ebû Leheb, kendisine göre boykot süresince yeğenine duyduğu nefreti bu kadar açığa vurmasının özrünü yerine getiriyordu. Nefreti hiçbir şekilde azalmamıştı; fakat ağabeyinden sonra kabilenin lideri olacağı için ailesiyle iyi ilişkiler içinde olmak istiyordu. Ebû Tâlib’in çok uzun yaşamayacağının da farkındaydı.
Mustafa Demirci
Sitemizde sanatçıya ait toplam 50 eser bulunmaktadır. Sanatçının sayfasına gitmek için tıklayın.
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.