Web sitemize hoşgeldiniz, 18 Aralık 2024
Beğen 2

Mustafa Demirci-Veda Haccı

Peygamber (s.a.v) Medîne’de iken ramazan ayının ortalarında mescidde on günlük bir inzivaya çekilmeyi (itikaf) adet haline getirmişti; arkadaşlarından bazıları da ona katılırlardı. Fakat o yıl kararlaştırılan on günden başka bir on gün daha mescidde kaldılar. Yani ramazanın son yirmi gününü itikafta geçirdiler. Her ramazanda Cebrâîl gelir ve hafızasında vahiyden bir bölümün silinip silinmediğini anlamak için Peygamber’i kontrol ederdi. Bu yıl Peygamber (s.a.v) Fâtıma (r.a.)’ya gizlice henüz başkalarına söylenmemesi gereken bir sır verdi: “Her yıl Cebrâîl bana Kur’ân’ı bir kez okur, ben de ona okurum: Fakat bu yıl bana iki kez okudu. Zamanımın geldiğini sanıyorum.”
Şevval ayı geçti; yılın on birinci ayında Medîne’de, hacda Peygamber (s.a.v)’in önderlik edeceği haberi yayıldı. Bu haberler çöl kabilelerine de ulaştırıldı ve her adımında Peygamber (s.a.v)’le olmak için vahaya her taraftan akın akın insanlar gelmeye başladı. Bu hac, yüzyıllardan beri yapılan haclara hiç benzemeyecekti: hacıların tamamı bir tek Allah’a inanan kimseler olacak ve hiçbir putperest putperestçe ibadetleriyle Kutsal Ev’i kirletemeyecekti. Ayın sona ermesine beş gün kala Peygamber (s.a.v), otuz bin kadın ve erkeğin başında Medîne’den yola çıktı. Peygamber (s.a.v)’in hanımlarının hepsi, Abdurrahman İbn Avf (r.a.) ve Osman İbn Affân (r.a.) tarafından yedilen develerin üstündeydi. Ebû Bekir (r.a.)’in yanında hanımı Esmâ (r.a.)da vardı. İlk konaklarından birinde Esmâ, Muhammed adını verdikleri bir erkek çocuğu doğurdu. Ebû Bekir (r.a.) onu Medîne’ye geri göndermek istiyordu; fakat Peygamber (s.a.v) ona, hanımının gusül abdesti aldıktan ve hacca için niyet ettikten sonra planlandıkları şekilde haccına devam edebileceğini söyledi.
Medîne’den ayrılışın onuncu gününün akşamı, Peygamber (s.a.v) Mekke’yi fethetmeye giderken geçtikleri bir geçide ulaştı. Orada bir gece geçirdikten sonra ertesi sabah vadiye inmeye başladılar. Peygamber (s.a.v) Kâ’be’yi gördüğünde devesinin ipini sol eline alarak sağ elini yukarı kaldırıp açtı ve dua etti: “Allah’ım; bu evin insanlardan gördüğü saygı, lütuf, bağlılık ve rahmeti artır!” Mescide girdi; tavaf ettikten sonra İbrahim makamında namaz kıldı. Daha sonra Safâ’ya giderek Safâ ile Merve arasında yedi kez gidip geldi: Yanındakiler her yerde yaptığı duaların sözlerini kelimesi kelimesine hafızalarında saklamak için çaba sarfediyorlardı.
Daha sonra Mescid’e giderek, önce de olduğu gibi anahtarlarını koruyan Abdu’d-Dâr’dan Osman (r.a.)’ı ve Üsâme (r.a.) ile Bilâl (r.a.)’i yanına alarak Kâ’beye girdi. Fakat o akşam Âişe’yi çadırında ziyaret ettiğinde Âişe onun üzgün olduğunu fark etti. Sebebini sorduğunda: “Bugün bir şey yaptım, keşke yapmasaydım. Kâ’be’ye girdim, ümmetimden bazıları” dedi, gelecekteki Müslümanları kastederek; “İçeri giremeyebilirler ve bu nedenle nefislerinde huzursuzluk hissedebilirler. Biz sadece onu tavaf etmekle emrolunduk, içine girmekle değil” dedi.
Ümmü Hâni (r.a.)’nin kendi evinde kalması için tüm ısrarlarına rağmen Peygamber (s.a.v) Mekke’deki evlerden hiçbirinde kalmayı kabul etmedi. Yeni ayın sekizinci gününde bütün hacılarla birlikte Mina’ya gitti. Geceyi orada geçirdikten sonra, sabahleyin Haram bölgenin hemen dışında, Mekke’nin on üç mil doğusunda geniş bir vadi olan Arafat’a gitti. Arafat Taif’e giden yol üzerindeydi ve kuzey ve doğudan Taif dağlarıyla çevrilmişti. Fakat bunların hepsinden ayrı her tarafı vadi tarafından çevrelenmiş ve vadi ile aynı adı taşıyan, bazen de Rahmet Dağı denilen bir dağ vardı. Her ne kadar aşağılara kadar yayılıyorsa da, hacıların makamı bu dağ idi. O gün Peygamber (s.a.v) bu tepede vakfe yaptı.
Mekkelilerden bazıları O’nun çok ileri gittiğini söyleyerek şaşkınlıklarını belirttiler. Çünkü diğer hacılar Arafat’a gittikleri halde Kureyşliler, “Biz Allah’ın ümmetiyiz” diyerek haram bölgede kalmayı alışkanlık haline getirmişlerdi. Fakat Peygamber (s.a.v), İbrahim’in, Arafat’ta geçirilen günü haccın gereklerinden biri olarak emrettiğini ve Kureyşlilerin sonradan onun uygulamasını terk ettiklerini söylemişti. Peygamber (s.a.v) o gün hac geleneğinden bahsetti ve dudaklarından sık sık “İbrahim’in mirası” kelimeleri döküldü.
Peygamber (s.a.v) tüm kabilelere, artık bundan sonra İslâm toplumunda kan davalarının sona erdiğini her insanın mal ve canının dokunulmaz olduğunu duyurmak için, gür bir sesi olan Safvân’ın kardeşi Rebîa’yı tellal olarak görevlendirdi ve ona şöyle bağırmasını emretti: “Allah’ın Rasûlü soruyor: Bu ay ne ayıdır?” Herkes sessizdi, Peygamber (s.a.v) cevap verdi: “Haram ay.” Sonra sordu: “Bu belde neresidir?” Yine kimse cevap vermedi, O da: “Haram belde” dedi. Daha sonra: “Bugün nedir?” diye sordu. Yine cevap veren kendisi oldu: “Büyük hac günü.” Daha sonra Rebîa Peygamber (s.a.v)’in öğrettiği şekilde şöyle bağırdı: “Gerçekten Allah, Rabbinize kavuşuncaya kadar kanlarınızı ve mallarınızı birbirinize haram kılmıştır. Nasıl ki bu gününüz, bu beldeniz ve bu ayınız haram ise.”
Güneş en yüksek noktasına ulaştığında Peygamber (s.a.v), Allah’a hamdden sonra şu sözlerle başlayan bir hutbe okudu: “Ey insanlar! Beni dinleyin; çünkü bilmiyorum, belki de sizinle bu yıldan sonra bir daha buluşamayacağım.” Daha sonra onları birbirlerine iyi davranmaları konusunda uyardı ve onlara haram ve helâl olan şeylerden bahsetti. En sonunda şöyle dedi: “Size, sımsıkı sarıldığınızda sizi sapıklıktan kurtaracak bir emanet bırakıyorum: Allah’ın kitabı, Peygamber’in sünneti. Ey insanlar, sözlerimi dinleyin ve anlayın!” Daha sonra onlara Kur’ân’ın son âyetlerini oluşturan ve henüz nazil olan bir pasaj okudu:
“Bugün size dininizi kemâle erdirdim, üzerinizdeki nimetimi de tamamladım ve size din olarak İslâm’ı seçip-beğendim. Kim “Şiddetli bir açlıkta kaçınılmaz bir ihtiyaçla karşı karşıya kalırsa -günaha eğilim göstermeksizin- (bu haram saydıklarımızdan yetecek kadar yiyebilir): Çünkü Allah bağışlayandır, esirgeyendir.” (Mâide: 3)
Hutbesini bir soru ile bitirdi: “Ey insanlar, risâletimi tebliğ ettim mi?” Binlerce ağızdan yükselen “Allahümme ne’am (Allahım, evet)” sesleri gök gürültüsü gibi tüm vadiyi doldurdu. Peygamber (s.a.v) işaret parmağını göğe kaldırarak, “Allahım, şahid ol” dedi.
Daha sonra namazlar kılındı ve arife gününün geri kalan kısmı dua ve tefekkürle geçirildi. Fakat güneş batar batmaz Peygamber (s.a.v), yanına Üsâme (r.a.)’yi alarak tepeden aşağıya inmeye başladı ve tüm hacılarla birlikte Mekke’ye doğru vadiyi aştılar. Bu noktada hızlı ilerlemek gelenekti; fakat aşırı hareketleri görünce Peygamber (s.a.v), “Yavaş! Yavaş! Sessiz olun! Aranızdaki güçlüler zayıfları gözetsin!” diye bağırdı. Geceyi Haram bölge sınırları içinde olan Müzdelife’de geçirdiler ve oradan Mina vadisinde, Akabe’de üç sütunla temsil eden şeytanı taşlamak için küçük çakıl taşları topladılar. Sevde, Peygamber (s.a.v)’den, etraf sakinken Müzdelife’den ayrılma izni istedi. Kadınların çoğuna nazaran iri yapılı ve ağır olduğu için sıcaktan ve yolculuk sıkıntılarından çok rahatsız oluyordu. Bu nedenle kalabalık ulaşmadan önce şeytan taşlamak görevini bitirmek istiyordu. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v), onu Ümmü Süleym ile birlikte Abbâs’ın oğullarından biri olan Abdullah’la gönderdi.
Peygamber (s.a.v) kendisi sabah namazını Müzdelife’de kıldı ve daha sonra arkasında deve sırtında yol alan Fadl olduğu halde hacıları Akabe’ye götürdü. On iki yıl önce bu yerde ve bu günde altı Hazrec’li gelmiş ve ona biat etmişlerdi. Bu da Birinci ve İkinci Akabe biatlarının zeminini hazırlamıştı. Taşlamadan sonra hayvanlar kurban edildi ve Peygamber (s.a.v) başını tıraş etmesi için bir adam çağırdı. Hacılar, onun saçından bir tutam alabilmek ümidiyle etrafına toplandılar. Ebû Bekir (r.a.) daha sonraları, Uhud’da ve Hendek’teki Hâlid’le şimdi şu sözleri söyleyen Hâlid (r.a.) arasındaki ayırıma dikkat çekmişti: “Ey Allah’ın Rasûlü! Alnındaki saçları, anam babam sana feda olsun başkasına değil, bana ver.” Peygamber (s.a.v) onları Hâlid (r.a.)’e verdi. O saç tutamını aldı, gözlerine ve dudaklarına bastırdı.
Bundan sonra Peygamber (s.a.v) hacılara Kâ’be’yi ziyaret etmelerini ve ondan sonraki iki geceyi Mina’da geçirmek üzere tekrar geri dönmelerini emretti. Kendisi ikindiden sonraya kadar bekledi. Hayız halinde olan Âişe (r.a.) hariç diğer hanımları ona Mekke’ye giderken eşlik ettiler. Birkaç gün sonra Âişe (r.a.) temizlendiğinde Peygamber (s.a.v.) onu kardeşi Abdurrahman ile Haram bölgenin dışına gönderdi. Âişe (r.a.) orada tekrar niyet etti, ihrama girdi ve Mekke’ye giderek Ka’be’yi tavaf etti.
Peygamber (s.a.v)’in Ramazan’da gönderdiği üç yüz atlı Yemen seferini bitirmişlerdi ve güneyden Mekke’ye doğru geliyorlardı. Ali (r.a.) şimdi haccını bitirmiş olan Peygamber (s.a.v)’le birlikte hac yapmak için, mümkün olduğu kadar kısa sürede ona ulaşmak isteğiyle adamlarından önce geliyordu. Devletin payına düşen ganimetlerin beşte birinde tüm orduyu giydirecek kadar keten elbise vardı; fakat Ali (r.a.), bunların Peygamber (s.a.v)’e el değmemiş bir şekilde teslim edilmelerine karar vermişti. Fakat buna rağmen askerler, onun yokluğu sırasında vekil olarak bıraktığı adamı herbirine keten bir elbise vermeye ikna etmişlerdi. Elbise değiştirmeye büyük ihtiyaçları vardı. Çünkü üç aydan beri evden uzaktaydılar. Şehre yaklaştıklarında Ali onları karşılamaya gitti ve yapılan değişikliğe çok şaşırdı. Kumandan, “Halkın arasına gridiklerinde düzgün görünsünler diye elbiseleri verdim” dedi. Adamlar, Mekke’deki herkesin bayram için en güzel elbiselerini giydiklerini ve güzel görünmeye dikkat ettiklerini biliyorlardı. Fakat Ali (r.a.), böyle bir serbestliğe hoşgörü gösteremeyeceğini hissetti ve onlara eski elbiselerini giyip yenilerini ganimetlerin arasına koymalarını emretti. Tüm orduda huzursuzluk başgösterdi. Peygamber (s.a.v) bunu duyduğunda, “Ey insanlar! Ali (r.a.)’yi suçlamayın; çünkü o Allah yolunda, suçlanamayacak kadar titizdir.” dedi. Fakat bu sözler yeterli olmadı, belki de bunu sadece birkaç kişi duydu.
Bu nedenle huzursuzluk devam etti.
Medîne’ye dönerken bölüklerden biri, Peygamber (s.a.v)’e Ali (r.a.)’yi şikayet edince, Peygamber (s.a.v)’in yüzünün rengi değişti: “Ben, mü’minlere, kendilerinden daha yakın değil miyim?” dedi. Adamlar tasdiklediklerinde, “Ben kime en yakın isem, ona en yakın olan Ali’dir” diye ekledi. Gadîr el-Humm’da kamp kurduklarında bütün insanları topladı; Ali (r.a.)’yi elinden tuttu ve bu sözleri tekrarladı. Daha sonra şu duayı okudu: “Allahım, onun dostuna dost ol, düşmanına da düşman ol.” Böylece Ali hakkındaki söylenti ve mırıldanmalar son buldu.
Bir önceki yıl gelen heyetlerden biri de, yerleşim bölgeleri Necd’in doğu sınırı boyunca yayılmış olan, Benî Hanife adındaki Yemâme’li Hıristiyan bir kabiledendi. Müslüman olmayı kabul etmişlerdi; fakat onlardan Museylime adındaki bir adam, kendisinin de peygamber olduğunu iddia ediyordu. Hacıların Mekke’den dönmesinden kısa bir süre sonra Yemâme’den gelen iki elçi Medîne’ye şu mektubu getirdiler: “Allah’ın Rasûlü Museylime’den Allah’ın Rasûlü Muhammed’e selam üzerine olsun! Hakimiyeti seninle paylaşma görevi bana verildi. Dünyanın yarısı bizim, diğer yarısı da günahkâr olmalarına rağmen Kureyşlilerin”. Peygamber (s.a.v) elçilere bu konuda ne düşündüklerini sordu. Elçiler, “Biz de onunla aynı fikirdeyiz” dediler. “Vallahi” dedi, Peygamber (s.a.v); “Eğer elçiler öldürülmez diye bir kural olmasaydı, sizin başınızı keserdim.” Daha sonra efendilerine vermeleri için bir mektup yazdırdı: “Allah’ın Rasûlü Muhammed’den yalancı Museylime’ye. Selam doğru yola uyanların üstüne olsun! Gerçekten yeryüzü Allah’ındır. O kullarından dilediğine onu miras bırakır, işin sonu Allah’tan korkanların lehinedir.”
Bu sıralarda ortaya çıkan yalancı peygamberlerden biri Benî Esed’in başkanı Tuleyha, diğeri de Yemen’li Kâ’b İbn Esved idi. Yemen’li belli bir başarı kazandı ve geniş bir alanda etkili oldu. Fakat bir süre sonra gurur ve kibiri nedeniyle taraftarlarının çoğu ona karşı çıktılar. Birkaç ay sonra da öldürüldü. Tuleyha en sonunda Hâlid tarafından dize getirildi ve tüm iddialarından vazgeçerek İslâm’ın güçlerinden biri oldu. Müseylime’ye gelince, onun kaderi, Nuseybe’nin oğlu Abdullah’dan ölümcül bir kılıç yarası aldıktan sonra Vahşî’nin attığı mızrakla ölmek oldu. Fakat bu olay aylar sonra meydana geldi. Hac ayının geçtiği ve hicretin on birinci yılına girildiği şu an için bunlar, İslâm’a karşı potansiyel bir tehlike teşkil ediyorlardı. Aynı zamanda kadın peygamber olduğunu iddia eden Sâce adında Temim’li bir kadın da ortaya çıkmıştı. Fakat Peygamber (s.a.v) bunlara karşı ani bir girişimde bulunmak istemiyordu. Onun dikkati kuzeyde yoğunlaşmıştı. Yılın ikinci ayı olan Safer’in son günlerinde yani M.S. 632 yılının Mayıs ayı sonlarında, Mu’te’deki yenilginin karşılığının verilmesi zamanının geldiğine karar verdi. Zeyd ve Ca’fer’in öldürüldüğü gün, İmparatorluk lejyonlarının tarafını tutan Suriyeli Arap kabilelerin üzerine bir sefer düzenlemek için hazırlıklara başlanmasını emrettikten sonra, gençliğine rağmen üç bin kişilik orduya kumanda etme görevini Zeyd’in oğlu Üsâme’ye verdi.


Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.

Yorum Yaz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.