Web sitemize hoşgeldiniz, 18 Aralık 2024
Beğen 2

Mustafa Demirci-Huneyn Savaşı ve Taif Kuşatması

Peygamber (s.a.v)’in Mekke üzerine yaptığı son ve kesin sefere rağmen Hevâzinliler kuvvetlerini arttırmayı durdurmadılar. Onun Mekke’yi fethetme ve tüm putları kırma haberi de onların düşüncelerini değiştirmedi. Kendi tanrıçaları Lât’ın bir eşi olan Uzzâ’nın yıkılması ise harekete geçmelerine neden oldu. Mekke’nin fethinden üç hafta sonra Hevâzinliler Taif’in kuzeyindeki Evtas vadisinde yaklaşık yirmi bin kişilik bir ordu topladılar.
Peygamber (s.a.v) Mekke’nin başına Abdu Şems’li bir adamı bırakıp çok bilgili bir Müslüman olan Hazrec’li Muâz İbn Cebel (r.a.)’e de, yeni Müslüman olanlara dinî konularda yol gösterme görevini vererek, şimdi ikibin Kureyş’linin de katılmasıyla daha da kalabalıklaşan tüm ordusuyla birlikte yola çıktı. Yeni katılan Kureyş’lilerin çoğu Peygamber’e biat etmişlerdi. Fakat Süheyl ve Safvân’ın da içinde bulunduğu bir grup henüz Müslüman olmamıştı. Ve sadece şehirlerini Hevâzinlilere karşı korumak amacıyla orduya katılmışlardı. Yola çıkmadan önce Peygamber (s.a.v) Safvân’a kendisinde bulunan yüz aded zırhı ve beraberindeki silahları ödünç vermesini rica eden bir haber gönderdi. “Ey Muhammed!” dedi Safvân; “Bu ‘kendin ver, yoksa zorla alırım’ anlamında bir istek mi?” Peygamber (s.a.v), “Ödenecek bir borç” deyince, Safvân zırh ve silahları konaklayacakları yere kadar taşıyacak olan yük develerini de vermeye karar verdi. Onlara karşı hazırlanan Hevâzin kabileleri Sakif, Nasr, Cüşem ve Sa’d İbn Bekr idi. Bu topluluğa genç olmasına rağmen gücü ve yöneticiliği ile ün salan otuz yaşlarında bir Nasr’lı olan Mâlik kumanda ediyordu. Yaşlıların aksini tavsiye etmelerine rağmen Mâlik, kadınları, çocukları ve hayvanları da beraber getirmelerini emretti. Çünkü, ona göre eğer bunlar ordunun arkasında olursa askerler daha gayretle çarpışırlardı.
Mâlik, Mekke’den yola çıkan ordu hakkında bilgi toplamak üzere üç gözcü gönderdi. Fakat üçü de kısa bir süre sonra korkudan tüm eklemleri kontrolünden çıkmış ve konuşamayacak derecede dehşet içinde döndüler. İçlerinden biri, “Ala atlar üzerinde beyaz adamlar gördük. Ve bir anda bu gördüğünüz hale geldik” dedi. Bir diğeri, “Karşımızdakiler dünya insanları değil, semadan gelen insanlar. Tavsiyemize uyun ve geri çekilin. Çünkü adamlarınız bizim gördüklerimizi görünce bizim gibi olurlar” dedi. Mâlik, “Utanın!” dedi; “siz buradaki en korkak kişilersiniz.” Bu üç kişinin görünüşleri o kadar kötü ve zavallı idi ki, tüm orduda panik yaratmamaları için onları gözden uzak bir yere yerleştirme emri verdi. Daha sonra etrafındakilere, “Bana cesur bir adam gösterin” dedi. Fakat seçilen adam da aynı korkunç atlıları görmüş ve diğerleri gibi dehşet içinde dönerek nefesi kesilmiş bir halde “Dayanılmaz bir görünüşleri vardı” demişti. Fakat Mâlik onu dinlemeyi reddetti ve karanlıkta, düşmanın yolu üstünde olan Huneyn vadisine doğru ilerleme emri verdi. Yolun vadi yatağına doğru alçaldığı noktada kamp kurdular. Yolun iki tarafında da aşağıyı rahatça görebilen, fakat aşağıdan görülmeyen vadi yatakları vardı. Bu yataklardan ikisine atlıların çoğunu yerleştirdi. Ve onlara bir işaret ile düşmana saldırma emri verdi. Ordunun geri kalan kısmını da vadinin tepesindeki yolun üstüne yerleştirdi.
Peygamber (s.a.v), o gece vadinin öteki ucuna yakın bir yerde kamp kurdu. Sabah namazını kıldıktan sonra adamlarına sabırlı olurlarsa zafer kazanacaklarını müjdeleyerek yola çıkma emri verdi. Hava o denli pusluydu ki, vadi yatağına indiklerinde hâlâ etraf karanlıktı. Daha önceki gibi Hâlid yine Süleym ve diğerlerine kumanda ederek öncü grupta yer alıyordu. Onun arkasından yeni katılan Mekkeli grup geliyordu. Düldül’e binmiş olan Peygamber (s.a.v), bu kez yine etrafında ensâr ve muhâcirlerden bir grupla ordunun ortalarında yol alıyordu. Fakat bu kez etrafında kendi ailesinden kişiler de vardı. Ona Mekke’ye giderken katılan kuzenleri Ebû Süfyân ve Abdullah, Abbâs’ın iki büyük oğlu Fadl ve Kisam ve Ebû Leheb’in iki oğlu onu çevreleyen kişiler arasındaydı. Ordunun en arkalarında ise henüz Müslüman olmamış Mekkeliler yer alıyordu.
Yarı karanlıkta karşı tarafta Hevâzin ordusu göründüğünde, öncü birlik henüz inişi tamamlamıştı. Öncü birlik dehşetli bir manzarayla karşı karşıyaydı. Çünkü ordunun arkasındaki develere binmiş kadınlar veya boş develer bile ordunun bir parçasıymış gibi görünüyordu. Yolun o yönü tamamen kapatılmıştı. Fakat yeni bir emir ve plana fırsat vermeden Mâlik işaretini verdi. Hevâzin’li süvariler hemen vadi yataklarından fırladılar ve Hâlid’in adamlarına saldırdılar. Saldırı o kadar anice ve vahşiceydi ki Hâlid, geri dönüp kaçmaya başlayan Benî Süleym’i toparlayamadı. Benî Süleym Mekke’li grubun arkasına kaçınca, önde kalan Mekkeliler de henüz indikleri yokuştan gerisin geriye kaçtılar. Hızla saldıran at ve deve üstündeki Hevâzinliler bütün geçitleri tıkadılar. Fakat Peygamber (s.a.v) yolun biraz sağına çekilebilecek noktadaydı. Kenara çekildi ve yanından hiç ayrılmayan bir grupla emniyetli bir yere sığındı. Yanındakiler Ebû Bekir, Ömer ve diğer muhâcirler, bir grup ensâr ve yanında yer alan ailesinin tümüydü. Hâris’in oğlu Ebû Süfyân, Peygamber (s.a.v.)’in yanı başındaydı ve Düldül’ün ipini elinde tutuyordu.
Peygamber (s.a.v) diğerlerini de kendisine katılmaları için çağırdı. Fakat sesi savaşın gürültüsü içinde kayboldu. Bu nedenle çok gür bir sese sahip olan Abbâs’a, “Ey ağaç ashâbı! Ey akasya ashâbı!” diye bağırmasını söyledi. Bu çağrıya ‘Lebbeyk!’ (İşte emrindeyim) sesleri cevap verdi. Peygamber (s.a.v.)’in yanına ensâr ve muhâcirlerden yüz kadar kişi toplandı. Hepsi de geçide dağılarak birdenbire düşmanın saldırısını kontrol altına aldılar. Abbâs aynı şekilde bağırmaya devam etti ve kaçanların çoğu geri döndüler. Peygamber (s.a.v) hem iyi görülebilmek hem de etrafı iyi görebilmek için üzengileri üstünde ayağa kalktı. Düşman yeni bir saldırıya hazırlanıyordu. Peygamber (s.a.v), “Allahım! Senden vadini yerine getirmeni istiyorum” diye dua etti. Daha sonra süt kardeşinden birkaç çakıl taşı bulmasını istedi. Onları eline alıp Bedir’de yaptığı gibi düşmanın yüzüne doğru fırlattı. Ve görünürde hiçbir neden olmamasına rağmen, savaşın akışı birden değişti. Gerçi mü’minler bunu görmüyorlardı; ama kendilerinin bir süre önce yaşadığı yenilgiyi şimdi düşman yaşıyordu. Daha sonra bu olayla ilgili şu âyetler nazil oldu:
“Andolsun Allah birçok yerlerde ve Huneyn gününde size yardım etti. Hani çok sayıda oluşunuz sizi böbürlendirip gururlandırmıştı. Fakat size bir şey de sağlayamamıştı. Yer ise, bütün genişliğine rağmen size dar gelmişti. Sonra arkanıza dönüp gerisin geriye gtimiştiniz. (Bundan) sonra Allah, Rasûlü ile mü’minlerin üzerine ‘güven duygusu ve huzur’ indirdi. Sizin görmediğiniz orduları da indirdi ve küfre sapmış olanları azaplandırdı. Bu küfre sapanların cezasıdır. Sonra bunun ardından Allah, dilediği kimseden tevbesini kabul eder. Allah bağışlayandır, esirgeyendir.” (Tevbe: 25-7)
Düşman büyük bir bozguna uğramıştı. Mâlik önceleri cesurca döğüştü, fakat daha sonra Sakifilerle birlikte surlarla çevrili olan Taif’e çekildi. Hevâzin ordusunun büyük bir kısmı Nahle’ye kadar izlendi ve birçok kayıp verdirildi. Hevâzinliler oradan kampları Evtas’a döndüler; fakat Peygamber (s.a.v) arkalarından asker göndererek onları tepelere çekilmek zorunda bıraktı.
Müslümanlardan, özellikle ilk bozgunu yaratan Benî Süleym’den çok kişi savaşın başlarında öldürülmüştü. Fakat bu ilk bozgundan sonra çok az kayıp verdiler. Bunlardan biri de Üsâme’nin ağabeyi Eymen idi. Peygamber (s.a.v.)’in yanında iken vurulmuştu.
Arka saflarda yer alan Hevâzin kadınları ve çocukları esir alındı. Develer, koyun ve keçilerin yanı sıra ganimette dört bin birim ons gümüş de vardı. Peygamber (s.a.v) ganimetlerin ve esirlerin tümünün Mekke’ye on mil uzaklıktaki Ci’râne vadisine götürülmesi görevini Budeyl’e verdi.
Hevâzin kabileleri arasında Peygamber (s.a.v)’in çocukluğunu birlikte geçirdiği Benî Sa’d İbn Bekr’in bir kolu da vardı. Yaşlı esirlerden biri kendini esir alanlara, “Vallahi ben reisinizin kız kardeşiyim” diyerek uyardı. Fakat adamlar ona inanmadılar, yine de Peygamber (s.a.v)’e götürdüler. “Ey Muhammed! Ben senin kız kardeşinim” dedi. Peygamber (s.a.v) onu merakla süzdü: Karşısında yetmişine yaklaşmış yaşlı bir kadın duruyordu. Peygamber (s.a.v.), “Bunu gösterir bir işaretin var mı?” diye sordu. O da bir ısırma izi gösterdi ve, “Ben Serer vadisinde seni taşırken sen ısırdın. Biz çobanlarla birlikteydik. Senin annen benim annemdi, senin baban benim babamdı” dedi. Peygamber (s.a.v.) onun gerçekten doğru söylediğini anladı; bu kadın onun süt kardeşlerinden biri olan Şeyma idi. Minderini yayarak oturmasını söyledi. Süt anne ve süt babası Halîme ile Hâris’i sorup, onların yıllar önce öldüğünü öğrenince gözleri yaşla doldu. Biraz konuştuktan sonra ona kendisiyle kalma veya Benî Sa’d’a geri dönme konusunda serbest olduğunu söyledi. Şeyma Müslüman olmayı istediğini, fakat kabilesine geri dönmeyi seçtiğini söyledi. Peygamber (s.a.v.) ona değerli bir hediye verdi. Ve dönüşte daha da değerlilerini vermek istediği için ondan kendisi dönene kadar kampta kalmasını istedi. Daha sonra da ordusuyla birlikte Taif’e doğru yola çıktı.
Sakif kabilesi şehirlerinde kendilerini bir yıl kadar idare edecek erzağa sahiptiler. Peygamber (s.a.v.)’in son durumda kullanılmasını emrettiği savaş makinalarına karşı da özel savunma mekanizmaları vardı. Aynı zamanda okçulukta uzmandılar. Şehrin duvarları çok hızlı ok yağmurlarına sahne oldu. Fakat Müslümanlar şehri kuşatmalarının on beşinci gününde hâlâ ilk günkü durumdaydılar. Kazanılan tek şey, bazı kimselerin Müslüman olmasıydı. Peygamber (s.a.v) bir gün bir tellalla Sakif’li kölelerden Müslüman olanların özgür olacaklarını ilan ettirmişti. Yirmi kadar köle şehirden çıkmanın bir yolunu bulup Müslüman oldular. Yaklaşık bir hafta daha geçti. O sırada Peygamber (s.a.v) rüyasında kendisine bir kâse tereyağı verildiğini, fakat bir horozun gelip yağı gagalayarak döktüğünü görmüştü. Bunun üzerine Ebû Bekir, “İstediğin şeyi bugün onlardan elde edeceğini zannetmem” dedi. Peygamber (s.a.v) de onu doğruladı. Belki de şehri kuşatmanın Sakif’lileri yenmek için uygun bir yol olmadığı sonucuna varmıştı. Düşüncesi her ne ise, Peygamber kuşatmanın kaldırılıp Ci’râne’ye doğru yola çıkılması emrini verdi. Şehirden ayrıldıklarında adamlardan bazıları ona şehir halkına lanet etmesini söylediler. Peygamber (s.a.v) hiç cevap vermeksizin ellerini açtı ve “Allahım, Sakif’lilere hidayet ver ve bize ulaştır” diye dua etti.
Taif kaleleri önünde öldürülenlerden biri de Ümmü Seleme (r.a.)’nin üvey kardeşi, Peygamber (s.a.v.)’in kuzeni ve henüz kısa bir süre önce Müslüman olan Abdullah (r.a.) idi.


Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.

Yorum Yaz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.