Web sitemize hoşgeldiniz, 27 Kasım 2024
Beğen 3

7.Cüz

https://u.pcloud.link/publink/show?code=kZrOGTXZewoQfoLdBYJTk59dxxoEkjejNgoX

linki mouse ile boyanır hale getirip sağ tıklayıp adrese git deyin veya linki mouse ile boyalı hale getirip adres arama çubuğuna yapıştırıp aratın. Cüzler halinde Kur’an-ı Kerim ister cüz cüz, isterseniz seçtiğiniz cüzü, isterseniz de tamamını sağ üstte “indir” tıklayıp “zip gibi indir” seçerek masaüstünüze indirin. Her sayfa jpg resim formatta olup büyüklüğü ayarlanabilir halde okuması çok keyif vericidir. Tüm indirme hakları serbesttir.

7.CÜZ-LATİNCE
5-MAİDE SURESİ
Bismillahirrahmanirrahim
83. Ve iza semiu ma ünzile iler rasuli tera a’yünehüm tefıdu mined dem’ı mimma arafu minel hakk yekulune rabbena amenna fektübna meaş şahidın
84. Ve ma lena la nü’minü billahi ve ma caena minel hakkı ve natmeu ey yüdhılena rabbüna meal kavmis salihıyn
85. Fe esabehümüllahü bima kalu cennatin tecrı min tahtihel enharu halidıne fıha ve zalike ceazül muhsinın
86. Velelızne keferu ve kezzebu bi ayatina ülaike ashabül cehıym
87. Ya eyyühellezıne amenu la tüharrimu tayyibati ma ehallellahü leküm ve la ta’tedu innellahe le yühıbbül mu’tedın
88. Ve külu mimma razekakümüllahü halalen teyyibev vettekullahellezı entüm bihı mü’minun
89. La yüahızükümüllahü billağvi fı eymaniküm ve lakiy yüahızüküm bima akkadtümül eyman fe keffaratühu ıt’amü aşerati mesakıne min evsetı ma tut’ımune ehlıküm evkisvetühüm ev tahrıru rakabeh fe mel lem yecid fe sıyamü selaseti eyyam zalike kefferatü eymaniküm iza haleftüm vahfezu eymaneküm kezalike yübeyyinüllahü leküm ayatihı lealleküm teşkürun
90. Ya eyyühellezıne amenu innemel hamru vel meysiru vel ensabü vel ezlamü ricsüm min ameliş şeytani fectenibuhü lealleküm tüflihun
91. İnnema yürıdüş şeytanü ey yukıa beynekümül adavete vel bağdae fil hamri vel meysiri ve yesuddeküm an zikrillahi ve anis salah fe hel entüm müntehun
92. Ve etıy’ullahe ve etıy’ur rasule vahzeru fe in tevelleytüm fa’lemu ennema ala rasulinel belağul mübın
93. Leyse alellezıne amenu ve amilus salihati cünahun fıma taımu iza mettekav ve amenu ve amilus salihati sümmettekav ve amenu sümmettekav ve ahsenu vallahü yühabbül muhsinın
94. Ya eyyühellezıne amenu le yeblüvenne kümüllühü bi şey’im mines saydi tenalühu eydıküm ve rimahuküm li ya’lemellahü mey yehafühu bil ğayb fe menı’teda ba’de zalike fe lehu azabün elım
95. Ya eyyühellezıne amenu la taktülüs sayde ve entüm hurram ve men katelehu minküm müteammiden fe ceazüm mislü ma katele minen neami yahkümü bihı zeva adlim minküm hedyem baliğal ka’beti ev keffaratün taamü mesakıne ev adlü zalike sıyamel li yezuka ve bale emrih afallahü amma selef ve men ade fe yentekımüllahü minh vallahü azızün züntikam
96. Ühılle leküm saydül bahri ve taamühu metaal leküm ve lis seyyarah ve hurrime aleyküm saydül birri ma düntüm huruma vettekullahellezı ileyhi tuhşerun
97. Cealellahül ka’betel beyteh harame kıyamel lin nasi veş şehral harame vel hedye vel kalaid zalike li ta’lemu ennellahe ya’lemü ma fis semavati ve ma fil erdı ve ennellahe bi külli şey’in alım
98. I’lemu ennellahe şedıdül ıkabi ve ennellahe ğafurur rahıym
99. Ma aler rasuli illel belağ vallahü ya7lemü ma tübdune ve ma tektümun
100. Kul la yestevil habisü vet tayyibü ve lev a’cebeke kesratül habıs fettekullahe ya ülil elbabi lealleküm tüflihun
101. Ya eyyühellezıne amenu la tes’elu an eşyae in tübde leküm tesü’küm ve in tes’elu anha hıyne yünezzelül kur’anü tübde leküm afallahü anha vallahü ğafurun halım
102. Kad seeleha kavmün min kabliküm sümme asbehu biha kafirın
103. Ma cealellahü mim behıyrativ ve la saibetiv ve la vesıyletiv ve la hamiv ve lainnellezıne keferu yefterune alellahil kezib ve ekseruhüm la ya’kılun
104. Ve iza kıyle lehüm tealev ila ma enzelellahü ve iler rasuli kalu hasbüna ma vecedna aleyhi abaena e ve lev kane abaühüm la ya’lemune şey’ev ve la yehtedun
105. Ya eyyühellezıne amenu aleyküm enfüseküm la yedurruküm men dalle izehtedeytüm ilellahi mirciuküm cemıan fe yünebbiüküm bi ma küntüm ta’melun
106. Ya eyyühellezıne amenu şehadetü beyniküm iza hadara ehadekümül mevtü hıynel vesıyyetisnani zevaadlim minküm ev aharani min ğayriküm in entüm darabtüm fil erdı fe esabetküm müsıybetül mevt tahbisunehüma mim ba’dis salati fe yuksimani billahi inirtebtüm la neşterı bihı semenev ve lev kane za kurba ve la nektümü şehadetellahi inna izel le minel azimın
107. Fe in usira ala ennehümestehakka ismen fe aharani yekumani mekamehüma minellezı nestehakka aleyhimül evleyani fe yuksimani billahi le şehadetüna ehakku min şehadetihima ve ma’tedeyna inna izel le minez zalimın
108. Zalike edna ey ye’tu biş şehadeti ala vechiha ev yehafu en türadde eymanüm ba’de eymanihim vettekullahe vesmeu vallahü la yehdil kavmel fasikıyn
109. Yevme yecmeullahür rusüle fe yekulü ma za ücibtüm kalu la ilme lenav inneke ente allamül ğuyub
110. İz kalellahü ya iysebne meryemezkür nı’metı aleyke ve ala validetik iza eyyedtüke bi ruhıl kudüsi tükellimün nase fil mehdi ve kehla ve iz alemtükel kitabe vel hıkmete vet tevrate vel incıl ve iz tahlüku minet tıyni ke hey’etit tayri bi iznı fe tenfühu fıha fe tekunü tayram bi iznı ve tübriül ekmehe vel ebrasa bi iznı ve iz huricül mevta bi iznı ve iz kefeftü benı israıle anke iz ci’tehüm bil beyyinati fe kalellezıne keferu minhüm in haza illa sıhrum mübın
111. Ve iz evhaytü ilel havariyyıne en aminu bı ve bi rasulı kalu amenna veşhed bi ennena müslimun
112. İz kalel havariyyune ya ıysebne meryeme hel yestetıy’u rabbüke ey yünezzile aleyna maidetem mines sema’ kalettekullahe in küntüm mü’minın
113. Kalu nürıdü en ne’küle minha ve tatmeinne kulubüna ve na’leme en kad sadaktena ve nekune aleyha mineş şahidın
114. Kale ıysebnü meryemellahümme rabbena enzil aleyna maidetem mines semai tekunü lena ıydel li evvelina ve ahırina ve ayetem mink verzukna ve ente hayrır razikıyn
115. Kalellahü innı münezzilüha aleyküm fe mey yekfür ba’dü minküm fe innı üazzibühu azabel la üazzibühu ehadem minel alemın
116. Ve iz kalellahü ya iysebne meryeme e ente kulte lin nasittehızunı ve ümmiye ilaheyni min dunillah kale sübhaneke ma yekunü lı en ekıle ma leşse lı bi hakk in küntü kultühu fe kad alimteh ta’lemü ma fı nefsı ve la a’lemü ma fı nefsik inneke ente allamül ğuyub
117. Me kultü lehüm illa ma emartenı bihı enı’büdüllahe rabbı ve rabbeküm ve küntü aleyhim şehıdem ma dümtü fıhim felemma teveffeytenı künte enter rakıybe aleyhim ve ente ala külli şey’in şehıd
118. İn tüazzibhüm fe innehüm ıbadük ve in tağfir lehüm fe inneke entel azızül hakım
119. Kalellahü haza yevmü yenfeus sadikıyne sıdkuhüm lehüm cennatün tecrı min tahtihel enharu halidıne fıha ebeda radıyellahü anhüm ve radu anh zalikel fevzül azıym
120. Lillahi mülküs semavati vel erdı va ma fıhinn ve hüve ala külli şey’in kadır
6-ENAM SURESİ
Bismillahirrahmanirrahim
1. Elhamdü lillahillezı halekas semavati vel erda ve cealez zulümati ven nur sümmellezıne keferu bi rabbihim ya’dilun
2. Hüvellezı halekaküm min tıynin sümme kada ecela ve ecelüm müsemmen ındehu sümme entüm temterun
3. Ve hüvellahü fis semavati ve fil ard ya’lemü sirraküm ve cehraküm ve ya’lemü ma teksibun
4. Ve ma te’tıhim min ayetim min ayati rabbihim illa kanu anha mu’ridıyn
5. Fe kad kezzebu bil hakkı lemma caehüm fe sevfe ye’tıhim embaü ma kanu bihı yestehziun
6. E lem yerav kem ehlekna min kablihim min karnim mekkennahüm fil erdı ma lem nümekkil leküm ve erselnes semae aleyhim midrara ve cealnel enhara tecrı min tahtihim fe ehleknahüm bi zünubihim ve enşe’na mim ba’dihim karnen aharın
7. Ve lev nezzelna aleyke kitaben fı kırtasin fe lemessuhü bi eydıhim le kalellezıne keferu in haza illa sıhrum mübın
8. Ve kalu lev la ünzile aleyhi melek ve lev enzelna melekel lekudıyel emru sümme la yünzarun
9. Ve lev cealnahü melekel le cealnahü racülev ve lelebesna aleyhim ma yelbisun
10. Ve le kadistühzie bi rusülim min kablike fe haka billezıne sehıru minhüm ma kanu bihı yestehziun
11. Kul sıru fil erdı sümmenzuru keyfe kane akıbetül mükezzibın
12. Kul li mem ma fis semavati vel ard kul lillah ketebe ala nefsihir rahmeh le yecmeanneküm ila yevmil kıyameti la raybe fıh ellezıne hasiru enfüsehüm fe hüm la yü’minun
13. Ve lehu ma sekene fil leyli ven nehar ve hüves semıul alım
14. Kul e ğayrallahi ettehıü veliyyen fatıris semavati vel erdı ve hüve yut’ımü ve la yüt’am kul innı ümirtü en ekune evvele men esleme ve la tekunenne minel müşrikın
15. Kul innı ehafü in asaytü rabbı azabe yevmin azıym
16. Mey yusraf anhü yevmeizin fe kad rahımeh ve zalikel fevzül mübın
17. Ve iy yemseskellahü bi durrin fe la kaşife lehu illa hu ve iy yemseske bi hayrin fe hüve ala külli şey’in kadır
18. Ve hüvel kahiru fevka ıbadih ve hüvel hakımül habır
19. Kul eyyü şey’in ekberu şehadeh kulillahü şehıdüm beynı ve beyneküm ve uhıye ileyye hazel kur’anü li ünziraküm bihı ve mem belağ e inneküm le teşhedune enne meallahi aliheten uhra kul la eşhed kul innema hüve ilahüv vahıdüv ve innenı berıüm mimma tüşrikun
20. Ellezıne ateynahümül kitabe ya’rifunehu kema ya’rifune ebnaehüm ellezıne hasiru enfüsehüm fe hüm la yü’minun
21. Ve men azlemü kmimmeniftera alellahi keziben ev kezzebe bi ayatih innehu la yüflihuz zalimun
22. Ve yevme nahşüruhüm cemıan sümme nekulü lillezıne eşraku eyne şürakaükümüllezıne küntüm tez’umun
23. Sümme lem tekün fitnetühüm illa en kalu vallahi rabbina ma künna müşrikın
24. Ünzur keyfe kezebu ala enfüsihim ve dalle anhüm ma kanu yefterun
25. Ve minhüm mey yestemiu ileyk ve cealna ala kulubihim ekinneten ey yefkahuhü ve fı azanihim vakra ve iy yerav külle ayetil la yü’minu biha hatta iza cauke yücadiluneke yekulüllezıne keferu in haza illa esatıyrul evvelın
26. Ve hüm yenhevne anhü ve yen’evne anh ve iy yühlikune illa enfüsehüm ve ma yeş’urun
27. Ve lev tera iz vükıfu alen nari fe kalu ya leytena nüraddü ve la nükezzibe bi ayati rabbina ve nekune minel mü’minın
28. Bel bedalehüm ma kanu yuhfune min kabl ve lev ruddu le adu lima nühu anhü ve innehüm le kazibun
29. Ve kalu in hiye illa hayatüned dünya ve ma nahnü bi meb’usın
30. Ve lev tera iz vükıfu ala rabbihim kale e leyse haza bil hakk kalu bela ve rabbina kale fe zukul azabe bima küntüm tekfürun
31. Kad hasirallezıne kezzebu bi likaillah hatta iza caethümüs saatü bağteten kalu ya hasratena ala ma ferratna fıha ve hüm yahmilune evzarahüm ala zuhurihim e la sae ma yezirun
32. Ve mel hayatüd dünya illa leıbüv ve lehv ve leddarul ahıratü hayrul lillezıne yettekun e fe la ta’kılun
33. Kad na’lemü innehu le yahzünükellezı yekulune fe innehüm la yükezzibuneke ve lakinnez zalimıne bi ayatillahi yechadun
34. Ve le kad küzzibet rusülüm min kablike fe saberu ala ma küzzibu ve uzu hatta etahüm nasruna ve la mübeddile li kelimatillah ve le kad caeke min nebeil mürselın
35. Ve in kane kebüra aleyke ı’raduhüm fe inisteta’te en tebteğıye nefekan fil erdı ev süllemen fis semai fe te’tiyehüm bi ayeh ve lev şaellahü le cemeahüm alel hüda fe la tekunenne minel cahilın
36. İnnema yestecıbüllezıne yesmeun vel mevta yeb’asühümüllahü sümme ileyhi yürceun
37. Ve kalu lev la nüzzile aleyhi ayetüm mir rabbih kul innellahe kadirun ala ey yünezzile ayetev ve lakinne ekserahüm la ya’lemun
38. Ve ma min dabbetin fil erdı ve la tairiy yetıyru bi cenahayhi illa ümemün emsalüküm ma ferratna fil kitabi min şey’in sümme ila rabbihim yuhşerun
39. Vellezıne kezzebu bi ayatina summüv ve bükmün fiz zulümat mey yeşeillahü yudlilh ve mey yeşe’yec’alhü ala sıratım müstekıym
40. Kul eraeyteküm in etaküm azabüllahi ev etetkümüs saatü e ğayrallahi ted’un in küntüm sadikıyn
41. Bel iyyahü ted’une fe yekşifü ma ted’une ileyhi in şae ve tenzevne ma tüşrikun
42. Ve le kad erselna ila ümemim min kablike fe ehaznahüm bil be’sai ved darrai leallehüm yetedarraun
43. Fe lev la iz caehüm be’süna tedarrau ve lakin kaset kulubühüm ve zeyyene lehümüş şeytanü ma kanu ya’melun
44. Felemma nesu ma zükkiru bihı fetahna aleyhim ebvabe külli şey’ hatta iza ferihu bima utu ehaznahüm bağteten fe iza hüm müblisun
45. Fe kutıa dabirul kavmillezıne zalemu vel hamdü lillahi rabbil alemın
46. Kul eraeytüm in ehazellahü sem’aküm ve ebsaraküm ve hateme ala kulubiküm men ilahün ğayrullahi ye’tıküm bih ünzur keyfe nüsarrifül ayati sümme hüm yasdifun
47. Kul eraeyteküm in etaküm azabüllahi bağteten ev cehraten hel yühlekü illel kavmüz zalimun
48. Ve ma nürsilül mürselıne illa mübeşşirıne ve münzirın fe men amene ve asleha fe la havfün aleyhim ve la hüm yahzenun
49. Vellezıne kezzebu bi ayatina yemessühümül azabü bi ma kanu yefükun
50. Kul la ekulü leküm ındı hazainüllahi ve la a’lemül ğaybe ve la ekulü leküm innı melek in ettebiu illa ma yuha ileyy kul hel yestevil a’ma vel besıyr e fe la tetefekkerun
51. Ve enzir bihillezıne yehafune ey yuhşeru ila rabbihim leyse lehüm min dunihı veliyyüv ve la şefıul leallehüm yettekun
52. Ve la tatrudillezıne yed’une rabbehüm bil ğadati vel aşiyyi yürıdune vecheh ma aleyke min hısabihim min şey’iv ve ma min hısabike aleyhim min şey’in fe tatrudehüm fe tekune minez zalimın
53. Ve kezalike fetenna ba’dahüm bi ba’dıl li yekulu e haülai mennellahü aleyhim mim beynina e leysellahü bi a’leme biş şakirın
54. Ve iza caekellezıne yü’minune bi ayatina fe kul selamün aleyküm ketebe rabbüküm ala nefsihir rahmete ennehu men amile minküm suem bi cehaletin sümme tabe mim ba’dihı ve asleha fe ennehu ğafurur rahıym
55. Ve kezalike nüfessılül ayati ve li testebıne sebılül mücrimın
56. Kul innı nühıtü en a’büdellezıne ted’une min dunillah kul la ettebiu ehvaeküm kad daleltü izev ve ma ene minel mühtedın
57. Kul innı ala beyyinetim mir rabbı ve kezzebtüm bih ma ındı ma testa’cilune bih inil hukmü illa lillah yekussul hakka ve hüve hayrul fasılın
58. Kul lev enne ındı ma testa’cilune bihı le kudiyel emru beynı ve beyneküm vallahü a’lemü biz zalimın
59. Ve ındehu mefatihul ğaybi la ya’lemüha illa hu ve ya’lemü ma fil berri vel bahr ve ma teskutu miv verakatin illa ya’lemüha ve la habbetin fı zulümatil erdı ve la ratbiv ve la yavisin illa fı kitabim mübın
60. Ve hüvellezı yeteveffaküm bil leyli ve ya’lemü ma cerahtüm bin nehari sümme yeb’asüküm fıhi li yukda ecelüm müsemma sümme ileyhi merciuküm sümme yünebbiüküm bi ma küntüm ta’melun
61. Ve hüvel kahiru fevka ıbadihı ve yürsilü aleyküm hafezah hatta iza cae ehadekümül mevtü teveffethü rusülüna ve hüm la yüferritun
62. Sümme ruddu ilellahi mevlahümül hakk e la lehül hukmü ve hüve esraul hasibın
63. Kul mey yüneccıküm min zulümatil berri vel bahri ted’unehu tedarruav ve hufyeh le in encana min hazihı le nekunenne mineş şakirın
64. Kulillahü yüneccıküm minha ve min külli kerbin sümme entüm tüşrikun
65. Kul hüvel kadiru ala ey yeb’ase aleyküm azabem min fevkıküm ev min tahti ercüliküm ev yelbiseküm şiyeav ve yüzıka ba’daküm be’se ba’d ünzur keyfe nüsarrifül ayati leallehüm yefkahun
66. Ve kezzebe bihı kavmüke ve hüvel hakk kul lestü aleyküm bi vekıl
67. Li külli nebeim müstekarruv ve sevfe ta’lemun
68. Ve iza raeytellezıne yehudune fı ayatina fe a’rıd anhüm hatta yehudu fı hadısin ğayrih ve imma yünsiyennekeş şeytanü fe la tak’ud ba’dez zikra meal kavmiz zalimın
69. Ve ma alellezıne yettekune min hısabihim min şey’iv ve lakin zikra leallehüm yettekun
70. Ve zerillezınettehazu dınehüm leıbev ve lehvev ve ğarrathümül hayatüd dünya ve zekkir bihı en tübsele nefsüm bima kesebet leyse leha min dunillahi veliyyüv ve la şefiy’ ve in ta’dil külle adlil la yü’haz minha ülaikellezıne übsilu bima kesebu lehüm şerabüm min hamımiv ve azabün elımüm bima kanu yekfürun
71. Kul e ned’u min dunillahi ma la yenfeuna ve la yedurruna ve nüraddü ala a’kabina ba’de iz hedanellahü kellezistehvethüş şeyatıynü fil erdı hayrane lehu ashabüy yed’unehu ilel hüde’tina kul inne hüdellahi hüvel hüda ve ümirna li nüslime li rabbil alemın
72. Ve en ekıymüs salate vettekuh ve hüvellezı ileyhi tuhşerun
73. Ve hüvellezı halekas semavati vel erda bil hakk ve yevme yekulü kün fe yekun kavlühül hakk ve lehül mülkü yevme yünfehu fis sur alimül ğaybi veş şehadeh ve hüvel hakımül habır
74. Ve iz kale ibrahımü li ebıhi azera etettehızü asnamen aliheh innı erake ve kavmeke fı dalalim mübın
75. Ve kezalike nürı ibrahıme melekutes semavati vel erdı ve li yekune minel mukının
76. Felemma cenne aleyhil leylü raa kevkeba kale haza rabbı felemma efele kale la ühıbbül afilın
77. Felemma rael kamera baziğan kale haza rabbı felemma efele kale leil lem yehdinı rabbı le ekunenne minel kavmid dallın
78. Felemma raeş şemse baziğaten kale haza rabbı haza ekber felemma efelet kale ya kavmi innı berıüm mimma tüşrikun
79. İnnı veccehtü vechiye lillezı fetaras semavati vel erda hanıfev ve ma ene minel müşrimın
80. Ve haccehu kavmüh kale e tühaccunnı fillahi ve kad hedan ve la ehafü ma tüşrikune bihı illa ey yeşae rabbı şey’a vesia rabbı külle şey’in ılma e fe la tetezekkerun
81. Ve keyfe ehafü ma eşraktüm ve la tehafune enneküm eşraktüm billahi ma lem yünezzil bihı aleyküm sültana fe eyyül ferıkayni ehakku bil emn in küntüm ta’lemun
82. Ellezıne amenu ve lem yelbisu ımanehüm bi zulmin ülaike lehümül emnü ve hüm mühtedun
83. Ve tilke huccetüna ateynaha ibrahıme ala kavmih nefeu deracatim men neşa’ inne rabbeke hakımün alım
84. Ve vehebna lehu ishaka ve ya’kub küllen hedeyna ve nuhan hedeyna min kablü ve min zürriyyetihı davude ve süleymane ve eyyube ve yusüfe ve musa ve harun ve kezalike neczil muhsinın
85. Ve zekeriyya ve yahya ve ıysa ve ilyas küllüm mines salihıyn
86. Ve ismaıyle vel yesea ve yunüse ve luta ve küllen faddalna alel alemın
87. Ve min abaihim ve zürriyyatihim ve ıhvanihim vectebeyna hüm ve hedeynahüm ila sıratım müstekıym
88. Zalike hüdellahi yehdı bihı mey yeşaü min ıbadih ve lev eşraku le habita anhüm ma kanu ya’melun
89. Ülaikellezıne ateynahümül kitabe vel hukme ven nübüvveh fe iy yekfür biha haülai fe kad vekkelna biha kavmel leysu biha bi kafirun
90. Ülaikellezıne hedellahü fe bi hüdahümuktedih kul la es’elüküm aleyhi ecra in hüve illa zikra lil alemın
91. Ve ma kaderullahe hakka kadrihı iz kalu ma enzelellahü ala beşerim min şey’ kul men enzelel kitabellezı cae bihı musa nurav ve hüdel lin nasi tec’alunehu karatıyse tübduneha ve tuhfune kesıra ve ullimtüm ma lem ta’lemu entüm ve la abaüküm kulillahü sümme zerhüm fı havdıhüm yel’abun
92. Ve haza kitabün enzelnahü mübaraküm müsaddikullezı beyne yedeyhi ve li tünzira ümmel kura ve men havleha vellezıne yü’minune bil ahırati yü’minune bihı ve hüm ala salatihim yühafizun
93. Ve men azlemü mimmeniftera alellahi keziben ev kale uhıye ileyye ve lem yuha ileyhi şey’üv ve men kale seanzilü misle ma enzelellah ve le v tera iziz zalimune fı ğameratil mevti vel melaiketü basitu eydıhim ahricu enfüseküm elyevme tüczevne azabel huni bi ma küntüm tekulune alellahi ğayral hakkı ve küntüm an ayatihı testekbirun
94. Ve le kad ci’tümuna furada kema halaknaküm evvele merrativ ve teraktüm ma havvelnaküm verae zuhuriküm ve ma nera meaküm şüfeaekümüllezıne zeamtüm ennehüm fıküm şüraka’ le kad tekattaa beyneküm ve dalle anküm ma küntüm tez’umun
95. İnnellahe falikul habbi ven neva yuhricül hayye minel meyyiti ve muhricül meyyiti minel hayy zalikümüllahü fe enna tü’fekun
96. Falikul ısbah ve cealel leyle sekenev veş şemse vel kamera husbana zalike takdırul azızil alım
97. Ve hüvellezı ceale lekümün nücume li tehtedu biha fı zulümatil berri vel bahr kad fassalnel ayati li kavmiy ya’lemun
98. Ve hüvellezı enşeeküm min nefsiv vahıdetin fe müstekarruv ve müstevda’ kad fassalnel ayati li kavmiy yefkahun
99. Ve hüvellezı enzele mines semai maa fe ahracna bihı nebate külli şey’in fe ahracna minhü hadıran nuhricü minhü habbem müterakiba veminen nahli min tal’iha kınvanün daniyetüv ve cennatim min a’nabiv vez zeytune ver rummane müştebihev ve ğayra müteşabih ünzuru ila semerihı iza esmera ve yen’ıh inne fı zaliküm le ayatil li kavmiy yü’minun
100. Ve cealu lillahi şürakael cinne ve halekahüm ve haraku lehu benıne ve benatim bi ğayri ılm sübhanehu ve teala amma yesıfun
101. Bedrıus semavati vel ard enna yekunü lehu veledüv ve lem tekül lehu sahıbeh ve haleka külle şey’ ve hüve bi külli şey’in alım
102. Zalikümüllahü rabbüküm la ilahe illa hu haliku külli şey’in fa’büduh ve hüve ala külli şey’iv vekıl
103. La tüdrikühül ebsaru ve hüve yüdrikül ebsar ve hüvel latıyfül habır
104. Kad caeküm besairu mir rabbiküm fe men ebsara fe li nefsih ve men amiye fe aleyha ve ma ene aleyküm bi hafıyz
105. Ve kezalike nüsarrifül ayati ve li yekulu deraste ve li nübeyyinehu li kavmiy ya’lemun
106. İttebı’ ma uhıye ileyke mir rabbik la ilahe illa hu ve a’rıd anil müşrikın
107. Ve lev şaellahü ma eşraku ve ma cealnake aleyhim hafıyza ve ma ente aleyhim bi vekıl
108. Ve la tesübbüllezıne yed’une min dunillahi fe yesübbullahe advem bi ğayri ılm kezalike zeyyenna likülli ümmetin amele0hüm sümme ila rabbihim merciuhüm fe yünebbiühüm bi ma kanu ya’melun
109. Ve askemu billahi cehde eymanihim le in caethüm ayetül le yü’minünne biha kul innemel ayatü ındellahi ve ma yüş’ıruküm enneha iza caet la yü’minun
110. Ve nükallibü ef’idetehüm ve ebsarahüm kema lem yü’minu bihı evvele merrativ ve nezeruhüm fı tuğyanihim ya’mehun
7.CÜZ-MEAL
5-MAİDE SURESİ
83-84 – Peygambere indirilen Kur’ân’ı dinledikleri vakit, onda âşinaları olan hakikate kavuşmaları sebebiyle gözlerinin yaşla dolup taştığını görür ve şöyle dediklerini işitirsin:
“İman ettik ya Rabbena! Bizi de hakka şahitlik edenlerle beraber yaz! Bütün isteğimiz ve umudumuz, Rabbimizin bizi salihler arasına dâhil etmesi iken, ne diye Allah’a ve bize gelen bu hakikate iman etmeyelim ki?”
Böyle Hıristiyanların başında Hz. Peygamber (a.s.m.)’ın çağdaşı olan Habeş Necaşisi olup hicret eden müslümanları ülkesinde barındırmış, kendisine nota veren Kureyş’in baskılarına kulak asmamış ve Hz. Peygamber (a.s.)’a iman etmişti.
85 – Böyle demelerine mukabil, Allah onları, içinden ırmaklar akan ve ebedi kalacakları cennetlerle ödüllendirdi.
İşte iyi hareket edenlerin mükâfatı böyle olur!
86 – Küfre sapıp âyetlerimizi yalan sayanlara gelince, onlar da alevli cehennemi boylayacaklardır.
87 – Ey iman edenler! Allah’ın size helal kıldığı o güzel ve temiz nimetleri kendinize haram kılmayın, haddi aşmayın. Çünkü Allah haddini aşanları asla sevmez. [7,31-32; 25,67]
88 – Allah’ın size rızık olmak üzere yarattığı şeylerden helal ve temiz olarak yeyin.
Kendisine iman ettiğiniz Allah’a karşı gelmekten sakının.
89 – Allah sizi kasıtsız olarak yaptığınız yeminlerden dolayı sorumlu tutmaz,
ama bilerek yaptığınız yeminlerden ötürü sorumlu tutar.
Böyle bir yemini bozarsanız onun keffâreti, çoluk çocuğunuza yedirdiğiniz orta halli yemek çeşidinden on fakir doyurmak, yahut on fakiri giydirmek veya bir köleyi hürriyetine kavuşturmaktır.
Bunlara gücü yetmeyen kimse, üç gün oruç tutsun.
İşte yemin ettiğinizde, yemin bozmanın keffareti budur.
Yeminlerinize sahip çıkın.
Allah işte size âyetlerini böyle açıklıyor, ta ki şükredesiniz.
90 – Ey iman edenler! Şarap, kumar, putlara kurban kesilen sunaklar, fal okları, şeytana ait murdar işlerden başka bir şey değildir. Bunlardan geri durun ki felah bulasınız. [2,219] {KM, Levililer 10,9; Hakimler 13,4.14}
Sarhoş edici içkileri Allah Teâla birkaç safhada, tedricî olarak yasakladı. Önce Mekkî bir âyette güzel bir rızık olmadığına işaret etti (16,67). Sonra kötülük ve günah tarafının, faydasına galip olduğunu (2,215) bildirdi. Derken sarhoş iken namaz kılmayı yasakladı (4,43). Nihayet bu âyetle kesin hüküm halinde haram kıldı.
91 – Şarap ve kumarla şeytanın yapmak istediği tek şey, sizin aranıza düşmanlık ve kin salmak, sizi Allah’ı zikretmekten ve namazdan alıkoymaktır. Artık bu habis şeylerden vazgeçtiniz değil mi?
92 – Allah’a itaat edin, Resûlullaha itaat edin ve onlara karşı gelmekten sakının. Eğer ona sırtınızı dönerseniz bilin ki peygamberimizin görevi sadece tebliğden ibarettir.
93 – İman edip iyi ve yararlı işler yapanlara, bundan böyle Allah’a karşı gelmekten sakındıkları ve imanlarında sebat ile iyi ve yararlı işlerine devam ettikleri,
Sonra takvâları ve imanları tam sağlamlaşıp kökleştiği,
Daha sonra da bu takvâ ile beraber, başkalarına iyilik eden ve her yaptığını güzel yapan ihsan mertebesine erdikleri takdirde,
daha önce yeyip içtiklerinden dolayı kendilerine bir vebal yoktur. Allah da böyle güzel davrananları sever. [7,31]
Âyette takvâ ve iman şartının üç kere tekrarlanması, çeşitli tefsirlere vesile olmuştur. Mesela: ilk cümlede: “Şirkten sakınıp Allah’a iman ettikleri takdirde”, ikinci cümlede “Haramlıktan sonra şarap ve kumardan sakındıkları ve onların haramlığına iman ettikleri takdirde”, üçüncüsünde “Diğer bütün haramlardan sakınıp haramlığına iman ettikleri takdirde” şekillerinde yorumlanmıştır (Nesefî). Veya birincisi şirkten, ikincisi haramlardan, üçüncüsü şüpheli şeylerden korunma diye yorumlanmıştır (Nesefî). Yahut üç mertebe yani başlangıç, orta ve son duruma itibar edilmiş olabilir. Yahut ittika edilen (sakınılan) şeylere itibar edilebilir: Şöyleki: Cehennemden korunmak için haramlardan; haramdan korunmak için şüpheli şeylerden; nefsi düşüklükten korumak için bazı mübahlardan korunmak gerektiğine işarettir. Vallahu a’lem (Ebu’s-Suûd).
94 – Ey iman edenler! Allah, kendisini görmeksizin, gıyabında Kendisini tazim edip haramlardan sakınanları meydana çıkarmak için sizi av nevinden bir şeyle deneyecek. Bir av bolluğu ki elleriniz de yetişebilecek, mızraklarınız da… Kim bundan sonra konulan hududu aşarsa işte ona gayet acı bir azap vardır. [67,12]
95 – Ey iman edenler! Siz ihramlı iken av öldürmeyin. İçinizden kim onu bilerek öldürürse kendisine bir ceza vardır. O ceza da, öldürdüğüne benzer bir davar olup, öldürülenin emsali olduğuna içinizden iki âdil kişinin karar vermesi gerekir.
Ceza, Kâbe’ye ulaşıp orada kesilecek bir kurbanlıktır. Yahut fakirleri doyurmak yahut onun dengi oruç tutmak şeklinde bir keffarettir, ta ki işlediğinin vebalini tatsın.
Allah daha önce işlenen bu tür fiilleri affetti. Fakat kim dönüp tekrar böyle yaparsa Allah ondan, onun intikamını alır; zira Allah azîzdir (mutlak galiptir) ve intikamı vardır. [2,196; 3,4]
Hac esnasında avlanma yasağının önemli hikmetlerinden biri, Harem-i Şerif’in, yani oranın ziyaretçileri hacıların güvenliğini sağlamaktır. Avlananların olması, izdiham ve kazalara yol açabilir. Allah’ın intikamı: Adaletinin gereği olarak, müstahak olanı cezalandırmasıdır.
96 – Ey ihramlılar! Deniz avı ve deniz yiyeceği size helal kılındı ki size ve yolculara bir rızık vesilesi olsun. Kara avı ise, ihramlı olduğunuz müddetçe size haram kılındı. Öyleyse huzurunda varıp toplanacağınız Allah’a karşı gelmekten sakının.
97 – Allah Kâbe’yi, o hürmete layık mâbedi, insanların din ve dünya hayatları için bir nizam vesilesi kılmıştır; o hürmetli ay’ı da, Kâbeye gönderilen gerdanlıksız veya gerdanlıklı kurbanlıkları da…
Bütün bunlar, Allah’ın göklerde olanı da, yerde olanı da bildiğini ve gerçekten Allah’ın her şeyi bildiğini sizin de bilip anlamanız içindir.
Hac uluslararası düzeyde, dünya çapında yılda bir tekrarlanan bir vakıa olduğu gibi, umre de daha küçük çapta devam eden bir vakıadır. Hac ziyaretinin kültürel, sosyal, ekonomik, turistik fayda ve neticeleri gözle görülmektedir. Fakat daha fazla faydası, ziyaretçilerin manevî hayatlarına yön verip, onları manen beslemesidir. Allah’ın yeryüzünde inşasını emrettiği ilk Mabedi ziyaret etmekle, insanlığın babası Hz. Âdem (a.s.)’dan günümüze kadar gelen bütün insanlarla buluşması, başka kapılarda sürünüp perişan olanların, sıcak aile yuvalarına dönüşü, geçici dünya imtiyazlarının (ırk, asalet, servet, makam, güzellik, gençlik gibi imtiyazların) gerçekten geçici olduğunun ispatlanması, mahşer manzarasından bir enstantanenin dünyada yaşanarak insanların ona göre kendilerine çekidüzen vermeleri gibi nice muazzam gerçekleri yaşar ki bunları düşününce “Kâbe’nin nasıl bir yön ve nizam unsuru” ve yön belirleyen bir pusula olduğunu anlar.
Hürmetli ay (Şehr-i haram) Hac ibadetinin yer aldığı Zilhicce veya hac mevsiminin yer aldığı receb, zilkade, zilhicce ve muharrem aylarıdır.
98 – Bilin ki Allah’ın cezası şiddetlidir; ama aynı zamanda O, gafurdur, rahîmdir (affı ve merhameti boldur).
99 – Peygambere düşen sorumluluk, sadece tebliğ etmektir. Allah sizin açığa vurduğunuz ve gizlediğiniz her şeyi bilir.
Bu, “Peygamberin yapacağı başka iş yoktur,” mânasına gelmez. Vahyin tebliği bakımından, sorumluluk yönünden Hz. Peygamberin durumunu bildirmekte, insanlara zorla kabul ettirmenin söz konusu olmadığını belirtmektedir. Yani “Peygamber size, tebliğ görevini fazlasıyla yerine getirdi. Sizin ona itaat etmemede artık hiçbir mezaretiniz olamaz” demektir.
100 – Murdarın çokluğu tuhafına gitse de gitmese de, hatta murdarın çoğu hoşuna gitse de gitmese de, murdar ile temiz bir olmaz.
Öyleyse ey akl-ı selîm sahipleri! Siz az çok demeyip daima temize, helale yönelin. Haram yemekten, Allah’a karşı gelmekten sakının ki felah bulasınız.
101 – Ey iman edenler! Açıklandığı takdirde hoşunuza gitmeyecek şeyleri sormayın.
Eğer Kur’ân’ın indirilmesi esnasında onları sorarsanız, size açıklanır.
Hâlbuki Allah onları bağışlamış, sizi onlardan muaf tutmuştur.
Çünkü Allah gafurdur, halimdir (affı ve müsamahası geniştir).
Hz. Peygamber (a.s.m) haccın farz kılındığını tebliğ ettiği sırada ashabından biri: “Her sene mi?” diye sorup tekrarlamıştı. İşi zorlaştıracak soruların yersizliği bildirilerek müminler eğitiliyor.
102 – Sizden önce bir topluluk o kabîl şeyleri sormuş, sonra da onlar sebebiyle kâfir olmuşlardı. [6,109-111]
103 – Allah ne bahîre, ne sâibe, ne vasîle, ne de hâm diye bir şey bildirmemiştir.
Fakat, o kâfirler bu inançlarını Allah’a mal ederek Ona iftira etmişlerdir. Onların ekserisinin akılları ermez.
Cahiliye arapları putlarına adadıkları hayvanları gruplara ayırmışlardı. Beş kere doğrup beşinci de dişi doğuran deveye bahîra der, kulağını yarıp sütünü sağmaz, putlara bırakırlardı. Bazı hayvanları putlar uğrunda serbest bırakır, sütü yalnız misafirlere ayrılırdı ki bu deveye sâibe derlerdi. Biri erkek diğeri dişi olarak ikiz doğuran koyun veya deveye vasîle der, erkeği putlara kurban ederlerdi. On nesli dölleyen erkek deveye hâm deyip onu da putlar için serbest bırakırlardı.
104 – Kendilerine: “Allah’ın indirdiğine ve Resûle (onların hakemliğine) gelin denildiğinde “Atalarımızı ne halde bulmuşsak o bize yeter” derler. “Ataları hiçbir şey bilmeyen, doğru yolu bulamayan kimseler olsalar da mı onlara tabi olacaklar?”
Müşriklerin hürafelerinden biri de, deve ve koyun gibi hayvanları, âyette sayılan adlar altında putlara adama, insanların yararlanmasını önleme ve putlara kurban etme idi.
105 – Ey iman edenler! Siz kendinizi düzeltmeye bakın! Siz doğru yolda olduktan sonra sapanlar size zarar veremez. Hepiniz dönüp dolaşıp Allah’ın huzurunda toplanacaksınız. O da yaptıklarınızı size bir bir bildirecek, karşılığını verecektir.
Bu âyet, emr-i mâruf nehy-i münker isteyen âyetlerin hükmünü değiştirmiyor. Ashab zamanında bile böyle anlayanlar olunca Hz. Ebû Bekir (r.a.) minberden şöyle seslenmiştir: “Ey insanlar! Siz bu âyeti okuyor fakat, bundan maksadı, gereğince anlamıyorsunuz. Ben Resûlullah (a.s.m) dan şunu işittim: “İnsanlar bir zalimi görürler de zulmünü engellemezlerse, Allah Teâla hepsine azab eder.” Bu âyeti sırf ferdî bir mânada almamalı, enfusekum’dan ferdi, nefsi ve tümüyle toplumun kendisini içine alan bir mâna anlamalıdır. Yani fert, fert olarak, müslüman toplum da toplum olarak, iyilik ve dürüstlüğünü korumalıdır. Bununla beraber âyet bize asıl şunu gösteriyor ki: kurtuluş ve toplumun hidâyeti de fertlerden başlar. Fertler düzelirse toplum da düzelir. Fertlerde sıhhat ve istikamet olmazsa, sayılarının artması kuvveti artmaz. Bilakis sorunları çoğaltır. Çünkü toplumda vahid-i sahîh olmazsa, toplama ve çarpma, kesirlerin çarpımında olduğu gibi, daha küçük bir neticeye götürür. Tam sayı olarak 3X3=9 ederken, 1/3X1/3=1/9 olur. Onun için önce tam sayı durumunda, kâmil fertler yetiştirmelidir. Toplumu ıslah etmek isteyenler, emr-i mârufu kendilerinden başlatmalıdırlar. Keza sağlıksız bir toplum da, başka toplumları düzeltemez. Müminler, fert ve toplum olarak görevlerini yaparlarsa, başkalarının sapmalarından sorumlu olmazlar.
106 – Ey iman edenler! Sizde ölüm alâmetleri belirdiğinde, vasiyyet edeceğiniz sırada, içinizden iki dürüst kişiyi şahit tutun. Yahut yolculuk esnasında başınıza ölüm musibeti gelmişse, sizden olmayan başka iki kişi şahit olsun.
Eğer şüphe ederseniz, o iki şahidi namazdan sonra tutar ve: “Yeminimizi, akrabalarımızın menfaati de sözkonusu olsa, dünyanın hiç bir şeyine değişmeyeceğiz. Allah’ın üzerimizde bir emanet, bir borç olarak bulunan şahitliğini gizlemeyeceğiz. Yoksa biz kesinlikle günahkâr oluruz” diye Allah’a yemin ettirirsiniz.
107 – Şayet sonradan bu şahitlerin yalan söyleyerek günah işledikleri anlaşılırsa, şahitlerin haklarına tecavüz etmek istedikleri ve ölüye daha yakın olan mirasçılardan iki kişi, öbürlerinin yerine geçerler ve “vallahi bizim şahitliğimiz onların şahitliğinden daha doğrudur ve biz kimsenin hakkına tecavüz etmedik. Aksi takdirde biz elbette zalimlerden oluruz” diye yemin ederler.
108 – Bu usul, şahitliği tam gerektiği şekilde yapmaları yahut yeminlerinden sonra başka şahitlerin şahitliklerine başvurma sonucunda, yalan söylediklerinin ortaya çıkması sebebiyle, yeminlerinin reddedileceğinden korkmalarını sağlama bakımından en uygun çaredir. Allah’a karşı gelmekten sakının ve Allah’ın hükmünü dinleyip itaat edin. Allah, din yolundan çıkan fasıklar gürûhunu hidayet etmez, emellerine kavuşturmaz.
Vasiyetin yerine getirilmesi için alınacak tedbirler bu âyetlerle özetlenmiştir. Âyetin son cümlesinden maksat şudur: Siz ittika etmez ve söz dinlemezseniz fasık olursunuz. Allah da fasıklara hidâyet etmez, yani cennet yolunu bulmaya veya “faydaları olan cihete muvaffak etmez, emellerine kavuşturmaz.”
109 – Gün gelecek, Allah peygamberleri bir araya toplayıp:
“Sizin tebliğleriniz ümmetleriniz tarafından nasıl karşılandı, nasıl bir cevap aldınız?” buyuracak.
Onlar da: “Senin, herşeyi hakkiyle bilen ilminin yanında bizim bilgimiz yok.
Zira gayblara vakıf olan, yalnız Sen’sin” diyecekler. [7,6; 15,92-93]
110 – Allah o gün buyuracak ki: “İsa! Hem senin, hem annenin üzerindeki nimetimi iyi düşün!
Düşün ki: Ben Seni Ruhu’l-kudüsle desteklemiştim. Sen beşikte iken de, yetişkin iken de insanlarla konuşmuştun.
Ben sana kitabı, hikmeti, Tevrat ve İncili öğretmiştim.
Sen, Ben’im iznimle çamurdan kuş şeklinde bir şey yapıyor, ona üflüyordun; o da Ben’im iznimle kuş oluveriyordu.
Düşün ki: Sen Ben’im iznimle anadan doğma âmânın gözünü açıyor, abraşı da iyileştiriyordun.
Düşün ki: Sen Ben’im iznimle ölüleri kabirden diri olarak çıkarıyordun.
Hani Ben İsrailoğullarının şerlerini (öldürme kasıtlarını) senden defetmiştim.
Kendilerine apaçık deliller, mûcizeler getirdiğin zaman da onların kâfirleri: “Bu besbelli bir büyüden başka bir şey değil” demişlerdi. [2,87; 3,46.49; 9,30] {KM, Matta 12,24; Markos 3,22; Luka 11,15}
111 – Ve hani Havarilere: “Bana ve Resûlüme iman edin” diye ilham etmiştim.
Onlar da: “İman ettik. Hakka teslim olduğumuza şahid ol!” demişlerdi. [3,52; 28,7; 16,68] {KM, Yuhanna 14,1}
112 – Bir vakit de Havariler: “Ey Meryem oğlu İsa! Rabbin bize gökten bir sofra indirebilir mi? dediler.
O da: “Eğer mümin iseniz Allah’tan korkun da edebi aşmayın” diye cevap verdi. {KM, Resullerin işleri 10,9}
Bu isteği iman etmeden önce yapmış olmaları mümkündür. Allah Teâlanın kudretine, Hz. İsa (a.s.) ın nübüvvetinin hakkaniyetine inanarak bunu söylemeleri mümkündür. Bu durumda “gücü yeter mi?” diye Hak Teâlanın kudreti değil de, “indirir mi?” anlamında olarak O’nun fiili süal konusu yapılmaktadır (Ebu’s-suud).
113 – “Biz” dediler, “istiyoruz ki ondan yiyelim, gönlümüz rahatlasın, senin bize doğru söylediğini bilelim ve ona şahitlik edenlerden olalım.”
114 – Meryem’in oğlu İsa: “Ey büyük Rabbimiz! Ey yüce Allah! Bize gökten bir sofra indir ki bizim hem evvelimiz hem âhirimiz (yani ümmetimizin tamamı) için o gün bir bayram olsun ve Sen’den bir mûcize olsun, bizi rızıklandır, zira rızık verenlerin en hayırlısı Sen’sin” dedi. {KM, Çıkış 16,4; Tesniye 8,3; Matta 26,26-28; Markos 14,22-24}
115 – Allah buyurdu ki: “Ben onu yukarıdan size indiririm, fakat bundan sonra her kim nankörlük edip kâfir olursa, onu dünyada hiç kimseye yapmayacağım derecede cezalandırırım.”
116-118 – Hem Allah Teâlâ: “Ey Meryem oğlu İsa!” Sen mi insanlara “Beni ve annemi Allah’tan gayrı iki tanrı edinin” diye sorguladığı vakit o şöyle diyecek:
“Hâşâ! Sen şerikden ve her noksandan münezzehsin Ya Rabbî! Hakkım olmayan bir şeyi söylemem doğru olmaz, bana yakışmaz.
Hem söylediysem malûmundur elbet. Benim varlığımda olan her şeyi Sen bilirsin, ama ben Sen’in Zatında olanı bilemem. Bütün gaybleri hakkıyla bilen ancak Sen’sin.”
“Sen ne emrettinse ben onlara, bundan başka bir şey söylemedim. Dediğim hep şu idi: “Rabbim ve Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin.”
“Ya Rabbî! Ben aralarında olduğum müddetçe onları kolladım. Fakat vakta ki Sen beni aralarından tutup aldın, onları görüp denetleyen yalnız Sen kaldın. Sen gerçekten her zaman, her şeye hakkıyla şahitsin.
Eğer onları cezalandırırsan, şüphe yok ki onlar Sen’in kullarındır. Onları affedersen, aziz-u hakîm (üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibi) ancak Sen’sin.” [4,172]
Birçok batılı yazarın iddialarının hilafına, Kur’ân-ı Kerim, Meryem’i teslisin bir unsuru saymaz. Yalnız bu âyette onun tanrılaştırıldığını bildirir. Arabistanda ve Suriyede İslam’ın zuhurundan önce Meryem’i tanrılaştıran Collyridiens gibi toplulukların bulunduğunu bir çok müsteşrikin çalışmaları da göstermiştir. Fakat oraya gitmeye gerek yoktur. Katolik mezhebi Meryem hakkında “Tanrının Annesi” (Theotokos) der, onun da ruh ve bedeni ile göğe yükseldiğini, dünyada hazır ve icraatta bulunduğunu, duaların ona yöneltilmesinin yerinde olduğunu kabul eder. Tevhid konusunda çok titiz olan Kur’ân nazarında bunların tanrılaştırma sayılması pek normaldir.
{KM, Matta 4,10; Luka 4,8} İncilin hiçbir yerinde Hz. İsa (a.s.)’ın “Ben Tanrı’yım” şeklinde bir sözü yoktur. Aksine o Allah’ın kulu olmasıyla övünür (Matta 12,18).
119 – Bunlardan sonra Allah buyurur ki: “Bu gün o gündür ki, doğruların doğruluğu kendilerine fayda verir. Onlara içinden ırmaklar akan cennetler var.
Orada daimî kalırlar. Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. İşte büyük başarı ve mutluluk budur!”
120 – Göklerin, yerin ve oradaki her şeyin hâkimiyeti Allah’ındır! ve O her şeye hakkıyla kadirdir.
6 – EN’ÂM SÛRESİ
Mekkede nazil olmuş olup, 165 âyettir. 136-138. âyetlerde geçen en’âm kelimesi vesilesi ile bu isim verilmiştir. En’âm: İnek, deve, koyun, keçi gibi hayvanların genel adıdır. Böylece bu hayvanlarla alakalı hürafeleri ortadan kaldırmak hedeflenmiş olabilir. Bakara sûresi, Kur’ân’ın uzunca bir özeti olup, usûl ve fürûunu en fazla içeren sûredir. Âl-i İmran, Nisa ve Maide sûreleri Ehl-i kitapla ilgili her türlü meseleyi tafsilatlı olarak ele alırlar. Bakara sûresi Yahudilerin iddialarını çürütmeye özellikle ağırlık verirken Âl-i İmran sûresi, ilk yarısında Hıristiyanların iddialarını iptale daha fazla yer verir. Nisa sûresinin son kısmı Hıristiyanlara karşı deliller ihtiva eder ve sûre boyunca da Bakara sûresinde özet halinde kalan münafıkların iç yüzlerini açıklar. Peşinden gelen Mâide sûresi, Yahudi ve Hıristiyanların bazı münferit iddialarını çürütür. Böylece ilk dört uzun sûrede Ehl-i kitapla ilgili meseleler ele alınınca onları izleyen En’âm sûresinde her türlü kâfir ve müşriklerin iddiaları iptal edilir. En’âm sûresi bizzat tevhide, peşinden gelen A’raf sûresi ise tevhid tarihine ağırlık verir. En’âm sûresi, Bakara sûresinde kısa kısa ele alınan ulûhiyyet, nübüvvet ve meâd (âhiret) gibi akaid esaslarını beyan eder. Nisâ ve Mâide sûrelerindeki ahkâma, Enfal ve Tevbe sûreleri cihad, münafıklar ve devletler hukuku ile ilgili hükümleri ilave ederler. Böylece Kur’ân’ın üçte biri, böyle bir bütünlük arz ederek tamamlanır.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1 – Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah’ın hakkıdır. Bir de kâfirler kalkmışlar, birtakım putları Rab’lerine eşit sayıyorlar!
Kur’ân’ın birçok âyetinde semâvat ve’l-ard (gökler ve yer) birlikte ve bu sıra ile geçer. Semâ: meleklerin mekânı, duaların kıblesi, temiz ruhların yükseldiği yer ve küresel yapısı ile yerküreyi her tarafından kuşatması, orada Allah’a hiç isyan edilmemesi, cennetin orada bulunması itibariyle ön sırada yer alır. Fakat arz tek başına ve küçük cirmiyle “göklere” denk tutulur. Bu da, Allah Teâlanın dünyaya yerleştirdiği zengin muhtevanın önemini gösterir. Peygamberlerin ve özellikle Hz. Muhammed (aleyhimüsselam) ın burada zuhuru göklere denk tutulması için yeterli bir sebep değil midir? O bütün âlemlere rahmet olarak gönderilmiş değil midir! [21,107]
2 – O, sizi bir çamurdan yaratan, sonra size bir ecel, bir ömür süresi tayin edendir. Bir de O’nun nezdinde muayyen bir ecel vardır.
Sonra, bir de tutup şüphe ediyorsunuz!
Cenab-ı Allah ilk insan Hz. Âdem (a.s.)ı, çamurdan yarattığı gibi, her bir insanı da çamurdan süzülmüş bir hülasadan yaratır. Zira sperma ile yumurta kandan, kan gıdalardan, gıdalar hayvanî ve nebatî maddelerden, bunlar da topraktan gelir.
3 – Oysaki göklerde de, yerde de gerçek İlah ancak O’dur. O sizin gizlinizi de bilir, açığa vurduğunuzu da. O hayır ve şer olarak ne kazanacağınızı da bilir.
4 – Böyle iken, Rab’lerinden onlara ne zaman bir âyet geldiyse mutlaka ondan yüz çevirirler.
5 – Hakikat kendilerine gelince onu yalan saydılar, alay ettiler; fakat alay ettikleri şeyin haberlerini, onunla alay etmenin ne demek olduğunu yakında öğrenirler!
6 – Kendilerinden önce nice nesilleri imha ettiğimizi görmediler mi? Biz onlara, size vermediğimiz imkânları vermiş, gökten üstlerine bol bol yağmur göndermiş, ayaklarının altından ırmaklar akıtmıştık.
Fakat günahlarından ötürü onları imha ettik ve onların peşinden başka bir nesil yarattık.
7 – Eğer sana kağıda yazılı olarak bir kitap indirmiş olsaydık, kendileri de elleriyle onu tutmuş bulunsalardı o kâfirliklerinde inad eder, yine de: “Bu besbelli bir büyüden başka bir şey değil!” derlerdi. [15,14-15; 52,44]
8 – Bir de: “Ona “bizim de görebileceğimiz bir melek gönderilmeli değil miydi?” dediler. Eğer Biz bir melek gönderseydik elbette iş bitirilmiş olur, sonra kendilerine göz bile açtırılmazdı. [25,22; 15,8]
9 – Şayet o elçiyi melek kılsaydık, yine onu bir adam şeklinde gösterir de düştükleri şüpheye onları yine düşürmüş olurduk. [17,95; 9,128; 3,164]
Beşeriyetin büyük bir kısmının sapması, kendi hemcinslerinden peygamberleri kabul etmemelerinden ileri gelmiştir. Onlara kalsa, otorite sağlamak, bağlanmak için mutlaka insanüstü, tanrısal bir güç olması gerekir. Bu zihniyet hak peygamberlerin öğrettiklerini bile şirkle bulaştırmıştır. Budizm, Hinduizm, Zerdüşt dini, muhtemelen peygamber tebliğleri etrafında oluşmuş büyük dinlerdi. Onlardan daha yakın dönemdeki Hıristiyanlığın bile, Hz. İsa gibi bir peygamberi, Tanrının oğluna dönüştürmesi, bu ihtimali kuvvetlendirmektedir.
Allah, Hz. Muhammed (a.s.)’ın evrensel ve ebedî risâleti ile beşeriyeti eğitmek ve onlara en makul ve yaratılışlarına en uygun bu sade gerçeği benimsetmek istiyor. Sade, güzel, fıtrî gerçek şudur: Kâinatı yaratan Allah’ın insanlık hakkındaki buyruklarını ulaştırmanın en makul yolu, insanların içlerinden seçtiği mükemmel elçilere mesajlarını vahiy yolu ile bildirmesidir. İlâhi terbiye ile en güzel nûmune mertebesine yükselen, Allah’ın kitabını tebliğ, tebyin ve tatbik eden (ulaştıran, açıklayan ve uygulayan) o Peygamber ve bir harfi bile değişmeden Hakkın hücceti olarak ortada olan Kur’ân: Allah’ı, Peygamberi, insanı, hayatı, aklı, evreni, dünyayı âhireti her şeyi yerli yerine koymuştur.
10 – Senden önce de nice peygamberlerle alay edilmişti. Fakat alay ettikleri gerçek, o maskaralık edenlerin üzerine inip her taraflarından sararak mahvetti.
11 – De ki: “Dünyayı gezin dolaşın, sonra da peygamberlere “yalancı” diyenlerin âkıbetlerinin nice olduğunu bir düşünün.”
12-13 – De ki: “Göklerde ve yerde olanlar kimindir?” “Allah’ındır” de. O, rahmet etmeyi Kendisine ilke edinmiştir.
O, geleceğinde hiçbir şüphe olmayan kıyamet günü sizi bir araya toplayacaktır.
Kendilerini en büyük ziyana uğratanlardır ki iman etmezler. Halbuki gecede ve gündüzde barınan herşey O’nundur. O her şeyi işitir ve bilir.
Yüce ve merhametli Yaradan, sırf kendi iradesi ile rahmet ve merhametle muamele etmeyi, Zatına bir yasa edindiğini beyan buyuruyor.
“Allah, yaratıkları varetmeyi dilediğinde, Kendi nezdinde Arş üzerine koyduğu bir fermanında: Benim merhametim gazabımdan ileridir” diye yazmıştır” (hadis-i şerif).
Bir başka hadiste, Allah’ın yüz rahmet yaratıp, bir bölümünü dünyaya bıraktığı, bütün yaratıklardaki şefkatin bunun eseri olduğu, âhirette ise kalan 99 rahmeti ile takviye edilmiş olarak bu rahmet ile muamele buyuracağı bildirilir.
14 – De ki: “Gökleri, yeri yaratan, beslenmeyip besleyen Allah’tan başkasını mı Tanrı edinecek mişim?” “Doğrusu, bana, Allah’a teslim ve itaat edenlerin ilki olmam emredildi” de, ve “sakın müşriklerden olma!” buyuruldu. [39,64]
15 – De ki: “Ben Rabbime isyan etmem halinde, ileride gelecek büyük bir günün azabından korkarım.”
16 – O gün her kim azaptan uzak tutulursa, muhakkak ki Allah ona merhamet etmiştir. İşte en büyük mutluluk, en açık başarı budur. [3,185]
17 – Eğer Allah sana bir sıkıntı verirse O’ndan başkası onu gideremez. Sana bir hayır ve nimet verirse… Zaten O herşeye olduğu gibi, buna da elbette kadirdir. [35,2]
18 – O, kullarının üstünde hükmünü yürüten mutlak hükümrandır, her işi tam hikmetle yapar ve her şeyden haberdardır.
19 – De ki: “Şahit olarak hangi şey daha büyüktür?” “De ki: “Allah! Benimle sizin aranızda o şahit olarak yeter.
Şu Kur’ân bana sizi ve kendisine ulaşan herkesi uyarmam için vahyolundu.”
Allah ile beraber başka tanrılar bulunduğuna gerçekten siz mi şahitlik ediyorsunuz?” Ben asla buna şehadet etmem!” de ve şu hakikatı vurgula: “O, ancak tek İlahdır, başka Tanrı yoktur. Sizin şirkinizle de, şeriklerinizle de benim hiç bir ilişiğim yoktur.” [11,17]
Hz. Peygamberin risaletinin asıl ve en büyük şahidi Allah’tır. Onun şahitliği: Ona mûcizeli bir ferman olan Kur’ân’ı vermesi, daha önceki semavî kitaplarda geleceğini haber vermesi, bazı mûcizelerle desteklemesi, onun dâvetinin esası olan vahdaniyetin (Allah’ın var ve bir olmasının) delillerini kâinatın her tarafına yerleştirmesi, insanın yaratılışına bir Allah’a ve ebedî hayata inanma duygusunu yerleştirmesi tarzlarında olmaktadır.
20 – Kendilerine kitap verdiğimiz ümmetlerin bilginleri o Peygamberi, kendi öz evlatlarını tanıdıkları gibi tanırlar.
Ama kendilerine acımayıp kendi kendilerini en büyük hüsrana uğratanlardır ki iman etmezler. [3,81; 26,196; 61,6]
Yahudi ve Hıristiyanlar kutsal Kitaplarında Hz. Muhammed (a.s.)’ın geleceğini müjdeleyen bilgilere sahiptiler. Ölçüleri kullanan Abdullah b. Selam gibi bir yahudi bilgini: “Ben Peygamberi oğlumu tanıdığımdan daha iyi tanırım. Zira ben Muhammed’in nebî olduğunda şüphe edemem, çocuğuma gelince, ne bileyim, belki de annesi ihanet etmiş olabilir” demiştir. Bu kitaplardaki bilgiler, tahriften sonra bile mevcut olup, bu konuya tahsis edilen kitaplarda yer almaktadır.
21 – Allah adına yalan uydurandan veya Onun âyetlerini yalan sayandan daha zalim kim olabilir ki? Şu muhakkak ki o zalimler felah bulamayacak, muratlarına eremeyeceklerdir.
22 – Gün gelecek, hepsini bir yere toplayıp sonra o müşriklere: “Nerede o şerik olduğunu iddia ettiğiniz tanrılarınız?” diye soracağız.
23 – Sonra onların şirklerinin vardığı son nokta, (sığınacakları tek yalancı özrü) “Rabbimiz Allah hakkı için, vallahi biz müşrik değildik!” demekten ibaret olacaktır.
24 – İşte bak, nasıl da kendi vicdanlarına karşı yalan söylediler! Uydurdukları o tanrılar da kendilerinden uzaklaşıp ortada görünmez oldular.
25 – Onlardan seni Kur’ân okurken dinleyenler de vardır. Fakat Biz onu lâyık olduğu şekilde anlamalarına mani olmak için, onların kalplerine kat kat örtüler gerdik. Kulaklarının içine de, gereği gibi işitmelerini engelleyen ağırlıklar koyduk.
Artık onlar her türlü mûcize ve belgeyi de görseler yine iman etmezler. O kadar ki yanına geldikleri zaman seninle münakaşaya girişerek “Bu, eskilerin masallarından başka bir şey değildir” derler. [17,46; 18,57; 31,7] [KM, İşaya 6,10; Matta 13,13]
26 – Onlar hem halkı Kur’ân’dan ve Peygamberden uzaklaştırırlar, hem de kendileri ondan geri dururlar.
Böylece yalnız kendilerini mahvederler de farkına varmazlar.
27 – Onlar ateşin karşısında durdurulup da “Ah n’olurdu, dünyaya bir geri döndürülsek de Rabbimizin âyetlerini inkâr etmesek, mü’minlerden olsak!” dedikleri zaman bir görsen, neler olacak neler!
28-29 – Hayır! Öteden beri gizledikleri utandırıcı çirkin halleri, münafıklıkları yüzlerine vuruldu da ondan böyle söylüyorlar.
Yoksa geri gönderilseler bile, yine kendilerine yasaklanan kötülükleri yapmaya dönecek ve diyeceklerdi ki: “Hayat, sırf dünya hayatımızdan ibaret, biz bir daha diriltilecek de değiliz!” Onlar, hiç şüphesiz yalancıdırlar.
30 – Hem görsen onları Rab’lerinin huzuruna getirilip hesap meydanında durduruldukları zaman! Hak Teâla: “Nasıl, diyecek, şu gördüğünüz diriliş gerçek değil miymiş?” Onlar da: “Evet, Rabbimiz hakkı için gerçekmiş!” diyecekler.
Allah Teâlâ buyuracak: “Öyle ise, kâfirliğinizden ötürü şimdi tadın azabı!”
31 – Allah’a kavuşmayı yalan sayanlar, gerçekten en büyük hüsrana uğramışlardır.
Nihayet kıyamet saati kendilerini bastırıverince onlar, günah yüklerini sırtlarına yüklenerek: “Eyvah! Dünyada işlediğimiz kusurlarımızdan dolayı yazıklar olsun bize!” diyecekler. Dikkat edin: Ne fena yükler götürüyorlar!
32 – Dünya hayatı bir oyun ve oyalanmadan başka bir şey değildir. Âhiret yurdu ise, fenalıklardan sakınanlar için daha hayırlıdır, hâlâ akıllanmayacak mısınız? [29,64; 47,36]
33 – Ey Resulüm! Onların söylediklerinin seni üzeceğini elbette pek iyi biliyoruz.
Doğrusu onlar seni yalancı saymıyorlar; fakat o zalimler, bile bile Allah’ın âyetlerini inkâr ediyorlar. [35,8; 26,3] {KM, Hezekiel 3,7}
Bu âyet, Allah Teâlanın Hz. Peygamber efendimize verdiği yüce makama delalet eden yerlerden biridir. Zira ona hitaben: “Üzülme! Onlar senin yalan söylediğini iddia etmiyorlar. Onlar Allah’ın âyetlerini yalan sayıyorlar” buyurarak onu sıkıntıdan kurtarıp, yükü Zatının üzerine almaktadır.
Bu teşrif, “yalancı!” iftirasına maruz kalan Efendimizi teselli ettiği gibi, bir gerçeği de dile getiriyordu. Zira müşrikler 40 yaşına kadar içlerinde yaşayıp her halini bildikleri Peygamberimize hep “el-Emîn” (pek dürüst ve güvenli) derlerdi. Elçiliğini açıklayınca onu yalanlamaları, Allah’ın bildirdiklerini kabul etmediklerini gösteriyordu. Nitekim düşman kampın başkanı Ebû Cehil Hz. Peygambere şöyle demişti: “Doğrusu, biz senin yalancı olduğunu söyleyemeyiz, ama senin getirdiğini yalanlıyoruz.”
34 – Senden önce nice peygamberler yalancı sayıldılar da tekzib olunmaya ve her türlü eziyete uğratılmaya karşı sabrettiler. Nihayet kendilerine yardımımız gelip yetişti.
Öyle ya, Allah’ın sabredenlere yardım vaadini değiştirebilecek hiçbir kuvvet yoktur. Nitekim o resullerin kıssalarından bazı bölümler sana ulaşmıştır. [37,171-173; 58,21]
35 – Eğer onların hakka sırt çevirmeleri sana pek ağır gelip de kendilerine bambaşka bir mûcize getirmen için yer altında bir geçit veya göğe çıkacak bir merdiven arama peşinde olursan, şunu bil ki: şayet Allah dileseydi onların hepsini elbette doğru yol üzerinde toplardı. O halde sen sakın bunu bilmeyenlerden, fevrî davrananlardan olma. [10,99]
36 – Ancak kulak verenler bu dâveti kabul ederler. Ölüleri ise Allah diriltecek, sonra Onun huzuruna çıkarılacaklardır. [36,70]
37 – “Ona bizim ısrarla istediğimiz bambaşka bir mûcize indirilse ya!” deyip duruyorlar. De ki: “Şüphesiz Allah öyle bir mûcize göndermeye kadirdir, fakat onların çoğu bunu bilmezler. [10,20; 13,7.27; 17,90-59; 26,4] {KM, Matta 16,1; Markos 8,11}
38 – Hem yerde hareket eden hiç bir canlı, kanatlarıyla uçan hiç bir kuş türü yoktur ki sizin gibi birer toplum teşkil etmesinler.
Biz o kitapta hiçbir şeyi ihmal etmedik. Sonra hepsi Rab’lerinin huzuruna sevkedilip toplanacaklardır. [6,59; 10,61; 11,6; 29,60; 34,3; 36,12]
Fikrî seviyeleri düşük müşriklerin, keyiflerine göre mûcize istemelerine karşı, onların dikkatleri, geçici olmayan ve kâinatın her tarafını dolduran mûcizelere çevriliyor. Bunların; hem Yaratıcının kudretini gösterme, hem de başka yönleriyle de dikkate değer oldukları hatırlatılıyor. Mesela: Kuş türlerinin, arıların, karıncaların ve daha birçok canlıların toplum hayatı yaşadıkları gerçeği bunlardandır.
Bu âyetteki kitap, müfessirlerin çoğuna göre Levh-i Mahfuzdur. Levh-i Mahfuz, ilâhi ahkâma göre, mahlukatın bütününün kaderlerinin kaydolunduğu âlem-i gayba ait bir mahluktur. “Kitab” ın her şeyi ihata eden ilm-i ilahî olduğu da söylenmiştir.
39 – Âyetlerimizi yalan sayanlar, karanlıklar içinde olan birtakım sağırlar ve dilsizlerdir. Allah dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola koyar.
40 – De ki: “Söyleyin bakalım, eğer size Allah’ın azabı gelir yahut kıyamet gelip çatarsa Allah’tan başkasına mı yalvarırsınız? Doğru kimseler iseniz haydi söyleyin gerçeği!” [2,17-18; 24,40]
41 – Hayır! Yalnız O’na yalvarırsınız. O da dilerse duanıza sebep olan sıkıntıyı giderir ve o zaman siz de Allah’a kattığınız o ortakları, o batıl mâbudları unutursunuz. [17,67]
Allah Teâla 2,186 ve 40,60 âyetlerinde duaları kabul buyuracağını bildirir. Bu âyet ise onları ilahî meşiet ile kayıtlar. “Sizin istemeniz, ama Allahın da dilemesi ile duanız kabul edilir” mânası kastedilir.
42 – Senden önce de birtakım ümmetlere resûller gönderdik. Dinlemediler: Hakka dönüş yapsın, suçlarının affı için niyaz etsinler diye onları çetin bir yoksulluk, hastalık ve sıkıntılarla cezalandırdık.
43 – Bâri kendilerine şiddetimiz geldiği vakit yalvarsaydılar, tövbe etseydiler! Fakat heyhât! Onların kalpleri kaskatı olmuş, şeytan da yapmakta oldukları mâsiyet ve günahları kendilerine süslemiş, cazip göstermişti.
44 – Kendilerine verilen öğütleri terkedip unutunca üzerlerine her şeyin, her zevk ve nimetin kapılarını açtık.
Nihayet kendilerine verilen bu genişlik ve serbestlikle tam ferahlandıkları sırada, ansızın onları kıskıvrak yakaladık da bir anda bütün ümitlerini kaybediverdiler!
Bu refah onlara istidrac olarak verilmiştir. Hz. Peygamber (a.s.), bu âyeti açıklamak üzere şöyle buyurur: “İsyanına devam ettiği halde, Allah’ın böyle bir kuluna dünyadan arzu ettiği şeyleri verdiğini görürsen, bil ki bu sadece istidraçtan ibarettir. Sonra da felemma nesû… (bu âyeti) sonuna kadar tilavet etti.”
45 – Âlemlerin Rabbi Allah’a hamd olsun ki böylece, zulmedip duran o gürûhun arkası kesildi.
46 – De ki: “Söyleyin bakalım: Eğer Allah işitme ve görme duyunuzu alır, kalplerinizin üstüne bir de mühür vurursa Allah’tan başka hangi tanrı onları size geri getirebilir?”
Bak, âyetlerimizi nasıl türlü türlü açıklıyoruz da, sonra onlar nasıl yüzçeviriyorlar! [67,23; 8,24; 10,31]
47 – De ki! “Söylesenize bana: Eğer Allah’ın azabı, ansızın yahut göz göre göre size gelirse zalim topluluktan başkası mı helâk olacak?” [6,82]
48 – Biz peygamberleri sadece müjdeci ve uyarıcı olarak gönderiyoruz. O halde kim iman eder, kendini ve işlerini düzeltirse onlara asla korku yoktur. Onlar hiçbir üzüntüye de mâruz kalmayacaklardır.
49 – Âyetlerimizi yalan sayanlar ise isyan edip yoldan çıkmalarından ötürü azaba uğrayacaklardır.
“Yoldan çıkma,” âyetin aslında fısk kelimesi ile ifade edilmiştir. Fısk: İtaat dışına çıkmak demek olup küfr kavramından daha geneldir. Fısk genellikle çok günah için kullanılır. Fâsık: dinin hükümlerini kabul ettikten sonra bütün veya bir kısım hükümlerine aykırı davranan kimseye denilir. Âyette ise münkirlerin, kâfirlerin fısklarından söz edilmektedir.
50 – De ki: “Ben, size Allah’ın hazîneleri benim yanımdadır” demiyorum. Yok, “Ben gaybı bilirim.” Yok, “Ben meleğim” de demiyorum.
Bana ne vahyediliyorsa, ben ancak ona tabi olurum” De ki: “Kör, görenle bir olur mu? Hiç düşünmüyor musunuz? [13,19]
51 – Allah’tan başka birtakım tanrıların, Allah’ın huzurunda toplandıklarında kendilerini kurtaracaklarına inanan o kimseleri sen Kur’ân’la uyar ki, Onun huzurunda kendilerini savunacak ne bir hamileri, ne de bir şefaatçileri olmayacaktır. Böylece umulur ki bu şirkten sakınırlar. [23,57; 13,21]
Meallerin çoğunda net mânanın pek verilmediği bu âyete, çeşitli tefsirlerden yararlandıktan sonra, özellikle Ebussuud’un tercihine göre mâna verdik. Burada günâhkar müminlerin mahşerdeki durumu değil, müşriklerin durumu vurgulanmaktadır.
52 – Sabah akşam Rab’lerine, sırf O’nun cemaline ve rızasına müştak olarak niyaz edenleri yanından kovma. Ne sen onlardan, ne de onlar senden sorumlu değilsiniz ki onları kovup da zalimlerden olasın. [18,28; 26,112-114]
İlk müslüman cemaat arasında Habbab, Bilal, Ammar, Suheyb (r.anhum) gibi köleler ve fakirler vardı. Kureyşin ileri gelenleri Hz. Peygamber (a.s.)’a: “Ne o, kavmine bedel bunlara mı razı oldun?” Biz onların mı peşinden gideceğiz! Onları yanından uzaklaştırırsan belki biz de sana tabi olabiliriz” demeleri üzerine 52-53. âyetler indirildi. 54. âyet, gerekli tutumu bildirmektedir.
53 – Biz onlardan kimini kimi ile, neticede “Allah bula bula aramızdan bunları mı lütfuna lâyık gördü?” desinler diye, işte böyle imtihan ettik. Allah kimin şükrettiğini, kimin lütfuna daha lâyık olduğunu bilmez olur mu? [11,27; 46,11; 19,73]
Burada, o kibirli ileri gelenlerin bu lütfa lâyık olmadıkları ima edilmektedir.
54 – Âyetlerimize iman edenler sana geldikleri zaman onlara:
“Selam sizlere! de.
Rabbiniz merhameti kendi Zatına temel bir ilke edinmiştir.
Sizden kim bilmeyerek bir günah işler de sonra ardından tövbe eder ve halini düzeltirse Onun da gafur ve rahîm (çok affedici ve merhametli) olduğunu bilmelidir.”
55 – Mücrimlerin yolu, müminlerin yolundan ayırt edilsin diye, böylece âyetleri tam tamına açıklıyoruz.
56 – De ki: “Allah’tan başka taptığınız şeylere ibadet etmem bana yasak kılındı.” De ki: “Sizin keyfî arzularınıza uymayacağım; yoksa şaşırmış olurum.”
57 – De ki: “Ben Rabbimden gelen apaçık bir delile dayanmaktayım. Siz ise, onu yalan saydınız.
Gelmesi için acele ettiğiniz azap da benim elimde değildir. Azabı çabuklaştırmak veya ertelemek hakkındaki hüküm, ancak Allah’ındır.
O doğru haber verir. O doğruyu eğriden ayırt edenlerin, hükmedenlerin en hayırlısıdır.”
58 – De ki: “Eğer o acele istediğiniz azap benim elimde olsaydı, benimle sizin aranızdaki iş çoktan bitmiş olurdu.”
Zalimlere nasıl davranılması gerektiğini Allah pek iyi bilir.
59 – Bilinmeyen nice hazineler ve görünmeyen gayb âleminin anahtarları O’nun yanındadır. Onları Kendisinden başkası bilemez.
Karada ve denizde ne varsa hepsini O bilir. O’nun haberi olmadan bir tek yaprak bile düşmez.
Yer altı tabakalarının karanlıkları içindeki tek bir tane, hasılı yaş ve kuru hiç bir şey yoktur ki açık, net bir kitapta bulunmasın. [39,63; 42,12; 10,61; 11,6] {KM, Mezmurlar 139,16; Vahiy 5,1}
Âyetteki mefatih, miftah’ın çoğulu olarak anahtar, meftah’ın çoğulu olarak hazine mânasına gelir. Burada geçen gayb hazineleri veya anahtarlarını Hz. Peygamber, 31,34 âyeti ile şöyle açıklamıştır: “Gayb hazineleri beştir: Kıyamet hakkındaki bilgi Allah’ın nezdindedir. Yağmuru dilediği yere dilediği mikdar indiren O’dur. Rahimlerin ihtiva ettiği çocukların istikballerini bilen O’dur. Hiç kimse yarın yapacağı şeyleri bilemez. Hiç kimse nerede öleceğini bilemez. Her şeyi hakkıyla bilen, her şeyden haberdar olan Allah’tır”. Âyetin sonunda geçen kitab: Levh-i Mahfuz veya ilm-i ilahîdir.
Kur’ân’ın üslubu, ilahi hakikatleri ekseriya müşahhas üslupla anlatır. Bu âyetin ilm-i ilahîyi anlatımı buna dair misaller ihtiva eder. Mücerret üslupla “Allah’ın ezeli ilminin dışında hiçbir şey olmaz” gibi bir ifade yerine burada buyurulduğu gibi çok canlı, uçsuz bucaksız bir manzara içine giriyoruz. Mesela “O’nun haberi olmadan bir tek yaprak bile düşmez” cümlesi, muhatabı dünya genişliğinde bir ormana yerleştiriyor. Her taraf yemyeşil. Sayılara sığmayacak kadar yaprak, yaprak, yaprak… Bunlardan birinin sessizce düşmesi bile O’nun izni dışında olmaz” anlatımıyla varlıkta olan biten herşeyin Allah’ın izni ile olduğu pek etkili tarzda anlatılmaktadır.
60 – O’dur ki geceleyin uykuda sizi kendinizden geçirip alır, gündüzün ne işlediğinizi bilir. Mukadder olan ömür müddetiniz doluncaya kadar, bu bilincinizi alıp, gündüzün sizi uyandırma sürecini devam ettiren de O’dur.
Bu sürecin sonunda da dönüşünüz O’na olacak ve O size yaptıklarınızı bir bir bildirip karşılığını verecektir. [3,55; 39,42; 13,10; 28,73; 78, 10-11]
61 – O kullarının üstünde de tek hâkimdir. O üzerinize, hareketlerinizi kaydeden hafaza meleklerini gönderir.
Nihayet sizden birine ölüm vakti geldiğinde elçilerimiz hiç geciktirmeksizin ve hiçbir işi aksatmaksızın onun ruhunu alırlar. [13,11; 82,10]
62 – Sonra onlar gerçek efendileri, mevlâları olan Allah’a götürülüp teslim edilirler. İyi bilin ki bütün hüküm yetkisi O’nundur ve O hesaba çekenlerin en süratlisidir. [56,50; 10,32] {KM, Mezmurlar 9,9; 67,5; Yeremya 11,20}
63 – De ki: “Kim kurtarır sizi karanın ve denizin karanlıklarından, tehlikelerinden, siz yalvara yakara, ağlaya sızlaya ve gizlice dualar ederek şöyle dediğiniz demler:
“Eğer bizi bundan kurtarırsa, ahdimiz olsun, kesinlikle şükredenlerden olacağız.” [17,67; 27,63; 10,22]
64 – De ki: “Allah kurtarır sizi ondan ve her sıkıntıdan, fakat sonra siz yine şirke girersiniz”.
65 – De ki: “O size tepenizden, yahut ayaklarınızın altından azap göndermeye, yahut sizi gruplar halinde birbirinize katıp kiminize kiminizin hıncını tattırmaya kadirdir.”
Bak, âyetleri nasıl tekrarlıyor, türlü türlü ifade ediyoruz ki onları anlasınlar. [17,68-69; 67, 16-17]
Allah Teâla geçmişte azgınlık eden bazı toplumlara, burada sayılan cezaları indirdiğini bildirmek sûretiyle son Peygamberin (a.s.m) ümmetini de uyarmaktadır. Yukarıdan inen azap: Taş yağması, fırtına, tufan, yıldırım; hastalık ve musîbetler veya kötü yöneticilerden gelen zulüm; aşağıdan gelen azap: deprem, toplumdaki kargaşa, anarşi, asayişsizlik diye açıklanmıştır.
Bu âyetle ilgili bir hadis: “Ümmetimden dört şeyi kaldırması için Allah’a dua ettim; bunlardan ikisini kaldırdı, diğer ikisini kaldırmaya razı olmadı. Gökten taş yağmasını, yere batmayı, onları birbirine düşürmeyi ve kimine kiminin hıncını tattırmayı kaldırmasını diledim. İlk ikisini kaldırdı, öbür ikisini kaldırmaya razı olmadı.”
Müslümanlar arasında tefrika ve birbiriyle kavga haram olmakla beraber, Allah’ın hikmetinin bunlara imkân vermesi, kulların imtihanda olmaları sırrı ile ilgilidir. Mümin şerden, haramdan geri durmakla yükümlüdür.
66-67 – Bu, hakikatin ta kendisi olduğu halde, senin halkın onu yalan saydı. De ki: “Ben sizden sorumlu değilim. Her haberin kararlaştırılmış bir zamanı vardır; Siz de yakında öğrenirsiniz.”
68 – Âyetlerimiz hakkında alaylı tavırla münasebetsizliğe dalanları gördüğün zaman, -onlar başka bir konuya geçinceye kadar- kendilerinden yüzçevir, eğer şeytan bunu sana bir an unutturursa, hatırına geldiği gibi hemen kalk, artık o zalimler gürûhuyla oturma” [4,140] {KM, Mezmurlar 1,1}
69 – Allah’ın azabından sakınan müttakilere, iman etmeyenlerin hesabından dolayı bir sorumluluk yoktur.
Fakat uhdelerine düşen, belki onlar da inanıp küfürden ve cehennemden sakınırlar diye, bir nasihattan ibarettir.
Müttaki: İttika (korunma) masdarından ism-i fail olup bu da, başta küfür ve şirk olarak kişinin, kendisine âhirette zarar verecek olan haram ve günahlardan sakınarak, tâ nihayette cehennem azabından sakınmasıdır.
70 – Dinlerini bir oyuncak ve eğlence haline getiren, kendilerini dünya hayatı aldatmış olan kimseleri kendi hallerine bırak.
Sen yalnız Kur’ân ile va’z et ki,
Allah’tan başka yardımcısı ve şefaatçisi bulunmayan hiçbir nefis, işlediği günahlar yüzünden helâke teslim edilmesin.
O, her türlü fidyeyi denkleştirse bile, yine ondan alınıp kabul edilmez.
İşledikleri günahları yüzünden helâke sürüklenenler, mahvolanlar, işte bunlardır.
İnkârlarından dolayı onlara kaynar sudan bir içecek ve acı veren bir azap vardır. [74,38-39; 3,91; 10,3; 32,4]
71 – De ki: “Allah’tan başka, bize, yalvarıp ibadet ettiğimiz takdirde fayda, terkettiğimiz takdirde zarar vermeyen şeylere mi yalvaralım?
Allah bizi doğru yola koyduktan sonra şeytanların kandırıp şaşkın bir halde çöle düşürdükleri, arkadaşlarının ise “Bize gel!” diye doğru yola çağırıp durdukları ahmak gibi, gerisin geriye İslâm’dan şirke mi dönelim?
De ki: “Allah’ın gösterdiği yol, tek doğru yoldur ve bize âlemlerin Rabbine teslim olmamız emrolundu.” [39,37; 16,37]
72 – “Bir de namazı hakkıyle ifa edin ve Allah’a karşı gelmekten sakının.” diye de emrolundu.
Hepinizin sonunda toplanacağı yer, O’nun huzurudur.
73 – Gökleri ve yeri hak ve hikmet’e yaratan Odur.
O “ol” dediği zaman her şey oluverir. Sözü haktır. Sûra üfleneceği gün de hakimiyet O’nundur.
Görünmeyeni de, görüneni de, olmuşu da, olacağı da O bilir. O, hakîm ve habîrdir (tam hüküm ve hikmet sahibi ve herşeyden hakkıyla haberdardır). [2,117; 18,99; 20,102; 40,16; 25, 26] {KM, Çıkış 19,16; Yoel 2,1; Vahiy 8,9; 11,15; I Korintos 15,52}
74 – Bir zaman İbrâhim, atası Azer’e: “Ne! Sen putları tanrı mı ediniyorsun?
Doğrusu ben seni de kavmini de besbelli bir sapıklık içinde görüyorum” demişti. [19,41-48] {KM, Tekvin 11,27}
Gelecek bölümde Hz. İbrâhim (a.s.)’ın Allah’ın varlığını ve birliğini delillere dayanarak ortaya koyması anlatılmaktadır. Müfessirlerin çoğuna göre, Hz. İbrâhim, muhataplarını irşad ve onlara istidlâl, yani delillere dayanarak tahkikî imana ulaşma yolunu göstermek için bu diyaloğa girmiştir. 78. âyette nakledilen ve onun şirkten berî olduğunu bildiren sözü de buna delildir.
75 – Biz İbrâhim’e (şirkin çirkinliğini gösterdiğimiz gibi) imanında yakîne, kesinliğe ulaşması için göklerin ve yerin muhteşem hükümranlığını da öylece gösteriyorduk. [3,190-191; 7,185; 10,101; 23,88; 34,9; 36,83]
76 – Gece bastırınca İbrâhim bir yıldız gördü, “(İddianıza göre) Rabbim budur!” dedi.
Yıldız sönünce de “Ben öyle sönüp batanları Tanrı diye sevmem” dedi.
77 – Sonra ayı, dolunay halinde doğmuş vaziyette görünce “(İddianıza göre) Rabbim budur!” dedi. Sonra o da batınca: “Rabbim bana doğru yolu göstermeseydi, mutlaka sapmışlardan olurdum” dedi.
78-79 – Daha sonra güneşi doğarken görünce “Rabbim, herhalde budur, bu hepsinden daha büyük!” Batıp kaybolunca da: “Ey halkım, ben sizin Allah’a şerik koştuğunuz şeylerden berîyim.” “Ben batıl dinlerden uzaklaşarak, yüzümü, gökleri ve yeri yaratan Rabbülâlemin’e yönelttim, ben asla sizin gibi müşrik değilim!” dedi. [6,19; 7,54]
80 – Kavmi kendisi ile tartışmaya girişti: O dedi ki: “Allah, bana doğru yolu göstermişken, siz hâlâ benimle O’nun hakkında tartışıyor musunuz? Sizin O’na ortak saydığınız şeylerden ben hiç bir zaman korkmam.
Rabbim ne dilerse o olur. Rabbimin ilmi her şeyi kapsar. Hâlâ kendinize gelip ders almayacak mısınız?”
81 – “Hem siz, Allah’ın size tanrı oldukları hakkında hiçbir delil indirmediği şeyleri Ona ortak saymaktan korkmuyorsunuz da, nasıl ben sizin O’na ortak koştuğunuz şeylerden korkarım?”
Şimdi biliyorsanız söyleyin, bu iki taraftan hangisi korkudan emin olmakta haklıdır?” [53,23; 42,21]
Hz. İbrâhim putlara ve yıldızlara tapmanın aklen tutarsız olduğunu ispatlayınca, öyle anlaşılıyor ki, müşrikler bu sefer, onların Allah nezdinde şefaatçi olabileceklerini söylediler. Bu ancak nakil yolu ile bilinecek bir şey olunca Hz. İbrâhim: “Onların şefaatçiliği hakkında Allah’ın hiçbir delil bildirmediğini” söyledi. Son olarak hürafeci müşrikler, “bizim bu gizemli ilahlarımız seni çarparlar” deyip, psikolojik bir yaklaşımla insanın zaaf damarlarından biri olan korkusunu harekete geçirmeye çalıştılar. O da pek kuvvetli ilzamî bir delille onları susturdu: “Allah’ın kudreti ve birliği kesin. Sizin tanrılarınızın ise zihninizden başka yerde varlıkları yok. Allaha şirkiniz sebebiyle, asıl korkması gereken siz iken, benim ise korkacak hiç bir yanlışım yok iken, ne diye ben korkayım? İyi düşünün: güven istiyorsanız, o sadece tevhid inancındadır.”
82 – İman edip imanlarına zulüm bulaştırmayanlar var ya, işte korkudan emin olma onların hakkıdır, doğru yolda olanlar da onlardır.
83 – İşte bunlar, kavmine karşı İbrâhim’e verdiğimiz delillerdi.
Dilediğimiz kimselerin derecelerini kat kat yükseltiriz.
Muhakkak ki senin Rabbin tam hüküm ve hikmet sahibidir ve O her şeyi hakkıyla bilir.
84 – Biz ona İshak ile Yâkub’u ihsan ettik ve her birini nübüvvete erdirdik.
Daha önce de Nuh’u ve onun neslinden Davud’u, Süleyman’ı, Eyyub’u, Yusuf’u, Mûsâ’yı ve Harun’u da nübüvvete erdirdik.
Biz iyi hareket edenleri işte böyle ödüllendiririz. [19,49; 29,27; 57,26; 19,58]
85 – Zekeriyya’yı, Yahya’yı, Îsâ’yı, İlyas’ı da nübüvvete erdirdik. Onların hepsi de salihlerdendi.
86 – İsmâil’i, Elyesa’ı, Yunus’u, Lut’u da nübüvvete erdirdik; her birini de yaşadıkları asrın insanlarından üstün kıldık.
87 – Onların babalarından, zürriyetlerinden, kardeşlerinden kimini de, aynı şekilde etraflarındaki insanlara üstün kıldık, onları seçtik, onları doğru yola götürdük.
88 – İşte bu yol Allah’ın hidâyet yoludur ki kullarından dilediğini ona götürür. Eğer onlar Allah’a ortak tanısalardı, bütün yaptıkları, elde ettikleri bütün kazançları heder olmuş gitmişti. [39,65; 43,81; 21,17; 39,4]
89 – İşte onlar, kendilerine kitap, hikmet, hükümranlık ve nübüvvet verdiğimiz şahsiyetlerdir. Şimdi o müşrikler bu nübüvveti inkâr ederlerse, biz nübüvveti inkâr etmeyip ona sahip çıkan bir topluluk görevlendiririz.
Hz. Peygamberin evrensel risaleti insanlık için en büyük nimettir. Mekkeli hemşehrileri onun kıymetini bilmeyince Allah ona sahip çıkacak başka bir toplum var edeceğini bildiriyor. İbn Abbas bunu “Ensar” diye tefsir etmişti. İbn Hacer Fethu’l-Barî adlı Buharî şerhinde şöyle der: “Birinci derecede Ensar maksat olmakla birlikte, İslâm tarihi boyunca bu vaadin gerçekleştiğini gösteren müteaddit toplulukların gelmiş olması, Kur’ân’ın mûcizelerindendir. “Kıyamet gününe kadar hak için galibiyetle mücahedeyi sürdüren bir cemaat, ümmetimden eksik olmayacaktır” hadisi de bu gerçeği müjdelemiştir. Bildirilen cemaat bire münhasır değildir, müteaddit olabilir.”
90 – İşte onlar Allah’ın hidâyet verdiği kimselerdir. Sen de onların yolundan yürü ve de ki: “Ben risaleti tebliğden dolayı sizden bir ücret beklemiyorum. O, bütün milletler için bir öğütten, irşaddan ibarettir.
91 – Bazı Yahudiler de Allah’ı gereği gibi tanımadılar. Çünkü “Allah hiçbir insana hiçbir şey indirmemiştir” dediler.
Sen onlara de ki: “Peki, Mûsâ’nın insanlara bir nûr ve rehber olmak üzere getirdiği ve sizin de parça parça kağıtlar haline koyup işinize geleni gösterdiğiniz, fakat çoğunu gizlediğiniz ve sizin de babalarınızın da bilmediğiniz birçok şeyleri sayesinde öğrendiğiniz o kitabı kim indirdi?”
Ey Resulüm sen: “Allah indirdi” de! Sonra bırak daldıkları batıllarında oynaya dursunlar. [10,2; 17,94-95]
92 – İşte bu da bir feyiz kaynağı ve daha önceki kitapları tasdik edici olarak, bir de hem Anakenti, hem de bütün çevresindeki insanları uyarman için indirdiğimiz bir kitap! Âhirete iman edenler, buna da inanırlar ve onlar namazlarını hakkıyle kılmaya devam ederler. [2,41; 7,158; 6,19; 11,17; 25,1; 3,20; 42,7] {KM, II Samuel 20,19}
Kur’ân’ın dâveti evrenseldir. Nitekim bu âyet, “Ümmu’l-Kurâ (Anakent) Mekke ve bütün çevresi” diyerek bunu gösterir. Bu gerçek “bütün insanlara” [7,158], bütün âlemlere (insanlara ve cinlere) 25,1 gibi âyetlerde daha açık bildirilir.
93 – Allah adına yalan uydurandan yahut kendisine hiçbir şey vahyedilmediği halde “Bana da vahyolundu” diyenden, bir de, “Allah’ın indirdiği âyetler gibi ben de indiririm” diye iddia edenden daha zalim kimse olabilir mi?
Ölümün şiddetleri içinde kıvranırken, ölüm meleklerinin de yakalarına yapışıp kendilerine: “Haydi, derhal ruhlarınızı çıkarıp teslim edin! Bugün zillet azabıyla cezalanacaksınız; çünkü Allah hakkında gerçek dışı şeyler söylüyordunuz ve çünkü kibirlenerek O’nun âyetlerinden yüzçeviriyordunuz!” diye haykırdıkları sırada sen o zalimlerin halini bir görsen! [8,31.50; 47,27; 66,6] {KM, Hezekiel 13,6-7}
Allah adına yalan şöyle olur: O’nun söylemediği söz O’na mal edilir, şeriki olmadığı halde ortak koşulur veya O’na eksik sıfatlar verilir.
94 – Kıyamet günü de Hak Teâla şöyle buyuracaktır:” İşte siz ilk yarattığımızda olduğunuz gibi çırıl çıplak, teker teker huzurumuza geldiniz! Size verdiğimiz mallarınızı da çok gerilerde bıraktınız.
Hani, siz dünyada iken Allah’a şerik olduğunu iddia ettiğiniz şefaatçilerinizi de yanınızda görmüyoruz? Gördünüz ya, aranızdaki bağlar bir bir koptu ve ortak olduklarını iddia edip güvendiklerinizin hepsi sizden uzaklaştı.” [28,62-74; 26,92-93; 2,166-167; 23,101; 29,25; 28,64; 74,11]
İnsan dünyadan âhirete hiçbir şey götüremez. Mal, mülk, dünyevî mevki, şöhret hep dünyada kalır. Dirilirken de insan “Anadan doğduğu gibi çıplak, yalınayak ve sünnetsiz” haşredilecektir. Hz. Aişe (r.a.): “Eyvah! Herkes birbirinin mahrem yerlerine bakacak!” deyince Hz. Peygamber (a.s.) bir başka âyetle cevap verip bu âyeti açıklamıştır: “O gün herkesin başından aşkın derdi vardır, (ne erkekler kadınlara, ne de kadınlar erkeklere bakamazlar.)” [80, 37]
95 – Taneleri ve çekirdekleri çatlatıp yararak (her şeyi gelişme yoluna koyan) Allah’tır. Ölüden diriyi O çıkarır, diriden ölüyü çıkaran da O’dur.
İşte bunları yapandır gerçek İlah! Artık nasıl oluyor da haktan uzaklaştırılıyorsunuz? [3,27; 36,33-36]
Ölüden diriyi çıkarmak: kuru taneden yeşil bitki, kâfirin neslinden mümin çıkarma; diriden ölü çıkarma ise bunun aksi olarak açıklanır. Canlılar ölü maddeleri yiyerek beslenir. Bebeğin bedeni ölü sütü, canlı ete dönüştürür. Canlı bedenden ölü süt çıkar. Bunun da ötesinde, hayat ve ölüm deveranı, hayatın sırrı ve kâinatın ihtiva ettiği büyük bir mûcizedir. Su, karbondioksit, hidrojen ve topraktaki inorganik tuzlar, güneş ışığı, yeşil bitkiler ve muayyen bakteriler sayesinde, nebat ve hayvandaki hayat maddesini teşkil eden organik maddelere dönüşürler. İkinci durumda ise bu maddeler, canlı artıkları halinde ölüm âlemine dönerler. Böylece Yüce Yaratıcı akıp giden zamanın her anında ölüden hayat, hayattan ölü çıkarır.
96 – Karanlığı yarıp sabahı ortaya çıkaran O’dur. Geceyi dinlenmeniz, güneş ve ayı da vakitlerinizi hesaplamak için O yarattı. İşte bütün bunlar, azîz ve alîm (mutlak galip ve her şeyi hakkıyla bilen Allah’ın takdiridir). [2,189; 7,54; 93,1-2; 92, 1-2; 91,3-4; 10,5; 36,40]
97 – Karanın ve denizin karanlıkları içinde size yıldızlardan yararlanıp yol bulma imkânı veren O’dur. Gerçekten bilmek, öğrenmek isteyen kimseler için âyetlerimizi açıkça bildirdik.
98 – Sizi bir tek candan yaratan O’dur. Sonra sizin için; bir kalacak yer, bir de emanet olarak duracak yer vardır. Biz âyetlerimizi anlayan kimseler için açıkça bildirdik. [4,1]
Bütün insanların, ilk insan olan babaları Hz. Âdemden çoğalmış olmaları Allah’ın kudretinin delilleridir. Müstekarr: Ana rahmi veya yeryüzündeki ikamet; emanet yeri ise: sulb veya kabirdeki ikamettir. Başka ihtimaller de sözkonusudur.
99 – Gökten su indiren O’dur. Sonra Biz onunla her çeşit bitkiyi çıkarırız. O bitkiden bir filiz, ondan da büyüyüp birbirinin üstüne binmiş taneler, başaklar çıkarırız. Hurma tomurcuklarından sarkan salkımlar, üzüm, zeytin ve nar bahçeleri yetiştiririz.
Bunlardan kimi birbirine benzer, kimi benzemez. Her birinin meyvesine, bir ilk meyve verdiğinde bir de tam olgunlaştıkları zaman bakın! Elbette bütün bunlarda iman edecekler için alınacak birçok dersler vardır. [16,10-11; 21,30; 13,4] {KM, Mezmurlar 104}
100 – Böyle iken tuttular, cinleri Allah’a şerik yaptılar; halbuki bunları da O yaratmıştır. Bundan başka O’na birtakım oğullar ve kızlar yakıştırdılar. Ne dediklerini bildikleri yok. O, müşriklerin Kendisine isnad ettikleri bu gibi nitelendirmelerden münezzehtir, yücedir. [2,116; 4,117-120; 18,50; 19,44; 36,60-61; 34,41]
101 – Gökleri ve yeri yoktan var eden O’dur. O’nun nasıl çocuğu olabilir ki Kendisinin eşi de yoktur. Gerçek şu ki: her şey O’nun mahlûkudur ve O her şeyi hakkıyla bilir. [72,3]
102 – Rabbiniz Allah, işte bu vasıflara sahib olan Yüce Zattır.
O’ndan başka tanrı yoktur. Her şeyi yaratan O’dur.
O halde yalnız O’na ibadet edin. Her şeyin yönetimi Onun elindedir. [3,173]
103 – Gözler O’na erişemez. Onun ilmi ise bütün gözleri ihata eder.
(Gözlerin görmediği herşeye nüfuz eden, herşeyden haberdar olan) latîf ve habîr O’dur. [67,14; 31,16] {KM, Çıkış 33,20; Yuhanna 1,18}
Bu âyet gözlerin, Allah’ı “ihata sûretiyle, künhüne erecek şekilde göremeyeceklerini bildirir. Ehl-i sünnet, anlayışına göre bu âyet, dünyada görmeyi nefyeder, ama cennetlikler Allah’ı göreceklerdir. 75,23 âyeti “Rab’lerine bakacaklar” buyurduğu gibi, başka deliller de vardır. Hz. Peygamber (a.s.)’dan bize ulaşan kesin hadisler ile bu rü’yet meselesi sabit olmuştur. Yalnız birini nakledelim: “Siz şüphe yok ki şu dolunayı nasıl birbirinizi itip kakmadan görüyorsanız Rabbinizi de göreceksiniz.”
104 – Rabbinizden size muhakkak ki deliller gelmiştir.
Artık kim gözünü açar görürse kendi lehine, kim de hakkı görmeyip batılı seçerse kendi aleyhinedir.
Sen de ki: “Ben sizin üzerinizde bekçi değilim.” [22,46]
105 – İşte Biz, âyetleri iyice anlayıp kavramaları için farklı üslûplarla, türlü türlü beyan ederiz.
Biliyoruz ki onlar neticede “Sen ders almışsın!” diyeceklerdir.
Âyetleri böyle türlü türlü açıklamamız, bilmek isteyen kimselere, Kur’ân’ı iyice beyan etmek içindir. [25,4-5; 2,26; 22,53; 74,31; 17,82; 41,44]
106 – Rabbinden sana ne vahyolunuyorsa ona tâbi ol. O’ndan başka tanrı yoktur. Onun için, sen de müşriklerden uzak dur.
107 – Eğer Allah dileseydi onlar müşrik olmazlardı. Biz seni onların üzerine bekçi olarak göndermedik. Sen onların işlerini yürütmekle de görevli değilsin. [13,40; 88,21-22]
108 – Onların Allah’tan başka yalvardıkları tanrılarına hakaret etmeyin ki, onlar da cahillik ederek hadlerini aşıp Allah’a hakaret etmesinler.
Böylece her ümmete, yaptıkları işi güzel gösterdik. Sonra dönüşleri yalnız O’na olacak ve O da yaptıklarını kendilerine bir bir bildirip karşılığını verecektir.
Allah Teâla bir önceki âyette, hikmetiyle insanların hak dini seçip seçmemeyi kendi tercihlerine bıraktığını bildirmiştir. Allah dileseydi hiç müşrik ve kâfir kalmazdı, fakat bunu dilememiştir, buyurarak kâfirlere yapılan tebliğ işinde önemli bir metod veriyor. O da onları haktan iyice uzaklaştıracak şeylerden kaçınmak ve onların putlarına, liderlerine ve inançlarına sövüp hakaret etmemektir. Zira sövüp hakaret etmenin tebliğle ilgisi yoktur. Mümine düşen kızmaksızın, telaşsız, soğukkanlı bir tebliğdir.
109 – Kendilerine bambaşka bir mûcize geldiği takdirde mutlaka ona inanacaklarına dair vargüçleriyle Allah’a yemin ettiler.
De ki: “Mûcizeler ancak Allah’ın yanındadır.” O istedikleri mûcize geldiği zaman onların yine de iman etmeyeceklerinin siz farkında değil misiniz? [17,59]
110 – Onların kalplerini ve gözlerini ters çeviririz. İlkin ona inanmadıkları gibi o mûcizeyi gördükten sonra da inanmazlar ve onları taşkınlıkları içinde şaşkın şaşkın bırakırız.


Kur'an-ı Kerim Dosyaları

Sitemizde sanatçıya ait toplam 50 eser bulunmaktadır. Sanatçının sayfasına gitmek için tıklayın.

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.