Ahmet El Acemi-9.Cüz
9.CÜZ-LATİNCE
7-ARAF SURESİ
Bismillahirrahmanirrahim
88. Kalel meleüllezınestekberu min kavmihı le nuhricenneke ya şüaybü vellezıne amenu meake min karyetina ev leteudünne fı milletina kale e ve lev künna karihın
89. Kadifterayna alellahi keziben in udna fı milletiküm ba’de iz neccanellahü minha ve ma yekunü lena en neude fıha illa ey yeşaellahü rabbüna vesia rabbüna külle şey’in ılma alellahi tevekkelna rabbeneftah beynena ve beyne kavmina bil hakkı ve ente hayrul fatihıyn
90. Ve kalel meleüllezıne keferu min kavmihı le initteba’tüm şüayben inneküm izel le hasirun
91. Fe ehazethümür racfetü fe asbehu fı darihim casimın
92. Ellezıne kezzebu şüayben ke el lem yağnev fıhellezıne kezzebu şüayben kanu hümül hasirın
93. Fe tevella anhüm ve akle ya kavmi le kad eblağtüküm risalati rabbı ve nesahtü leküm fe keyfe asa ala kavmin kafirın
94. Ve ma erselna fı karyetim min nebiyyin illa ehazna ehleha bil be’sai ved darrai leallehüm yeddaraun
95. Sümme beddelna mekanes seyyietil hasenete hatta afev ve kalu kad messe abaenad darraü ves serraü fe ehaznahüm bağtetev ve hüm la yeş’urun
96. Ve lev enne ehlel kura amenu vettekav le fetahna aleyhim berakatim mines semai vel erdı ve lakin kezzebu fe ehaznahüm bima kanu yeksibun
97. E fe emine ehlül kura ey ye’tiyehüm be’süna beyatev ve hüm naimun
98. E ve emine ehlül kura ey ye’tiyehüm be’süna duhav ve hüm yel’abun
99. E fe eminu mekrallah fe la ye’menü mekrallahi illel kavmül hasirun
100. E ve lem yehdi lillezıne yerisunel erda mim ba’di ehliha el lev neşaü esabnahüm bi zünubihim ve natbeu ala kulubihim fe hüm la yesmeun
101. Tilkel kura nekussu aleyke min embaiha ve le kad caethüm rusülühüm bil beyyinat fe ma kanu li yü’minu bima kezzebu min kabl kezalike yatbeullahü ala kulubil kafirın
102. Ve ma vecedna li ekserihim min ahd ve ev vecedna ekserahüm le fasikıyn
103. Sümme beasna mim ba’dihim musa bi ayatina ila fir’avne ve meleihı fe zalemu biha fenzur keyfe kane akıbetül müfsidın
104. Ve kale musa ya fir’avnü innı rasulüm mir rabbil alemın
105. Hakıykun ala el la ekule alellahi illel hakk kad ci’tümü bi beyyinetim mir rabbiküm fe ersil meıye benı israıl
106. Kale in künte ci’te bi ayetin fe’ti biha in künte mines sadikıyn
107. Fe elka asahü fe iza hiye su’banüm mübın
108. Ve nezea yedehu fe iza hiye beydaü lin nazırın
109. Kalel meleü min kavmi fir’avne inne haza le sahırun alım
110. Yürıdü ey yuhriceküm min erdıküm fe maza te’mürun
111. Kalu ercih ve ehahü ve ersil fil medaini haşirın
112. Ye’tuke bi külli sahırin alım
113. Ve caes seharatü fir’avne kalu inne lena le ecran in künna nahnül ğalibın
114. Kale neam ve inneküm le minel mükarrabın
115. Kalu ya musa imma en tülkıye ve imma en nekune nahnül mülkıy
116. Kale elku fe lemma elkav seharu a’yünen nasi vesterhebuhüm ve cau bi sıhrin azıym
117. Ve evhayna ila musa en elkı asak fe iza hiye telkafü ma ye’fikın
118. Fe vekaal hakku ve betale ma kanu ya’melun
119. Fe ğulibu hünalike venkalebu sağırın
120. Ve ülkıyes seharatü sacidın
121. Kalu amenna bi rabbil alemın
122. Rabbi musa ve harun
123. Kale fir’avnü amentüm bihı kable en azene leküm inne haza le mekrum mekertümuhü fil medıneti li tuhricu minha ehleha fe sevfe ta’lemun
124. Le ükattıanne eydiyeküm ve ercüleküm min hılafin sümme le üsallibenneküm ecmeıyn
125. Kalu inna ila rabbina münkalibun
126. Ve ma tenkımü minna illa en amenna bi ayati rabbina lemma caetna rabbena efrığ aleyna sabrav ve teveffena müslimın
127. Ve kalel meleü min kavmi fir’avne e etezru musa ve kavmehu li yüfsidu fil erdı ve yezerake ve alihetek kale senükattilü ebnaehüm ve nestahyı nisaehüm ve inna fevkahüm kahirun
128. Kale musa li kavmihisteıynu billahi vasbiru innel erda lillah yurisüha mey yeşaü min ıbadih vel akıbetü lil müttekıyn
129. Kalu uzına min kabli en te’tiyena ve mim ba’di ma ci’tena kale asa rabbüküm ey yühlike adüvveküm ve yestahlifeküm fil erdı fe yenzura keyfe ta’melun
130. Ve le kad ehazna ale fir’avne bis sinıne ve naksım mines semerati leallehüm yezzekkerun
131. Fe iza caethümül hasenetü kalu lena hazih ve in tüsıbhüm seyyietüy yettayyeru bi musa ve mem meah e la innema tairuhüm ındellahi ve lakinne ekserahüm la ya’lemun
132. Ve kalu mehma te’tina bihı min ayetil li tesharana biha fe ma nahnü leke bi mü’minın
133. Fe erselna aleyhimüt tufane vel cerade vel kummele ved dafadia ved deme ayatim müfessalatin festekberu ve kanu kavmem mücrimın
134. Ve lemma vekaa aleyhimür riczü kalu ya mused’u lena rabbeke bima ahide ındek le in keşefte annar ricze le nü’minenne leke ve le nürsilenne meake benı israıl
135. Felemma keşefna anhümür ricze ila ecelin hüm baliğuhü iza hüm yenküsun
136. Fentekamna minhüm fe ağraknahüm fil yemmi bi ennehüm kezzebu bi ayatina ve kanu anha ğafilın
137. Ve evrasnel kavmellezıne kanu yüstad’afune meşarikal erdı ve meğaribehelletı barakna fıha ve temmet kelimetü rabbikel husna ala benı israıle bima saberu ve demmerna ma kane yesneu fir’avnü ve kavmühu ve ma kanu ya’rişun
138. Ve cavezna bi benı israilel bahra fe etev ala kavmiy ya’küfune ala asnamil lehüm kalu ya musec’al lena ilahen kema lehüm aliheh kale inneküm kavmün techelun
139. İnne haülai mütebberum ma hüm fıhi ve batılüm ma kanu ya’melun
140. Kale eğayrallahi ebğıyküm ilahev ve hüve feddaleküm alel alemın
141. Ve iz enceynaküm min ali fir’avne yesumuneküm suel azab yükattilune ebnaeküm ve yestahyune nisaeküm ve fı zaliküm belaüm mir rabbiküm azıym
142. Ve vaadna musa selasıne leyletev ve etmemnaha bi aşrin fe temme mıkatü rabbihı erbeıyne leyleh ve kale musa li ehıyhi harunahlüfnı fı kavmı ve aslıh ve la tettebı’ sebılel müfsidın
143. Ve lemma cae musa li mıkatina ve kelemehu rabbühu kale rabbi erinı enzir ileyk kale len teranı ve lakininzur ilel cebeli fe inistekarra mekanehu fe sevfe teranı felemma tecella rabbühu lil cebeli cealehu dekkev ve harra musa saıka felemma efaka kale sübhaneke tübtü ileyke ve ene evvelül mü’minın
144. Kale ya musa innistafeytüke alen nasi bi risalatı ve bi kelamı fe huz ma ateytüke ve küm mineş şakirın
145. Ve ketebna lehufil elvahı min külli şey’im mev’ızatev ve tefsıylel li külli şey’ fe huzha bi kuvvetiv ve’mür kavmeke ye’huzha bi ahseniha seürıküm daral fasikıyn
146. Seasrifü an ayatiyellezıne yetekebberune fil erdı bi ğayril hakk ve iy yerav külle ayetil la yü’minu biha ve iy yerav sebıler rüşdi la yettehızuhü sebıla ve iy yerav sebılel ğayyi yettehızuhü sebıla zalike bi ennehüm kezzebu bi ayatina ve kanu anha ğafilın
147. Vellezıne kezzebu bi ayatina ve likail ahırati habitat a’malühüm hel yüczevne illa ma kanu ya’melun
148. Vettehaze kavmü musa mim ba’dihı min huliyyihim ıclen cesedel lehu huvar e lem yerav ennehu la yükellimühüm ve la yehdıhim sebıla ittehazuhü ve kanu zalimın
149. Ve lemma sükıta fı eydıhim ve raev ennehül kad dallu kalu leil lem yerhamna rabbüna ve yağfir lena lenekunenne minel hasirın
150. Ve lemma racea musa ila kavmihı ğadbane esifen kale bi’sema haleftümunı mim ba’dı e aciltüm emra rabbiküm ve elkal elvaha ve ehaze bi ra’si ehıyhi yecürrühu ileyh kalebne ümme innel kavmestad’afunı ve kadu yaktülunenı fe la tüşmit biyel a’dae ve la tec’alnı meal kavmiz zalimın
151. Kale rabbığfir lı ve li ehıy ve edhılna fı rahmetike ve ente erhamür rahımın
152. İnnellezınet tehazül ıcle seyenalühüm ğadabüm mir rabbihim ve zilletün fil hayatid dünya ve kezalike neczil müfterın
153. Vellezıne amilüs seyyiati sümme tabu mim ba’diha ve amenu inne rabbeke mim ba’diha le ğafurur rahıym
154. Ve lemma sekete am musel ğadabü ehazel elvah ve fı nüshatiha hüdev ve rahmetül lillezıne hüm li rabbihim yerhebun
155. Vahtara musa kavmehu seb’ıyne racülel li mıkatina felemma ehazethümür racfetü kale rabbi lev şi’te ehlektehüm min kablü ve iyyay e tühliküna bima feales süfehaü minna in hiye illa fitnetük tüdıllü biha men teşaü ve tehdı men teşa’ ente veliyyüna fağfir lena verhamna ve nete hayrul ğafirın
156. Vektüb lena fı hazihid dünya hazenetev ve fil ahırati inna hüdna ileyk kale azabı üsıybü bihı men eşa’ ve rahmetı vesiat külle şey’ fe seektübüha lillezıne yettekune ve yü’tunez zekate vellezıne hüm bi ayatina yü’minun
157. Ellezıne yettebiuner rasulen nebiyyel ümmiyyellezı yecidune mektuben ındehüm fit tevrati vel incıli ye’müruhüm bil ma’rufi ve yenhahüm anil münkeri ve yühıllü lehümüt tayyibati ve yüharrimü aleyhimül habaise ve yedau anhüm ısrahüm vel ağlalelletı kanet aleyhim fellezıne amenu bihı ve azzeruhü ve nesaruhü vetteveun nurallezı ünzile meahu ülaike hümül müflihun
158. Kul ya eyyühen nasü innı rasulüllahi ileyküm cemıanillezı lehu mülküs semavati vel ard la ilahe illa hüve yuhyı ve yümıtü fe aminu billahi ve rasulihin nebiyyil ümmiyyellezı yü’minü billahi ve kelimetihı vettebiuhü lealleküm tehtedun
159. Ve min kavmi musa ümmetüy yehdune bil hakkı ve bihı ya’dilun
160. Ve katta’nahümüsnetey aşrate esbatan ümema ve evhayna ila musa izisteskahü kavmühu enıdrib bi asakel hacer fembeceset minhüsneta aşrate ayna kad alime küllü ünasim meşrabehüm ve zallelna aleyhimül ğamame ve enzelna aleyhimül menne ves selva külu min tayyibati ma razaknaküm ve ma zalemuna ve lakin kanu enfüsehüm yazlimun
161. Ve iz kıyle lehümüskünu hazihil kayete ve külu minha haysü şi’tüm ve kulu hıttatüv vedhulül babe sücceden nağfirleküm hatıy’atiküm senezıdül muhsinın
162. Fe beddelellezıne zalemu minhüm kavlen ğayrallezı kıyle lehüm fe erselna aleyhim riczem mines semai bima kanu yazlimun
163. Ves’elhüm anil karyetilletı kanet hadıratel bahr iz ya’dune fis sebti iz te’tıhim hıytanühüm yevme sevtihim şürraav ve yevme la yesbitune la te’tıhim kezalike nebluhüm bima kanu yefsükun
164. Ve iz kalet ümmetüm minhüm lime teızune kavmenillahü mühlikühüm ev müazzibühüm azaben şedıda kalu ma’ziraten illa rabbiküm ve leallehüm yettekun
165. Felemma nesu ma zükkiru bihı enceynellezıne yenhevne anis sui ve ehaznellezıne zalemu bi azabim beısim bima kanu yefsükun
166. Felemma atev amma nühu anhü kulna lehüm kunu kıradetem hasiın
167. Ve iz teezzene rabbüke le yeb’asenne aleyhim ila yevmil kıyameti mey yesumühüm suel azab inne rabbeke le serıul ıkab ve innehu le ğafurur rahıym
168. Ve katta’nahüm fil erdı ümema minhümüs salihune ve minhüm dune zalike ve belevnahüm bil hasenati ves seyyiati leallehüm yarciun
169. Fe halefe mim ba’dihim hayfüv verisül kitabe ye’huzune arada hazel edna ve yekulune se yuğferulena ve iy ye’tihim aradum mislühu ye’huzuh e lem yü’haz aleyhim mısakul kitabi el la yekulü alellahi illel hakka ve derasu ma fıh ved darul ahıratü hayrul lillezıne yettekun e fela ta’kılun
170. Vellezıne yümessikune bil kitabi ve ekamüs salah inna la nüdıy’u ecral muslihıyn
171. Ve iz netaknel cebel fevkahüm keennehu zulletüv ve zannu ennehu vakıum bihım huzu ma ateynaküm bi kuvvetiv vezküru ma fıhi lealleküm tettekun
172. Ve iz ehaze rabbüke mim benı ademe min zuhurihim zürriyyetehüm ve eşhedehüm ala enfüsihim elestü bi rabbiküm kalu bela şehidna en tekulu yevmel kıyameti inna künna an haza ğafilın
173. Ev tekulu innema eşrake abaüna min kablü ve künna zürriyyetem mim ba’dihim e fetühliküna bima fealel mübtılun
174. Ve kezalike nüfessılül ayati ve leallehüm yarciun
175. Vetlü aleyhim nebeellezı ateynahü ayatina feneseleha minha fe etbeahüş şeytanü fe kane minel ğavın
176. Ve lev şi’na le rafa’nahü biha ve lakinnehu ahlede ilel erdı vettebea hevah fe meselühu ke meselil kelb in tahmil aleyhi yelhes ev tetrukhü yelhes zalike meselül kavmillezıne kezzebu bi ayatina faksusıl kasasa leallehüm yetefekkerun
177. Sae meselenil kavmüllezıne kezzebu bi ayatina ve enfüsehüm kanu yazlimun
178. Mey yehdillahü fe hüvel mühtedı ve mey yudlil fe ülaike hümül hasirun
179. Ve le kad zera’na li cehenneme kesıram minel cinni vel insi lehüm kulubül la yefkahune biha ve lehüm a’yünül la yübsırune biha ve lehüm azanül la yesmeune biha ülaike kel en’ami bel hüm edall ülaike hümül ğafilun
180. Ve lillahil esmaül husna fed’uhü biha ve zerullezıne yülhıdune fı esmail seyüczevne ma kanu ya’melun
181. Ve mimmen halakna ümmetüy yehdune bil hakku ve bihı ya’dilun
182. Vellezine kezzebu bi ayatina senestedricühüm min haysü la ya’lemun
183. Ve ümlı lehüm inne keydı metın
184. E ve lem yetefekkeru ma bi sahıbihim min cinneh in hüve illa nezırum mübın
185. E ve lem yenzuru fı melekutis semavati vel erdı ve ma halekallahü min şey’iv ve en asa ey yekune kadıkterabe ecelühüm fe bi eyyi hadısim ba’dehu yü’minun
186. Mey yudlilillahü fe la hadiye leh ve yezeruhüm fı tuğyanihim ya’mehun
187. Yes’eluneke anis saati eyyane mürsaha kul innema ılmüha ınde rabbı la yücellıha lil vaktiha illa hu sekulet fis semavati vel ard la te’tıküm illa bağteh yes’eluneke keenneke hafiyyün anha kul innema ılmüha ındellahi ve lakinne ekseran nasi la ya’lemun
188. Kul la emlikü li nefsı nef’av ve la darran illa ma şaellah ve lev küntü a’lemül ğaybe lesteksertü minel hayr ve ma messeniyes suü in ene illa nezıruv ve beşırul li kavmiy yü’minun
189. Hüvellezı halekaküm min nefsiv vahıdetiv ve ceale minha zevceha li yesküne ileyha felemma teğaşşaha hamelet hamlen hafıfen fe merrat bih felemma eskalet deavellahe rabbehüma lein ateytina salihal lenekunenne mineş şakirın
190. Felemma atahüma salihan ceala lehu şürakae fıma atahüma fe tealellahü amma yüşrikun
191. E yüşrikune ma la yahlüku şey’ev ve hüm yuhlekun
192. Ve la yestetuy’une lehüm nasra v ve la enfüsehüm yensurun
193. Ve in ted’uhüm ilel hüda la yettebiuküm sevaün aleyküm e deavtümuhüm em entüm samitun
194. İnnellezıne ted’une min dunillahi ıbadün emsalüküm fed’uhüm felyestecıbu leküm in küntüm sadikıyn
195. E lehüm ercülüy yemşune biha em lehüm eydiy yebtışune biha em lehüm a’yünüy yübsırune biha em lehüm azanüy yesmeune biha kulid’u şürakaeküm sümme kıduni fela tünzırun
196. İnne veliyyiyallahüllezı nezzelel kitabe ve hüve yetevelles salihıyn
197. Vellezıne ted’une min dunihı la yestetıy’une nasraküm ve la enfüsehüm yensurun
198. Ve in ted’uhüm ilel hüda la yesmeu ve terahüm yenzurune ileyke ve hüm la yübsırun
199. Huzil afve ve’mür bil urfi ve a’rıd anil cahilın
200. Ve imma yenzeğanneke mineş şeytani nezğun festeız billah innehu semiun alım
201. İnnellezınettekav iza messehüm taifüm mineş şeytani tezekkeru fe izahüm mübsırun
202. Ve ıhvanühüm yemüddunehüm fil ğayyi sümme la yuksırun
203. Ve iza lem te’tihim bi ayatin kalu lev lectebeyteha kul innema ettebiu ma yuha ileyye mir rabbı haza besairu mir rabbiküm ve hüdev ve rahmetül li kavmiy yü’minun
204. Ve iza kuriel kur’anü festemiu lehu ve ensıtu lealleküm türhamun
205. Vezkür rabbeke fı nefsike tedardruav ve hıyfetev ve dunel cehri minel ğafilın
206. İnnellezıne ınde rabbike la yestekbirune an ıbadetihı ve yüsebbihune hu ve lehu yescüdun
8-ENFAL SURESİ
Bismillahirrahmanirrahim
1. Yes’eluneke anil enfal kulil enfalü lillahi ver rasul fettekullahe ve aslihu zate beyniküm ve etıy’ullahe ve rasulehu in küntüm mü’minın
2. İnnemel mü’minunellezıne iza zükirallahü vecilet kulubühüm ve iza tüliyet aleyhim ayatühu zadethüm ımanev ve ala rabbihim yetevekkelun
3. Ellezıne yükıymunes salate ve mimma razaknahüm yünfikun
4. Ülaike hümül mü’minine hakka lehüm deracatün ınde rabbihim ve mağfiratüv ve rizkun kerım
5. Kema ahraceke rabbüke mim beytike bil hakkı ve inne ferıkam minel mü’minıne le karihun
6. Yücadiluneke fil hakkı ba’de ma tebeyyene keennema yüsakune ilel mevti ve hüm yenzurun
7. Ve iz yeıdükümüllahü ıhdet taifeteyni enneha leküm ve teveddune enne ğayra zatiş şevketi tekunü leküm ve yürıdüllahü ey yühıkkal hakka bi kelimatihı ve yaktaa dabiral kafirın
8. Li yühıkkal hakka ve yübtılel batıle ve lev kerihel mücrimun
9. İz testeğıysune rabbeküm festecabe leküm ennı mümiddüküm bi elfim minel melaiketi mürdifın
10. Ve ma cealehüllahü illa büşra ve li tatmeinne bihı kulubüküm ve men nasru illa min ındillah innellahe azızün hakım
11. İz yüğaşşikümün nüase emenetem minhü ve yünessilü aleyküm mines semai mael li yütahhiraküm bihı ve yüzhibe anküm riczeş şeytani ve li yerbita ala kulubiküm ve yüsebbite bihil akdam
12. İz yuhıy rabbüke ilel melaiketi ennı meaküm fe sebbitüllezıne amenu seülkıy fı kulubillezıne keferur ru’be fadribu fevkal a’nakı vadribu minhüm külle benan
13. Zalike bi ennehüm şakkullahe ve rasuleh ve mey yüşakıkıllahe ve rasulehu fe innellahe şedıdül ıkab
14. Zaliküm fe zukuhü ve enne lil kafirıne azaben nar
15. Ya eyyühellezıne amenu iza lekıytümüllezıne keferu zahfen fe la tüvelluhümül edbar
16. Ve mey yüvellihim yevmeizin dübürahu illa müteharrifel li kıtalin ev mütehayyizen ila fietin fe kad bae bi ğadabim minellahi ve me’vahü cehennem ve bi’sel mesıyr
17. Fe lem taktüluhüm ve lakinnellahe katelehüm ve ma rameyte iz rameyte ve lakinnellahe rama ve li yübliyel mü’minıne minhü belaen hasena innellahe semıun alım
18. Zaliküm ve ennellahe muhinü keydil kafirın
19. İn testeftihu fekad caekümül feth ve in tentehu fe hüve hayrul leküm ve in teudu neud ve len tuğniye anküm fietüküm şey’ev ve lev kesürat ve ennellahe meal mü’minın
20. Ya eyyühellezıne amenu etıy’ullahe ve rasulehu vela tevellev anhü ve entüm tesmeun
21. Ve la tekunu kellezıne kalu semı’na ve hüm la yesmeun
22. İnne şerrad devabbi ındellahis summül bükmüllezıne la ya’kılun
23. Ve lev alimellahü fıhim hayral le esmeahüm ve lev esmeahüm le tevellev ve hüm mu’ridun
24. Ya eyyühellezıne amenüstecıbü lillahi v lir rasuli iza deaküm lima yühyıküm va’lemu ennellahe yehulü beynel mer’i ve kalbihı ve ennehu ileyhi tuhşerun
25. Vetteku fitnetel la tüsıybennellezıne zalemu minküm hassah va’lemu ennellahe şedıdül ıkab
26. Vesküru iz entüm kalılüm müsted’afune fil erdı tehafune ey yetehattafekümün nasü fe avaküm ve eyyedeküm bi nasrihı ve razekaküm minet tayyibati lealleküm teşkürun
27. Ya eyyühellezıne amenu la tehunüllahe ver rasule ve tehunu emanatiküm ve entüm ta’lemun
28. Va’lemu ennema emvalüküm ve evladüküm fitnetüv ve ennellahe ındehu ecrun azıym
29. Ya eyyühellezıne amenu in tettekullahe yec’al leküm fürkanev ve yükeffir anküm seyyiatiküm ve yağfir leküm vallahü zül fadlil azıym
30. Ve iz yemküru bikellezıne keferu li yüsbituke ev yaktüluke ev yuhricuk ve yemkürune ve yemkürullah vallahü hayrul makirın
31. Ve iza tütla alehim ayatüna kalu kad semı’na lev neşaü le kulna misle haza in haza illa esatıyrul evvelın
32. Ve iz kalüllahümme in kane haza hüvel hakka min ındike fe emtır aleyna hıcaratem mines semai evi’tina bi azabin elım
33. Ve ma kanellahü li yüazzibehüm ve ente fıhim ve ma kanellahü müazzibehüm ve hüm yestağfirun
34. Ve ma lehüm ella yüazzibehümüllahü ve hüm yesuddune anil mescidil harami ve ma kanu evliyaeh in evliyaühu illel müttekune ve lakinne ekserahüm la ya’lemun
35. Ve ma kane salatühüm ındel beyti illa mükaev ve tasdiyeh fe zukul azabe bi ma küntüm tekfürun
36. İnnellezıne keferu yünfikune emvalehüm li yesuddu an sebılillah fe seyünfikuneha sümme tekunü aleyhim hasraten sümme yuğlebun vellezıne keferu ila cehenneme yuhşerun
37. Li yemizellahül habise minet tayyibi ve yec’alel habıse ba’dahu ala ba’dın fe yerkümehu cemıan fe yec’alehu fı cehennem ülaike hümül hasirun
38. Kul lillezıne keferu iy yentehu yuğfer lehüm ma kad selef ve iy yeudu fe kad medat sünnetül evvelın
39. Ve katiluhüm hatta la tekune fitnetüv ve yekuned dınü küllühu lillah fe inintehev fe innellahe bi ma ya’melune besıyr
40. Ve in tevellev fa’lemu ennellahe mevlaküm nı’mel mevla ve nı’men nesıyr
9.CÜZ-MEAL
7-ARAF SURESİ
88 – Halkından kibirlenen eşraf grubu: “Bak Şuayb! dediler, yeminle söylüyoruz:
Ya tekrar dinimize dönersiniz. Ya da seni de, sana inanan taraftarlarını da ülkemizden süreriz!”
Şuayb şöyle cevap verdi: “Peki, istemesek de mi dinimizden döndürüp süreceksiniz (Ya istemezsek ne olacakmış!)
89 – “Allah bizi sizin o batıl dininizden kurtardıktan sonra kalkıp tekrar dininize dönecek olursak Allah’a büyük bir iftira atmış oluruz.
Allah göstermesin, sizin inancınıza dönmemiz kesinlikle mümkün değil! Rabbimizin ilmi her şeyi kapsar.
Biz yalnız Allah’a dayanırız.
Ey bizim Rabbimiz! Bizimle şu halkımız arasında Sen âdil hükmünü ver, haklı haksız açığa çıksın. Sen elbette hüküm verenlerin en iyisisin!” [26,118]
90 – Kavminden inkâra sapan ileri gelenler “Eğer Şuayb’a uyacak olursanız kesinlikle perişan olursunuz!” diye tehditte bulundular.
91 – Derken şiddetli bir deprem onları kıskıvrak yakaladı ve derhal oldukları yerde çökekaldılar. [11,94; 26,189]
92 – Şuayb’ı yalancı sayanlar…
onlar değildi sanki vatanlarında, şen şakrak dolaşanlar!
Şuayb’ı yalancı sayıp perişan etmek isteyenler… asıl perişan olanlar, işte onlar oldular.
93 – Gördüğü müthiş manzara karşısında Şuayb, yüzünü üzüntü ile öteye çevirip:
“Zavallı halkım!” dedi, “ben size Rabbimin buyruklarını tebliğ etmiştim, sizin iyiliğinize çalışmıştım, size öğütler vermiştim!
Artık böyle nankör, böyle kâfir bir toplum için ne diye üzülüp kendimi harap edeyim!”
94 – Biz hangi ülkeye peygamber gönderdiysek, mutlaka ilkin oranın halkını, gafletten uyarsın,
Allah’a yönelip yalvarsınlar diye yoksulluğa, hastalık ve musîbetlere duçar ederiz.
95 – Sonra o kötü durumları değiştirip güzellikleri yayarız.
Zamanla ahali çoğalıp “Vaktiyle atalarımız gâh üzülmüş, gâh sevinmişlerdi.” derler
ve fakat olaylardan ibret alıp şükretmezler.
Derken, o bilinçsiz halleriyle, hiç hatırlarından geçmezken, ansızın onları tutup bastırırız.
96 – Eğer o ülkelerin ahalisi iman edip Allah’a karşı gelmekten sakınsalardı, elbette Biz üzerlerine gökten, yerden nice bereket ve bolluk kapılarını açardık. Fakat onlar peygamberleri yalancı saydılar, Biz de işledikleri kötülükler sebebiyle kendilerini cezaya çarptırdık. [37,147-148; 10,98; 34,34]
97 – Peki o ülkelerin ahalisi, geceleyin uyurlarken satvetimizin kendilerine baskın halinde gelivermesinden emin mi oldular?
98 – Yoksa onlar güpegündüz eğlenirlerken azabımızın kendilerine gelmesinden emin mi oldular?
99 – Yoksa onlar Allah’ın anzısın kendilerini azapla bastırmasından emin mi oldular?
Fakat şu muhakkak ki, kendilerine yazık eden kimselerden başkası, Allah’ın anzısın bastırıvermesinden emin olamaz.
100 – Önceki sahiplerinden sonra dünya mülküne varis olanlar hâlâ şu gerçeği anlamadılar mı ki, eğer dilemiş olsaydık kendilerini de günahları sebebiyle musîbetlere uğratırdık?
Fakat biz kalplerini mühürleriz de onlar işitmez, anlamaz hâle gelirler. [20,128; 32,29; 14,44-45; 19,98; 22-45-46]
101 – İşte o ülkelerin haberlerinden bir kısmını sana böylece anlatıyoruz. Oraların halklarına peygamberlerimiz açık deliller, mûcizeler getirdiler.
Fakat onlar iman etmediler. Çünkü ondan önce tekzip ve inkâr etmeyi âdet haline getirmişlerdi. Allah kâfirlerin kalplerini işte böyle mühürler! [17,15; 11,101-102]
102 – Biz onların çoğunda sözünde durma diye bir şey bulmadık; onların ekserisinin sadece itaat dışına çıkmış kimseler olduğunu gördük. [21,25; 57,8]
103 – Onlardan sonra Mûsâ’yı âyetlerimizle Firavun’a ve onun ileri gelen yetkililerine gönderdik.
Onlar âyetlerimize haksızlık ettiler. Ettiler de, bak o müfsitlerin âkıbeti nice oldu! [20,42-79; 27,14] {KM, Çıkış 7 ve 15. bölümler}
Mele’: Aynı görüş ve maksatla bir araya gelip şekil ve görünüşleri, kıymet ve önemleri ile göz dolduran hey’et. Meselâ bir dernek, bir kabine, bir parlamento, bir ordunun bütünü adına söz söylemeye yetkili kişilerin teşkil ettikleri hey’et. Firavun’un bu danışma meclisine hitaben “Ne buyurursunuz?” (7,110) demesinden, bunların yönetimde önemli yerlerinin olduğu anlaşılıyor.
104 – Mûsâ: “Ey Firavun, dedi, ben âlemlerin Rabbi tarafından gönderilen bir resulüm.”
Hz. Mûsâ (a.s.)’ın muhatabı Firavun’un M.Ö. 1292-1225 arasında yaşayan Ramses II olduğu kabul edilir. İsrailoğullarının takvimine göre Hz. Mûsâ M.Ö. 1272 yılında vefat etmiştir. Fakat bu tarihler takribidir. Çünkü İsrail, Mısır ve Hıristiyan takvimlerinin tarihlerini uzlaştırmak pek zordur. Bu Firavun’un oğlunun adı Mineftahdır. Mısır’dan çıkış öncesinde Hz. Mûsâ’nın muhatabı Firavun da muhtemelen budur.
105 – “Başta gelen görevim, Allah Teâla hakkında, gerçek dışı bir şey söylemememdir.
Gerçekten size Rabbinizden çok açık bir belge getirdim.
Artık İsrailoğullarını benimle beraber gönder.”
Hz. Yusuf (a.s.) kuyudan çıkarılıp satılınca Mısırda Vezirin sarayında kalmış, daha sonra da Mısırın Maliye bakanı olmuştu. Babası Hz. Yâkubu (a.s.), dâvet etmiş, o da ailesi ve İsrailoğulları ile Filistinden beraberce gelip Mısır’a yerleşmişlerdi. Zamanla, Mısır Firavunları onlara parya, hizmetçi muamelesi yapmış, ağır işlerde çalıştırmaya gitmişlerdi. Onlara zulüm ve işkence uygulamışlardı. Mûsâ (a.s.) onlardan, muvahhit bir ümmet teşkil etmek için Firavunlara esir olmaktan kurtarıp, hür olarak, vatanları Filistin’e yerleştirmek istemişti.
106 – “Eğer, dedi Firavun, gerçekten getirdiğin bir belge varsa ve sen doğru söyleyen biri isen, onu ortaya koy da görelim.”
107-108 – Bunun üzerine Mûsâ, asasını yere bırakıverdi, bir de ne görsün: o koskoca bir ejderha kesilmiş!
Elini sıyırıp çıkardı, bir de ne görsün: Bakan kimseler için parlak mı parlak, ışık saçan bir el haline gelmiş! [20,18-22] {KM, Çıkış 4,2-8}
109 – Firavun’un ileri gelen yetkilileri: “Anlaşıldı, bu usta bir sihirbaz!” dediler.
110 – Firavun: “Bu adam, dedi, “sizi yerinizden yurdunuzdan etmek peşinde! Görüşünüz nedir bu konuda?”
111-112 – Yetkililer: “Onu ve kardeşini alıkoy, bütün şehirlere de görevliler yolla, usta sihirbazların hepsini senin huzuruna getirsinler” dediler.
113 – Bütün büyücüler Firavun’a gelip: “Galip gelecek olursak, herhalde mutlaka bize büyük bir mükâfat verilir, değil mi?” dediler. [27,57-60]
114 – Firavun: “Elbette! Üstelik siz benim gözdelerimden olacaksınız” dedi. [3,45; 4,172]
115-116 – Büyücüler: “Mûsâ! Önce sen mi hünerini ortaya koyacaksın yoksa biz mi koyalım?” deyince Mûsâ: “Siz ortaya koyun!” dedi.
Vakta ki atacaklarını ortaya koydular, halkın gözlerini büyülediler, onları dehşete düşürdüler, hasılı müthiş bir sihir sergilediler. [2,124; 4,79]
117 – Biz de Mûsâ’ya “Asanı yere bırak” diye vahyettik.
Bir de ne baksınlar: Asa onların yaptıkları sihir, gözboyacılık kabilinden her şeyi yutuyor! [20,69; 26,45] {KM, Çıkış 7,12}
118 – Böylece gerçek ortaya çıktı ve onların bütün yaptıkları boşa çıktı.
119 – İşte o Firavun ve takımı yenilip küçük düştüler.
120 – Büyücüler hep birden secdeye kapandılar.
121-122 – “İman ettik” dediler, “O Rabbul-âlemine, Mûsâ ve Harun’un Rabbine!”
123-124 – Firavun: “Demek siz, dedi, benden izin almadan ona iman ettiniz hâ!
Şüphe yok ki bu, yerli olan kıbtî ahaliyi yurtlarından sürmek için, sizin şehirde beraberce planladığınız gizli bir oyundur.
Ama yakında bileceksiniz başınıza gelecekleri!
Evet, ellerinizi ve ayaklarınızı, değişik taraflardan olarak keseceğim, sonra da hepinizi toptan asacağım!” [20,71]
125-126 – Onlar: “Biz elbette Rabbimize döneceğiz.
Senin bize kızman da sırf Rabbimizin bize gelen âyetlerine iman etmemizden!
Biz de O’na yönelerek deriz ki: “Ey bizim büyük Rabbimiz! Sabır kuvvetiyle doldur kalbimizi, yağmur gibi sabır yağdır üzerimize
ve sana teslimiyette sebat eden kulların olarak can emanetimizi teslim al!” [20,72-75]
127 – Firavun’un halkının yetkilileri ona: “Ne yapıyorsun, Mûsâ ile kavmini, seni ve senin tanrılarını terketsinler, ülkede bozgunculuk yapsınlar diye kendi hallerine mi bırakacaksın?” dediler.
Firavun: “Hayır, onların erkek evlatlarını öldürüp, kız çocuklarını hayatta bırakacağız.
Biz elbette onların üzerinde tam bir hâkimiyet sahibiyiz” diye cevap verdi.
Bir önceki Firavun da Hz. Mûsâ’nın dünyaya geleceği sırada İsrailoğullarının çoğalmamaları için böylesi bir uygulama yapmıştı. Hz. Mûsâ’ya tâbi olanlara uygulanan bu ikinci işkence döneminin Mineftah adlı Firavun’un yönetimine rastladığı söylenmektedir.
128 – Mûsâ kavmine şöyle dedi: “Allah’tan yardım dileyin ve sabredin.
Muhakkak ki dünya Allah’ın mülküdür; kullarından dilediğini oraya varis kılar.
Güzel âkıbet, elbette müttakilerindir.”
129 – İsrailoğulları: “Biz, hem sen bize gelmeden önce, hem de sen bize peygamber olarak geldikten sonra işkenceye mâruz kaldık!” diye yakındılar.
Mûsâ ise, şöyle dedi: “Hele biraz daha sabredin. Umulur ki, Rabbiniz düşmanlarınızı imha eder de, onların yerine sizi hâkim kılıp nasıl hareket edeceğinize bakar.”
130 – Biz Firavun hanedanı düşünüp ibret alsınlar diye, senelerce onları kuraklık, kıtlık ve ürün azlığı ile cezalandırdık.
131 – Onlara iyilik, bolluk geldiğinde: “Hâ işte bu bizim hakkımız! Kendi becerimizle bunu elde ettik” derlerdi.
Eğer kendilerine bir kötülük gelirse onu, Mûsa ile beraberindeki müminlerin uğursuzluklarına verirlerdi.
Dikkat edin, iyiliği olduğu gibi kötülüğü de yaratmak, ancak Allah’ın kudretiyledir fakat onların çoğu bilmezler.
132 – Ve şöyle derlerdi: “Bizi büyülemek için sen hangi mûcizeyi getirirsen getir, imkânı yok, sana inanacak değiliz!”
133 – Biz de kudretimizin ayrı ayrı delilleri olarak onların üzerine tufan gönderdik,
çekirgeler gönderdik, haşerat gönderdik,
kurbağalar gönderdik, kan gönderdik.
Yine de inad edip büyüklük tasladılar ve suçlu bir topluluk oldular. [17,101; 27,12] {KM, Çıkış 7 ve 12. bölümler; Mezmurlar 105;28-36}
Firavun halkına gönderilen bu felaketlerin gerek nitelikleri, gerek süreleri hakkında, Kur’ân’da hiçbir bilgi ve işaret bulunmuyor. İsrailiyat kaynaklı ayrıntılı hikayeler bazı tefsirlerde yer almıştır.
134 – Azap üzerlerine çökünce dediler ki: “Mûsâ! Rabbin ile arandaki ahit uyarınca, bizim için O’na yalvar.
Eğer bu azabı üstümüzden kaldırırsan, mutlaka sana inanacak ve İsrailoğullarını da seninle göndereceğiz.”
135 – Biz, geçirecekleri bir süreye kadar onlardan azabı kaldırınca da yeminlerinden döndüler.
136 – Biz de âyetlerimizi yalan sayıp umursamadıkları için onlardan intikam alarak denizde boğduk. {KM, Çıkış 14,27-28; Tesniye 11,4; Mezmurlar 106,9-11}
137 – Horlanan, ezilen milleti de, bereketlerle donattığımız o ülkenin doğularına ve batılarına (yani tamamına) varis kıldık.
Böylece sabretmelerine mükâfat olarak İsrail oğullarına, senin Rabbinin yaptığı güzel vaad tamamen gerçekleşti.
Firavun ile kavminin yaptıkları binaları ve yetiştirdikleri bahçeleri ise imha ettik. [28,5-6; 44,25-28]
Bazı tefsirler İsrailoğullarının Mısır’ın efendileri kılındığını anlamışlardır. Fakat bu âyetten onların Filistin’e vâris kılındıklarını anlamak daha makuldür. Zira Mısır’a vâris olduklarına dair Kur’ân’da bir işaret olmadığı gibi Mısır tarihinde de buna ait bilgi yoktur.
İsrailoğulları Firavun’un suda boğulduğu yerin doğusunda bulunan Mısır’a bağlı toprakların büyük kısmına malik olmuşlardır.
138-140 – İsrailoğullarını denizden geçirdik.
Derken yolları, kendilerine mahsus birtakım putlara tapan bir topluluğa uğradı.
“Mûsâ! dediler, bunların tanrıları olduğu gibi bize de bir tanrı yapıver!” O ise:
“Siz” dedi, “gerçekten cahil bir milletsiniz!
Çünkü şu imrendiğiniz kimselerin dini yıkılmıştır ve yaptıkları bütün ameller de boşunadır.
Hem Allah size bunca lütufta bulunup öteki insanlara üstün kılmış olduğu halde, hiç ben sizin için O’ndan başka bir Tanrı arar mıyım?” [2,47]
Buradaki insanlar Sinada yaşayan Mısırlılardı. Hz. Mûsâ ve kavmi muhtemelen, şimdiki Süveyş ili ile İsmâiliye arasından bir yerden Kızıldenizi geçmişlerdi. Mısır’a bağlı Sina yarımadasındaki Mafka şehrinde günümüze kadar kalan Mısırlılara ait bir mâbed bulunmaktadır. İsrailoğullarının bunlar gibi inanç sahiplerine özendikleri anlaşılıyor. 2,93 âyetinden, Mısır’daki uzun kölelik döneminin İsrailoğulları üzerinde kalıcı tesirler bıraktığı, bu arada sığır cinsini tanrılaştırma alışkanlığı kazandıkları anlaşılıyor.
141 – Hem düşünün ki, sizi Firavun hanedanından kurtarmıştık.
Onlar ki size pek acı bir işkence uyguluyor, oğullarınızı hep öldürüyor, kızlarınızı ise, kendilerine hizmetçilik etmeleri için hayatta bırakıyorlardı.
Bunda, Rabbiniz tarafından size büyük bir imtihan vardı. {KM, Çıkış 1,16}
142 – Otuz geceyi ibadetle geçirmesi ve Tevrat’ı almaya hazırlanması için, Mûsa ile sözleşip huzurumuza kabul ettik.
Sonra on gece daha ilave ettik. Böylece Rabbinin belirlediği müddet tam kırk gece oldu.
Mûsâ, kardeşi Harun’a: “Kavmim içinde benim vekilim ol, onları güzelce yönet ve sakın müfsitlerin yoluna uyma!” dedi. [2,51] {KM, Çıkış 19. bölüm ve 24,18; 34,28; Tesniye 9,9; 5,2-4}
İsrailoğulları hürriyetlerine kavuşunca muvahhid topluluğun uyacakları şeriatı bildirmek üzere Cenab-ı Allah Hz. Mûsâ’yı kırk günlüğüne Sinaya çağırdı. Sina dağının tepesinde bugün, Hz. Mûsâ’nın kırk gün kaldığı mağara bulunur. Kutsal bir ziyaret yeri olan bu mağara yakınında bir cami, bir kilise, bir de Justinyen zamanında yapılmış bir manastır vardır.
143 – Mûsâ tayin ettiğimiz vakitte gelip de Rabbi ona hitab edince:
“Ya Rabbi, dedi, göster bana Zatını, bakayım Sana!” Allah Teâlâ şöyle cevap verdi:
“Sen Beni göremezsin. Ama şimdi şu dağa bak, eğer yerinde durursa sen de Beni görürsün!”
Derken Rabbi dağa tecelli eder etmez onu un ufak ediverdi. Mûsâ da düşüp bayıldı.
Kendine gelince dedi ki: “Sübhansın ya Rabbî. Her noksanlıktan münezzeh olduğun gibi, dünyada Seni görmemizden de münezzehsin.
Bu talebimden ötürü tövbe ettim. Ben ümmetim içinde Seni görmeden iman edenlerin ilkiyim!” [4,153] {KM, Çıkış 33,18.20; Tekvin 32,31. Yuhanna 1,18; I Korintos. 13,12}
Hz. Mûsâ (a.s.), Allah’ın kelamını işitip onun şevk ve neşesiyle içinde, Rabbini görme iştiyakı uyandı. Allah Teâlâ dünya gözü ile Zatını göremeyeceğini bildirdi. Cennetliklerin Allah’ı görmek şerefine erecekleri âyet ve hadislerle sabittir (75,22-23). “Şüphe yok ki siz şu dolunayı gördüğünüz gibi, Rabbinizi de göreceksiniz.”
144 – Buyurdu ki: “Mûsâ! Ben seni risaletlerim, mesajlarımla ve hitabıma mazhar etmemle öbür insanlar arasından seçip mümtaz kıldım.
Şimdi şu sana verdiğim nübüvveti al ve bu nimetime şükreden kullarımdan ol!”
145 – Ona verdiğimiz levhalarda, insanlara öğüt olmak üzere her şeyi tafsilatlı olarak buyurduk.
Sen bunlara kuvvetle sarıl ve ümmetine de o hükümlerin daha sevaplı olanlarına sarılmalarını emret.
İtaat dışına çıkanların diyarlarını ise nasıl târumar ettiğimi yakında size göstereceğim.” [28,43] {KM, Çıkış 24,12; 31,18}
Tevrat, bu levhaların taştan olduğunu ve yazıların Allah Teâla tarafından yazıldığını bildirir. Kur’ân da bunu Allah’a izafe etmekle beraber yazının melek vasıtasıyla mı, Hz. Mûsâ tarafından mı, bizzat Allah tarafından mı yazıldığı tasrih edilmez.
“Tevrat’taki şeylerin en güzeli” kavramı, birkaç yoruma elverişlidir. Mesela: Farzlar mübahlardan daha güzeldir. Kısas caiz ise de affetmek daha güzeldir. Birkaç ihtimal varsa, o tefsirlerden biri diğerlerine göre daha güzel olabilir.
146 – Dünyada haksız yere büyüklük taslayanları, âyetlerimi gereği gibi anlamaktan uzaklaştırırım.
O kibirlenenler her türlü mûcizeyi bile görseler yine de onlara iman etmezler. Doğru yolu görseler o yolu tutmazlar.
Ama sapıklık yolunu görseler o yola girerler.
Öyle! Çünkü onlar âyetlerimizi yalan saymayı âdet haline getirmiş ve onlardan gafil olagelmişlerdir. [6,110; 61,5; 10,96-97]
Kibirliler kalplerini dışardan gelecek aydınlığa öylesine kapatmışlar, Allah da onların bütün varlıklarıyla istedikleri bu sonucu yaratıp kalplerini mühürlemiştir ki gerek tekvinî, gerek tenzilî yani gerek Allah’ın kâinat kitabına koyduğu, gerek indirdiği Kur’ân’a dercettiği ilahî âyetlerin ifade ettiği gerçekleri göremeyecekler, o şan ve şerefi, o mutluluğu tadamayacaklardır.
Kur’ân vahiyle indirildiği gibi, onun makbul yorumu da vahiy sırrına mazhardır. Kur’ân, tevazu ve teslimiyetten uzak olan kibirlilere, gizli hazinelerini açmaz.
147 – Halbuki âyetlerimizi ve âhirete kavuşacaklarını yalan sayanların bütün işleri ve eserleri boşa çıkmıştır. Böyle olmayıp ne olacaktı ya? Onlar yaptıklarından başkasıyla mı karşılık göreceklerdi?
Âhirete inanmadıklarından, orada da bekleyecekleri hiç bir karşılık olamaz. Mesele bu kadar vazıhtır! Çünkü, âhiretin varlığını hesabına alarak yaşayanlar oraya göre hazırlananlar, oradan faydalanmaya hak kazanırlar. Bir şeyi inkâr edenin, ondan hak taleb etmeye hakkı olamaz.
148 – Mûsâ Tevrat’ı almak için ayrıldıktan sonra ümmeti, zinet takımlarından, böğürür gibi ses çıkaran bir buzağı heykeli yapıp tanrı edindiler.
Görmemişler miydi ki o heykel onlara hitap edemiyordu, kendilerine yol da gösteremiyordu. Fakat buna rağmen onu tanrı edindiler ve zalimlerden oldular. [20,85]
Mısırdan çıkışın üzerinden daha üç ay geçmeden, buzağıya tapma şirki İsrailoğulları arasında başlamış oluyordu. Bunca mûcizelere rağmen, bu dönek tabiatları sebebiyle kendi soylarından olan bazı peygamberler “İsrail milletini daha ilk gecesinde kocasına ihanet eden ve kocasından başka bütün erkeklere sevgi gösteren bir kadına benzetmişlerdir.” {KM, Hoşea 2,1-13; Hezekiel 16,15-22; Yeremya 2,20}
149 – Ne vakit ki yaptıklarının saçmalığını anlayıp son derece pişman oldular ve saptıklarını gördüler. “Yemin olsun ki, dediler, eğer Rabbimiz bize merhamet etmez ve bizi affetmezse, muhakkak herşeyimizi kaybedenlerden oluruz.” [20,92-94]
150 – Mûsâ pek öfkeli ve üzgün olarak halkına dönünce:
“Benden sonra arkamdan ne kötü işler yapmışsınız! Rabbinizin emrini çarçabuk terk mi ettiniz!” dedi ve… levhaları yere bırakıverdi.
Kardeşini başından tuttu, kendisine doğru çekiyordu.
Harun ise ona: “Anamın oğlu!” dedi: “İnan ki bu millet beni fena halde hırpaladı, nerdeyse beni linç edip öldüreceklerdi.
Ne olur, düşmanlarımı üstüme güldürme, beni bu zalim milletle bir tutma!” {KM, Çıkış 32,1-5}
151 – Mûsâ: “Ya Rabbî, beni ve kardeşimi affet. Rahmetine bizi de dâhil et; çünkü merhamet edenlerin en merhametlisi Sensin Sen!”
152 – Buzağıya tanrı diye tapanlar var ya, işte onlara Rab’leri tarafından dünya hayatında bir gazap ve bir zillet gelecektir. İşte iftiracıları böyle cezalandırırız Biz! [2,54] {KM, Çıkış 32, 34-35}
153 – Günahları işledikten sonra, arkasından tövbe edip iman edenler için ise Rabbin elbette gafur ve rahîmdir (affı ve merhameti boldur).
154 – Mûsâ’nın öfkesi yatışınca, levhaları yerden aldı.
Onlardaki yazıda, Rab’lerinden çekinenler için hidâyet ve rahmet vardı.
Hz. Mûsâ mikatta iken Samirî’nin aldatmasıyla altından yaptığı buzağıyı putlaştırma fitnesi, Hz. Mûsâ’nın dönmesinden sonra yaptığı uyarmalarla telafi edildi. Mevcut Tevrat’ın altın buzağıyı yapma işini Hz. Harun’a isnad etmesi, (Krş. Çıkış, 31,1-6; Bkz. 20, 90-94), kabul edilemeyecek bir iftira ve cehalettir.
Gelecek âyette bildirildiği üzere onlar pişman olunca, Allah Teâla içlerinden yetmiş temsilci seçerek dağdaki mikat yerinde tövbe etmelerini istedi. Gelecek âyet bu hususu anlatır. Bu yetmiş kişi Allah’ı açıkça görmek isteyince onları yıldırım çarpmıştı (2,54-56). Tevrat, bunların, kırılan levhaların yerine yenilerini almak için mikata çağırıldıklarını bildirir.
155 – Mûsâ ümmetinden yetmiş kişi seçti, onları alıp huzura getirdi.
Gelenlerin bu kabul şerefiyle yetinmeyip Allah’ı açıkça görmek istemeleri üzerine onları şiddetli bir deprem yakaladı.
Mûsâ: “Ya Rabbî! dedi, dileseydin beni de bunları da daha önce imha ederdin.
Şimdi bizi aramızdaki beyinsizlerin yaptıklarından dolayı helâk mi edeceksin?
Bu sırf Senin bir imtihanından ibarettir. Dilediğini bu imtihanla şaşırtır, dilediğine yol gösterirsin.
Sensin bizim Mevlamız! Affet bizi, merhamet eyle! Sen affedenlerin en hayırlısısın!” [2,55; 4,153] {KM, Çıkış 24,100; Sayılar 11,16}
156 – “Bize bu dünyada da, âhirette de iyilik nasib et. Biz Sana yöneldik, Senin yolunu tuttuk.”
Hak Teâlâ da şöyle buyurdu: “Ben dilediğim kimseyi cezalandırırım. Rahmetim ise her şeyi kaplar.
O rahmetimi de Allah’a karşı gelmekten korunan, zekât veren ve özellikle Bizim âyetlerimize iman edenlere nasib edeceğim.” [40,7; 6,54]
157 – Onlar ki yanlarındaki Tevrat ve İncillerde vasıfları yazılı o ümmî Peygambere tâbi olurlar.
O Peygamber ki kendilerine meşrû şeyleri emreder, kötülükleri yasaklar,
kendilerine güzel ve hoş şeyleri mübah, murdar şeyleri ise haram kılar,
üzerlerindeki ağırlıkları, sırtlarındaki zincirleri kaldırıp atar.
Ona iman eden, onu destekleyen, ona yardımcı olan ve onunla beraber indirilen nûra tâbi olanlar var ya, işte felaha erenler onlardır. [3,81; 61,6]
Hz. Mûsâ (a.s.) rahmeti kendisi ve halkı için istedi. Allah Teâla da bunun, ancak bütün insanlığa gönderilecek “Rahmet Peygamberi” olan âhir zaman elçisine uymaya bağlı olduğunu buyurmak sûretiyle bu müjdeyi, tüm insanlığa vaad buyurdu. İşte Mûsâ kıssasının sonuçta vardığı nokta, bu rahmet şeriatının ve ahir zaman Peygamberinin ileride geleceği meselesidir.
Burada Hz. Peygamber hakkında ümmî sıfatının kullanılması çok dikkate değer. Bu kelimenin “öğrenim görmemiş, okuma yazma bilmeyen” mânasından başka, bir de Yahudiler arasında “Kitap sahibi, yani Yahudi olmayan” (gentil) anlamı vardır. Burada her ikisi de kastedilmiştir. Yahudiler ümmîlere değer vermezlerdi (3,75). Allah onların yersiz kavmî gurur ve küstahlıklarını kırmak istemiştir. Hz. Peygamber (a.s.)’ın Tevrat ve İncîl’de müjdelenmesi hk. bkz. 6,20
158 – De ki: Ey insanlar! Ben sizin hepinize Allah tarafından gönderilen Peygamberim.
O ki, göklerin ve yerin hâkimiyeti O’na aittir.
O’ndan başka ilah yoktur. Hayatı veren de, ölümü yaratan da O’dur.
Öyleyse siz de Allah’a ve O’nun bütün kelimelerine iman eden o ümmî nebîye, o resule inanın.
Ona tâbi olun ki doğru yolu bulasınız. [6,19; 11,17; 3,20]
159 – Evet! Mûsâ’nın kavminden bir topluluk da vardır ki hak dinle insanları doğru yola götürür ve onunla halk içinde adaleti tatbik ederler. [3,113; 28,52-54; 2,121]
Bunların kimler olduğu hakkında farklı rivâyetler vardır. Fakat âyetten açıkça anlaşılan şudur ki bunlar, selefte, Hz. Mûsâ’dan sonra gelen İsrail neslinden olan peygamberler ve onlara uyan âdil hükümdarlar, hak hukuk gözeten rabbaniler, hahamlar ve bunlara tâbi olan bir kısım iyi insanlardı ki, Asr-ı saadette Hatemu’lenbiya Efendimizi (a.s.) tasdik edenler de bunların halefleri olmuştur. Demek ki Hz. Mûsâ’nın kavminin hepsi, yukarıda kötü halleri bildirilenler gibi haksız ve zalim değildirler, onlar farklı topluluklara ayrılmışlardır.
160 – Biz onları on iki kabileye, on iki topluluğa ayırdık.
Halkı kendisinden su istediğinde ona: “Asanı taşa vur!” diye vahyettik.
Derhal on iki pınar fışkırdı. Her kabile su alacağı yeri belledi.
Bulutu da üzerlerine gölgelik yaptık.
Kendilerine kudret helvasıyla bıldırcın da indirdik ve dedik ki:
“Size verdiğimiz rızıkların temizlerinden yeyiniz!”
Fakat onlar emrimizi dinlememekle Bize değil, asıl kendilerine zulmediyorlar, kendilerine yazık ediyorlardı.
Tevrat’a göre (Sayılar I, 1-54) Allah Hz. Mûsâ’ya, bütün İsrailoğullarını Sina çölünde toplayıp sayım yaptırmasını emretti. On iki aşirete ayrılıp teşkilatlandılar. Hz. Yâkub’un on ikinci oğlu ve Hz. Mûsâ ile Hz. Harun’un dedelerinin kabilesi Levi aşireti, bunların dışında tutulup bütün aşiretlerin dinî selametleri ile görevlendirildiler. (Bkz, 5,12)
Bu âyetten anladığımıza göre Sina çölünde kaldıkları sürece mûcizevî bir şekilde: 1.Su ihtiyaçları sağlandı. 2.Kavurucu güneşten korunmak için bulutlar gölgelik etti. 3.Gıda olarak bıldırcın kuşu ile kudret helvası ihsan edildi.
İki milyon civarında oldukları söylenen cemaatin böyle bir düzenleme olmaksızın o çölde durmaları mümkün değildi. Fakat gelecek âyetlerin de bildirdiği üzere, devamlı sûrette nankörlük etmişler ve bu nankörlüğün sonuçlarına da katlanmak zorunda kalmışlardır.
161 – O vakit onlara denildi ki: “Şu şehre (Kudüse) yerleşin, oranın ürünlerinden dilediğiniz şekilde yiyin, yararlanın, affını diliyoruz ya Rabbî!” deyin
ve şehrin kapısından tevazû ile eğilerek girin ki suçlarınızı bağışlayalım.
İyi ve güzel davrananlara, ayrıca daha fazla mükâfatlar vereceğiz.”
162 – Ama aralarındaki zalimler, sözü kasden değiştirdiler, başka bir şekle soktular.
Biz de zulmü âdet haline getirdikleri için üzerlerine gökten azap salıverdik.
163 – Bir de onlara o deniz kıyısında bulunan şehir halkının başına gelenleri sor.
Hani onlar sebt (cumartesi) gününün hükmüne saygısızlık edip Allah’ın koyduğu sınırı çiğniyorlardı.
Şöyle ki: Sebt gününün hükmünü gözettiklerinde balıklar yanlarına akın akın geliyordu;
Sebt yapmadıkları gün ise gelmiyordu. İşte fâsıklıkları, yoldan çıkmaları sebebiyle onları böyle imtihan ediyorduk.
Bu şehrin, Akabe limanına yakın Eyle şehri olduğu genellikle kabul edilir. Bu sahil şehri Hz. Süleyman’ın Kızıldeniz’deki donanmasının merkezi idi. Âyette bildirilen bu olay, Yahudilerin ne dinî, ne de tarihî kitaplarında yer almıyor. Medine Yahudileri tarafından bilindiği kesindir. Zira onlar birçok konuda Peygamberimize itirazları ile meşhur oldukları halde, bu hususta hiçbir itirazları olmamıştır.
164 – Hani onlardan bir cemaat: “Allah’ın yerle bir edeceği veya şiddetli bir felaket göndereceği şu gürûha ne diye boşuna öğüt verip duruyorsunuz?” demişti.
O salih kişiler de: “Rabbinize mazeret arzedebilmek için! Bir de ne bilirsiniz, olur ki Allah’a karşı gelmekten nihayet sakınırlar ümidiyle öğüt veriyoruz” diye cevap verdiler.
165-166 – Kendilerine verilen öğütleri ve uyarıları kulak ardı edip onları bir tarafa bırakınca,
içlerinden kötülükleri önlemeye çalışanları kurtarıp o zalimleri fâsıklıkları yüzünden şiddetli bir azaba uğrattık.
Şöyle ki: Onlar serkeşlik edip yasakları çiğnemekte ısrar edince onlara: “Hor ve hakir maymunlar haline gelin” diye emrettik.
Şiddetli azabın, maymuna çevirme olduğu, yani bunun daha önceki cümleyi tekid ettiği söylenmiştir. Meal buna göredir.
167 – O vakit Rabbin, kıyamet gününe kadar onları kötü azaba uğratacak kimseler ortaya çıkaracağını bildirdi.
Muhakkak ki Rabbin, dilediğinde cezayı çabucak veren, ama aslında gafurdur, rahîmdir (affı ve merhameti boldur).
168 – Onları parça parça topluluklar halinde dünyanın her yerine dağıttık. Aralarında iyi kimseler de vardı, iyi olmayanlar da.
Kötülüklerden dönüş yaparlar diye onları gâh nimetler, gâh musîbetlerle imtihan ettik.
169 – Onlardan sonra hayırsız bir nesil geldi ki bunlar kitaba (Tevrat’a) vâris oldular,
ama âyetleri tahrif etme karşılığında şu değersiz dünya metâını alıp “Nasılsa affa nail oluruz!” düşüncesiyle hareket ettiler.
Af umarken bile, öbür yandan yine gayr-ı meşrû bir metâ, bir rüşvet zuhûr etse, onu da alırlar.
Peki onlardan, Allah hakkında hak ve gerçek olandan başka bir şey söylemeyeceklerine dair kitapta mevcut hükümler uyarınca söz alınmamış mıydı?
Ve kitabın içindekileri ders edinip okumamışlar mıydı?
Halbuki ebedî âhiret yurdu, Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için elbette daha hayırlıdır.
Hâlâ aklınızı başınıza almayacak mısınız?
170 – Kitaba sarılanlar ve namazı gerektiği şekilde yerine getirenler bilsinler ki,
Biz iyilik için çalışanların mükâfatlarını asla zâyi etmeyiz.
171 – Hem bir vakit biz o dağı bir gölgelik gibi İsrailoğullarının başlarının üstüne kaldırmıştık da onlar, dağın üzerlerine düşeceğini sanmışlardı.
O zaman demiştik ki: Size verdiğimiz bu kitab’a ciddiyetle sarılın ve içindeki gerçekleri düşünüp hiç hatırınızdan çıkarmayın ki Allah’ı sayıp kötülüklerden sakınasınız.
172-173 – Rabbinin Âdem evlatlarından, misak aldığını da düşünün:
Rabbin onların bellerinden zürriyetlerini almış ve onların kendileri hakkında şahitliklerini isteyerek “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” buyurunca onlar da “Elbette!” diye ikrar etmişlerdi.
Kıyamet günü “Bizim bundan haberimiz yoktu!”
Yahut: “Ne yapalım, daha önce babalarımız Allah’a şirk koştular, biz de onlardan sonra gelen bir nesil idik, şimdi o bâtılı başlatanların yaptıkları sebebiyle bizi imha mı edeceksin?” gibi bahaneler ileri sürmeyesiniz diye Allah bu ikrarı aldı. [4,176; 30,30; 33,72; 57,8]
Bu âyette Cenab-ı Allah, Kendisini Rab kabul ettiklerine dair insanlardan ikrar aldığını bildirmektedir. Bu ahdin zaman ve mekânı hakkında farklı anlayışlar mevcuttur. Âyet-i kerime bu esas prensibi kesin olarak ortaya koymakla beraber, işin cereyan tarzını kesin olarak bildirmediğinden anlayış farkları ortaya çıkmıştır. Şöyle ki:
a- Babasının sulbünden ayrıldığı sırada olmuştur.
b- Baba sulbünden çıkıp ana rahmine düşerek yumurtayı döllemesiyle ceninin oluşmasını müteakip ruh üflenme vaktinde (takriben dört aylık iken) olmuştur.
c- Büluğa erme çağında Allah’ın nimetlerine ve rububiyetine bizzat şahit olmaları tarzında olmuştur. Bu yorumu yapanlar âyette temsili (sembolik) bir anlatım olduğunu düşünürler ve derler ki: Allah varlığının, birliğinin delillerini kâinata yerleştirmiştir. Kendi varlıklarına yerleştirdiği akılları da buna tanıklık etmiştir. Bunları yapmakla, insanın Rabbini ikrar etmesi için bütün şartları hazırlamasıyla âdeta onun şahitliğini almış saymıştır.
d- İnsanlığın babası Hz. Âdemin sulbünden kıyamete kadar gelecek bütün zürriyetini çıkarıp onlara: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” dedi. Onlar da: “Elbette” dediler. Ve o gün takdir kalemi, kıyamete kadar olacak şeyleri yazdı, bitirdi. Bu son izah aslında çeşitli tariklerden hadis olarak rivâyet edilmiştir. Tefsircilerin ekserisi bunu kabul ettikleri gibi, müslümanlar arasında en yaygın inanç da budur. Bütün insanların aslını teşkil eden genlerin, bütün insanların Babasının sulbüne sığabileceğini genetik biliminden öğrenmekteyiz. Allah rûhlar aleminde bu ilk ahdi almış olup, bizlerin “kalû belâ”dan beri müslüman olmamıza mani yoktur. Allah’ın kudreti böyle yapmayı dilemişse öyledir. Vallahu a’lem.
174 – İşte Biz böylece, âyetleri iyice açıklıyoruz, olur ki düşünürler de inkârlarından dönüş yaparlar.
175-176 – Onlara, kendisine âyetlerimiz hakkında ilim nasib ettiğimiz kimsenin de kıssasını anlat: Evet, o adam bu ilme rağmen o âyetlerin çerçevesinden sıyrıldı, şeytan da onu peşine taktı, derken azgınlardan biri olup çıktı.
Eğer dileseydik, onu o âyetler sayesinde yüksek bir mevkiye çıkarırdık, lâkin o yere saplandı ve hevasının esiri oldu.
Onun hali tıpkı köpeğin durumuna benzer: Üzerine varsan da dilini sarkıtıp solur; kendi haline bıraksan da yine dilini salar solur! İşte bu, tıpkı âyetlerimizi yalan sayan kimselerin misalidir. Sen olayı onlara anlat, olur ki düşünüp kendilerine çekidüzen verirler.
177 – Âyetlerimizi yalan sayarak sırf kendi kendilerine zulmeden o kimselerin hali, ne çirkin bir ibret levhasıdır!
178 – Allah kime hidâyet ederse işte doğru yolu bulan odur; kimi de şaşırtırsa işte onlar da kaybedenlerin ta kendileridir.
179 – Biz cehennem için cinlerden ve insanlardan öyle kimseler yarattık ki onların kalpleri vardır ama bu kalblerle idrâk etmezler, gözleri vardır onlarla görmezler, kulakları vardır onlarla işitmezler.
Hâsılı onlar hayvanlar gibi, hatta onlardan da şaşkındırlar. İşte asıl gafil olanlar onlardır. [46,26; 2,18; 8,23; 22,46; 2,171] {KM, İşaya 6,9-10; Matta 13,13-14}
180 – En güzel isimler Allah’ındır, o halde bu isimlerle O’na dua edin. O’nun isimleri konusunda haktan sapanları terkedin. Onlar işlediklerinin cezasını çekeceklerdir. [17,110; 20,8]
Allah Teâla sayılamayacak kadar fazla güzel fiilleri ve eserleri ile Kendisini tanıtmaktadır. Bu fiillerin kaynağı O’nun güzel isimleri, isimlerin kaynağı da zatî ve sübûtî sıfatlarıdır. Allah Kendisini nasıl tanıtıyorsa insanın da öyle tanıması gerekir. Yoksa insan kendi sınırlı akıl ve duyuları ile Allah’ı tavsif etmeye kalkarsa ciddî eksiklikler ve yanlışlar yapabilir. Kur’ân, Allah’ı ulûhiyetin nihayetsiz hususiyetlerini ortaya koyacak en güzel isimlerle tanıtır. Bu ilahî isimler vasıtasıyla insan, yaşayışının her türlü durumunda Allah ile bir bağ kurma imkânına kavuşur. Esma-yı hüsnanın en önemli işlevi Allah ile insan, insan ile Allah arasında münasebetleri en ideal bir seviyede gerçekleştirmektir. Kur’ân, insanlığa indirdiği esma-yı hüsna bağları ile, şirkin ayrı ayrı tanrılara dağıttığı birçok kavramı, Allah ile münasebete koyar. Böylece bu isimler, insanlık için mümkün olan en yüksek seviyede bir marifetullahı gerçekleştirirler. Hz. Peygamber (a.s.) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın 99 ismi vardır. Kim bunları bellerse, bunlarla Allah’ı zikrederse cennete girer.” Alimlerin çoğuna göre, esma-yı hüsna tevkifîdir, yani dinde hangileri bildirilmiş ise yalnız onlar kullanılır. Mesela: “Allah alîmdir”, denir, ama aynı mânaya geliyor diye “Allah âriftir, fatîndir, bilgedir” denilmez. Allah’a yaraşmayan isimler vermek, veya vasfettiği bazı isimleri O’na vermemek, O’nun isimlerini putlar hakkında kullanmak, yahut o isimleri te’villerle gerçeğinden saptırmak tarzlarında olur. Mezkûr yanlışlardan her biri, Allah’ın isimleri konusunda “haktan sapma” ya girer.
181 – Yarattıklarımız içinde, daima Hakka giden yolu gösteren ve onunla adaleti gerçekleştiren bir topluluk vardır.
Hz. Peygamber (a.s.m) “İsa nüzul edinceye kadar ümmetim içinde, hak üzere kaim olan bir topluluk eksik olmayacaktır.” Bir rivayette: “Kıyamet kopuncaya kadar, hak üzere kaim olan bir topluluk eksik olmayacaktır” buyurmuştur.
182 – Âyetlerimizi yalan sayanları, farkına varamayacakları şekilde yavaş yavaş helâke yaklaştırırız. [6,44-45]
183 – Ben onlara mühlet veririm; fakat vakti gelince Benim cezalandırmam pek kesin ve şiddetlidir.
184 – Bunlar hiç düşünmediler mi ki kendilerine tebliğde bulunan arkadaşları Muhammedde delilikten hiçbir eser yoktur. O sadece ilerideki tehlikelerden kurtarmak için görevli bir uyarıcıdır. [34,46; 81,22] {KM; Yuhanna 7,20; 8,48}
185 – Hiç düşünmezler mi göklerin ve yerin hükümranlığını, o muazzam saltanatı?
Düşünmezler mi Allah’ın yarattığı herhangi bir mahlûktaki ilahî düzenlemeyi?
Onu da düşünmezlerse bari ecellerinin yaklaşmış olabileceği ihtimalini?
O halde buna iman etmedikten sonra, daha hangi söze inanırlar?
186 – Allah kimi şaşırtırsa onu doğru yola getirecek yoktur. Allah onları azgınlıkları içinde bırakır, körükörüne yuvarlanır giderler. [5,41; 10,101]
187 – Sana kıyametin ne zaman geleceğini sorarlar.
De ki: “Onun ne zaman geleceğine dair bilgi yalnız Rabbimin nezdindedir. Vaktini O’ndan başkası açıklayamaz.
O kıyamet öyle bir meseledir ki, ne göklerde ve ne de yerde ona tahammül edecek hiç kimse yoktur!”
O size ansızın gelecektir. Sen sanki onu biliyormuşsun gibi onu sana soruyorlar.
De ki: “Ona dair gerçek bilgi yalnız Allah’ın nezdindedir; ama insanların çoğu bunu bilmezler.” [21,38; 42,18; 79; 42] {KM, Matta 24,3; Markos 13,32}
188 – De ki: “Ben kendim için bile Allah dilemedikçe hiçbir şeye kadir değilim:
Ne fayda sağlayabilirim, ne de gelecek bir zararı uzaklaştırabilirim.
Şayet gaybı bilseydim elbette çok mal mülk elde ederdim, bana hiç fenalık da dokunmazdı.
Ama ben iman edecek kimseler için sadece bir uyarıcı ve bir müjdeleyiciyim.” [72,26]
Bu iki âyet, hak din olan İslâm’ın başlıca delillerini pek güzel özetlemiştir.
1. Hz. Muhammed (a.s.) gibi son derece akıllı, son derece dürüst, güvenilir, güzel ahlâkın her bölümünde mükemmel bir şahsiyetin onu tebliğ edip yaşamasında tatbik etmesi.
2. Göklerin, yerin ve her bir yaratığın iyice incelenmesi, o mükemmel nizamın, her şeye kadir mükemmel bir yaratıcısının mutlaka bulunduğu.
3. Âciz ve fanî olan insanın, diğer bütün insanlar gibi dünyadan ayrılacağı gerçeği. Bütün hayatları emanet veren, onları istisnasız geri alıyor. Şimdiye kadar gerçeği anlamadıysa, bari imtihan vakti dolmak üzere iken fırsatı değerlendirip, Hakka dönmeli. Hasılı, bu üç küllî delilden de anlamayan insanın, gerçeği bulmasına yol kalmamıştır.
189 – O’dur ki sizi bir tek candan yarattı ve bundan da, gönlü kendisine ısınsın diye eşini inşa etti.
Erkek eşini sarıp bürüdü, o da hafif bir yük yüklendi, hamile kaldı. Onu bir müddet taşıdı.
Hamileliği ağırlaşınca her ikisi de Rableri olan Allah’a yönelip “Eğer bize sağlıklı, kusursuz bir evlat verirsen mutlaka Sana şükreden kullarından oluruz” diye yalvardılar. [4,1; 49,13; 30,21] {KM, Tekvin 2,21-22}
190 – Fakat Allah kendilerine kusursuz bir çocuk verince, annesi de babası da ölçüyü kaçırıp verdiği çocuk sebebiyle şirke bulaştılar.
Tuttular, Allah’a birtakım şerikler yakıştırdılar. Halbuki Allah onların yakıştırdıkları her türlü ortaktan münezzehtir.
191-193 – O’na hiç bir şey yaratmaya güç yetiremeyen, zaten kendileri de yaratılıp duran mahlûkları mı eş ortak sayıyorlar?
Halbuki o şerikler, kendilerini putlaştıranların imdadına yetişemezler.
Hatta onlar kendi nefislerine bile yardım sağlayamazlar.
Şayet siz onları doğru yola çağıracak olursanız size uymazlar.
O müşrikleri siz ha hakka çağır mışsınız, ha susmuşsunuz, size karşı onların durumu aynıdır. [22,73-74; 37,95; 37,93; 21,58]
194-195 – Allah’tan başka dua ve ibadet ettiğiniz bütün putlar, sizin gibi kullardır.
Onların tanrılığı hakkındaki iddianız yerinde ise, haydi bakalım onları çağırın da size cevap versinler bakalım!
Nasıl icabet edecekler ki, onların yürüyecek ayakları mı var? Yoksa tutacak elleri mi var?
Veya görecek gözleri mi var? Yahut işitecek kulakları mı var, neleri var?
De ki: “Haydi bütün şeriklerinizi çağırın, sonra bana istediğiniz tuzağı kurun, haydi elinizden geliyorsa bir an bile göz açtırmayın!” {KM, Mezmurlar 115,2-8; İşaya 44,9-20}
196 – Zira benim mevlam, o kitabı indiren Allah’tır ve O bütün iyi kulların koruyucusu olup onları korur. [11,54-56; 26,75-78; 43,26-28]
197 – Allah’tan başka yardımınıza çağırdığınız tanrılarınız ise sizin imdadınıza yetişemezler, hatta kendilerine bile fayda ve yardımları dokunmaz.
198 – Siz o müşrikleri (veya putları) doğru yola dâvet ederseniz işitmezler.
Onların sana baktığını görürsün ama, aslında onlar görmezler. [35,14]
199 – Sen af ve müsamaha yolunu tut, iyiliği emret, cahillere aldırış etme.
200 – Her ne zaman şeytandan sana bir vesvese gelecek olursa, hemen Allah’a sığın. Çünkü o duaları işitip icabet eder ve her şeyi bilir.
Allah’ın emirlerine ve rızasına aykırı tarafa çeken, içten içe dürten herhangi bir vesvese gelirse, müminin Allah’a sığınması, istiaze kalesine girmesi emrolunuyor. İnanç esasları, ibadetler, haramlar, insanlara karşı davranışlar, hülasa insanın hayatında karşılaşacağı her türlü durumda vesveseye mâruz kalınca Allah’a yönelmek, O’nun korumasına girmek gerekir. Âyetin muhatabı zahiren Hz. Peygamber görünmekle beraber, aslında bu hitabı işiten bütün insanlardır.
201 – Allah’a karşı gelmekten sakınanlara şeytandan bir hayal sinyali ilişince, hemen düşünüp kendilerini toparlar, basiretlerine tam sahib olurlar. [3,7]
Allah’a karşı gelmekten sakınanlar, müttakiler, kendilerini tam emniyette hissetmezler. Şeytan onları da etkilemeye çalışır. Fakat onlar bunu bildiklerinden, şeytanın bir tayf, bir hayal eseri gibi bir etkisine mâruz kalıp gözleri bulanabilir. Ama çok geçmeden gerçeği sezer, Allah’a sığınmak gerektiğini hatırlar, basiretleri açılır, vartadan kurtulurlar.
202 – Şeytanların dostlarına gelince, şeytanlar onları azgınlığa sürükler, sonra da yakalarını bırakmazlar.
203 – Onlara keyfî olarak istedikleri bir âyet veya mûcize getirmediğin zaman
“Hiç değilse birşeyler bulup buluştursaydın yâ!” derler.
De ki: “Ben, sadece Rabbimden ne vahyolunursa ona tâbi olurum. Bütün bu Kur’ân Rabbinizden gelen basiretlerdir, gönül gözlerini açan gerçekleri gösteren nurlardır. İman edecek kimseler için bir hidâyet ve rahmettir.” [2,129; 6,104]
204 – Öyle ise, Kur’ân okunduğunda hemen ona kulak verin, susup dinleyin ki merhamete nail olasınız.
Gerek namazda, gerek namaz dışında Kur’ân okunurken mânasını bilmeyenlerin sükût edip sükûnet ve huşû ile dinlemeleri, bilenlerin ise mânalarını da düşünmeye çalışarak dinlemeleri gerekir.
205 – Sabah ve akşam Rabbini, içinden yalvararak, ürpererek ve yüksek olmayan, kendinin işitebileceği bir sesle zikret, gafillerden olma! [17,110; 76,25]
206 – Rabbine yakın melekler O’na kulluk ve ibadet etmekten asla kibirlenmez, hep O’nu tenzih ederler ve yalnız O’na secde ederler.
Kur’ân-ı Kerîm’de 14 âyetin okunması veya işitilmesi sırasında “tilavet secdesi” yapılır. Bu secdeyi yapmak vaciptir.
Mushaf-ı Şerifteki sıraya göre bu âyetler şunlardır:
A’râf, 206; Ra’d 15; Nahl 49; İsra 107; Meryem 58; Hac 18; Furkan 60; Neml 25; Secde 15; Sad 24; Fussilet 38; Necm 62; İnşikak 21; Alak 19.
8 – ENFAL SÛRESİ
Medine döneminde hicrî 2. yılda vaki olan Bedir gazasından sonra nazil olmuş olup 75 âyettir. Adını ilk âyetinde geçen Enfal (yani ganimetler) kelimesinden almıştır. A’râf sûresinde müşriklerin uyarılıp tehdid edildikleri mağlubiyet, Enfal sûresinin indirilişinden hemen önce gerçekleştirildiği için, Enfal sûresi onun peşine konulmuştur. Enfal sûresi Bedir gazvesinde meydana gelen olayları açıklayıp bu savaştan alınacak dersleri özetler. Böylece müslümanlara, iman, hicret, dayanışma, cihad, savaş, savaş hukuku, anlaşmalar, ganimet, sabır ve sebat, ciddiyet, disiplin, tevekkül gibi konular hakkında talimatlar verilir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1 – Sana ganimetlerin taksimini soruyorlar. De ki: “Onun taksimi Allah’a ve Resulüne aittir.
Onun için siz gerçek müminler iseniz Allah’a karşı gelmekten sakının, birbirinizle aranızı düzeltin, Allah’a ve Resulüne itaat edin.
2 – Gerçek müminler ancak o müminlerdir ki yanlarında Allah zikredilince kalpleri ürperir, kendilerine O’nun âyetleri okununca bu, onların imanlarını artırır ve yalnız Rab’lerine güvenip dayanırlar. [3,135; 39,23; 9,124]
3 – Namazı hakkıyla ifa edip kendilerine nasib ettiğimiz mallardan hayırlı işlerde harcarlar.
4 – İşte onlardır gerçek müminler.
Onlara Rab’lerinin nezdinde, cennette yüksek dereceler, bir mağfiret ve kıymetli bir nasip vardır.
5-6 – Nitekim pek yerinde ve gerekli bir iş için Rabbin seni evinden çıkardığı zaman, müminlerden bir kısmı bundan hoşlanmamıştı.
Gerçek apaçık meydana çıktıktan sonra bile, onlar bu hususta seninle münakaşa ediyorladı;
sanki gözleri göre göre ölüme sevk ediliyorlardı. [2,216; 3,123]
Yüce Allah ganimetlerin taksimi hakkında hükmü bildirmediği için önce bu hususta tartışma çıkmıştı. O konuda âdil hüküm Allah’a ve Resûlullaha ait olduğu gibi, Allah’ın hakkı ve adaleti gerçekleştirmek üzere Hz. peygamber (a.s.m.)’ı Bedir gazası için sefere sevketmesinde de, hüküm Allah’a ait idi.
Sözkonusu hak: yapılması gerekli olan iş, şirk kuvvetleri ile savaşmak, hakkı izhar etmek idi. Allah’ın rızasının müşriklerle savaşarak müstahak oldukları dersi vermekte olduğunu açıkça anlamalarına rağmen bir kısım müminler, Medineden savaş hazırlığı yapmış olarak çıkmadıklarından savaşa isteksiz idiler.
7-8 – Allah iki topluluktan birine sizi galip kılacağını vaad ettiğinde siz silahsız olan topluluğun (kervanın) sizin olmasını arzu ediyordunuz.
Halbuki Allah ise, emirleriyle hakkı üstün kılmak
ve şirkin kuvvetini yok ederek kâfirlerin ardını kesmek istiyordu ki
o suçlu müşrik gürûhu hoşlanmasa da, hak olan İslâm’ı yüceltsin, batıl olan şirki de ortadan kaldırsın.
9 – O vakit siz Rabbinizden yardım istiyordunuz.
O da: “Ben size peşpeşe gelecek bin melaike ile imdad edeceğim” diye duanızı kabul buyurdu.
Bedir’e çıkarken Hz. Peygamber (a.s.) ashabı ile iştişare etti: Hedef Şam’dan gelen Kureyş kervanı mı olsun, yoksa Kureyş ordusu mu?” Ashabın bir kısmı savaş hazırlığı ile çıkmadıklarından kervanı istediler. Peygamberimiz ordu ile karşılaşıp hücum eden düşman kuvvetini kırmak istiyordu. Yüzünde burukluk hasıl oldu. Durumu anlayan Sa’d b. Ubade, Mikdad, Sa’d. b. Muaz (r.a) gibi zatlar, sonuna kadar fedakârlığa hazır olduklarını bildiren, cesaret verici güzel sözler söylediler. Düşman üç misli askeri ve savaş hazırlığı ile zorlu idi. Efendimiz: “Allah’ım, zafer vaadini gerçekleştir. Bu cemaat helâk olursa artık yeryüzünde Sana ibadet edecek kimse kalmayacak” diye dua etti. Allah te’yidini lütfetti.
10 – Allah bunu, sırf size bir müjde olsun ve bununla kalpleriniz güven duysun diye yaptı.
Yoksa gerçekte yardım ancak Allah’tandır, başkasından değil!
Çünkü Allah, azîzdir, hakîmdir (mutlak galiptir, tam hüküm ve hikmet sahibidir). [3,140-160; 9,14; 28,43]
11 – Düşman korkusundan gözünüze uyku girmediği için o vakit Allah, inâyeti ile güven ve sükûnet vermek için sizi hafif bir uykuya daldırıyordu.
Sizi temizlemek, şeytanın pisliğini, vesvesesini sizden gidermek,
kalplerinize kuvvet vermek ve savaş meydanında ayaklarınızı sabit kılmak için
gökten üzerinize su indiriyordu. [3,154; 94,5-6; 76,21]
12 – Rabbin meleklere vahyediyordu ki:
“Muhakkak Ben sizinle beraberim,
haydi siz de müminlere sebat ve cesaret verin.
Kâfirlerin kalplerine korku salacağım.
Haydi vurun onların boyunlarına, vurun onların parmaklarına!” [47,4]
13 – Evet böyle! Çünkü onlar Allah’a ve Resulüne karşı çıktılar.
Kim Allah’ın ve Resulünün karşısına çıkarsa bilmeli ki Allah’ın cezası çetindir.
14 – İşte ey kâfirler! Bunu gördünüz ya, şimdi tadın bakalım onu!
Kâfirlere ayrıca bir de cehennem azabı var!
15 – Ey iman edenler! Ordu halinde kâfirlerle savaşmak için karşılaştığınızda, onlara arkanızı dönüp kaçmayın.
16 – Her kim böyle bir günde, -savaş icabı dönüp hücum etmek için bir tarafa çekilmek veya diğer bir birliğe katılmak gibi taktik bir maksat dışında-
düşmana arka çevirirse, Allah’tan bir gazaba uğrar;
onun varacağı yer cehennemdir, o ne kötü bir âkıbettir!
17 – Siz savaşta onları kendi kuvvetinizle öldürmediniz, lâkin Allah öldürdü.
(Ey Resulüm) Attığın vakit sen atmadın, lâkin Allah attı.
Ve bunu, Allah müminleri güzel bir imtihana tâbi tutmak için yaptı. Şüphesiz ki Allah hakkıyla işitir ve bilir. [3,123; 9,25; 2,249]
İki taraf savaşa başlayınca Hz. Peygamber (a.s.) bir avuç çakıl alıp “yüzleri kurusun!” diye düşman tarafına attı. Her müşriğin gözüne bir avuç çakıl girmiş gibi gözleri ile meşgul olmaya başladılar. Bozgunları başladı. Savaştan sonra “şöyle kestim, böyle vurdum!” diye övünen müslümanları irşad için bu hatırlatma yapıldı.
18 – İşte Allah size böyle yaptı. Çünkü Allah kâfirlerin tedbirini zayıflatır.
19 – Ey müşrikler! Siz zafer mi istiyordunuz? İşte zafer geldi!
Siz müminlere hücumdan vazgeçerseniz bu, sizin için daha iyi olur;
yok döner yine savaşa başlarsanız, Biz de başlarız!
Askeriniz çok da olsa size hiç fayda vermez, çünkü Allah müminlerle beraberdir.
20 – Ey iman edenler! Allah’a ve Resulüne itaat edin,
Kur’ân’ı ve Resulullahın öğütlerini işitip dururken ondan yüzçevirmeyin.
21 – İtaat kulağıyla işitip dinlemedikleri halde, bir de yalan atıp “işittik!” diyenler gibi olmayın.
22 – Çünkü Allah katında yerde gezinen canlıların en kötüsü, o düşünmeyen sağır ve dilsizlerdir. [7,179; 2,171]
23 – Şayet Allah onlarda bir hayır olduğunu bilseydi, onlara işittirirdi.
Fakat onlara hak sözü işittirirse bile onlar yine yüz çevirir ve döner giderlerdi.
24 – Ey iman edenler! Allah ve Resulü size hayat verecek hakikatlere sizi dâvet ettiğinde ona icabet edin.
Bilin ki Allah insan ile kalbi arasına girer (dilediği takdirde arzusunu gerçekleştirmesini önler)
ve siz dönüp O’nun huzurunda toplanacaksınız.
25 – Bir de öyle bir fitneden sakının ki o içinizden yalnız zulmedenlere dokunmakla kalmaz, hepinize şamil olur.
Biliniz ki Allah’ın cezalandırması şiddetlidir.
26 – Düşünün ki bir zaman siz dünyada az ve zayıf idiniz.
Öyle ki insanların sizi tutup kapacağından endişe ediyordunuz.
Bu halde iken Allah size yer yurt nasib etti, sizi yardımıyla destekledi, sizi temiz ve helâl şeylerle rızıklandırdı, ta ki şükredesiniz.
27 – Ey iman edenler! Allah’a ve Resulüne hıyanet etmeyin,
bile bile aranızdaki emanetlerinize de hıyanet etmeyin.
28 – Biliniz ki mallarınız ve evlatlarınız, sadece birer imtihan konusudur. Büyük mükâfat ise, âhirette Allah nezdindedir. [64,15; 21,35; 63,9]
29 – Ey iman edenler! Siz Allah’ı sayar haramlardan sakınırsanız,
Allah size hakkı batıldan ayırd edecek bir anlayış kuvveti verir, sizin günahlarınızı örter, sizi affeder. Allah büyük lütuf sahibidir. [57,28]
30 – Bir vakit de o kâfirler senin elini kolunu bağlayıp zindana mı atsınlar yahut öldürsünler mi, yahut seni ülke dışına mı sürsünler diye birtakım tuzaklar planlıyorlardı.
Onlar tuzak kuradursunlar, Allah da tuzak kuruyordu. Allah tuzak kuranların en hayırlısıdır.
Allah tuzak kurmaz. Sadece tuzak kuran olursa, tuzağı boşa çıkarması anlamında, müşakele babından, bu fiil O’na isnad edilir. Müşakele: Muhatabın lafzını kullanarak, farklı bir mâna kasdetmektir. Mesela itaatsizlik edip sırıtan çocuğuna babası: “Sen gül bakalım, ben de sana gülerim!” derken, babanın gülmesi gibi. Müşakele üslubunda olmaksızın Allah Teâla hakkında tuzak, istihza, hud’a vb. kavramları kullanmak caiz değildir.
31 – Onlara âyetlerimiz okunacağı zaman:
“Artık anladık! Biliyoruz! Dilesek bunun benzerini biz de söyleyebiliriz. Bu, önceden geçmiş insanların masallarından başka bir şey değildir” derler. [25,5-6]
32 – Hani bir zaman da onlar: “Ya Rabbî, eğer bu Kur’ân senin tarafından gelmiş hak bir kitap ise hemen üzerimize gökten taş yağdır, yahut bize acı bir azap ver!” demişlerdi.
33 – Halbuki sen onların aralarında bulunduğun müddetçe Allah onları azaba uğratmaz; eğer onlar istiğfar ederlerse Allah bu takdirde de onlara azab etmez. [29,53; 38,16; 70,1-3; 26,87]
Burada “azaba uğratmaktan” maksat, onları kökten imha edecek bir azap gönderilmesidir. Hz. Peygamber (a.s.) aralarında iken, Allah Teâla böyle bir azap göndermeyeceğini bildiriyor.
İstiğfardan maksat ise: ya müşriklerle aynı memlekette kalan müminlerin istiğfarları, yahud kendilerinin Allah’tan mağfiret dilemeleridir.
34 – Allah ne diye onları cezalandırmasın ki onlar kendileri Mescid-i Haramı yönetmeye layık olmadıkları halde, üstelik orayı ziyaret etmek isteyen müminleri de geri çeviriyorlar?
Oranın hizmet ve yönetimine asıl ehil olanlar, Allah’ı sayıp O’na şerik koşmaktan sakınanlardır, fakat onların çoğu bunu bilmezler.
35 – Onların Mescid-i Haramdaki duaları ise ıslık çalıp el çırpmaktan başka bir şey değil!
Öyleyse küfür ve küfranınızdan dolayı tadın bakalım azabı! [48,25]
Müşrikler, Hz. İbrâhim (a.s.)’ın dininin aslını değiştirdikleri gibi, hac ibadetini de değiştirmişlerdi. Erkek kadın, açık saçık elele tutuşur, Kâbenin etrafında dolaşırlar, ıslık çalıp el çırparlardı. Hele Peygamberimiz Kâbe’ye geldiğinde, ona tepkinin ifadesi olarak bu gösterilerini daha da artırırlardı. Bunu bir ibadet havası içinde yaparlardı.
36 – Kâfirler, insanları Allah yolundan uzaklaştırmak için mallarını harcıyorlar.
Daha da harcayacaklar!
Ama gayelerine ulaşamayacaklarından bu, onlara yürek acısı olacak,
sonra da mağlup edilecekler.
İnkârlarında ısrar edenler toplanıp cehenneme sevkedilecekler, oraya sürülecekler.
37 – Sürüklenecekler ki Allah murdarı temizden ayırsın ve murdarları birbiri üzerine bindirip hepsini bir araya yığsın
ve topunu birden cehenneme doldursun. İşte herşeylerini kaybedenler bunlardır. [10,28; 30,14; 36,59]
38 – Ey Resulüm! O kâfirlere de ki: “Eğer Peygambere düşmanlıktan vazgeçip İslâm’a girerlerse daha önceki suçları bağışlanacak.
Yok eğer dönüp tekrar düşmanlığa başlayacak olurlarsa, zaten emsallerinin başlarına gelen haller gözlerinin önünde!”
39 – Dünyada fitne kalmayıp din, tamamen Allah’ın dini oluncaya kadar onlarla savaşın.
Eğer fitneden vazgeçerlerse, onları bırakın.
Allah zaten onların yaptıklarını hakkıyla görmektedir. [9,5-11]
Fitne’nin tefsiri için Bakara, 191 âyetine bkz.
40 – Yok eğer yüz çevirirlerse biliniz ki Allah sizin mevlanız! O ne güzel mevlâ, ne güzel yardımcıdır.
Kur'an-ı Kerim Dosyaları
Sitemizde sanatçıya ait toplam 50 eser bulunmaktadır. Sanatçının sayfasına gitmek için tıklayın.
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.