Ahmet El Acemi-11.Cüz
11.CÜZ-LATİNCE
9-TEVBE SURESİ
Bismillahirrahmanirrahim
94. Ya’tezirune ileyküm iza raca’tüm ileyhim kul la ta’teziru len nü’mine leküm kad nebbeenellahü min ahbariküm ve se yerallahü ameleküm ve rasulühu sümme türaddune ila alimil ğaybi veş şehadeti fe yünebbiüküm bi ma küntüm ta’melun
95. Se yahlifune billahi leküm izenkalebtüm ileyhim li tu’ridu anhüm fe a’ridu anhüm innehüm ricsüv ve me’vahüm cehennem cezaem bi ma kanu yeksibun
96. Yahlifune leküm li terdav anhüm fe in terdav anhüm fe innellahe la yerda anil kavmil fasikıyn
97. El a’rabü eşeddü küfrav ve nifakav ve ecderu ella ya’lemu hudude ma enzelellahü ala rasulih vallahü alımün hakım
98. Ve minel a’rabi mey yettehızü ma yünfiku mağramev ve yeterabbesu bikümüd devair aleyhim dairatüs sev’ vallahü semıun alım
99. Ve minel a’rabi mey yü’minü billahi vel yevmil ahıri ve yettehızü ma yünfiku kurubatin ındellahi ve salevatir rasul ela inneha kurbetül lehüm se yüdhılühümüllahü fı rahmetih innellahe ğafurur rahıym
100. Ves sabikunel evvelune minel mühacirıne vel ensari vellezınettebeuhüm bi ıhsanir radıyallahü anhüm ve radu anhü ve eadde lehüm cennatin tecrı tahtehel enharu halidıne fıha ebeda zalikel fevzül azıym
101. Ve mimmen havleküm minel a’rabi münafikun ve min ehlil medıneti meradu alen nifakı la ta’lemühüm nahnü na’lemühüm se nüazzibühüm merrateyni sümme yüraddune ila azabin azıym
102. Ve aharuna’terafu bi zünubbihim haletu amelen salihav ve ahara seyyia asellahü ey yetube aleyhim innellahe ğafurur rahıym
103. Huz min emvalihim sadekaten tütahhiruhüm ve tüzekkıhim biha ve salli aleyhim inne salateke sekenül lehüm vallahü semıun alım
104. E lem ya’lemu ennellahe hüve yakbelüt tevbete an ıbadihı ve ye’huzüs sadekati ve ennellahe hüvet tevvabür rahıym
105. Ve kulı’melu fe se yerallahü ameleküm ve rasulühu vel mü’minun ve se türaddune ila alimil ğaybi veş şehadeti fe yünebbiüküm bi ma küntüm ta’melun
106. Ve aharune mürcevne li emrillahi imma yüazzibühüm ve imma yetubü aleyhim vallahü alımün hakım
107. Vellezınettehazu mesciden dırarav ve küfrav ve tefrıkam beynel mü’minıne ve irsadel li men habellahe ve rasulehu min kabl ve le yahlifünne in eradna illel husna vallahü yeşhedü innehüm le kazibun
108. La tekum fıhi ebeda le mescidün üssise alet takva min evveli yevmin ehakku en tekume fıh fıhi ricalüy yühıbbune ey yetetahheru vallahü yühıbbül müttahhirın
109. E fe men essese bünyanehu ala katva minallahi ve rıdvanin hayrun em men essese bünyanehu ala şefacürufin harin fenhara bihı fı nari cehennem vallahü la yehdil havmez zalimın
110. La yezalü bünyanühümlezı benev rıbeten fı kulubihim illa en tekattaa kulubühüm yallahü alımün hakım
111. İnnellaheştera minel mü’minıne enfüshehüm ve emvalehüm bi enne lehümül cenneh yükatilune fı sebılillahi fe yaktülune ve yuktelune va’den aleyhi hakkan fit tevrati vel incıli vel kur’an ve men evfa bi ahdihı festebşiru bi bey’ıkümlezı bay’tüm bih ve zalike hümvel fevzül azıym
112. Ettaibunel abidunel hamidunes saihuner rakiunes sacidunel amirune bil ma’rufi ven nahune anil mümkeri vel hafizune li hududillah ve beşşiril mü’minın
113. Ma kane lin nebiyyi vellezıne amenu ey yestağfiru lil müşrikıne velev kanu ülı kurba mim ba’di ma tebeyyene lehüm ennehüm ashabül cehıym
114. Ve ma kanestiğfaru ibrahıme li ebıhi illa am mev’ıdetiv veadeha iyyah felemma tebeyyene lehu ennehu adüvvül lilhahi teberrae minh inne ibrahıme le evvahün halım
115. Ve ma kanellahü li yüdılle kavmem ba’de iz hedahüm hatta yübeyyine lehüm ma yettekun innellahe bi külli şey’in alım
116. İnnellahe lehu mülküs semavati vel ard yuhyı ve yümıt ve ma leküm min dunillahi miv veliyyiv ve la nasıyr
117. Le kad tabellahü alen nebiyyi vel mühacirıne vel ensarillezınettebeuhü fı saatil usrati mim ba’di ma kade yezığu kulubü ferıkım minhüm sümme tabe aleyhim innehu bihim raufür rahıym
118. Ve ales selasetillezıne hulifu hatta iza dakat aleyhimül erdu bi ma rahubet ve dakat aleyhim enfüsühüm ve zannu el la melcee minallahi illa ileyh sümme tabe aleyhim li yetubu innellahe hüvet tevvabür rahıym
119. Ya eyyühellezıne amenüttekullahe ve kunu meas sadikıyn
120. Ma kane li ehlil medıneti ve men havlehüm minel a’rabi ey yetehallefu ar rasulillahi ve la yerğabu bi enfüsihim an nefsih zalike bi ennehüm la yüsıybühüm zameüv ve la nesabü v ve la mahmesatün fı sebılillahi ve la yetaune mevtıey yeğıyzul küffara ve la yenalune min adüvvin neylen illa kütibe lehüm bihı amelün salıh innellahe la yüdıy’u ecral muhsinın
121. Ve la yünfikune nefekaten sağıyratev ve la kebıratev ve la kebıratev ve la yaktaune vadiyen illa kütibe lehüm li yecziyehümullahü ahsene ma kanu ya’melun
122. Ve ma kanel mü’minune li yenfiru kaffeh fe lev la nefera min külli firkatim minhüm taifetül li yetefekkahu fid dıni ve li yünziru kavmehüm iza raceu ileyhim leallehüm yahzerun
123. Ya eyyühellezıne amenu katilüllezıne yaluneküm minel küffari vel yecidu fıküm ğılzah va’lemu ennallahe meal müttekıyn
124. Ve iza ma ünzilet zuratün fe minhüm mey yekulü eyyüküm zadethü hazihı ımana fe emmellezıne amenu fe zadethüm ımanev vehüm yestebşirun
125. Ve emmellezıne fı kulubihim meradnu fe zadethüm ricsen ila ricsihim ve matu ve hüm kafirun
126. E ve la yeravne ennehüm yüftenune fı külli amim merraten ev merrateyni sümme la yetubune ve la hüm yezzekkerun
127. Ve iza ma ünzilet suratün nezara ba’duhüm ila ba’d hel yeraküm min ehadin sümmensarafu sarafellahü kulubehüm bi ennehüm kavmül la yefkahun
128. Le kad caeküm rasulüm min enfüsiküm azızün aleyhi ma anittüm harısun aleyküm bil mü’minıne raufür rahıym
129. Fe in tevellev fe kul hasbiyallahü la ilahe illa hu aleyhi tevekkeltü ve hüve rabbül arşil azıym
10-YUNUS SURESİ
Bismillahirrahmanirrahim
1. Elif lam ra tilke ayatül kitabil hakım
2. E kane linnasi aceben en evhayna ila racülim minhüm en enzirin nase ve beşşirillezıne amenu enne lehüm kademe sıdkın ınde rabbihim kalel kafirune inne haza le sahırum mübın
3. İnne rabbe kümüllahüllezı halekas semavati vel erda fı sitteti eyyamin sümmesteva alel arşi yüdebbirul emr ma min şefıın illa mim ba’di iznih zalikümüllahü rabbüküm fa’büduh efela tezekkerun
4. İleyhi merciuküm cemıa va’dellahi hakka innehu yebdeül halka sümme yüıydühu li yecziyellezıne amenu ve amilus salihati bil kıst vellezıne keferu lehüm şerabüm min hamımiv ve azabün elımüm bima kanu yekfürun
5. Hüvellezı cealeş şemse dıyaev vel kamera nurav ve kadderahu menazile li ta’lemu adedes sinıne vel hısab ma halekallahü zalike illa bil hakk yüfassılül ayati li kavmiy ya’lemun
6. İnne fıhtilafil leyli ven nehari ve ma halekallahü fis semavati vel erdı le ayatil li kavmiy yettekun
7. İnnellezıne la yercune likaena ve radu bil hayatid dünya vatmeennu biha vellezıne hüm an ayatina ğafilun
8. Ülaike me’vahümün naru bima kanu yeksibun
9. İnnellezıne amenu ve amilus salihati yehdıhim rabbühüm bi ımanihim tecrı min tahtihimül enharu fı cennatin neıym
10. Da’vahüm fıha sübhanekellahümme ve tehıyyetühüm fıha selam ve ahıru da’vahüm enil hamdü lillahi rabbil alemın
11. Ve lev yüaccilüllahü lin nasiş şerratı’calehüm bil hayri le kudiye ileyhim ecelühüm fe nezerullezıne la yercune likaena fı tuğyanihim ya’mehun
12. Ve iza messel insaned durru deanna li cembihı ev kaıden ev kaima felemma keşefna anhü durrahu merra keel lem yed’una ila durrim messeh kezalike züyyine lil müsrifıne ma kanu ya’melun
13. Ve le kad ehleknel kurune min kabilküm lemma zalemu ve caethüm rusülühüm bil beyyinati ve ma kanu li yü’minu kezalike neczil kavmel mücrimın
14. Sümme cealnaküm halaife fil erdı mim ba’dihim li nenzura keyfe ta’melun
15. Ve iza tütla aleyhim ayatüna beyyinatin kalellezıne la yercune likaene’ti bi kur’anin ğayri haza ev beddilh kul ma yekunü lı en übeddilehu min tilkai nefsı in ettebiu illa ma yuha ileyy innı ehafü in asaytü rabbı azabe yevmin azıym
16. Kul lev şaellahü ma televtühu aleyküm ve la edraküm bihı fe kad lebistü fıküm umüram min kablih e fela ta’kılun
17. Fe men azlemü mimmeniftera alellahi keziben ev kezzebe vi ayatih innehu la yüflihul mücrimun
18. Ve ya’büdune min dunillahi ma la yedurruhüm ve la yenfeuhüm ve yekulune haülai şüfeaüna ındellah kul etünebbiunellahe bima la ya’lemü fis semavati ve la fil ard sübhanehu ve teala amma yaşrikun
19. Ve ma kanen nasü illa ümmetev vahıdeten fahtelefu ve lev la kelimetün sebekat mir rabbike le kudiye beynehüm fıma fıhi yahtelifun
20. Ve yekulune lev la ünzile aleyhi ayetüm mir rabbih fe kul innemel ğaybü lillahi fentezıru innı meaküm minel müntezırın
21. Ve iza ezaknen nase rahmetem mim ba’di darrae messethüm iza lehüm merun fı ayatina kulillahü esrau mekra inne rusülena yektübune ma temkürun
22. Hüvellezı yüseyyiruküm fil berri vel bahr hatta iza küntüm fil fülk ve cerayne bihim bi rıyhın tayyibetiv ve ferihu biha caetha rıhun asıfüv ve caehümül mevcü min külli mekaniv ve zannu ennehüm ühıyta bihim deavüllahe muhlisıyne lehüd dın lein enceytena min hazihı le nekunenne mineş şakirın
23. Felemma encahüm izahüm yebğune fil erdı bi ğayril hakk ya eyyühennasü innema bağyüküm ala enfüsiküm metaal hayatid dünya sümme ileyna merciuküm fe nünebbiüküm bima küntüm ta’melun
24. İnnema meselül hayatid dünya ke main enzelnahü mines semai fahteleta bihı nebatül erdı mimma ye’külün nasü vel en’am hatta iza ehazetil erdu zuhrufeha vezzeyyenet ve zanne ehlüha ennehüm kadirune aleyha etaha emruna leylen ev neharan fe cealnaha hasıyden ke el lem tağne bil ems kezalike nüfessılül ayati li kavmiy yetefekkerun
25. Vallahü yed’u ila daris selam ve yehdı mey yeşaü ila sıratım müstekıym
26. Lillezıne ahsenül husna ve ziyadeh ve la yerheku vücuhehüm kateruv ve la zilleh ülaike ashabül cenneh hüm fıha halidun
27. Vellezıne kesebüs seyyiati cezaü seyyietim bi misliha ve terhekuhüm zilleh ma lehüm minellahi min asım keennema uğşiyet vücuhühüm kıtaam minel leyli muslima ülaike ashabün nar hüm fıha halidun
28. Ve yevme nahşüruhüm cemıan sümme nekulü lillezıne eşraku mekaneküm entüm ve şürakaüküm fe zeyyelna beynehüm ve kale şürakaühüm ma küntüm iyyana ta’büdun
29. Fe kefa billahi şehıdem beynena ve beyneküm in künna an ıbadetiküm leğafilın
30. Hünalike teblu küllü nefsim ma eslefet ve ruddu ilellahi mevlahümül hakkı ve dalle anhüm ma kanu yefterun
31. Kul mey yerzükuküm mines semai vel erdı emmey yemliküs sem’a vel ebsara ve mey yuhricül hayye minle miyyiti ve yuhricül meyyite minel hayyi ve mey yüdebbirul emr fe seyekulunellah fe kul efela tettekun
32. Fe zalikümüllahü rabbükümülhakk fe maza ba7del hakkı illed dalal fe enna tusrafun
33. Kezalike hakkat kelimetü rabbike alellezıne feseku ennehüm la yü’minun
34. Kul hel min şürakaiküm mey yebdeül halka sümme yüıydüh kulillahü yebdeül halkü sümme yüıydühu fe enna tü’fekun
35. Kul hel min şürakaiküm mey yehdı ilel hakk kulillahü yehdı lil hakk e fe mey yehdı ilel hakkı ehakku ey yüttebea emmel la yehiddı illa ey yühda fe ma leküm keyfe tahkümun
36. Ve ma yettebiu ekseruhüm illa zanna innez zanne la yuğnı minel hakkı şey’a innellahe alımüm bima yef’alun
37. Ve ma kane hazel kur’anü ey yüftera min dunillahi ve lakin tasdıkallezı beyne yedeyhi ve tefsıylel kitabi la raybe fıhi mir rabbil alemın
38. Em yekulunefterah kul fe’tu bi suratim mislihı ved’u menisteta’tüm min dunillahi in küntüm sadikıyn
39. Bel kezzebu bima lem yühıytu bi ılmihı ve lemma ye’tihim te’vılüh kezalike kezzebellezıne min kablihim fenzur keyfe kane akıbetüz zalimın
40. Ve minhüm mey yü’minü bihı ve minhüm mel la yü’minü bih ve rübbüke a’lemü bil müfsidın
41. Ve in kezzebuke fe kul lı amelı ve leküm amelüküm entüm berıune mimma a’melü ve ene berıüm mimma ta’melun
42. Ve minhüm mey yestemiune ileyk e fe ente tüsmius summe ve lev kanu la ya’kılun
43. Ve minhüm mey yenzuru ileyk e fe ente tehdil umye ve lev kanu la yübsırun
44. İnnellahe la yazlimün nase şey’ev ve lakinnen nase enfüsehüm yazlimun
45. Ve yevme yahşüruhüm keel lem yelbesu illa saatem minen nehar iyetearafune beynehüm kad hasirallezıne kezzebu bi likaillahi ve ma kanu mühtedın
46. Ve imma nüriyenneke ba’dallezı neıdühüm ev neteveffeyenneke fe ileyna merciuhüm sümmellahü şehıdün ala ma yef’alun
47. Ve likülli ümmetir rasul fe iza cae rasulühüm kudiye beynehüm bil kıstı ve hüm la yuzlemun
48. Ve yekulune meta hazel va’dü in küntüm sadikıyn
49. Kul la emlikü li nefsı darrav ve la nef’an illa ma şaellah likülli ümmetinecel iza cae ecelühüm fe la yeste’hırune saatev ve la yestakdimun
50. Kul eraeytüm in etaküm azabühu beyaten ev neharam maza yesta’cilü minhül mücrimun
51. E sümme iza ma vekaa amentüm bih al ane ve kad küntüm bihı testa’cilun
52. Sümme kıyle lillezıne zalemu zuku azabel huld hel tüczevne illa bima küntüm teksibun
53. Ve yestembiuneke ehakkun hu kul ı ve rabbı innehu lehakkuv ve ma entüm bi mu’cizın
54. Ve lev enne li külli nefsin zalemet ma fil erdı leftedet bih ve eserrun nedamete lemma raevül azab ve kudiye beynehüm bil kıstı ve hüm la yuzlemun
55. E la inne lillahi ma fis semavati vel ard e la inne va’dellahi hakkuv ve lakinne ekserahüm la ya’lemun
56. Hüve yuhyı ve yümıtü ve ileyhi türceun
57. Ya eyyühen nasü kad caetküm mev’ızatüm mir rabbiküm ve şifaül lima fis suduri ve hüdev ve rahmetül lil mü’minın
58. Kul bi fadlillahi ve bi rahmetihı fe bi zalike felyefrahu hüve hayrum mimma yecmeun
59. Kul e raeytüm ma enzelellahü leküm mir rizkın fe cealtüm minhü haramev ve halala kul allahü ezine leküm em alellahi tefterun
60. Ve ma zannüllezıne yefterune alellahil kezibe yevmel kıyameh innellahe lezu fadlin alen nasi ve lakinne ekserahüm la yeşkürun
61. Ve ma tekunü fı şe’niv ve ma tetlu minhü min kur’aniv ve la ta’melune min amelin illa künna aleyküm şühuden iz tüfıdune fıh ve ma ya’zübü ar rabbike mim miskali zirratin fil erdı ve la fis semai ve la asğara min zalike ve la ekbera illa fı kitabim mubın
62. E la inne evliyaellahi la havfün aleyhim ve la hüm yahzenun
63. Ellezıne amenu ve kanu yettekun
64. Lehümül büşra fil hayated dünya ve fil ahırah la tebdıle li kelimatillah zalike hüvel fevzül azıym
65. Ve la yahzünke kavlühüm innel ızzete lillahi cemıa hüves semıul alım
66. E la inne lillahi men fis semavati ve men fil ard ve ma yettebiullezıne yed’une min dunillahi şüraka’ iy yettebiune illez zanne ve in hüm illa yahrusun
67. Hüvellezı ceale lekümül leyle li zalike le ayatil li kavmiy yesmeun
68. Kalüttehazellahü veleden sübhaneh hüvel ğaniyy lehu ma fis semavati ve ma fil ard in ındeküm min sültanim bi haza e tekulune alellahi ma la ta’lemun
69. Kul innillezıne yefterune alellahil kezibe la yüflihun
70. Metaun fid dünya sümme ileyna merciuhum sümme nüzıkuhümül azabeş şedıde bima kanu yekfürun
71. Vetlü aleyhim nebee nuh iz kale li kavmihı ya kavmi in kane kebüra aleyküm mekamı ve tezkırıı bi ayatillahi fe alellahi tevekkeltü fe ecmiu emraküm ve şürakaeküm sümme la yekün emruküm ve şürakaeküm sümme la yekün emruküm aleyküm ğummeten sümmakdu ileyye ve la tünzırun
72. Fe in tevelleytüm fe ma seeltüküm mir ecrv in ecriye illa alellahi ve ümirtü en ekune minel müslimın
73. Fe kezzebuhü fe necceynahü ve min meahu fil fülki ve cealnahüm halaife ve ağraknellezıne kezzebu bi ayatina fenzur keyfe kane akıbetül münzerın
74. Sümme beasna mim ba’dihı rusülen ila kavmihim fe cauhüm bil beyyinati fe ma kanu li yü’minu bima kezzebu bihı min kabl kezalike natbeu ala kulubil mu’tedın
75. Sümme beasna mim ba’dihim musa ve harune ila fir’avne ve meleihı bi ayatina festekberu ve kanu kavmem mücrimın
76. Fe lemma caehümül hakku min ındina kalu inne haza le sıhrum mübın
77. Kale musa e tekulune lil hakkı lemma caeküm e sıhrun haza ve la yüflihus sahırun
78. Kalu e ci’tena li telfitena amma vecedna aleyhi abaena ve tekune lekümel kibriyaü fil ard ve ma nahnü leküma bi mü’minın
79. Ve kale fir’avnü’tunı bi külli sahırin alım
80. Felemma caes seharatü kale lehüm musa elku ma entüm mülkun
81. Fe lemma elkav kale musa ma ci’tüm bihis sıhr innellahe seyübtılüh innellahe la yuslihu amelel müfsidın
82. Ve yühıkkullahül hakka bi kelimatihı ve lev kerihel mücrimun
83. Fe ma amene li musa illa zürriyyetüm min kavmihı ala havfim min fir’avne ve meleihim ey yeftinehüm ve inne fir’avne lealin fil ard ve innehu le minel müsrifın
84. Ve kale musa ya kavmi in küntüm amentüm billahi fealleyhi tevekkelu in küntüm müslimın
85. Fe kalu alellahi tevekkelna rabbena la tec’alna fitnetel lil kavmiz zalimın
86. Ve neccina bi rahmetike minel kavmil kafirun
87. Ve evhayna ila musa ve ehıyhi en tebevvea likavmiküma bi mısra büyutev vec’alu büyuteküm kıbletev ve ekıymus salah ve beşşiril mü’minın
88. Ve kale musa rabbena inneke ateyte fir’avne ve melehu zınetev ve emvalen fil hayetid dünya rabbena li yüdıllu an sebılik rabbenatmis ala emvalihim veşdüd ala kulubihim fe la yü’minu hatta yeravül azabel elım
89. Kale kad ücıbet da’vetüküma festekıyma ve la tettebianni sebılellezıne la ya’lemun
90. Ve cavezna bi benı israilil bahra fe etbeahüm fir’avnü ve cünudühu bağyev ve adva hatta iza edrakehül ğaraku kale amentü ennehu la ilahe illezı amenet bihı benu israile ve ene minel müslimın
91. Al ane ve kad asayte kablü ve künte minel müfsidın
92. Fel yevme nüneccıke bi bedenike li tekune limen halfeke ayeh ve inne kesıram minen nasi an ayatina le ğafilun
93. Ve le kad bevve’na benı israıle mübevvee sıdkıv ve razaknahüm minet tayyibat femahtelefu hatta caehümül ılm inne rabbeke yakdıy beynehüm yevmel kıyameti fıma kanu fıhi yahtelifun
94. Fe in künte fı şekkim mimma enzelna ileyke fes’elillezıne yakraunel kitab min kablike le kad caekel hakku mir rabbike fe la tekununne minel mümterın
95. Ve la tekunenne minellezıne kezzebu bi ayatillahi fe tekune minel hasirın
96. İnnellezıne hakkat aleyhim kelimetü rabbike la yü’minun
97. Ve lev caethüm küllü ayetin hatta yeravül azabel elım
98. Fe lev la kanet karyetün amenet fe nefealna ımanüha illa kavme yunüs lemma amenu keşefna anhüm azabel hızyi fil hayatid dünya ve metta’nahüm ila hıyn
99. Ve lev şae rabbüke le amene men fil erdı küllühüm cemıa e fe ente tükrihün nase hatta yekunu mü’minın
100. Ve ma kane li nefsin en tü’mine illa bi iznillah ve yec’alür ricse alellezıne la ya’kılun
101. Kulinzuru maza fis semavati vel ard ve ma tuğnil ayatü ven nüzüru an kavmil la yü’minun
102. Fe hel yentezırune illa misle eyyamillezıne halev min kablihim kul fentezuru innı meaküm minel müntezırın
103. Sümme nüneccı rusülena vellezıne amenü kezalik hakkan aleyna nüncil mü’minın
104. Kul ya eyyühen nasü in küntüm fı şekkim min dını fe la a’büdüllezıne ta’büdune min dunillahi ve lakin a’büdüllahellezı yeteveffaküm ve ümirtü en ekune minel mü’minun
105. Ve en ekım vecheke lid dıni hanıfa ve la tekunenne minel müşrikın
106. Ve la ted’u min dunillahi ma la yenfeuke ve la yedurruk fe in fealte fe inneke izem minez zalimın
107. Ve iy yemseskellahü bi durrin fe la kaşife lehu illa hu ve iy yüridke bi hayrin fe la radde li fadlih yüsıybü bihı mey yeşaü min ıbadih ve hüvel ğafurur rahıym
108. Kul ya eyyühen nasü kad caekümül hakku mir rabbiküm fe menihteda fe innema yehtedı li nefsih ve men dalle fe innema yehtedı li nefsih ve men dalle fe innema yedıllü aleyha ve ma ene aleyküm bi vekıl
109. Vettebı’ma yuha ileyke vasbir hatta yahkümellah ve hüve hayrul hakimın
11-HUD SURESİ
Bismillahirrahmanirrahim
1. Elif lam ra kitabün uhkimet ayatühu sümme füssılet mil ledün hakımin habır
2. Ella ta’büdu illellah innenı leküm minhü nezıruv ve beşır
3. Ve enistağfiru rabbeküm sümme tubu ileyhi yümettı’küm metaan hasenen ila ecelim müsemmev ve yü’ti külle zı fadlin fadleh ve in tevellev fe innı ehafü aleyküm azabe yevmin kebır
4. İlellahi merciuküm ve hüve ala külli şey’in kadır
5. E la ninehüm yesunu sudurahüm li yestahfu minh e la hıyne yestağşune siyabehüm ya’lemü ma yüsirrune ve ma yu’linun innehu alımüm bi zatis sudur
11.CÜZ-MEAL
9-TEVBE SURESİ
94 – Savaş dönüşü kendileriyle karşılaşınca, katılmamaları hakkında mazeretler, bahaneler ileri sürerler.
De ki: “Boşuna özür dilemeyin, zira size inanmayacağız.
Çünkü sizin aleyhimizde çevirdiğiniz hîlelerden bir kısmını Allah bize bildirdi.
Bundan böyle de, yapacağınız her şeyi Allah da, Resulü de görüp değerlendirecek, daha sonra da, gizli olsun açık olsun, herşeyi bilen Allah’ın huzuruna götürüleceksiniz.
O da bütün yaptıklarınızı bir bir önünüze koyacaktır.”
95 – Dönüp yanlarına vardığınız zaman, kendilerini affetmeniz için Allah’a yeminler edeceklerdir.
Siz onlardan yüz çevirin. Onlara muhatap bile olmayın.
Çünkü onlar o kadar murdar kimseler ki, hesap sormak ve azarlamakla yola gelmezler.
İşleyip durdukları günahlar sebebiyle onların konutları cehennem olacaktır.
96 – Kendilerinden razı olasınız diye, size karşı Allah’a nice yeminler edecekler…
Bilesiniz ki siz onlardan hoşnut olsanız bile, o yoldan çıkmış, o pis güruhtan Allah asla razı olmaz.
97 – Bedevîler inkâr ve münafıklıkta şehirlilerden daha şiddetli;
Allah’ın, Resulüne indirdiği hükümleri tanımamaya daha yatkındırlar.
Allah her şeyi bilir, tam hüküm ve hikmet sahibidir. [12,109]
Bedevî (a’rabî) çölde yaşayan göçebe araplara denir. Her bedevî değil, fakat genelde bedevîler, yaşadıkları çöl hayatının gereği olarak kaba ve sert huyludurlar. Böyle olunca küfür ve nifakları da daha beterdir.
98 – Kimi bedevîler, Allah yolunda harcamasını angarya ve ziyan sayar; bundan kurtulmak için başınıza türlü türlü belalar gelmesini gözler.
O belalar kendi başlarına olsun!
Allah, her şey gibi, onların söylediklerini de işitir, bütün hallerini bilir.
Müslümanlar hissedilir bir kuvvet olunca bedevîler, çıkarcı bir tutumla İslâm’a girmeye koyuldular. Gerçek imana sahip olanlarının nisbeti azdı. Göçebe olduklarından İslâm’ın cihad, savaş, zekât, namaz vs. yükümlülüklerinden uzak durup ganimet ve menfaat sırasında pay almak işlerine geliyordu.
99 – Kimi bedevîler de Allah’ı ve âhireti tasdik eder;
Allah yolunda harcamasını, Allah’a yakın olmaya ve Resulünün dualarını almaya vesile sayar.
İyi bilin ki bu, onlar için Allah’a yakınlık vesilesidir.
Allah onları rahmet diyarı olan cennete yerleştirecektir.
Çünkü Allah gafurdur, rahimdir (affı, merhamet ve ihsanı boldur).
100 – İslâm’da birinci dereceyi kazanan Muhacirler ve Ensar ile onlara güzelce tâbi olanlar yok mu?
Allah onlardan razı, onlar da Allah’tan râzı oldular.
Allah onlara içlerinden ırmaklar akan cennetler hazırladı.
Onlar oralara devamlı kalmak üzere gireceklerdir. İşte en büyük mutluluk, en büyük başarı! [5,119; 59,9]
101 – Çevrenizdeki bedevîlerden ve Medine ahalisinden öyle münafıklar vardır ki onlar nifak işinde mahir olmuşlardır.
Pek sinsi hareket ettikleri için sen onları bilemezsin, ama Biz pek iyi biliriz.
Biz onları çifte cezaya çarptıracağız. Sonra da müthiş bir azaba itileceklerdir. [63,8]
102 – Diğer bir kısmı ise günahlarını itiraf ettiler. Onlar iyi işlerle kötü işleri birbirine karıştırdılar.
Onlar tövbe ederlerse umulur ki Allah da onların tövbelerini kabul buyurur.
Çünkü Allah gafurdur, rahîmdir (affı, merhamet ve ihsanı boldur).
Bunlar daha önceki seferlere katıldıkları halde son Tebük seferine gelmemişlerdi.
103 – Onların mallarından zekât al ki, bununla onları temizleyesin ve arındırasın.
Onlar için dua da et.
Çünkü senin onlar lehine duan, onlar için büyük bir huzur ve tatmin kaynağıdır.
Allah her şeyi hakkıyla işitir, bilir. [2,43] {KM, Kohale 3,30; Lukan 11,41}
104 – Bilmediler mi ki: ancak Allah, kullarının tövbelerini kabul eder, zekât ve bağışlarını alır.
Tevvab ve rahîm (tövbeleri kabul buyuran ve pek merhametli) olan da ancak Allah’tır.
105 – Ve de ki: “Çalışın: Yaptıklarınızı Allah da, Resulü de, müminler de görecekler.
Sonra gizli ve açık her şeyi bilen Allah’ın huzuruna çıkarılacaksınız.
O da yaptığınız her şeyi bir bir sizin önünüze çıkaracak, karşılığını verecektir.
106 – Sefere katılmayan bazı kişilerin akıbetleri de Allah’ın emrine kalmıştır:
Allah ister onları cezalandırır, ister merhamet eder.
Allah alîmdir, hakîmdir (her şeyi bilir, tam hüküm ve hikmet sahibidir).
Belli münafıklardan başka, müminlerin haklarında karar vermekte zorluk çektikleri kimseler de vardı. Onların gerçek durumunu Allah elbet biliyordu. Fakat Allah zanna değil, bilinçli muhakemeye dayanan kesin bilgilere dayanmaksızın hiç kimseyi mahkûm etmemek gerektiğini müslümanlara öğretmek istemektedir.
107 – Bir de şunlar var ki: müminlere zarar vermek için, küfür ve küfranı yaymak için, müminlerin arasına ayrılık sokmak için ve daha önce Allah ve Resulüne savaş açmış adamı buyur etmek için, tuttular bir mescid yaptılar.
Bütün bunlardan sonra onlar: “Bundan, iyilikten başka maksat gütmedik” diye yemin edeceklerdir.
Allah şahit ki bunlar kesinlikle yalancıdırlar.
Bu savaş açan kişi Hazreç kabilesinden Ebû Âmir’dir. Hz. Peygamber’in Medine’ye hicretinden önce hıristiyan rahibi olmuştu. Peygamberimizi kendisine rakîp gördü ve düşman kesildi. İslâm aleyhinde kampanya için kabileleri dolaştı.
İslâm’ın güçlenmesini önleyemeyince, son olarak Bizans İmparatorunu harekete geçirmeye çalıştı. Tebük seferine sebep de Bizansın savaş hazırlığı olmuştu. Medine münafıkları Ebû Amir’le işbirliği içinde idiler. Ebû Amir’le, bir üs olarak kullanmak üzere cami yapmada mutabık kaldılar. Aslında Medine’de cami ihtiyacı yoktu. İhtiyaç göstererek yaptıkları mescidde, ilk namazı kıldırmasını Hz. Peygamber’den istirham ettiler. Tebük seferinin hazırlığını öne sürerek Hz. Peygamber (a.s.m) meşgul olduğunu söyledi. Burayı kötü planlar için kullanmaya başladılar. Tebük dönüşünde Peygamberimiz orayı yaktırdı.
108 – O Mescid-i dırarda hiç bir zaman namaz kılma!
Ta ilk günden, temeli takvâ üzere kurulan mescidde namaza durman daha münasiptir.
Orada, maddî ve manevî kirlerden arınmayı seven kimseler vardır.
Allah da temizlenenleri sever.
109 – Binasını, Allah’a karşı gelmekten sakınma ve Onun rızasını kazanma temelleri üzerine kuran kimse mi hayırlıdır;
yoksa yapısını, yıkılmak üzere olan bir uçurum kenarına kurarak onunla beraber cehenneme yuvarlanan mı?
Allah zalimler gürûhunu hidâyet etmez, umduklarına eriştirmez.
Münafıklıklarına bir ceza olarak onları hayra ve felaha erdirmez.
110 – Yaptıkları bina, kendileri geberip de kalpleri parçalanıncaya kadar, içlerinde hep bir ukde olarak kalacak.
Allah alîmdir, hakîmdir (her şeyi çok iyi bilir, tam hüküm ve hikmet sahibidir).
111 – Allah, karşılık olarak cenneti verip müminlerden canlarını ve mallarını satın almıştır.
Onlar Allah yolunda mücadele ederler, öldürürler ve öldürülürler.
Bu Allah’ın Tevratta da, İncîl’de de, Kur’ân’da da üstlendiği gerçek bir vaaddir.
Verdiği sözde Allah’tan daha sadık kim olabilir?
O halde yaptığınız bu alışverişten dolayı sevinin ey müminler!
Müjdeler olsun size, işte en büyük mutluluk, işte en büyük başarı! [35,29; 39,29; 61,10] {KM, Tesniye 20. bölüm. Matta 10,34}
112 – O tövbe edenler, o ibadet edenler, o hamd edenler, Allah’ın rızası için sefer edenler, oruç tutanlar, o rükû edenler, o secdeye kapananlar, iyilikleri yayanlar, kötülükleri önleyenler ve Allah’ın hudutlarını bekleyip koruyanlar yok mu?
İşte o müminleri müjdele! [66,5; 4,24]
“Allah rızası için sefer” kavramına: İslâm’ı anlatmak, cihad, yerine göre hicret, ilim elde etmek, insanları eğitmek, çalışıp helâl kazanç sağlamak gibi birçok alan girer. Allah’ın hudutlarını korumaya: İmanın gerekleri, ibadetler, İslâm ahlâkına uygun davranışlar, İslâm’ın her alandaki hükümleri dâhildir.
113 – Kâfir olarak ölüp cehennemlik oldukları kendilerine belli olduktan sonra,
akraba bile olsalar, müşriklerin affedilmelerini istemek,
ne Peygamberin, ne de müminlerin yapacağı bir iş değildir. [2,119]
114 – İbrâhim’in, babası için af dilemesi ise, sırf ona yaptığı vaadi yerine getirmek için olmuştu.
Fakat onun Allah düşmanı olduğu kendisine belli olunca, onunla ilgisini kesti.
Gerçekten İbrâhim çok yumuşak huylu ve pek sabırlı idi. [19,47-48; 60,4]
115 – Allah bir topluluğu doğru yola ilettikten sonra, nelerden sakınacaklarını kendilerine bildirmedikçe, onları dalâlete sürüklemez.
Şüphesiz ki Allah her şeyi hakkıyla bilir.
Bu âyet, müşrikler için af dilemenin yasaklığı bildirilmeden önce bunu yapanların ve haram kılınmadan önce haramları işleyenlerin sorumlu olmayacaklarını ifade etmektedir.
116 – Göklerin ve yerin hâkimiyeti Allah’ındır.
Dirilten ve öldüren O’dur. Sizin Allah’tan başka ne hâminiz, ne yardımcınız yoktur.
117 – Allah, Peygamberini savaşa katılmayanlara izin verdiğinden ötürü affettiği gibi, içlerinden bir kısmının kalpleri kaymaya yüz tutmuşken, o güçlük anında, Peygambere tâbi olan Muhacirlerle Ensarı da tövbeye muvaffak buyurdu ve sonra onların bu tövbelerini kabul etti.
Çünkü O, onlara karşı raûfdur, rahîmdir (pek şefkatli ve pek merhametlidir).
Başlangıçta kritik bir anda savaşa çıkmaya pek arzulu olmadıkları halde, nefislerinde gerçekleştirdikleri mücahede sonucunda, zaaflarını aşan sahabîlere işaret edilmektedir.
118 – Allah, savaştan geri kalan ve haklarındaki hüküm ertelenen o üç kişinin de tövbelerini kabul buyurdu.
Çünkü onlar öylesine bunaldılar ki dünya bütün genişliğine rağmen başlarına dar geldi. Vicdanları da kendilerini sıktıkça sıktı.
Nihayet, Allah’ın cezasından, yine Allah’ın kapısından başka sığınacak hiçbir yer olmadığnı anladılar da, bundan sonra, önceki iyi hallerine dönsünler diye, Allah onları tövbeye muvaffak kıldı.
Çünkü Allah tevvabdır, rahîmdir (tövbeleri çok kabul eder, tövbe edenleri sever ve pek merhametlidir).
Bu üç halis müslüman Kâ’b b. Malik, Hilal b. Ümeyye ve Mürâre (r.anhüm) adlı sahabîlerdi. Güçlü bir şair olan Kâ’b’ın bu kıssayı uzunca anlatımı okunmaya değer. Hz. Kâ’b’ın bu anlatımı, başta Buharî’nin Sahîh’i olmak üzere birçok kaynakta bulunmaktadır. Bu üç zat gerçek mümin olduklarından Hz. Peygamber bunları dışladı. Müslümanları onlarla konuşmaktan menetti. Elli gün süren, kendilerine ise ellibin sene gibi gelen, büyük bir imtihan geçirdiler. Sadakatlerini ispatladıklarından Allah da onların tövbelerini kabul etti.
119 – Ey iman edenler! Allah’ın emirlerine karşı gelmekten sakının ve dürüst insanlarla beraber olun.
120 – Ne Medine halkının, ne de etrafındaki bedevîlerin, Allahın Resulünden geri kalmaları ve ona ihtimam göstermeyip kendi canlarının derdine düşmeleri olacak şey değildir. (Bunu yapacak bir tek kişi bile çıkmasın)
Bu böyledir, çünkü onların Allah yolunda uğrayacakları hiçbir susuzluk, yorgunluk, açlık, kâfirleri öfkelendirecek tarzda bir yere ayak basıp ele geçirmeleri ve düşmana karşı başarı kazanmaları yoktur ki, mutlaka o sebeple kendilerine güzel bir iş ve sevap yazılmış olmasın. Çünkü Allah iyi davrananların mükâfatlarını zayi etmez. [18,30]
121 – Onlar Allah yolunda, az olsun çok olsun, hiçbir harcama yapmazlar, hak yolda katettikleri hiçbir vaadi olmaz ki,
Allah, işledikleri bu iyilikleri en güzel tarzda ödüllendirmek için, onların hesaplarına yazılmış olmasın!
122 – Bununla beraber müminlerin hepsinin topyekün sefere çıkmaları uygun değildir.
Öyleyse her topluluktan büyük kısmı savaşa çıkarken, bir takım da din hususunda sağlam bilgi sahibi olmak, dinî hükümleri öğrenmek için çalışmalı ve savaşa çıkanlar geri döndüklerinde kötülüklerden sakınmaları ümidiyle, onları uyarmalıdır.
Bu âyet, dini iyi öğrenmenin ve öğretmenin ne derece gerekli olduğunu ortaya koymaktadır. Zira dünya ve âhiret mutluluğu, Allah’ın hidâyetinin, kurtarıcı prensip ve ölçülerinin, rûhu ve lafzı ile, İslâm’ın doğru bilinmesine bağlıdır. [9,41 – 121]
123 – Ey müminler! Size mekân bakımından yakın olan kâfirlerle savaşın, onlar sizde bir ciddiyet ve üstün gayret görsünler.
İyi bilin ki Allah, fenalıklardan sakınan müttakilerle beraberdir. [5,54; 48,29; 9,73; 66,9]
124 – Yeni bir sûre indirildiğinde onlardan bazıları: “Bu inen kısım hanginizin imanını artırdı acaba?” diyerek vahyi küçümserler.
Ama bu, iman edenlerin imanını, yakinini artırır ve onlar sevinip birbirlerini müjdelerler.
Münafıkları nifakta sabit tutmak, zayıf müminlere ise şüphe verip imandan çıkarmak gayesiyle böyle derler.
125 – Fakat o sûreler, kalplerinde küfür ve nifak hastalığı bulunanların inkârlarına inkâr kattı ve onlar kâfir olarak öldüler. [17, 82; 41;44]
126 – Onlar, görmüyorlar mı ki her yıl, bir veya iki kere imtihan ediliyor, çeşitli belalara çarpılıyorlar da yine nifaklarından dönüş yapmıyor, onlar bundan ibret de almıyorlar.
127 – Aleyhlerinde bir sûre indirilince göz kırpıp alay ederek birbirlerine bakar, sonra “Acaba bizi gören biri var mı?” diye endişe ile bakınır, gören biri yoksa hemen sıvışır giderler.
Anlamaz bir topluluk olduklarından,
onlar nasıl iman ve Kur’ân meclisinden uzaklaşıp gidiyorlarsa,
Allah da onları imandan uzaklaştırır. [74, 49 – 51; 70, 36-37; 61, 5]
Kur’ân’dan indirilen yeni bölümleri Hz. Peygamber (a.s.) bir hutbe tarzında müminleri toplayıp okurdu. Münafıklar, zevahiri kurtarmak için toplantıda bulunduklarından, sıkılarak otururlar, geldiklerini ispatladıktan sonra sıvışıp gitme yolları ararlardı.
Önlerine konan bu devletin, bu muazzam feyiz kaynağının kıymetini bilmediklerinden, Allah da onları bu hidâyetten mahrum bıraktı.
128 – Size kendi aranızdan öyle bir Peygamber geldi ki zahmete uğramanız ona ağır gelir.
Kalbi üstünüze titrer, müminlere karşı pek şefkatli ve merhametlidir. [2,129.151; 3,164; 26, 215-217]
129 – Buna rağmen aldırmaz, yüz çevirirlerse, ey Resulüm! de ki:
“Allah bana yeter. O’ndan başka tanrı yoktur.
Ben yalnız O’na dayanırım. Çünkü O, büyük Arş’ın, muazzam hükümranlığın sahibidir.”
10-YÛNUS SÛRESİ
Mekkede nâzil olmuş olup, 109 âyetten ibarettir. Sûrenin 98. âyetinde Yûnus (a.s.) dan ve kavminden bahsedilmesi vesilesi ile bu ad verilmiştir. Oysa Hz. Nûh (a.s.) ile Hz. Mûsâ (a.s.) daha tafsilatlı bir şekilde anlatılır. Bu sûre-i şerife iman esasları üzerinde fazlaca durmaktadır. Özellikle, Kur’ân’ın Allah Teâlanın kitabı olduğunu ispata yönelir. Bunu yaparken;
1. Kâfirlerin Kur’ân hakkındaki şüphelerini iptal eder. 2. Kur’ân’la onlara meydan okuyup, güçleri yeterse benzer bir eser ortaya koymalarını ister. 3. Özendirme ve korkutma (tergib ve terhib) metoduyla Kur’ân’ı tasdik etmeye çağırır. Allah Teâlanın tarihteki âdetine işaret ve müminleri teselli için Nuh, Mûsâ ve Yûnus (aleyhimu’s-selam) kıssalarına yer verilir ve onların sabır ve sebatla, Allah’ın hükmünü beklemeleri emredilir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1 – Elif, Lâm, Râ. İşte bunlar o hikmetli kitabın âyetleridir.
2 – “İnsanları uyar! Müminlere, Rab’lerinin üstün sadakat makamı vereceğini müjdele!” diye içlerinden bir insana vahyetmemiz insanların çok mu tuhafına gitti?
Onun için mi kâfirler: “Besbelli ki bu, sihirbazın teki!” dediler. [38,4; 64,6; 7,69; 18,2 – 3]
3 – Sizin Rabbiniz gökleri ve yeri altı günde yaratan,
sonra da Arşı üzerinde hükümrân olan, her işi yerli yerince çekip çeviren Allah’tır.
Kendisinden izin çıkmadıkça, O’nun katında hiçbir şefaatçi iş bitiremez.
İşte Rabbiniz, bu vasıflara sahib olan Allah’tır. Öyleyse O’nu bir tanıyarak, yalnız O’na ibadet ediniz. Hâlâ gerçekleri düşünmeyecek misiniz? [34,3; 11,6; 6,59; 2,255; 53,26; 34,23; 43,87]
4 – Hepinizin dönüşü O’nadır. Bu, Allah’ın gerçek olarak verdiği sözdür.
Mahlûkları ilkin O yaratır.
Yoktan yaratan yaratıcı, öldükten sonra onları haydi haydi diriltir.
Diriltir ki iman edip makbul ve güzel işler yapanları, adaletleri sebebiyle ödüllendirsin.
Kâfirlere ise, dini inkâr ettikleri için, içecek olarak kaynar su ve gayet acı bir azap vardır. [30,27; 38,56-58; 56,42-43; 55,43-44]
5 – O dur ki güneşi bir ışık yaptı. Ay’ı da bir nûr kılıp, ona birtakım konaklar tayin etti ki yılların sayısını ve vakitlerin hesabını bilesiniz.
Allah, bunları boş yere değil, ancak hikmet uyarınca, sabit bir gerçek olarak yaratmıştır.
Bilip anlayacak kimselere Allah âyetleri böylece açıklar. [2,189; 36,40; 6,96; 38,27; 23,115-116] {KM, Tek-vin 1,14}
6 – Gece ve gündüzün sürelerinin değişerek peşpeşe gelmesinde,
Allah’ın göklerde ve yerde yarattığı bunca varlıklarda,
elbette Allah’ı sayıp kötülüklerden sakınacak kimseler için nice deliller vardır. [3,190; 10, 101; 11,6]
7-8 – Onlar ki âhirette bize kavuşmayı ummaz
ve sadece dünya hayatına razı olup onunla tatmin bulur
ve onlar ki bizim tek İlah olduğumuzun delillerinden
ve gönderdiğimiz Kur’ân âyetlerinden gaflet etmeyi sürdürür!
İşte bunların, irtikâb ettikleri şirk ve isyan sebebiyle varacakları yer cehennemdir.
9 – İman edip makbul ve güzel işler yapanları ise onların Rabbi, imanları sebebiyle kendilerini,
içlerinden ırmaklar akan, o nimet dolu cennetlerdeki mutluluklara erdirir.
10 – Onların orada duaları, “Sübhansın Allah’ım! Her türlü noksandan münezzeh ve yücesin!” demek, birbirlerine iyi dilek ve temennileri ise hep “selam!” dır.
Duaları “El-hamdülillahi Rabbi’l-âlemin” “Hamd âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur.” diye sona erer. [33,44; 56,25 – 26; 36,58; 13,23-24; 18,1; 6,1]
11 – Eğer Allah insanların faydalarına olan şeyleri çabucak elde etmek istemelerinde verdiği gibi, müstehak oldukları şerri de çarçabuk verseydi derhal sonları gelir, helâk edilirlerdi.
Fakat Biz, huzurumuza çıkmayı arzu edip ummayanları, kendi hallerine bırakırız, azgınlıkları içinde bocalar, dururlar. [17,11]
12 – İnsan bir sıkıntıya mâruz kalınca gerek yan yatarken, gerek otururken veya ayakta iken, Bize yalvarıp yakarır.
Fakat biz sıkıntısını giderdik mi,
sanki uğradığı dertten dolayı Bize yalvaran kendisi değilmiş gibi
eski haline geçip gider.
İşte (hayat sermayelerini boşuna harcayıp) haddini aşanlara, yaptıkları işler, kendilerine böyle süslenmiş, hoşlarına gitmiştir. [41,51; 11, 10, 11]
13 – Sizden önceki devirlerde geçen nice ümmetleri,
Peygamberleri kendilerine açık deliller (mûcizeler) getirdikleri halde,
onları yalancı sayıp hakka karşı çıkarak zulmettikleri ve iman etmeyecekleri sabit olduğu için imha ettik.
İşte suçlular güruhunu Biz böyle cezalandırırız.
14 – Sonra onların peşinden, nasıl davranacağınızı görmek için,
bu dünyada onların yerine sizi geçirdik.
15 – Böyle iken, âyetlerimiz kendilerine, açık deliller halinde okunduğunda, âhirette huzurumuza varacaklarını ummayanlar,
“Bize bundan başka bir Kur’ân getir veya bunu değiştir” derler.
De ki: “Onu kendiliğimden değiştirmem asla olacak bir şey değil.
Çünkü ben sadece bana vahyedilene tâbi olurum
ve eğer sizin arzunuza uyar da Rabbime isyan edersem, o müthiş günün azabından korkarım.”
16 – De ki: “Eğer Allah dileseydi ben Kur’ân’ı size okuyamazdım,
hiç bir suretle de size onu bildirmezdi.
Bilirsiniz ki, daha önce, bir ömür boyu aranızda yaşadım, böylesi bir iddiada bulunmadım.
Aklınızı kullanıp bunu anlamaz mısınız?
17 – Hem yalandan bir söz uydurup onu Allah’a mal eden
veya Allah’ın âyetlerini yalan sayandan daha zalim kim olabilir?
Gerçek şu ki mücrimler iflah olmazlar.
18 – Onlar, Allah’tan başka kendilerine ne zarar ne de fayda veremeyen birtakım nesnelere ibadet ediyor ve “Onlar Allah katında bizim şefaatçilerimizdir” diyorlar.
De ki: Böyle bir şey olacak da Allah bilmeyecek ha!
Ne o, yoksa siz Allah’a göklerde ve yerde olup da bilmediği şeylerin varlığını mı haber vereceğinizi iddia ediyorsunuz?
Hâşâ! O, onların iddia ettikleri her türlü ortaktan münezzehtir, yücedir. [13,33]
Gerek bu âyette, gerekse başka bir çok âyette yer alan min dûnillah ibaresi bazı meallerde “Allah’ı bırakıp…” diye tercüme edilmiş. Ebussuud burada der ki: “Onlar Allah’ın dışında birtakım nesnelere de ibadet ederler” demektir. Yoksa onlar Allah’a ibadeti büsbütün terketmiş değildirler. Bilakis maksat, o ibadetle yetinmediklerini ifade etmek ve nazm-ı kerimin siyakının ortaya koyduğu üzere, o ibadeti putlara ibadete makrun kılmak, yani o ibadeti putlara ibadetle birlikte yaptıklarını bildirmektir.”
19 – İnsanlar aslında tek ümmet idi. Başlangıçta hepsi tevhid inancına sahip iken sonra aralarında ihtilaf çıktı.
Şayet Allah’tan nihaî hükmü kıyamete bırakma şeklinde
önceden yapılmış bir vaad olmasaydı,
ihtilaf ettikleri konudaki hüküm çoktan verilmiş, azap tepelerine inmiş olurdu. [2,213; 11, 110; 20,129]
20 – Bir de kalkmış: “O Peygambere Rabbi tarafından bambaşka bir mûcize indirilse ya!” diyorlar.
Sen de ki: “Gayb âlemi ancak Allah’ındır. Gaybı bilmek O’na mahsustur.
O halde bekleyin bakalım, ben de sizinle beraber bekliyorum. [6,37; 17,59; 10,96-97; 15,14-15]
21 – İnsanlara uğradıkları bir dertten sonra bir nimet ve âfiyet tattıracak olursak, bir de bakarsın ki âyetlerimiz hakkında yine birtakım kötü düşüncelere sapmışlar!
De ki: “Allah’ın o tuzakların hakkından gelmesi, daha da çabuk gerçekleşir.
Haberiniz olsun: meleklerimiz bütün o kötü düşüncelerinizi kaydedip duruyorlar.”
22 – Sizi karada olsun, denizde olsun gezdirip dolaştıran O’dur.
Gemide olduğunuz zamanı düşünün:
Gemiler, tatlı bir rüzgarla içindeki yolcuları alıp götürdüğü
ve yolcular da bundan ötürü keyiflendikleri bir sırada,
birden gemiye şiddetli bir fırtına gelir, dalgalar her taraftan onları sarar
ve artık kendilerinin tamamen kuşatılıp bir daha kurtulamayacaklarını zannedince,
bütün niyaz ve ibadetlerini yalnız Allah’a tahsis edip gönülden O’na yalvarırlar:
“Ahdimiz olsun ki, eğer bizi bu felaketten kurtarırsan, mutlaka şükreden kullarından olacağız!” derler. [2,139] {KM, Mezmurlar 107,23-30}
23 – Fakat Allah onları kurtarınca bir de bakarsın ki yine yeryüzünde haksız yere taşkınlıklar ve türlü yolsuzluklarda bulunuyorlar.
Ey insanlar! İyi biliniz ki taşkınlığınız sadece kendi aleyhinizedir.
Elde edeceğiniz en fazla şey, bu fani hayatın geçici menfaatidir.
Sonunda dönüp Bizim huzurumuza geleceksiniz ve Biz de yaptıklarınızı size bir bir göstereceğiz. [17,67; 29,65; 31,32]
24 – Bu fani dünya hayatı bilir misiniz neye benzer?
Tıpkı şuna benzer: Gökten yağmur indiririz, derken o yağmur sebebiyle, insanların ve hayvanların yiyerek beslendikleri bitkiler bol bol yetişir, ağ gibi etrafı sarar.
Yeryüzü renk renk, çeşit çeşit meyve ve mahsullerle süslenir, bahçe sahipleri de tam, bütün o ürünleri devşirmeye giriştikleri sırada,
geceleyin veya gündüzün birden emir çıkarırız, bir afet gelir, söküp biçer.
Sanki daha dün, o şen manzara, orada hiç olmamış gibi olur…
İşte Biz düşünüp ibret alacak kimseler için âyetleri, delilleri böyle ayrıntılı olarak açıklarız.
25 – Allah insanları esenlik ve mutluluk ülkesine dâvet eder ve dilediği kimseleri doğru yola iletir. [6,127]
26 – İyi ve güzel davranışlarda bulunanlara en güzel mükâfat
yani cennet ile daha da fazlası olarak Allah’ın cemalini görmek var.
Onların yüzlerine ne bir leke bulaşır, ne de bir zillet! İşte onlar cennetliktir.
Onlar orada ebedi kalacaklardır. [9,72; 55, 60; 76,11] {KM, Yuhanna 17,3}
27 – Kötülük işleyenler ise, yaptıkları kötülük kadar ceza görürler. Kendilerini bir zillettir kaplayacak…
Onları Allah’ın bu cezasından koruyup kurtaracak bir kimse yoktur. Yüzleri sanki kapkaranlık gece parçalarıyla kaplanmıştır.
İşte onlar cehennemliktir.
Hem de orada ebedi kalacaklardır. [42,45; 14,42-44; 75,10-12; 3,106-107]
28-29 – Gün gelir, onların hepsini bir araya toplayıp sonra Allah’a şirk koşanlara:
“Siz de, taptığınız şerikleriniz de yerlerinize!” deriz. Artık onları putlarından tamamen ayırmışızdır.
Şerikleri: “Siz dünyada bize tapmıyordunuz. Bizimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeter.
Doğrusu, sizin bize taptığınızdan hiç mi hiç haberimiz yoktu” derler. [18,47; 30,14-43; 19, 82; 46,5-6]
30 – İşte orada her kişi önce göndermiş olduğu işlerin tadını anlar:
Hepsi, gerçek sahipleri ve efendileri olan Allah’ın huzuruna götürülür
ve uydurdukları bütün şerikler onlardan ayrılıp ortalıkta görünmez olur. [86,9; 75,13; 17,13-14]
31 – De ki: Kimdir sizi gökten ve yerden rızıklandıran?
Kimdir kulaklarınızı ve gözlerinizi yaratan?
Kimdir ölüden diriyi, diriden ölüyü çıkaran.
Kimdir bütün işleri çekip çeviren, kâinatı yöneten.
“Allah!” diyecekler, duraksamadan:
De ki: “O halde sakınmaz mısınız O’nun cezasından?” [3,27; 80,27-31; 67,21]
32 – İşte bunları yapan Allah’tır sizin gerçek Rabbiniz.
Gerçeğin ötesinde, dalâletten başka ne kalır?
Nasıl olur da haktan vazgeçersiniz?
33 – Öyle büsbütün doğru yoldan çıkmış, isyanda ısrar eden o fâsıklara,
imana gelmedikleri için, Rabbinin azap kararı kesinleşmiştir. [39,71]
34 – De ki: “Sizin Allah’a ortak saydığınız şeriklerden
mahlûkatı yaratıp onları ölümlerinden sonra da diriltebilen var mıdır?”
De ki: “Ancak Allah ilkin yaratıp sonra diriltmeye kadirdir.
Öyleyse nasıl oluyor da bu hakikatten vazgeçiriliyorsunuz?”
35 – De ki: “O şeriklerinizden hakikate götürecek var mı?
De ki: “Gerçeğe ancak Allah hidâyet eder.”
Şimdi söyleyin bakalım; gerçeğe ulaştıran mı tâbi olunmaya lâyıktır,
yoksa elinden tutulup doğru yola götürülmedikçe kendisi yol bulamayan kimseler mi?
Ne oluyor size! Nasıl böyle yanlış hükmediyorsunuz?”
Mahlûkların ortak özelliği, yaratılmış ve âciz olmaktır. Aciz, âciz olanın derdine çare olamaz, mutlak hakikate ulaştıramaz, kalbine hidâyet veremez. Şuursuz putlar bunu zaten yapamadığı gibi, bu hususta şuurlu varlıklar bile fayda sağlayamazlar.
Akıl bile Allah hidâyet etmedikçe kendiliğinden bir ilim keşfedemez, kendi başına doğruyu bulamazken, mabudluk, mutlak hâdi (hidâyet veren, doğruya ulaştıran) olan Allah Teâla’dan başka kimin hakkı olabilir?
Burada hidâyetten maksat, bizzat ve bilfiil olan hidâyettir, vasıtalı, mecazî hidâyet değildir. Peygamberler ve doğru yolu bildiren âlimlerin vesile olma şeklindeki rehberliklerine illa en yuhda istisnası ile işaret edilmiştir. Yani Allah onları hidâyet ettiği için, onlar da vesile olabilirler. Fakat bu da hidâyeti kalpte yaratma şeklinde bizzat ve bilfiil olan hidâyet değildir.
36 – Onların çoğu sadece zanna uyarlar.
Halbuki zan asla gerçeğin yerini tutamaz.
Allah onların bütün yaptıklarını hakkıyla bilir.
37 – Bu Kur’ân’ın Allah’tan başkası tarafından uydurulması asla mümkün değildir.
Lâkin daha önce indirilen kitapları tasdik eder
ve farzedilen hüküm ve hakikatleri açıklar.
Onda şüphe edilecek hiçbir taraf yoktur.
Rabbülâlemin tarafından gönderilmiştir. [3,7; 2,41]
38 – Yoksa “Onu kendisi uydurmuş” mu diyorlar?
De ki: “Öyleyse, iddianızda tutarlı iseniz haydi onunkine benzer bir sûre ortaya koyun ve Allah’tan başka çağırabileceğiniz kim varsa hepsini de yardımınıza çağırın.” [17,88; 2,24; 11,13]
39 – Hayır! Onlar, hakkında etraflı bir bilgi edinmeden ve henüz yorumuna tam vakıf olmadan, bu Kur’ân’ı, çarçabuk yalanladılar.
Kendilerinden öncekiler de böyle yalan saymışlardı.
Bak ve zalimlerin sonunun nasıl olduğunu anla!
40 – Onlardan Kur’ân’a iman edenler de var, iman etmeyenler de.
Rabbin hakkı yalanlayıp halk içinde fitne ve fesat çıkaranları pek iyi bilir.
41 – Eğer seni yalancı saymakta ısrar ederlerse de ki:
“Benim yaptığım bana ait, sizin yaptığınız da size. Benim yaptıklarımla sizin, sizin yaptıklarınızla da benim ilişiğim yoktur.” [109,1-6; 60,4]
42 – Onların içinde senin söylediklerini dinlemeye gelenler de var.
Fakat sen sağırlara nasıl duyurabilirsin ki? Hele akıllarını da kullanmıyorlarsa!
43 – Onların arasında sana bakanlar da var.
Fakat gözleri görmeyenlere sen nasıl doğru yolu gösterebilirsin, hele basiretleri de yoksa! [25,41-42]
Baş gözü ile beraber kalb gözü de görmezse, böyle bir âmaya birşey anlatmak mümkün olmaz. Görmekten gaye, ibret almaktır. Dolayısıyla, asıl önemli olan basirettir. Bundan ötürü kalb gözü açıksa âma, birşeyler sezer. Hatta böyle olan bir âma, ahmak olan göz sahibinin anlayamadığını anlar.
44 – Allah insanlara asla zulmetmez. Lâkin insanlar kendi kendilerine zulmederler.
45 – Kıyamet günü Allah hepsini bir araya toplayacak.
Dünyada, gündüzün ancak bir saati kadar zaman yaşamış gibi gelecek kendilerine. O şekilde ki sadece tanışacak ve birbirlerini görünce tanıyacakları kadar yaşadıklarını sanacaklar.
Allah’a kavuşmayı yalan sayıp da doğru yolu tutmamış olanlar, en büyük kayba uğramışlardır. [79,46; 20,104; 70,11-15; 23,101; 77-15]
46 – Onlara vaad ettiğimiz şeylerin bir kısmını sana göstersek yahut seni vefat ettirsek, nasıl olsa sonunda onlar bize döneceklerdir.
Elbette Allah, kendilerinin ne yapacaklarına şahittir.
47 – Her ümmetin bir Peygamberi vardır.
Peygamberleri kendilerine gelince, aralarında adaletle hükmedilir, hiç birine zulmedilmez. [39,69]
48 – Onlar: “Eğer dediğiniz doğru ise, peki bu vaadin ne zaman gerçekleşeceğini söyleyin!” derler. [42,18]
49 – De ki: “Ben kendi kendime bile, Allah’ın dilediğinden başka ne bir zararı savma, ne de bir fayda sağlama imkânına sahip değilim.
Her ümmetin belirlenmiş bir ömür süresi vardır.
Artık o vaadeleri gelince, onu ne bir saat ileri, ne de bir saat geri alamazlar.” [7,34.188; 63,11]
50 – De ki: “Ne dersiniz, şayet O’nun azabı size yatarken veya gündüzün gelirse ne yaparsınız?
Mücrimler bunlardan hangisini acele ile istiyorlar?”
51 – Olan olduktan sonra mı ona iman edeceksiniz?
Ya şimdi ha! Hani siz bunu çarçabuk istiyordunuz? [32,12; 40,84-85]
52 – Sonra o zalimlere: “Ebedî azabı tadın bakalım! Siz dünya hayatında neyi hak ettiyseniz, sadece onun karşılığını göreceksiniz.” denir. [32,14]
53 – “Sahi doğru mu bu?” diye senden haber sorarlar.
De ki: “Evet! Rabbime yemin ederim ki o elbette gerçektir ve siz bundan yakayı kurtaramazsınız.” [6,134; 36,82; 34,3; 64,7]
54 – Kendi nefsine zulmeden her kişi, dünyadaki bütün şeylere malik olsaydı bile, kendisini cezadan kurtarmak için hepsini fidye olarak verirdi.
Onlar cezaları olan azabı görünce içten içe duydukları pişmanlığı açığa vururlar.
Ne çare ki, kendilerine asla haksızlık edilmeksizin, aralarında adaletle hüküm verilmiştir.
Eserre: Hem açığa vurmak, hem de, acının şiddeti sebebiyle kişinin nutku tutulduğundan söyleyememesi yani içinde gizlemek hakkında kullanılır. Yani bu kelime bu iki zıt mânaya gelmesi itibariyle ezdaddandır.
55 – İyi bilin ki göklerde ne var, yerde ne varsa Allah’ındır.
İyi bilin ki Allah’ın vaadi gerçektir, fakat insanların çoğu bunu bilmezler.
56 – Hayatı veren de, öldürüp geri alan da O’dur. Ve sonunda hepiniz O’nun huzuruna götürüleceksiniz.
57 – Ey insanlar! İşte size, Rabbinizden bir öğüt, gönüllerdeki dertlere bir şifa, müminlere doğru yolu gösteren bir hidâyet ve rahmet geldi. [17,82; 41,44]
58 – De ki: “Allah’ın lütfuyla, rahmetiyle, evet sadece bununla ferahlanın!
Çünkü bu, onların dünya malı olarak topladıkları bütün şeylerden daha hayırlıdır.”
59 – De ki: “Peki, Allah’ın size ihsan ettiği rızıklardan, bir kısmını helâl, bir kısmını haram yapmanıza ne dersiniz?”
De: “Allah mı sizin böyle yapmanıza izin verdi, yoksa siz Allah’a iftira mı ediyorsunuz?”
60 – Uydurdukları yalanı Allah’a mâl edenler kıyamet gününü ne zannediyorlar?
Gerçekten Allah insanlara karşı büyük lütuf sahibidir.
Fakat insanların çoğu bu nimete şükretmezler.
61 – Herhangi bir işte bulunsan, onun hakkında Kur’ân’dan herhangi bir şey okusan,
Sen ve ümmetinin fertleri her ne iş yapsanız, siz o işe dalıp coştuğunuzda, mutlaka Biz her yaptığınızı görürüz.
Yerde olsun, gökte olsun, zerre ağırlığınca bir varlık bile Rabbinin ilminden kaçamaz.
Ne bundan küçük, ne bundan büyük hiçbir şey yoktur ki, hepsi apaçık bir kitapta olmasın. [2,44; 6,59; 11,6; 26,217-218] {KM, Matta 10,30}
62 – İyi bilesiniz ki Allah’ın velîlerine korku yoktur, onlar üzüntüye de uğramazlar.
63 – Velîler o kimselerdir ki O’na iman edip, emirlerine aykırı hareketlerden sakınırlar.
64 – Dünya hayatında da âhirette de müjde vardır onlara.
Allah’ın hükümlerinde olsun, verdiği sözlerde olsun, asla değişiklik olmaz.
İşte bu müjdeler en büyük mutluluktur. [41,30-32; 21,103; 57,12]
65 – O inkârcıların sözleri seni üzmesin. Çünkü bütün izzet ve üstünlük Allah’ındır. O her şeyi hakkıyla işitir ve bilir.
66 – İyi bilesiniz ki göklerde ve yerde kim varsa hepsi Allah’ın kuludur,
Onun hükmü altındadır.
Allah’tan başka birtakım şeriklere ibadet edenler de gerçekte o putlarına tâbi olmazlar.
Onlar sadece birtakım zanlara uymakta ve sırf kafadan atmaktadırlar.
67 – Dinlenip sükûnet bulmanız için geceyi karanlık, çalışıp iş yapmanız için de gündüzü aydınlık kılan O’dur.
Elbette bunda, işitip dinlemesini bilen kimseler için nice deliller ve ibretler vardır.
68 – Müşrikler “Allah evlat edindi” dediler.
Haşâ! O bundan münezzehtir. O her şeyden olduğu gibi evladı olmaktan da müstağnidir.
Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi O’nundur.
Buna dair, ey müşrikler, hiçbir deliliniz yoktur.
Ne o, Allah hakkında kesin bilgi sahibi olmadan konuşuyor,
rastgele şeyleri mi O’na isnad ediyorsunuz? [19,88-95]
69 – De ki: “Allah hakkında böyle yalan uydurup O’na mal edenler asla iflah olmazlar.”
70 – Olsa olsa dünyada az bir zevk alır, ama sonunda Bizim huzurumuza dönerler.
Sonra Biz de inkâr ve nankörlüklerinden ötürü o çok şiddetli azabı onlara tattırırız.
71 – Onlara Nuh hakkındaki haberi oku: O halkına:
“Ey benim halkım, dedi, eğer benim aranızda bulunmam ve Allah’ın âyetlerini hatırlatmam size ağır geldiyse, şunu bilin ki ben yalnız Allah’a dayanıp güvendim.
Siz de şerik koştuklarınızla beraber toplanıp işinizi kararlaştırın ki tasasını çektiğiniz bir dert olup kalmasın.
Sonra da bana hiç mühlet vermeden hakkımdaki hükmünüzü uygulayın. [3,128; 11,55-57]
72 – Eğer bu tebliğimden yüz çevirirseniz benim kaybedeceğim bir şey yok!
Çünkü ben sizden ücret beklemiyorum ki!
Benim ücretimi siz veremezsiniz. Benim mükâfatım ancak Allah’a aittir ve bana, O’na teslim olanlardan olmam emredilmiştir. [11,29; 34,47]
73 – Yine de halkı kendisini dinlemeyip onu yalancı saydılar.
Biz de hem onu, hem de gemide beraberinde olanları kurtardık
ve bunları o ülkede onların yerine geçirdik.
Âyetlerimizi yalan sayanları ise suda boğduk.
İşte bak, uyarıldığı halde doğru yolu tutmayanların akıbetlerinin nasıl olduğunu gör! [2,30; 39,40; 7,64]
74 – Nuh’tan sonra, kendi halklarına resul olarak daha nice peygamberler gönderdik.
Onlar kavimlerine âyetler, mûcizeler getirdiler; ama berikiler, önce yalan saydıkları şeye, bir türlü inanmadılar.
İşte haddi aşanların kalplerini böyle mühürleriz!
75 – Onlardan sonra da, Firavun ile ileri gelen yöneticilerine Mûsâ ile Harun’u delillerimiz, mûcizelerimizle gönderdik.
Ama onlar büyüklük taslayıp kabul etmeyi kibirlerine yediremediler ve suçlu bir halk oldular. [7,60]
76 – Onlara tarafımızdan gerçek ulaşınca: “Bu besbelli bir sihirdir.” dediler. [27,14]
77 – Mûsâ dedi ki: “Size gelen gerçeği böyle mi nitelendiriyorsunuz?
İnsaf edin, sihir midir bu?
Şu bir gerçektir ki büyücüler iflah olmazlar.”
78 – “Sen”, dediler, “bizi atalarımızı üzerinde bulduğumuz dinden döndüresin de
ülkede önderlik ikinize kalsın diye mi geldin? Biz, mümkün değil, size inanmayız.” [7,70]
Dine inanmayanların bütün düşündükleri dünya menfaatı olduğundan, peygamberlere bile bakışları o açıdan oluyor.
Âyet dine hizmet edenlerin bu hususa dikkat etmelerini, en ufak bir açık verilmemesi yani müminlerin şahsî ve dünyevî menfaatlere yönelmemeleri gerektiğini ima ediyor.
79 – Firavun: “Ne kadar usta sihirbaz varsa, hepsini toplayıp getirin!” emrini verdi.
80 – Büyücüler gelince Mûsâ onlara: “Ortaya atacağınız ne varsa atın, hünerinizi gösterin” dedi.
81-82 – Onlar iplerini ve değneklerini atınca Mûsâ şöyle dedi:
“Yaptığınız şey, sihirdir. Allah onu boşa çıkaracaktır.
Çünkü Allah bozguncuların işini düzeltmez.
Mücrimler hoşlanmasa da, Allah sözleriyle gerçeği ortaya çıkaracaktır.” [8,8]
83 – Hâsılı, başlangıçta Mûsâ’ya, kendi kavminden, genç bir kuşaktan başka iman eden olmadı.
Kavmi, Firavun’un ve yöneticilerin, kendilerine işkence edeceklerinden korkuyorlardı.
Çünkü Firavun o ülkede son derece despot ve çok aşırı gidenlerdendi.
84 – Mûsâ: “Ey kavmim, dedi, Siz Allah’a iman ettiniz, O’na tam bir teslimiyetle bağlandınızsa, öyleyse yalnız O’na dayanıp güvenin!” [67,29; 73,9; 11,123]
85-86 – Onlar da şöyle cevap verdiler: “Biz de Allah’a dayanıp güvendik.
Ey Rabbimiz! Bizi o zalim kimselerin işkenceleri ile imtihan etme ve rahmetinle kurtar bizi o kâfirler güruhundan!”
87 – Mûsâ’ya ve kardeşine: “Kavminiz için Mısır’da evler hazırlayın,
evlerinizi namazgâh yapın, namazı hakkıyle ifa edin ve ey Mûsâ müminleri müjdele!” diye vahyettik. [12,21]
İsrailoğullarında aslolan, ibadetin mâbedde yapılmasıdır. Fakat işkence döneminde, ruhsat kabilinden, evleri namazgâh edinmelerine izin verilmişti.
88 – Mûsâ: “Ey bizim Rabbimiz!” dedi. “Sen Firavun ile onun ileri gelen adamlarına dünya hayatında muazzam zinet, haşmet ve servet verdin.
Ey bizim Rabbimiz! İnsanları neticede Senin yolundan saptırsınlar diye mi onlara bu imkanı verdin?
Ey bizim büyük Rabbimiz, mahvet, sil süpür onların servetlerini ve kalblerini şiddetle sık;
belli ki o acı azaba girmedikçe onlar imana gelmeyecekler.”
89 – Allah buyurdu ki: “Dualarınız kabul edildi. Dürüst olmaya devam edin, müstakim olun ve sakın hakikati bilmeyenlerin yoluna tâbi olmayın.”
90 – Derken, İsrailoğullarını denizden geçirdik. Hemen Firavun, askerleriyle beraber zulmederek ve saldırarak peşlerine düştü.
Nihayet boğulmak üzere iken: “İman ettim. İsrailoğullarının inandığı İlahtan başka tanrı yokmuş. Ben de müslümanlardanım” dedi. [2,50; 40,84-85; 20,78; 26,66]
91-92 – “Şimdi mi? Halbuki bundan önce isyan etmiştin, bozgunculardan olmuştun!
Biz de bugün senin bedenini denizden kurtarıp karada bir yere çıkaracağız ki
senden sonra gelecek nesillere ibret olasın.”
Doğrusu insanların birçoğu bizim âyetlerimizden, ibret alınacak delillerimizden gafildirler. [28,39-41]
Mevcut Tevrat metni, Mısır’dan çıkış konusunda küçük ayrıntılara bile yer verecek kadar tafsilat ihtiva etmesine rağmen, Firavunun bedeninin mahfuz kalacağına dair bu önemli hadiseye hiç temas etmez. Kur’ân’ın mûcizevî bir tarzda haber verdiği bu hâdise, son asırda keşfedilmiştir. Hz. Mûsâ’yı takip edip boğulan Firavun’un cesedi zamanımıza kadar Mısır’da kalmış, oradan Londra’ya götürülmüş olup insanlar tarafından ibretle seyredilmektedir.
93 – Biz İsrailoğullarını güzel bir yerde yerleştirdik, onlara helâl hoş rızıklar verdik.
Kendilerine ilim gelinceye kadar ihtilafa düşmediler, fakat ondan sonra ihtilafa başladılar.
Elbette Rabbin, aralarında ihtilaf ettikleri hususlarda kıyamet günü hükmünü verecektir. [7,137; 26,59-60]
94-95 – Eğer, faraza, sana indirdiğimiz hususlardan herhangi birinde şüphe edersen, senden önce kitap okuyanlara sor.
Celalim hakkı için, sana Rabbin tarafından gerçek gelmiştir, bundan en ufak bir tereddüdün olmasın! Sakın Allah’ın âyetlerini yalan sayanlardan olma, yoksa hüsrana uğrayanlardan olursun. [7,157]
Kur’ân, Resulullahın Tevrat ve İncîl’de müjdelendiğini bildirir. Ehl-i kitabın, kendi çocuklarını tanıdıkları gibi onu tanıdıklarını söyler. Bu âyetten maksat, Kur’ân’ın ve Hz. Peygamberin nübüvvetinin doğruluğuna dair bilgiyi te’kit etmektir. Yani:
“Olmaz ya, faraza onlarda bu bilginin olduğuna dair içine bir şüphe gelecek olursa şüpheye düşenin yapacağı iş, hemen deliller aramak ve ilim adamlarıyla görüşmektir. Sen de öyle yap, Ehl-i kitap bilginlerine sor, zira onlar bu konuda yeterli bilgi sahibidirler.” Şu halde bu âyetten maksat: “Yahudi bilginlerinin Resulullahın nübüvvetini ne derece kuvvetle bildiklerini anlatmaktır, yoksa Hz. Peygamberin şüpheye düştüğünü bildirmek değildir.”
96-97 – (Kâfir olarak ölüp cehenneme gideceklerine dair) haklarında Rabbinin hükmü kesinleşmiş olanlar,
her türlü mûcize de önlerine gelse, gayet acı azabı görmedikçe iman etmezler. [10,88]
98 – Azap gelip çattığı zaman imana gelip de bu imanı kendilerine fayda vermiş olan bir tek memleket halkı olsun, bulunsaydı ya!
Asla böyle bir şey vaki olmamıştır.
Ancak Yunus’un halkı müstesnadır ki bunlar iman edince,
kendilerinden dünya hayatındaki rüsvaylık azabını uzaklaştırıp giderdik ve onları bir süre daha yaşattık. [21,87-88; 36,30; 37,139-148; 51,52]
99 – Eğer Senin Rabbin dileseydi, dünyada ne kadar insan varsa hepsi imana gelirdi.
Ama bunu irade etmedi.
Şimdi sen mi, imana gelsinler diye insanları zorlayacaksın?
100 – Allah’ın izni olmadıkça hiç bir kimsenin iman etmesi mümkün değildir.
(O, akıl ve iradelerini iman tarafına kullananlara iman nasib eder).
Fakat akıllarını çalıştırmayanlara ise şeytanı musallat eder, o pislikte bırakır. [11,118-119; 13,31; 88,21-22; 28,56]
101 – De ki: “Göklerde ve yerde neler ve neler var, bir baksanıza!”
Fakat bunca işaretler ve uyarılar iman etmeyecek kimselere ne fayda verir ki?
102 – Onlar, sadece kendilerinden önce gelip geçmiş milletlerin unutulmaz azap günleri gibi bir gün gözlüyorlar değil mi?
De ki: “Gözleyin, ben de sizinle beraber bekliyorum.”
103 – Sonra Biz, resûllerimizi ve iman edenleri kurtarırız.
Böylece müminleri kurtarmak üzerimize düşen bir borçtur.
104-106 – De ki: “Ey insanlar! Eğer benim dinimden şüphede iseniz,
iyi bilin ki, ben sizin Allah’tan başka ibadet ettiğiniz şeylere asla ibadet etmem; lâkin sadece ve sadece, sizin ruhunuzu teslim alacak olan Allah’a ibadet ederim.
Bana müminlerden olmam emredildi ve “yüzünü, özünü Allah’ı bir tanıyarak dine ver ve sakın müşriklerden olma.”
“Sakın Allah’tan başka, sana ne fayda ne zarar vermeyecek olan putlara yalvarma,
şayet böyle yaparsan, o takdirde kesinlikle zalimlerden olursun”
diye talimat verildi.
107 – Eğer Allah sana bir sıkıntı, bir zarar dokundurursa, onu yine O’ndan başka giderecek yoktur.
Şayet sana hayır dilerse, o durumda O’nun bu lütfunu engelleyebilecek de yoktur.
O lütfunu ihsanını kullarından dilediğine eriştirir. O, öyle gafur, öyle rahîmdir! (aff, merhamet ve ihsanı boldur).
108 – De ki: “Ey insanlar! İşte Rabbiniz tarafından, hakikat size gelmiş bulunuyor.
Artık kim o gerçeği kabul eder de doğru yolu tutarsa, bunun faydası sadece kendisinedir.
Her kim de o yoldan saparsa, o da kendi aleyhine olarak sapar.
Bilin ki, ben işlerinizi yönetmeyi üstüne almış biri değilim.
109 – Sana Rabbinden ne vahyolunursa ona tâbi ol ve “Allah hükmünü izhar edinceye kadar sabret. Çünkü hâkimlerin en hayırlısı, en güzel hüküm vereni ancak O’dur.
11 – HÛD SÛRESİ
Mekke’de indirilmiş olup 123 âyettir. Bu sûrede başka peygamberler ve konular anlatılmakla beraber, onlardan Hûd (a.s.)’ın seçilmesi, bu vesile ile onun hak dini tebliğ etmekteki gayretlerini ebedileştirme gayesine hizmet etmektedir. Bir önceki Yûnus sûresinde olduğu gibi tevhid, nübüvvet ve ölümden sonra diriliş gibi akide esaslarını, özellikle Kur’ân’ın Allah kelamı olduğu gerçeğini vurgular. Bu itibarla Yûnus sûresinin yanına konulmuştur. Sûrede Hz. Peygamber (a.s.) ile müminleri teselli etmek için, daha önceki kardeşleri olan Hz. Nûh, Hz. Hûd, Hz. Salih, Hz. Şuayb, Hz. Mûsâ ve Hz. Harun’un (aleyhimüsselam) tebliğlerine tafsilatlı olarak yer verilir. Sûre, kıssaları zikretmenin hikmetini bildirir ve başlangıcında olduğu gibi, hatimesinde de tevhid akidesini vurgulayarak sona erer.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1 – Elif, Lâm, Râ. Bu öyle bir kitaptır ki âyetleri en kesin delillerle desteklenmiş, sonra da güzelce açıklanmış,
tam hüküm ve hikmet sahibi, her şeyden haberdar olan (hakîm ve habîr) tarafından gönderilmiştir. [2,1]
2 – Bundan maksat, Allah’tan başkasına ibadet etmemenizdir.
Gerçek şu ki: Ben sizi cennetle müjdelemek ve cehennemle uyarmak için O’nun tarafından gönderilmiş bulunuyorum. [21,25; 16,36]
3 – Bir maksat da şudur: Rabbinizden mağfiret dileyin. Sonra ona tövbe edin.
O’na dönün ki belirlenmiş bir ömür süresinin sonuna kadar sizi nimetleriyle yaşatsın ve faziletli bir hayat sürenlere, lütuf ve fazlından mükâfatlarını versin.
Fakat imandan yüz çevirirseniz sizin tepenize inecek o müthiş günün azabından korkarım. [16,97]
4 – Zaten hepinizin toptan döneceği yer, O’nun huzurudur. O da istediği her şeyi yapmaya kadirdir.
5 – Dikkat edin, işin farkına varın: O kâfirler, eğilip bükülerek haktan yan çizer, böylece Peygamberden gizlenmek isterler.
(Aslında Allah’tan kaçıp saklanmak isterler, ama nasıl saklanabilirler ki!)
Onlar örtülerine büründükleri zaman dahi Allah onların içlerinde gizlediklerini de, açığa vurduklarını da pek iyi bilir.
Çünkü O bütün sinelerin kökünü, künhünü dahi bilir.
Kur'an-ı Kerim Dosyaları
Sitemizde sanatçıya ait toplam 50 eser bulunmaktadır. Sanatçının sayfasına gitmek için tıklayın.
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.