Abdulbasit Abdussamed-10.Cüz
10.CÜZ-LATİNCE
8-ENFAL SURESİ
Bismillahirrahmanirrahim
41. Va’lemu ennema ğanimtüm min şey’in fe enne lillahi humüsehu ve lir rasuli ve lizil kurba vel yetama vel mesakıni vebnis sebıli in küntüm amentüm billahi ve ma enzelna ala abdina yevmel fürkani yevmel tekal cem’an vallahü ala külli şey’in kadır
42. İz entüm bil udvetid dünya ve hüm bil udvetil kusva ver rakbü esfele minküm ve lev tevaadtüm lahteleftüm fil mıadi ve lakil li yakdıyellahü emran kane mef’ulel li yehlike men heleke am beyyinetiv ve yahya men hayye am beyyineh ve innellahe le semıun alım
43. İz yürıkehümüllahü fı menamike kalıla ve lev erakehüm kesıral le feşiltüm ve le tenaza’tüm fil emri ve lainnellahe sellem innehu alımüm bi zatis sudur
44. Ve iz yürıkümuhüm izil tekaytüm fı a’yüniküm kalılev ve yükallilüküm fı a’yünihim li yakdıyellahü emran kane mef’ula ve ilellahi türceul ümur
45. Ya eyyühellezıne amenu iza lekıytüm fieten fesbütu veskürullahe kesıral lealleküm tüflihun
46. Ve etıy’ullahe ve rasulehu ve la tenazeu fe tefşelu ve tezhebe rıhuküm vasbiru innellahe meas sabirın
47. Ve la tekunu kellezıne haracu min diyarihim betarav ve riaen nasi ve yesuddune an sebılillah vallahü bi ma ya’melune mühıyt
48. Ve iz zeyyene lehümüş şeytanü a’malehüm ve kale la ğalibe lekümül yevme minen nasi ve innı carul leküm felemma teraetil fietani nekesa ala akıbeyhi ve kale innı berıüm minküm innı era ma la teravne innı ehafüllah vallahü şedıdül ıkab
49. İz yekulül münafikune vellezıne fı kulubihim meradun ğarra haülai dınühüm ve mey yetevekkel alellahi fe innellahe azızün hakım
50. Ve lev tera iz yeteveffellezıne keferul melaiketü yadribune vücuhehüm ve edbarahüm ve zuku azabel harıyk
51. Zalike bima kaddemet eydıküm ve ennellahe leysi bi zallamil lil abıd
52. Kede’bi ali fir’avne vellezıne min kablihim keferu bi ayatillahi fe ehazehümüllahü bi zünubihim innellahe kaviyyün şedıdül ıkab
53. Zalike bi ennellahe lem yekü müğayyiran nı’meten en’ameha ala kavmin hatta yüğayyiru ma bi enfüsihim ve ennellahe semıun alım
54. Kede’bi ali fir’avne vellezıne min kablihim kezzebu bi ayati rabbihim fe ehleknahüm bi zünubihim ve ağrakna ale fir’avn ve küllün kanu zalimın
55. İnne şerrad devabbi ındellahillezıne keferu fehüm la yü’minun
56. Ellezıne ahedte minhüm sümme yenkudune ahdehüm fı külli merrativ ve hüm la yettekun
57. Fe imma teskafennehüm fil harbi fe şerrid bihim men halfehüm leallehüm yezzekkerun
58. Ve imma tehafenne min kavmin hıyaneten fembiz ileyhim ala seva’ innellahe la yühıbbül hainın
59. Ve la yahsebennellezıne keferu sebeku innehüm la yu’cizun
60. Ve eıddu lehüm mesteta’tüm min kuvvetiv ve mir ribatıl hayli türhibune bihı adüvvellahi ve adüvveküm ve aharıne min dunihim la ta’lemunehüm allahü ya’lemühüm ve ma tünfiku min şey’in fı sebılillahi yüveffe ileyküm ve entüm la tuzlemun
61. Ve in cenehu lis selmi fecnah leha ve tevekkel alellah innehu hüves semıul alım
62. Ve iy yürıdu ey yahdeuke fe inne hasbekellah hüvellezı eyyedeke bi nasrihı ve bil mü’minın
63. Ve ellefe beyne kulubihim lev enfakte ma fil erdı cemıam ma ellefte beyne kulubihim ve lakinnellahe ellefe beynehüm innehu azızün hakım
64. Ya eyyühen nebiyyü hasbükellahü ve menittebeake minel mü’minın
65. Ya eyyühen nebiyyü harridıl mü’minıne alel kıtal iy yeküm minküm işrune sabirune yağlibu mieteyn ve iy yeküm minküm mietüy yağlibu elfem minellezıne keferu bi ennehüm kavmül la yefkahun
66. El ane haffefellahü anküm ve alime enne fıküm da’fa fe iy yeküm minküm mietün sabiratüy yağlibu mieteyn ve iy yeküm minküm elfüy yağlibu elfeyni bi iznillah vallahü meas sabirın
67. Ma kane li nebiyyin ey yekune lehu esra hatta yüshıne fil ard türıdune aradad dünya vallahü yürıdül ahırah vallahü azızün hakım
68. Lev la kitabüm minellahi sebeka lemesseküm fıma ehaztüm azabün azıym
69. Fe külu mimma ğanimtüm halalen teyyibev vettekullah innellahe ğafurur rahıym
70. Ya eyyühen nebiyyü kul limen fı eydıküm minel esra iy ya’lemillahü fı kulubiküm hayray yü’tiküm hayram mimma ühıze minküm ve yağfir leküm vallahü ğafurur rahıym
71. Ve iy yürıdu hıyaneteke fe kad hanüllahe min kablü fe emkene minhüm vallahü alımün hakım
72. İnnelezıne amenu ve haceru ve cahedu bi emvalihim ve enfüsihim fı sebılillahi vellezıne avev ve nesaru ülaike ba’duhüm evliyaü ba’d vellezıne amenu ve lem yühaciru ma leküm miv velayetihim min şey’in hatta yühaciru ve inistensaruküm fid dıni fe aleykümün nasru illa ala kavmim beyneküm ve beynehüm mısak vallahü bi ma ta’melune besıyr
73. Vellezıne keferu ba’duhüm evliyaü ba’d illa tef’aluhü tekün fitnetün fel erdı ve fesadün kebır
74. Vellezıne amenu ve haceru ve cahedu fı sebilillahi vellezıne avev ve nesaru ülaike hümül mü’minune hakka lehüm mağfiratüv ve rizkun kerım
75. Vellezıne amenu mim ba’dü ve haceru ve cahedu meaküm fe ülaike minküm ve ülül erhami ba’duhüm evla bi ba’dın fı kitabillah innellahe bi külli şey’in alim
9-TEVBE SURESİ
Bismillahirrahmanirrahim
1. Beraetüm minallahi ve rasulihı ilellezıne ahettüm minel müşrikın
2. Fe siyhu fil erdı erbeate eşhüriv va’lemu enneküm ğayru ma’cizillahi ve ennellahe muhzil kafirın
3. Ve ezanüm minallahi ve rasulihı ilen nasi yevmel haccil ekberi ennallahe berıüm minel müşrikıne ve rasulüh fe in tübtüm fe hüve hayrul leküm ve in tevelleytüm fa’lemu enneküm ğayru mu’cizillah ve beşşirillezıne keferu bi azabin elım
4. İllellezıne ahettüm minle müşrikıne sümme lem yenkusuküm şey’ev ve lem yüzahiru aleyküm ehaden fe etimmu ileyhim ahdehüm ila müddetihim innellahe yühıbbül müttekıyn
5. Fe izenselehal eşhürul hurumü faktülül müşrikıne hayüs vecedtümuhüm ve huzuhüm vahsuruhüm vak’udu lehüm külle mersad fe in tabu ve ekamüs salate ve atevüz zekate fe hallu sebılehüm innellahe ğafurur rahıym
6. Ve in ehadüm minel müşrikınestecarake fe ecirhü hatta yesmea kelamellahi sümme eblığhu me’meneh zalik bi ennehüm kavmül la ya’lemun
7. Keyfe yekunü lil müşrikıne ahdün ındellahi ve ınde rasulihı illellezıne ahettüm ındel mescidil haram fe mestekamu leküm festekıymu lehüm innellahe yühıbbül mütekeyın
8. Keyfe ve iy yazheru aleyküm la yerkubu fiküm illevve la zimmeh yürduneküm bi efvahihim ve te’ba kulubühüm ve ekseruhüm fasikun
9. İşterav ve ayatillahi semenen kalılen fe saddu an sebılih innehüm sae ma kanu ya’melun
10. La yerkubune fı mü’minın illev ve la zimmeh ve laike hümül mu’tedun
11. Fe in tabu ve ekamüs salate ve atevüz zekate fe ıhvanüküm fid dın ve nüfassılül ayati le kavmiy ya’lemun
12. Ve in nekesu eymanehüm mim ba’di ahdihim ve taanu fı dıniküm fe katilu eimmetel küfri innehüm la eymane lehüm leallehüm yentehun
13. Ela tükatilune kavmen nekesu eymanehüm ve hemmu bi ıhracir rasuli ve hüm bedeuküm evvele merrah e tahşevnehüm fellahü ehakku en tahşevhü in küntüm mü’minın
14. Katiluhüm yüazzibhümüllahü bi eydıküm ve yuhzihim ve yensurküm aleyhim ve yeşfi sudura kavmim mü’minın
15. Ve yüzhib ğayza kulubihim ve yetubüllahü ala mey yeşa’ vallahü alımün hakım
16. Em hasibtüm en tütraku ve lemma ya’lemillahüllezıne cahedu minküm ve lem yetehızu min dunillahi ve la rasulihı ve lel mü’minıne velıceh vallahü habırum bi ma ta’melun
17. Ma kane lil müşrikıne ey ya’müru mesacidellahi şahidıne ala enfüsihm bil küfr ülaike habitat a’malühüm ve fin nari hüm halidun
18. İnnema ya’müru mesacidellahi men amene billahi vel yvmil ahıri ve ekames salate ve atez zekate ve lem yahşe illallahe fe asa ülaike ey yekunu minel mühtedın
19. E cealtüm sikayetel hacci ve ımaratel mescidil harami ke men amen billahi vel yevmil ahıri ve cahede fı sebılillah la yestevune ındellah vallahü la yehdil kavmez zalimın
20. Ellezıne amenu ve haceru ve cahdu fı sebılillahi bi emvalihim ve enfüsihim a’zamü deracetem ındellah ve ülaike hümül faizun
21. Yübeşşiruhüm rabbühüm bi rahmetim minhü ve rıdvaniv ve cennatil lehüm fıha neıymüm mükıym
22. Halidıne fıha ebeda innellahe ındehu ecrun azıym
23. Ya eyyühellezıne amenu la tettehızu abaeküm ve ıhvaneküm evliyae inistehabbül kküfra alel ıman ve mey yetevellehüm minküm fe ülaike hümüz zalimun
24. Kul in kane abaüküm ve ebnaüküm ve ıhvanüküm ve ezvacüküm ve aşıratüküm ve emvalü nıkteraftümuha ve ticaratün tahşevne kesadeha ve mesakinü terdavneha ehabbe ileyküm minallahi ve rasulihı ve cihadin fı sebılihı fe terabbesu hatta ye’tiyallahü bi emrih vallahü la yehdil kavmel fasikıyn
25. Le kad nasarakümüllahü fı mevatıne kesırativ ve yevme hıneynin iz a’cebetküm kesratüküm fe lem tuğni anküm şey’ev ve dakat aleykümül erdu bi ma rahubet sümme velleytüm müdbirın
26. Sümme enezlellahü sekınetehu ala rasulihı ve alel mü’minıne ve enzele cünudel lem teravha ve azzebellezıne keferu ve zalike cezaül kafirın
27. Sümme yetubüllahü min ba’di zalike ala mey yeşa’ vallahü ğafurur rahıym
28. Ya eyyühellezıne amenu innemel müşrikun necesün fe la yakrabül mescidel haram ba’de amihim haza ve in hıftüm ayleten fe sevfe yuğnıkümüllahü min fadlihı in şa’ innellahe alımün hakım
29. Katilüllezıne la yü’minune billahi ve la bil yevmil ahıri ve la yühürrimune ma harremallahü ve rasulühu ve la yedınune dınel hakkı minellezıne utül kitübe hatta yu’tul cizyete ay yediv vehüm sağırun
30. Ve kaletil yehudü uzeyrunibnüllahi ve kaletin nesaral mesıhubnüllah zalike kavlühüm bi efvahaham yüdahiune kavlellezıne keferu min kabl katellehümullahü enna yü’fekun
31. İttehazu ahbarahüm ve ruhbanehüm erbabem min dunillahi vel mesıhabne meryem ve ma ümiru illa li ya’büdu ilahev vahıda la ilahe illa hu sübhanehu amma yüşrikun
32. Yürıdune ey yutfiu nurallahi bi efvahihim ve ye’bellahü illa ey yütimme nurahu ve lev kerihel kafirun
33. Hüvellezı ersele rasulehu bil hüda ve dınil hakkı li yuzhirahu aled dıni küllihı ve lev kerihel müşrikun
34. Ya eyyühellezıne amenu inne kesıram minel ahbari ver ruhbani le ye’külune emvalen nasi bil batıli ve yesuddune an sebılillah vellezıne yeknizunez zehebe vel fiddate ve la yünfikuneha fı sebılillahi fe beşşirhüm bi azabin elım
35. Yevme yuhma aleyha fı nari cehenneme fe tükva biha cibahühüm ve cünubühüm ve zuhuruhüm haza ma keneztüm li enfüsiküm fe zuku ma küntüm teknizun
36. İnne ıddeş şühuri ındellahisna aşera şehran fı kitabillahi yevme halekas semavati vel erda miha erbeatüm hurum zaliked dınül kayyimü fe la tazlimu fıhinne enfüseküm ve katilül müşrikıne kaffeten kema yükatiluneküm kaffeh va’lemu ennallahe meal müttekıyn
37. İnnemen nesıü ziyadetün fil küfri yüdallü bihillezıne keferu yühıllünehu amev ve yüharrimunehu amel li yüvatıu ıddete ma harramellahü fe yühıllu ma harremellah züyyine lehüm suü a’malihim vallahü la yehdil kavmel kafirın
38. Ya eyyühellezıne amenu ma leküm iza kıyle lekümünfiru fı sebılillahis sakaltüm ilel ard e radıytüm bil hayatid dünya minel ahırah fe ma metaul hayatid dünya minel ahırah fe ma metaul hayatid dünya fil ahırati illa kalıl
39. İlla tenfiru yüazzibküm azaben elımev ve yestebdil kavmen ğayraküm ve la teduruhu şey’a vallahü ala külli şey’in kadır
40. İlla tensuruhü fe kad nesarahüllahü iz ahracehüllezıne keferu saniyesneyni iz hüma fil ğayri iz yekül li sahıbihı la tahzen innallahe meana fe enzelellahü sekınetehu aleyhi ve eyyedehu bi cünudil lem teravha ve ceale kelimetellezıne keferus süfla ve kelimetüllahi hiyel ulya vallahü azızün hakım
41. İnfiru hıfafev ve sikalev ve cahidu bi emvaliküm ve enfüsiküm fı sebılillah zaliküm hayrul leküm in küntüm ta’lemun
42. Lev kane aradan karıbev ve seferan kasıdel lettebeuke ve lakim beudet aleyhimüş şükkah ve se yahlifune billahi levisteta’na le haracna meaküm yühlikune enfüsehüm vallahü ya’lemü innehüm le kazibun
43. Afallahü ank li me ezinte lehüm hatta yetebeyyene lekellezıne sadeku ve ta’lemel kazibın
44. La yeste’zinükellezıne yü’minune billahi vel yevmil ahıri ey yücahidu bi emvalihim ve enfüsihim vallahü alımüm bil müttekıyn
45. İnnema yeste’zinükellezıne la yü’minune billahi vel yevmil ahıri vertabet kulubühüm fe hüm fı raybihim yeteraddedun
46. Ve lev eradül huruce le eaddu lehu uddetev ve lakin kerihellahümbiasehüm fe sebbetahüm ve kıylek’udu meal kaıdın
47. Lev haracu fıküm ma zaduküm illa habalev ve le evdau hılaleküm yebğunekümül fitneh ve fıküm semmaune lehüm vallahü alımüm biz zalimın
48. Lekadibteğavül fitnete min kablü ve kallebu lekel ümura hatta cael hakku ve zahera emrullahi vehüm karihun
49. Ve minhüm mey yekulü’zel lı ve la teftinnı e la fil fitneti sekatu ve inne cehenneme le mühıytatüm bil kafirın
50. İn tüsıbke hasenetün tesü’hüm ve in tüsıbke müsıybetüy yekulu kad ehazna emrana min kablü ve yetevellev vehüm ferihun
51. Kul ley yüsıybena illa ma ketebellahü lena hüve mevlana ve alellahi fel yetevekkelil mü’minun
52. Kul hel terabbesune bina illa ıhdel husneyeyn ve nahnü neterabbesu biküm ey yüsıybekümüllahü bi azabim min ındihı ev bi eydına fe terabbesu inna meaküm müterabbisun
53. Kul enfiku tav’an ev kerhel len yütekabbele minküm inneküm küntüm kavmen fasikıyn
54. Ve ma meneahüm en tukbele minhüm nefekatühüm illa ennehüm keferu billahi ve bi rasulihı ve la ye’tunes salate illa vehüm küsala ve la yünfikune illa vehüm karihun
55. Fe la tü’cibke emvalühüm ve la evladühüm innema yürıdüllahü li yüazzibehüm biha fil hayatid dünya ve tezheka enfüsühm ve hüm kafirun
56. Ve yahlifune billahi innehüm le minküm ve ma hüm minküm ve lakinnehüm kavmüy yefrakun
57. Lev yecidune melceen ev meğaratin ev müddehalel le vellev ileyhi vehüm yecmehun
58. Ve minhüm mey yelmizüke fis sadekat fe in u’tu minha radu ve il lem yu’tav minha iza hüm yeshatun
59. Ve lev ennehüm radu ma atahümlahü ve rasulühu ve kalu hasbünallahü se yü’tınellahü min fadlihı ye rasulühu inna ilallahi rağıbun
60. İnnemas sadekatü lil fükarai vel mesakıni vel amilıne aleyha vel müellefeti kulubühüm ve firrikabi vle ğarimıne ve fı sebılillahi vebnis sebıl ferıdatem minallah vallahü alımün hakım
61. Ve minhümüllezıne yü’zunen nebiyye ve yekulune hüve üzün kul üzünü hayril leküm yü’minü billahi ve yü’minü lil mü’minıne ve rahmetül lillezıne amenu minküm vellezıne yü’zune rasulellahi lehüm azabün elım
62. Yahlifune billahi leküm li yürduküm vallahü ve rasulühu ehakku ey yürduhü in kanu mü’minın
63. E lem ya’lemu ennehu mey yühadidillahe ve rasulehu fe enne lehu nara cehenneme haliden fıha zalikel hızyül azıym
64. Yahzerul münafikune en tünezzele aleyhim suratün tünebbiühüm bi ma fı kulubihim kulistehziu innellahe muhricüm ma tahzerun
65. Ve lein seeltehüm le yekulünne innema künna nehudu ve nel’ab kul e billahi ve ayatihı ve rasulihı küntüm testehziun
66. La ta’teziru kad kefartüm ba’de ımaniküm in na’fü an taifetim minküm nüazzib taifetem bi ennehüm kanu mücrimın
67. El münafikun vel münafikatü ba’duhüm min ba’d ye’mürune bil münkeri ve yenhevne anil ma’rufi ve yakbidune eydiyehüm nesüllahe fe nesiyehüm innel münafikıyne hümül fasikun
68. Veadellahül münafikıyne vel münafikati vel küffara nara cehenneme halidıne fıha hiye hasbühüm ve leanehümüllah ve lehüm azabüm mükıym
69. Kellezıne min kabliküm kanu eşedde minküm kuvvetev ve eksera emvalev ve evlada festemteu bi halakıhim festemta’tüm bi halaıküm kemestem teallazıne min kabliküm bi halakıhüm ve hudtüm kellezı hadu ülaike habitat a’malühüm fid dünya vel ahırah ve ülaike hümül hasirun
70. E lem ye’tihim nebüllezıne min kablihim kavmi nuhıv ve adiv ve semude ve kavmi ibrahıme ve ashabi medyene vel mü’tefikat etethüm rusülühüm bil beyyinat fe ma kanellahü li yazlimehüm ve lakin kanu enfüsehüm yazlimun
71. Vel mü’minune vel mü’miratü ba’duhüm evliyaü ba’d ye’mürune bil ma’rufi ve yenhevne anil münkeri ve yükıymunes salate ve yü’tunez zekate ve yütıy’unellahe ve rasuleh ülaike se yerhamühümüllah innellaha azızün hakım
72. Veadellahül mü’minıne vel mü’minati cennatin tecrı min tahtihel enharu halidıne fıha ve mesakine teyyibeten fı cennati adn ve rıdvanüm minallahi ekber zalike hüvel fevzül azıym
73. Ya eyyühen nebiyyü cahidil küffara vel münafikıyne vağluz aleyhim ve me’vahüm cehennem ve bi’sel mesıyr
74. Yahlifune billahi ma kalu ve le kad kalu kelimetel küfri ve keferu ba’de islamihim ve hemmu bi ma lem yenalu ve ma nekamu illa en ağnahümüllahü ve rasulühu min fadlih fe iy yetubu yekü hayral lehüm ve iy yetevellev yüazzibhümüllahü azaben elımen fid dünya vel ahırah ve ma lehüm fil erdı miv veliyyiv ve la nasıyr
75. Ve minhüm men ahedellahe le in atana min fadlihı le nessaddekanne ve le nekunenne mines salihıyn
76. Felemma atahüm min fadlihı behılu bihı ve tevellev ve hüm mu’ridun
77. Fe a’kabehüm nifakan fı kulubihim ila yevmi yelkavnehu bi ma ahlefüllahe ma veaduhü ve bi ma kanu yekzibun
78. E lem ya’lemu ennellahe ya’lemü sirrahüm ve necvahüm ve ennellahe allamül ğuyub
79. Ellezıne yelmizunel mütteavviıyne minel mü’minıne fis sadekati vellezıne la yecidune illa cühdehüm fe yesharune minhüm sehırallahü minhüm ve lehüm azabün elım
80. İstağfir lehüm ev la testağfir lehüm in testağfir lehüm seb’ıyne merraten fe ley yağfirallahü lehüm zalike bi ennehüm keferu billahi ve rasulih vallahü la yehdil kavmel fasikıyn
81. Ferihal mühallefune bi mak’adihim hılafe rasulillahi ve kerehu ey yücahidu bi emvalihim ve enfüsihim fı sebılillahi ve kalu la tenfiru fil harr kul naru cehenneme eşddü harra lev kanu yefkahun
82. Fel yadhaku kalılev vel yebku kezıra cezaem bi ma kanu yeksibun
83. Fe ir raceakellahü ila taifetim minhüm feste’zenuke lil huruci fe kul len tahrucu meıye ebedev ve len tükatilu meıye adüvva inneküm radıytüm bil kuudi evvele merratin fak’udu meal halifın
84. Ve la tüsalli ala ehadim minhüm mate ebedev ve la tekum ala kabrih innehüm keferu billahi ve rasulihı ve matu ve hüm fasikun
85. Ve la tu’cibke emvalühüm ve evladühüm innema yürıdüllahü ey yüazzibehüm biha fid dünya ve tezheka enfüsühüm ve hüm kafirun
86. Ve iza ünzilet suratün en aminu billahi ve cahidu mea rasulihiste’zeneke ülüt tavli minhüm ve kalu zerna neküm meal kaıdın
87. Radu bi ey yekunu meal havalifi ve tubia ala kulubihim fehüm la yefkahun
88. Lakinir rasulü vellezıne amenu meahu cahedu bi emvalihim ve enfüsihim ve ülaike lehümül hayratü ve ülaikehümül müflihun
89. Eaddellahü lehüm cennati tecrı min tahtihel enharu halidıne fıha zalikel fevzül azıym
90. Ve cael müazzirune minel a’rabi li yü’zene lehüm ve kaadellezıne kezebüllahe ve rasuleh se yüsıybüllezıne keferu minhüm azabün elım
91. Leyse aled duafai ve la alel merda ve la alellezıne la yecidune me yünfikune haracün iza nesahu lillahi ve rasulih ma alel muhsinıne min sebıl vallahü ğafurur rahıym
92. Ve la alellezıne iza ma etevke li tahmilehüm kulte la ecidü ma ahmilüküm aleyhi tevellev ve a’yünühüm tefıdu mined dem’ı hazenen ella yecidu ma yünfikun
93. İnnemes sebılü alellezıne yeste’zinuneke ve hüm ağniya’ radu bi ey yekunu meal havalifi ve tabeallahü ala kulubihim fehüm la ya’lemun
10.CÜZ-MEAL
8-ENFAL SURESİ
41 – Bir de malumunuz olsun ki savaşta elde ettiğiniz ganimetin beşte biri Allah’ındır. Yani Resulullaha, onun akrabalarına, yetimlere, yoksullara ve yolculara (gariplere) aittir.
Eğer Allah’a ve iki ordunun karşılaştığı,
hak ile batılın iyice açığa çıktığı o Bedir günü kulumuza indirdiğimiz âyetlere iman ediyorsanız,
bu hükmü böylece kabul edeceksiniz. Allah her şeye kadirdir. [3,161; 59,6-10] {KM, Tekvin 34,25-29; Tesniye 13,17; 20,10-14}
Ganimetin beşte biri Allah yolunda harcanmak üzere ayrılır, beşte dördü ise gazilere dağıtılır. Beşte birlik kısım ise, bu âyette açıklanan beş gruba taksim edilir. Bu konudaki içtihatların ayrıntıları, fıkıh kitaplarında yer alır. Peygamberimizin hissesini muhtaçlara dağıttığı bilinmektedir.
Hz. Peygamber (a.s.)’ın zekât alması haram olan yakın akrabalarına ganimetten pay verilmekle durum dengelenmektedir.
42 – Hani Bedir savaşı günü ey müslümanlar siz vadinin yakın kenarında idiniz, onlar da uzak tarafında idiler.
Kervan ise sizden daha aşağıda (deniz sahilinde) idi.
Eğer sözleşmiş olsaydınız dahi, sözleştiğiniz vakitte öyle buluşamazdınız.
Fakat Allah, takdir ettiği bir işi yerine getirmek için, sizi böyle buluşturdu ki
helâk olan, bir delile göre helâk olsun, yaşayan da bir delile göre yaşasın.
Çünkü Allah her şeyi hakkıyla işitir ve bilir. [6,122]
43 – O vakit Allah sana müşrik askerlerini rüyanda az göstermişti.
Eğer onları çok gösterseydi paniğe kapılır, emir ve kumanda konusunda ihtilafa düşerdiniz.
Fakat Allah sizi bundan kurtardı. Çünkü O bütün sinelerin gizlediklerini pek iyi bilir.
44 – Karşılaştığınız zaman Allah sizin gözlerinizde onları az gösteriyor,
sizi de onlara az gösteriyordu ki
Allah takdir ettiği bir işi yerine getirsin.
Bütün işler sonuçta Allah’a raci olur (nihaî karar ve yürütme O’na aittir.) [3,13]
45 – Ey iman edenler! Savaş esnasında karşı karşıya geldiğiniz düşman birliğine karşı dayanın,
sebat edin ve Allah’ı çok zikredin ki felah bulasınız.
46 – Allah’a ve Resulüne itaat edin, sakın birbirinizle ihtilaf etmeyin; sonra korkuya kapılıp za’fa düşersiniz, rüzgârınız (kuvvetiniz) gider.
Bir de tam mânasıyla sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.
Bu âyet, müminler arasında ihtilaf ve tefrikanın pek büyük bir zarar olduğunu, ehl-i hakkın ittifaklarının ise tevfik-i ilahînin, yani Allah’ın muvaffakiyet vermesinin başlıca vesilesi olduğunu bildirmektedir.
47 – Memleketlerinden savaşa çalım satarak, halka gösteriş yaparak çıkan
ve Allah yolundan insanları uzaklaştıranlar gibi olmayın.
Allah onların bütün yaptıklarını çepeçevre kuşatmıştır.
Ne yaptılar, ne yapmadılarsa Allah hepsini ilmiyle ve kudretiyle kuşatmıştır. Onların iyi veya kötü hiçbir işleri yoktur ki Ona ulaşmasın, Onun hakimiyeti alanına girmesin, taltif veya cezasına sebep olmasın.
48 – Hani şeytan onlara yaptıkları işi güzel gösterip şöyle demişti:
“Bugün insanlardan size galip gelecek kimse yoktur. Ben de yanınızdayım.”
Fakat iki ordu birbirini görecek hale gelip karşılaşınca gerisin geri dönüverdi ve:
“Ben, dedi, sizden uzağım, ben sizin göremediğiniz şeyleri görüyorum, ben Allah’tan korkarım. Öyle ya, Allah’ın azabı çok şiddetlidir.” [59,16; 14,22]
49 – O zaman münafıklar ve kalplerinde şüphe bulunanlar diyorlardı ki: “Bu müslümanları dinleri aldatmış, (çünkü kendilerinden çok üstün bir ordu ile savaşa girişiyorlar.)”
Hâlbuki kim Allah’a güvenip dayanırsa Allah ona yeter. Şüphe yok ki Allah azîzdir, hakîmdir (mutlak galiptir, tam hüküm ve hikmet sahibidir).
50 – Melekler o kâfirlerin yüzlerine ve arkalarına vurarak “Tadın bakalım cayır cayır yanmanın acısını!” diyerek canlarını alırken bir görmeliydin! [6,93]
51 – “İşte bu, sizin ellerinizin işleyip öne sürdüğü işlerin karşılığıdır; yoksa Allah asla kullarına zulmetmez.”
52 – Bunların tutumu ve gidişi, tıpkı Firavun hanedanının ve onlardan öncekilerin tutumu gibi oldu:
Allah’ın âyetlerini inkâr ettiler, Allah da günahları sebebiyle onları bastırıverdi.
Çünkü Allah pek kuvvetli, azabı da çok şiddetlidir. {KM, Çıkış 14. bölüm}
53 – Bu cezanın sebebi şudur: Bir millet kendilerinde bulunan güzel ahlâk ve meziyetleri değiştirmedikçe Allah da onlara verdiği nimeti, güzel durumu değiştirmez.
Bir de şundan ki: Allah her şeyi hakkıyla işitir ve bilir (dolayısıyla herkese neye lâyıksa onu verir).
54 – Evet, tıpkı Firavun hanedanının ve onlardan öncekilerin tutumu gibi:
Rab’lerinin âyetlerini yalan saydılar. Biz de günahları sebebiyle onları imha ettik.
Firavun ve beraberindekileri de denizde boğdu.
Doğrusu, bunların hepsi de zalim idiler.
55 – Allah indinde bütün canlı mahlûkat içinde en kötü olanlar, inkârcılıkta ısrar edenlerdir ki onlar imana gelmezler.
56 – Onlar kendileriyle anlaşma yaptığında hiç çekinmeden her defasında antlaşmayı bozan kimselerdir.
57 – Onları savaşta ele geçirirsen, kendilerine öyle bir muamele yap ki
onların arkasındaki bütün öbür düşmanlara da ibret olsun da, akıllarını başlarına alsınlar.
Hz. Peygamber (a.s.) Benî Kurayza Yahudileri ile bir sözleşme yapmıştı. Müslümanlar aleyhinde hiç kimseye destek vermemeyi kabul etmişlerdi. Buna rağmen Bedir savaşında Mekke müşriklerine silah yardımı yaptılar. Başkanları Kâb b. Eşref Mekke’ye gidip orada müşriklerle bir ittifak gerçekleştirdi. Benî Kaynuka Yahudileri de sözleşmeye rağmen, kendi bölgelerine gelen bazı müslüman kadınları rahatsız edip Hz. Peygamberce ikaz edildiklerinde küstahça cevap verdiler. Âyet bu ortamda indirildi.
58 – Seninle sözleşme yapan bir millette sözleşmeye aykırı bir hainlik alameti tesbit edersen, savaş açmadan önce anlaşmanın artık geçersiz kaldığını ilan et ki bunu bilme hususunda iki taraf da eşit olsun.
Çünkü Allah hainleri asla sevmez.
Bu âyet İslâmın uluslararası ilişkilerde çok önemli bir prensibini vermektedir. Herhangi bir tarafla anlaşma yapan kimse, süre bitinceye kadar anlaşmaya bağlı kalacaktır. Eğer ahdi bozmak için sebepler ortaya çıkmışsa, anlaşma ancak karşı tarafa haber verdikten sonra bozulabilir. Halbuki Cahiliye döneminde, karşı tarafa haber vermeden tek taraflı bozma olduğu gibi 20. asırda da bunun çok örneği vardır. Mesela ikinci dünya savaşında Almanya bir açıklama yapmadan Rusya’ya saldırmış. Aynı şekilde İngiltere ve Rusya İran’a karşı askeri harekâta başlamışlardı.
59 – İnkâr edenler, öne geçtiklerini hiç zannetmesinler. Onlar elimizden kurtulamazlar.
60 – Düşmanlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet hazırlayın.
Savaş atları yetiştirin ki bu hazırlıkla Allah’ın düşmanlarını, sizin düşmanlarınızı
ve onların ötesinde sizin bilemeyip de, ancak Allah’ın bildiği diğer düşmanları korkutup yıldırasınız.
Allah yolunda her ne harcarsanız, onun karşılığı size eksiksiz ödenir, size asla haksızlık yapılmaz. [29,4; 24,57; 3,196-197; 9,101; 2,261]
Burada kuvvet kavramı son derecede kapsamlı bırakılmıştır. Maksat, düşmana karşı üstünlük vesilesi olacak her türlü hazırlıktır. Âyet, daha sonra, Kur’ân’ın indiği ortamda en önemli savaş vasıtalarından olan at yetiştirmeyi misal vermektedir.
61 – Eğer onlar barışa yanaşırlarsa sen de yanaş ve Allah’a güven. Çünkü Allah semîdir, alîmdir (herşeyi hakkıyla işitir ve bilir). [4,90; 47,35]
62-63 – Eğer birtakım hilelerle seni aldatmak isterlerse, hiç endişe etme. Allah sana yeter.
O dur ki seni nusratıyla ve bir de müminlerle destekledi.
Müminlerin kalplerini birbirine ısındırıp bir araya getirdi.
Şayet sen dünyada bulunan her şeyi sarf etseydin bile yine de onların kalplerini birleştiremezdin, fakat Allah onları birleştirdi. Çünkü O azizdir, hakîmdir (üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibidir). [3, 103]
Bu âyet-i kerime, aralarında düşmanlık olan, birbirlerinin kanlarını akıtan çeşitli kabilelerin, İslâm sayesinde kaynaşmalarına işaret etmektedir. Allah’ın bu lütfunun en bariz örneklerinden biri, 120 yıl öncesinden beri sürekli olarak birbirini kırıp geçiren, hatta âyetin inişinden daha birkaç sene önce Bu’as savaşını yapan Evs ve Hazrec kabilelerinin birbirleriyle kardeş haline gelmesidir.
64 – Ey Peygamber! Allah sana ve seninle beraber olan müminlere yeter.
65 – Ey Peygamber! Müminleri savaşa teşvik et.
Eğer sizden tam sabırlı yirmi kişi olursa, ikiyüz kişiye galip gelir
ve eğer siz müminlerden yüz kişi olursa, kâfirlerden bin kişiyi mağlup eder;
çünkü o kâfirler gerçeği ve âkıbeti anlamayan bir güruhtur. {KM, Levililer 26,8}
66 – Ama şimdi Allah yükünüzü hafifletti, çünkü sizde savaşma konusunda bir zayıflık olduğunu müşahede etti.
O halde sizden sabırlı yüz kişi, Allah’ın izniyle onlardan iki yüz kâfire üstün gelir
ve eğer sizden bin kişi olursa, onlardan iki bin kişiye galip gelir.
Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.
67 – Bir Peygamberin, dünyada zafer kazanıp küfrü zelil kılmadıkça,
esirler edinip onları fidye karşılığında serbest bırakması uygun düşmez.
Siz dünya metâını istiyorsunuz. Allah ise âhireti kazanmanızı istiyor.
Allah azizdir, hakîmdir (üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibidir). [47,4]
Bu âyet, Bedir gazvesinde alınan esirlerden fidye alınıp salıverilmelerinden sonra, indirildi. Âyet-i kerime yapılan işin hatalı olduğunu bildirerek başlıyor. Hemen arkasından 69. âyet o uygulamayı kabul edip, bundan dolayı gönülleri ferahlatarak şüpheye yer bırakmıyor. Hatta hatalı olduğu bildirilen bu uygulama, bundan böyle, benzeri durumlarda bir kural haline getiriliyor. Kur’ân Hz. Peygamber (a.s.)’ın sözü olsaydı, bu sözün baş tarafını söyleyen biri olarak, sonunu da söylemesi tasavvur edilemezdi. Zira aynı anda iki zıt rûhî durum mümkün değildir. Sonki ruh hali galip geldiği takdirde, zaten hatalı olan öncekini silmiş olması gerekirdi. Artık kendisini küçük düşürecek olan o isabetsizliği zikretmezdi. Psikoloji bilginleri, burada iki ayrı şahsiyet bulunduğunu ve sözün şöyle diyen bir hâkim’e ait olduğunu söylerler: “Yaptığın iş pek doğru değil, bununla beraber seni affettim, bu hususta sana izin verdim, artık böyle yapabilirsin.”
68 – Eğer yanılma neticesi verilen hükümlerden ötürü azap etmeyeceğine dair Allah’ın Levh-i Mahfuzda yazdığı daha önceki bir hüküm olmasaydı, aldığınız fidyeden dolayı size büyük bir azap dokunurdu. {KM, Tesniye 20,10-14; 13,13-18}
69 – (Ama bundan böyle fidyeyi ve ganimeti size mübah kıldım) artık aldığınız ganimetleri helâl ve hoş olarak yeyin. Allah’a karşı gelmekten sakının. Gerçekten Allah gafurdur, rahîmdir (affı, merhamet ve ihsanı boldur).
70 – Ey Peygamber! Ellerinizdeki esirlere de ki
“Eğer Allah sizin kalplerinizde hayır yani iyi niyet, iman ve ihlas istidadı bulursa,
sizden alınan fidyelerden daha hayırlısını size verir ve günahlarınızı bağışlar.
Çünkü Allah gafurdur, rahîmdir (affı, merhamet ve ihsanı boldur).
Peygamberimizin amcası Abbas, Bedir savaşında esir edilmiş, hürriyetine kavuşmak için hem kendisinin, hem de yeğenleri Akîl ile Nevfel’in fidyelerini vermesi istenmişti. O da imkânı olmadığını ifade etmişti. Oysa Mekke ordusunun iaşesini üstüne alan on Kureyşli zenginden biri idi ve harcama sırası kendisine gelmeden savaş sonuçlanmıştı. Peygamberimiz bu maksatla harcayacağı parayı kendisine bırakmayacağını ifade etti. O: “Geri kalan ömrüm boyunca Kureyşin eline mi bakayım?” diye acındırmak isteyince Peygamberimiz: “Savaşa çıkarken hanımın Ümmü’l-Fadl’a teslim ettiğin altınlar var” deyince “Hiç kimsenin bilmediği bu olay karşısında, mûcizeyi ve Peygamberimizin risaletini içinden kabul etmişti.
Sonra serveti iyice artmış olan Hz. Abbas (r.a) şöyle demiştir: Allah’ın, alınandan daha fazlasını verme vaadi gerçekleşti. Umarım affı da gerçekleşir.”
71 – Eğer sana hıyanet etmek isterlerse unutmasınlar ki
daha önce de onlar Allah’a hıyanet etmişlerdi de, Allah onlara karşı sana imkân ve kudret vermişti,
onları senin eline düşürmüştü. Allah alîmdir, hakîmdir (her şeyi hakkıyla bilir, tam hüküm ve hikmet sahibidir).
72 – İman edip Allah yolunda hicret edenler, mallarıyla ve canlarıyla Allah yolunda cihad edenlerle onları barındıran ve onlara yardım eden Ensar var ya,
işte bunlar birbirlerinin velileridir (malda da birbirlerinin varisidirler).
İman edip de hicret etmeyenlere gelince, onlar hicret etmedikçe, sizin için mirasda onlara hiçbir velayet yoktur.
Bununla beraber eğer din hususunda sizden yardım isterlerse
sizinle aralarında sözleşme bulunan bir topluluk aleyhine olmamak şartıyla,
onlara yardım etmeniz gerekir. Allah bütün yaptıklarınızı görmektedir. [9,100-117; 59,8-9]
Müminlerin Medine’ye 622’de hicret etmelerinin hemen akabinde, Muhacirlerle Ensar arasında Hz. Peygamber (a.s.) kardeşleştirme (muahat) gerçekleştirmişti. Birbirlerine varis oluyorlardı. Bazı tefsirlere göre, daha sonra indirilen 75. âyet bu kardeşliğin, mirasla ilgili hükümlerini kaldırarak bundan böyle müminler arasında mirasın, yalnız akrabalar arasında geçerli olacağını bildirmektedir.
73 – Dini inkâr edenler de birbirlerinin velileridir. Eğer siz bunu yapmazsanız, birbirinize yardımcı olmazsanız, dünyada bir fitne kopar, müthiş bir bozukluk, bir fesat ortaya çıkar.
74 – İman edip hicret edenler, Allah yolunda cihad edenlerle onlara kucak açıp yardım eden Ensar var ya,
İşte bunlardır gerçek müminler.
Bunlara bir mağfiret, pek değerli bir nasip vardır.
75 – Bunlardan sonra iman edip hicret edenler, sizinle beraber cihad edenler var ya! İşte onlar da sizdendir.
Allah’ın hükmüne göre, akrabalık yönünden yakınlıkları olanlar, birbirlerine varis olmaya daha münasip ve lâyıktırlar. Muhakkak ki Allah her şeyi hakkıyla bilir. [9,100; 33,6; 59,10]
9 – TEVBE SÛRESİ
Hicri 9. yılda Medine’de nâzil olmuş olup 129 âyettir. Tövbe ismi, sûrenin ihtiva ettiği konulardan birinden gelmektedir. Sûrenin meşhur olan ikinci ismi Berâe ise, sûrenin ilk kelimesidir. “İlişiği kesmek, ihtâr, ültimatom” anlamlarına gelir. Tövbe sûresi konu itibariyle, bir önceki Enfal sûresinin devamı gibidir. Başında besmele yazılı olmayan tek sûredir. Sebebi, Hz. Peygamber (a.s.)’ın böyle yapmış olmasıdır. Sûre başlarında besmelenin hükmü konusunda beş farklı görüşe sahip olan müslümanların, yalnız burada besmelenin yazılamayacağında ittifak etmeleri, Kur’ân metninin en ufak bir değişikliğe mâruz kalmadığının delillerinden biridir.
Bu sûrenin en önemli konuları, müşrikler ve Ehl-i kitaba uygulanacak hükümler ile Hz. Peygamber (a.s.)’ın Bizans ordusuna karşı çıktığı Tebük seferi esnasında müslümanların halet-i rûhiyelerini ortaya koymaktır.
Müslüman tarafında “beşinci kol” şeklinde çalışan ve müşriklerden daha tehlikeli olan münafıklardan, onların, İslâm birliğini parçalamak için Mescid-i Dırar’ı kurmalarından bahseder. Sûrenin sonunda müminlerin haiz olmaları gereken bazı vasıflar, cihada teşvik, Allah’ın, resul göndermek sûretiyle insanlara gösterdiği lütfu ifade eder.
1 – Allah ve Resulünden, kendileriyle anlaşma yaptığınız müşriklere son ihtar!
Hicretin 9. yılında Hz. Peygamber (a.s.) müslümanları Hz. Ebû Bekr (r.a)’ın emirliği altında hacca göndermişti. O esnada bu âyet indirilince Hz. Peygamber bu buyruğu hacda toplanan insanlara tebliğ etmek için Hz. Ali (r.a)’ı, görevlendirdi. Bayramın birinci günü Akabe cemresi yanında hacılara hitab edip sûrenin başından 30 kadar âyeti tebliğ ederek özellikle şu dört şeyi vurguladı: 1. Bu yıldan sonra Kâbeye hiç bir müşrik giremeyecek. 2. Hiç kimse çıplak olarak Kâbe’yi ziyaret etmeyecek. 3. Müminlerden başkası cennete giremeyecek. 4. Müşrik kabîleler tarafından bozulmamış sözleşmeler, anlaşma süresinin sonuna kadar yürürlükte kalacak.
2 – Bu günden itibaren yeryüzünde dört ay istediğiniz gibi dolaşın ve şunu bilin ki siz Allah’ın elinden hiçbir şekilde kaçıp kurtulamazsınız ve Allah kâfirleri rüsvay edecektir. [6,134]
3 – Haccın en büyük günü, Allah ve Resulünden insanlara şunu ilan edin ki: “Allah da, Resulü de müşriklerden beridir. Şayet şirkten tövbe edip tevhide yönelirseniz bu elbette sizin için daha hayırlı olur. İyi biliniz ki siz Allah’ın elinden kurtulamazsınız. Kâfirleri pek acı bir azapla müjdele. [2,196]
4 – Ancak kendileriyle anlaşma yapmanızdan sonra, şartları hiç bir şey eksiltmeksizin tamamen yerine getiren ve sizin aleyhinizde hiçbir kimseye destek vermeyen müşrikler, bu hükmün dışındadırlar.
Bunlarla sözleşmenin müddeti tamamlanıncaya kadar antlaşma şartlarına riayet edin. Allah, Kendisine karşı gelmekten, özellikle ahdi bozmaktan sakınanları sever.
5 – O halde, hürmetli aylar çıkınca artık öbür müşrikleri nerede bulursanız öldürün, onları yakalayıp esir edin, onların geçebileceği bütün geçit başlarını tutun.
Eğer tövbe eder, namaz kılar, zekât verirlerse onları serbest bırakın. Çünkü Allah gafurdur, rahîmdir (affı ve merhameti boldur). [2, 191; 9, 29-73; 66,9; 69,9]
6 – Eğer müşriklerden biri senden sığınma hakkı isteyip yanına gelmek isterse, sen ona güvence ver, ta ki Allah’ın kelamını dinlesin, düşünsün. Sonra şayet müslümanlığı benimsemezse onu, kendisini güvenlikte hissedeceği yere (vatanına) ulaştır.
Öyle! (Bu sığınma ve gönderme işlemini yapmalı), zira onlar İslâm’ın gerçek mahiyetini bilmeyen bir topluluktur.
7 – O müşriklerin Allah yanında, Resulü yanında nasıl olup da bir ahitleri olabilir ki! (olamaz, zira onlar daima hainlik edip verdikleri sözden dönerler).
Mescid-i Haram’ın yanında anlaşma yaptıklarınız bundan müstesna olup, onlar size karşı dürüst davrandıkça siz de onlara dürüst davranın.
Allah, Kendisine karşı gelmekten, özellikle ahdi bozmaktan sakınanları sever.
8 – Evet, onların nasıl ahitleri olabilir ki, eğer size galip gelecek olurlarsa sizin hakkınızda ne ahit, ne yemin, ne hukuk, hiç bir şey gözetmezler.
Ağızlarıyla güya sizin gönlünüzü alırlar, kalpleri ise nefret duyup kaçınır. Çünkü onların ekserisi Allah’ın yolundan çıkmış fâsıklardır.
9 – Onlar Allah’ın âyetlerini az bir dünya menfaati karşılığında sattılar da Allah’ın yolundan insanları alıkoydular. Gerçekten onlar ne fena iş yapıyorlar!
10 – Müminler hakkında ne ahit, ne yemin, ne hukuk, hiçbir şey gözetmezler.
Bunlar öyle saldırgan kimselerdir!
11 – Bununla beraber kâfirlikten vazgeçip tövbe eder, namaz kılar, zekât verirlerse artık sizin din kardeşleriniz olurlar.
Bilip anlayacak kimseler için Biz âyetlerimizi iyice açıklarız.
12 – Eğer anlaşmadan sonra yeminlerini bozarlar, bir de dininize hücum ederlerse, artık kâfir güruhunun o öncüleri ile savaşın.
Çünkü onların gerçekte artık yeminleri ve ahitleri kalmamıştır. Umulur ki, hiç değilse bu durumda, inkâr ve tecavüzlerinden vazgeçerler.
Onların yeminleri yoktur, zira onlar yeminlerine riayet etmezler, aykırı davranmakta mahzur görmezler.
Demek ki savaşta hedefiniz, işkence ve eziyet edenlerin mesleğini tutup da eza ve cefada bulunmak değil, ısrarla sürdürdükleri küfür hallerinden onları vazgeçirmek olmalıdır.
13 – Ahitlerini ve yeminlerini bozup
Peygamberi vatanından sürmeye teşebbüs eden bir toplulukla savaşmayacak mısınız ki,
aslında savaşı size karşı ilk başlatanlar da onlar olmuşlardı.
Ne o, yoksa onlardan korkuyor musunuz?
Ama eğer mümin iseniz, asıl Allah’tan çekinmeniz gerekir. [60,1; 8,30; 17,76]
14-15 – Onlarla savaşın ki Allah sizin ellerinizle onları cezalandırsın, onları rüsvay etsin, onlara karşı size yardım edip zafer yolunu açsın, müminlerin gönüllerini ferahlatsın, kalplerindeki kin ve öfkeyi gidersin.
Allah Teâlâ dilediğine tövbe de nasib eder. Allah alîmdir, hakîmdir (herşeyi hakkıyla bilir, tam hüküm ve hikmet sahibidir).
Nitekim küfrün önde gelenlerinden Ebû Süfyan bin Harb, Safvan İbn Ümeyye, İkrime İbn Ebû Cehil, Süheyl İbn Amr gibi reisler, Mekke’nin fethinden sonra tövbe edip, İslâmı kabul etmişlerdir.
16 – Yoksa siz, Allah sizden mücahede edenlerle Allah’tan, Resulünden ve müminlerden başkasını sırdaş edinmeyenleri iyice ortaya çıkarmadan, kendi halinize bırakılacağınızı mı zannettiniz?
Halbuki Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır. [29,2 – 3; 3,142 – 179]
Âyetteki “ve lemmâ ya’lem” tabirinden maksat: “Allah sizden mücahede edenler ve müminler dışında sırdaş edinmeme imtihanını kazanacak halis müminleri ortaya çıkarmadan sizi kendi halinize bırakmaz.” demektir.
17 – Müşrikler, kendilerinin kâfirliğine bizzat kendileri şahit iken, Allah’ın mescidlerini mâmur etmeleri kabil değildir.
Çünkü onların bütün yaptıkları boşa gitmiştir ve onlar ateşte daimi kalacaklardır.
Mâmur etmek: Bina etmek, bir de oralarda ibadete devam ederek şenlendirmek şeklinde olur. Bu âyette mesacid, tekil mânada Mescid-i Haram diye tefsir edilir. Zira orası bütün mescitlerin kıblesidir, imamıdır. Ayrıca oranın her tarafı mesciddir; halbuki diğer mescitlerde bu özellik yoktur.
Burada nefyedilen durum, müşriklerin oraya girme liyakatlerini reddetmektir. Yoksa bu işin fiilen varlığı ayrı konudur.
18 – Allah’ın mescitlerini ancak Allah’ı ve âhireti tasdik eden, namazı gereği gibi kılan, zekâtı veren ve Allah’tan başka kimseden çekinmeyen müminler bina edip şenlendirir.
İşte onlar cennete ve diğer ümitlerine kavuşmayı umabilirler.
19 – Siz hacca gelenlere su dağıtma ve Mescid-i Haramı mâmur etme işini,
Allah’a ve âhiret gününe iman edip Allah yolunda cihad eden müminin işi ile bir mi tutuyorsunuz?
Bunlar Allah indinde eşit olmazlar. Allah o zalimler gürûhunu hidâyet etmez, umduklarına eriştirmez.
Onlar ısrarla inkâr ve zulümlerine devam ederken Allah onları zorla hidâyete erdirmez. Keza onları, kötü emellerine nail etmez.
20 – İman edip hicret edenler, mallarıyla ve canlarıyla Allah yolunda cihad edenler var ya, işte onlar Allah indinde daha yüksek derecelere sahiptirler ve işte onlardır umduklarına nail olanlar.
21 – Onların Rabbi kendilerinin, katından bir rahmete, bir rıdvana ve içinde daimi nimetler bulunan cennetlere gireceklerini müjdeler.
22 – Onlar o cennetlerde ebediyyen kalacaklardır.
Muhakkak ki en büyük mükâfat Allah’ın yanındadır.
23 – Ey iman edenler! Eğer küfrü imana tercih ediyorlarsa babalarınızı ve kardeşlerinizi bile veli edinmeyin.
İçinizden onları dost edinenler, zalimlerin ta kendileridir. [58, 22]
Veli: hâmi, koruyucu, birinin işlerini deruhde eden kimse, yönetici, destek veren yardımcı, dost anlamlarına gelir.
24 – De ki: “Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım ve akrabanız, ter dökerek kazandığınız mallar, kesada uğramasından endişe ettiğiniz ticaret, hoşunuza giden konaklar, size Allah’tan ve Resûlünden ve O’nun yolunda cihad etmekten daha sevimli ve önemli ise…
o halde Allah emrini gönderinceye kadar bekleyin!
Allah öyle fâsıklar güruhunu hidâyet etmez, umduklarına eriştirmez. {KM, Matta 10,37; Luka 14,26}
Gerçek müslüman servet, ticaret, mal, mülk sahibi olabilir. Güzel konaklarda oturabilir. Fakat bunları hiçbir zaman kalbine yerleştirmez. Hele hele Allah’tan, Allah yolundan ve O’nun yolunda cihad etmekten daha önemli hale getirmez.
Bununla beraber Ebussuûd Efendinin dediği gibi bu âyette öyle bir tehdit vardır ki: Allah’ın hususi lutfuna mazhar olmayan hiç kimse bundan kurtulamaz.
25 – Şu kesindir ki Allah size birçok savaş yerlerinde yardım etti, Huneyn günü de… O gün ki sayıca çokluğunuz sizi böbürlendirmiş ama bu, size fayda etmemişti.
Olanca genişliğine rağmen, dünya başınıza dar gelmişti.
Sonra da bozguna uğrayarak düşmana arka çevirip kaçmaya başlamıştınız.
26 – Sonra Allah, Resulünün ve müminlerin üzerlerine sekinetini, güven veren rahmetini indirmiş, sizin göremediğiniz ordular göndermişti de Kendisini tanımayan o kâfirleri azaba uğratmıştı.
İşte kâfirlerin cezası budur! [2,248]
27 – Sonra Allah, bu savaşın peşinden, onlardan dilediği kimseleri küfürden dönüş yapmaya muvaffak eder. Zira Allah gafurdur, rahîmdir (affı ve merhameti boldur).
28 – Ey iman edenler! Müşrikler bir pislikten ibarettir. Onun için, bu yıldan sonra Mescid-i Harama yaklaşmasınlar.
Eğer yoksulluktan endişe ederseniz, Allah dilerse, sizi lütfundan zenginleştirir. Çünkü Allah alîmdir, hakîmdir (her şeyi bilir, tam hüküm ve hikmet sahibidir).
Müşrikler bedenleri itibariyle, maddî varlıklar yönünden değil, batıl inançları, ahlâkî telakki ve davranışları bakımından necis sayılmaktadırlar. Mescid-i Harama girmeleri bundan dolayı yasaklanmıştır.
29 – Kendilerine kitap verilenlerden oldukları halde, Allah’a da, âhiret gününe de iman etmeyen,
Allah’ın ve Resulünün haram kıldığını haram tanımayan, hak dinini din olarak benimsemeyen kimselerle zelil bir vaziyette tam bir itaatle, cizye verinceye kadar savaşın.
Dinu’l-hakk izafeti “Hak dini” demek olup “hak din” den daha kuvvetlidir. İslâmın hakka teslimiyet esasına dayandığını Allah’ın hakkını, bütün hakların temeli saydığını, hakların kutsallığını ifade eder. (Geniş bilgi için: M. H. Yazır’ın “Hak Dini” tefsirine bkz.)
Bu âyet, Ehl-i kitabın Allah’a ve âhirete gereğince iman etmediklerini, gerçek dini kabul etmediklerini bildiriyor: Çünkü onlar Allah’ı kemal sıfatlarıyla muttasıf ve eksiklerden münezzeh olarak tanımıyorlar, âhiretin gerçek mahiyetini anlayamıyorlardı.
Bunlarla savaşmak için, evvela onların saldırmaları şarttır (2, 190). Hz. Peygamber (a.s.) müşrik araplarla ancak İslâmı imha etmek için silaha sarıldıklarında harbetti. Hıristiyanlar da Müslümanları ortadan kaldırmak için, İslâm devletine karşı kuvvet hazırlayıp hücum ettikleri zaman onlara karşı hazırlandı ve karşı tarafın saldırmaya hazır olmamasını fırsat bilerek baskın yapmadı. Aksine, harbetmeden geri döndü.
Cihadın gayesi gayri müslimleri kuvvet kullanarak İslâma sokmak değil, İslâma karşı çıkan kuvvet kalmamasını sağlamaktır. Cizye, İslâm devletinin, gayri müslim vatandaşlarından aldığı cüz’î bir vergidir. Müslümanların verdiği zekât nisbetinden fazla değildir. Devletin sunduğu hizmetler karşılığı olarak alınır.
30 – Yahudiler: “Üzeyir Allah’ın oğludur” dediler. Hıristiyanlar da “Mesih, Allah’ın oğludur” dediler.
Bu onların ağızlarında geveledikleri sözlerden ibarettir.
Onlar, sözlerini daha önce geçmiş kâfirlerin sözlerine benzetiyorlar. Hay Allah kahredesiler! Nasıl da haktan batıla döndürülüyorlar?
“Allah’ın evlatları” tabiri Kitab-ı Mukaddes’te “mü’minler” hakkında kullanılır: Tekvin 6,2; Çıkış 4,22; Tesniye 14,1. Matta 26, 63; Luka 3,38. Hz. Îsâ hakkında: Matta 16,16.
Üzeyr, muhtemelen İsrailoğullarının peygamberlerinden Ezra’dır. M.Ö. 5. asırda yaşamış olup, mevcut şekliyle Tevrat metni onun tarafından tesbit edilmiştir. Yahudiler, Allah’ın kırk gün boyunca Tevratı ona ilham edip yazdırdığına inanırlar. Yahudiliğin dinî, millî ve siyasî tarihinde böyle merkezî bir rolü olan bu zâtın çok yüceltildiği ve Yemen’de yaşayan Sadûkiyye Yahudilerinin ona “Allah’ın oğlu” dedikleri bilinmektedir. Kur’ân bunu Yahudilerin hepsine mal etmemektedir. Âyetin son kısmı bu semavî dinlerin, eski Mısır, Yunan, Roma, Pers ve Hindistan gibi yerlerde vaktiyle yaşamış şirk inançlarından etkilendiklerini ifade ediyor.
31 – Yahudiler hahamlarını, Hıristiyanlar rahiplerini ve Meryemin oğlu Mesihi Allah’tan başka Rab edindiler.
Hâlbuki onlara bir tek İlâha ibadet etmeleri emr olunmuştu. Ondan başka İlah yoktur.
O, onların ortak koştukları şirkten münezzehtir.
Rab edinme, onlara secde etme mânasında değil, din adamlarının haram ve helâl kılma yetkilerine inanmaları, onları hatasız kabul etmeleri anlamındadır.
32 – Onlar Allah’ın nûrunu ağızlarıyla üfleyip söndürmek isterler.
Allah ise, nûrunu tam parlatmaktan başka bir şeye razı olmaz.
Kâfirler isterse hoşlanmasınlar! [8,8]
Allah’ın nûrundan maksat, İslâm veya Kur’ân-ı Kerimdir.
33 – O’dur ki Resulünü, bütün dinlere üstün kılmak için hidâyetle ve hak dini ile gönderdi.
Müşrikler isterse hoşlanmasınlar!
34 – Ey iman edenler! Doğrusu hahamların ve rahiplerin çoğu halkın mallarını haksız yollardan yerler ve insanları Allah’ın yolundan uzaklaştırırlar.
Altını, gümüşü yığıp Allah yolunda harcamayanlar var ya, işte onları acı bir azabın beklediğini müjdele!
35 – Yığılan bu altın ve gümüş cehennem ateşinde kızdırılarak, bunlarla onların alınları, yanları ve sırtları dağlanacağı gün onlara:
“İşte! denilecek, sizin nefisleriniz için yığıp hazineye tıktıklarınız! Haydi tadın bakalım o tıktığınız şeyleri!” [44,48-49]
36 – Doğrusu, Allah’ın gökleri ve yeri yarattığı günkü kesin hükmünde, ayların sayısı on iki ay olup bunlardan dördü hürmetlidir.
İşte doğru hesap budur.
O halde bilhassa bunlarda, nefislerinize zulmetmeyin ve müşrikler nasıl sizinle topyekün savaşıyorlarsa siz de onlarla topyekün savaşın ve bilin ki Allah, ilahî sınırlara saygılı olup fenalıklardan sakınanlarla beraberdir. [22,25; 2,191-194]
37 – Hürmetli ayların yerlerini değiştirip ertelemek, sadece kâfirlikte ileri gitmektir.
Öyle yapmakla, kâfirler büsbütün şaşırtılırlar.
Allah’ın hürmetli kıldığı sayıya denk getirmek üzere onu bir yıl helâl, bir yıl hürmetli sayarlar ve böylece Allah’ın haram kıldığını helâl kabul ederler.
Kötü işleri kendilerine süslenip güzel gösterildi.
Allah kâfirler güruhunu hidâyet etmez, umduklarına eriştirmez.
Nesî uygulamasının gayesi, peş peşe gelen hürmetli aylar arasına boşluk koymak ve hac mevsimini devamlı sûrette aynı zamana denk getirmekti. Zira bu aylardaki savaş ve yağma yasağı ve ibadet uygulanması kendilerine ağır geliyordu. Ay yılı ile Güneş yılını denk getirmek için, yıla bir ay daha ekliyorlardı. Böylece hac 33 yıl boyunca gerçek tarihinin dışında yapılıyor, ancak 34. yılda gerçek Zilhıcce’de ifa edilebiliyordu. Hz. Peygamber (a.s.)’ın veda haccı, gerçek hac mevsimine denk gelmişti. Hicri 9. yıldaki veda haccından beri hac günleri gerçek tarihinde yapılmaktadır. Oysa nesî uygulaması, ibadetleri farklı mevsimlerde uygulatmayı dileyen, ilahî hikmete aykırı idi.
Kâfir, iradesini hep küfür yolunda ısrar etmeye sarfederse, Allah zorla onu hidâyete erdirmez. Bundan, şu mâna da kasdedilebilir: “Allah o kâfirleri, emellerine nail etmez, onlara muvaffakıyet yollarını göstermez.”
38 – Ey iman edenler! Size ne oldu ki “Allah yolunda seferber olunuz!” emri verilince bulunduğunuz yere yığılıp kaldınız?
Yoksa âhiretten vazgeçip dünya hayatına mı razı oldunuz?
Ama iyi bilin ki dünya hayatının zevki, âhiretin yanında pek az bir şeydir!
39 – Eğer topyekün seferber olmazsanız,
Allah sizi acı bir azaba uğratır ve sizin yerinize başka bir topluluk getirir de siz savaşa çıkmamakla Onun dinine zerrece zarar veremezsiniz. Çünkü Allah her şeye kadirdir. [47,38]
40 – Eğer Siz Peygambere yardımcı olmazsanız,
Allah vaktiyle ona yardım ettiği gibi yine yardım eder.
Hani kâfirler onu Mekke’den çıkardıklarında, iki kişiden biri olarak mağarada iken arkadaşına: “Sen hiç tasalanma, zira Allah bizimle beraberdir” diyordu.
Derken Allah onun üzerine sekinetini, huzur ve güven duygusunu indirdi ve onu, görmediğiniz ordularla destekledi. Kâfirlerin dâvasını alçalttı.
Allah’ın dini ise zaten yücedir. Çünkü Allah azîzdir, hakîmdir (mutlak galiptir, tam hüküm ve hikmet sahibidir).
Hz. Peygamber (a.s.m)’ın Hz. Ebû Bekir (r.a) ile hicret ettiği sırada, Mekke’nin güneyindeki Sevr mağarasında üç gün kalmalarına işarettir.
41 – Ey müminler! Sizler gerek hafif, gerek ağırlıklı olarak hep birlikte seferber olunuz,
Allah yolunda mallarınızla ve canlarınızla cihad ediniz.
Eğer anlıyorsanız, sizin için hayırlı olan budur.
Hifafen ve sikalen: Hangi halde olursanız olunuz: Kolaylık veya güçlük, sağlık veya hastalık; zenginlik veya fakirlik, çoluk çocuğun azlığı veya çokluğu, piyade veya süvari, genç veya ihtiyar mânalarına gelir.
42 – Eğer dâvet olundukları seferde peşin bir ganimet bulunsa ve orta yollu bir mesafe olsaydı, mutlaka senin peşinden gelirlerdi; fakat meşakkatli yol onlara pek uzak geldi.
Bununla beraber “Eğer gücümüz yetseydi muhakkak sizinle beraber sefere çıkardık” diye yemin edeceklerdir.
Onlar bu yalanlarıyla kendilerini mahvediyorlar. Çünkü Allah onların yalancı olduklarını kesinlikle bilmektedir.
Tebük seferi, hicri 9. yılda, çok güçlü olan Bizans İmparatorluğuna karşı olacaktı. Yolculuk çok uzun, mevsim kavurucu yaz sıcaklarının olduğu mevsim idi. Bu durum, münâfıklığın ortaya çıkmasına vesile oldu.
43 – Hay Allah seni affedesice! Niçin sence doğru söyleyenler iyice belli oluncaya ve yalancılar da meydana çıkıncaya kadar beklemeyip izin isteyen o münafıklara izin verdin?
44 – Allah’ı ve âhireti tasdik edenler, mallarıyla ve canlarıyla cihada katılmama hususunda senden izin istemezler. Allah, o takvâ ehlini pek iyi bilir.
45 – Senden katılmamak için izin isteyenler sadece Allah’ı ve âhireti tasdik etmeyenler, kalpleri şüphe ile çalkalanıp şüpheleri içinde bocalayıp duranlardır.
46 – Eğer onlar gerçekten sefere çıkmak isteselerdi, elbette onun için hazırlık yaparlardı.
Fakat Allah onların davranışlarını hoş görmeyip kendilerini engelledi ve kendilerine: “Oturun, oturanlarla beraber!” dedi.
47 – Şayet sizinle çıkmış olsalardı, bozgunculuk etmekten başka bir faydaları olmazdı.
Fesat ve fenalığı artırmaktan başka bir iş yapmazlardı.
Sizi fitneye düşürmek arzusuyla aranıza sokulup entrikalar çevirirlerdi.
Aranızda onlara kulak verenler de vardır. Allah o zalimleri pek iyi bilir.
48 – Gerçekten bunlar daha önce de fitne çıkarmak istemişler ve işleri tersyüz ederek seni yanıltmaya çalışmışlardı.
Nihayet, onlar hoşlanmasa da hakikat ortaya çıkmış ve Allah’ın emri galebe çalmıştı.
49 – İçlerinden bazıları: “Bana izin ver, beni fitneye ve isyana düşürme, başımı derde sokma!” der.
Bilmiş ol ki, fitneye zaten kendileri düşmüşlerdir. Cehennem elbette kâfirleri her taraftan kuşatacaktır.
50 – Sana bir iyilik gelirse onlar üzülürler ve eğer başına bir musîbet gelirse içlerinden, “Neyse ki biz daha önce tedbirimizi almıştık. Sorununuzu nasıl çözerseniz çözünüz!” deyip senin başına gelen felaketten dolayı keyifli keyifli arkalarını döner giderler.
51 – De ki: “Allah bizim hakkımızda ne takdir etmiş, ne yazmışsa başımıza ancak o gelir.
Mevlamız, sahibimiz O’dur.
Onun için müminler yalnız Allah’a dayanıp güvensinler.”
52 – Münafıklara de ki: “Bizim hakkımızda bekleyip gözlediğiniz, iki güzel şeyden, yani zafer veya şehid olmaktan başka bir şey midir?
Biz ise Allah’ın, ya kendi tarafından veya bizim ellerimizle sizi azaba uğratmasını bekliyoruz.
Bekleyin bakalım, biz de bekliyoruz!
53 – De ki: “Allah yolunda, ister gönül rızasıyla verin, ister gönülsüz infak edin, verdikleriniz sizden hiçbir zaman kabul edilmeyecektir.
Çünkü siz, hak yoldan çıkmış fâsıklar güruhusunuz.”
Bu âyet, nifaklarını gizlemek için bazı maddî katkılarda bulunmak isteyen münâfıklara sert bir uyarıdır.
54 – Bu teberrûlarının kabul edilmemesinin tek sebebi şudur:
Çünkü onlar Allah’a ve Resulüne karşı inkâr ve nankörlük içindedirler.
Namaza ancak üşene üşene gelirler.
Yardımda bulunurken de istemeye istemeye, gönülsüz verirler.
55 – Onların ne mallarının ne de çocuklarının çokluğu seni imrendirmesin.
O hiç de önemli değil! Çünkü Allah bunlar sebebiyle dünya hayatında onlara sıkıntı çektirmeyi
ve canlarının kâfir olarak çıkmasını dilemektedir. [20,131; 23 – 55-56]
Nifaklarının şiddeti, kalplerinde samimî imana yer bırakmamaktadır. Kendileri bunu istedikleri için, Allah da böyle dilemiştir.
56 – O münafıklar yanınızda Allah’a yemin ederek sizden olduklarını ileri sürerler.
Aslında onlar sizden değildirler.
Doğrusu onlar kâfirlerin mâruz kaldıkları durumdan endişe etmeleri sebebiyle ödleri kopan bir topluluktur.
57 – Şayet sığınacakları bir yer, yahut barınabilecekleri mağaralar, hatta başlarını sokabilecekleri bir delik bulsalardı derhal o tarafa seğirtirlerdi.
58 – Onlardan bazıları da senin zekât ve sadakaları taksim edişine dil uzatırlar.
Bu mallardan kendilerine pay verilirse memnun olurlar, verilmeyince hemen kızıp öfkelenirler.
Zekât uygulaması sonucunda müslümanlar mallarından % 2,5 ~ % 20 nisbetinde Beytülmale veriyorlar. Bu da büyük bir yekün teşkil ediyordu. Münafıklar aç gözlülükle, bu serveti Hz. Peygamberin şahsınınmış gibi düşünüyor, kendilerine düşen paydan çok fazlasını bekliyorlardı. Zekâtı akrabasına bile yasaklayan, bu konuda çok hassas ve dikkatli davranan Hz. Peygamber (a.s.m) onların bu aşırı isteklerini yerine getiremeyince dedikodu çıkarıyorlardı.
59 – Eğer onlar Allah’ın ve Resûlünün kendilerine verdiklerine razı olsalar ve: “Allah’ın lütfu bize yeter. Allah bize lütfundan yine verir, Resûlü de. Bizim isteğimiz sadece Allah’ın rızasıdır!” deselerdi, kendileri için elbette daha iyi olurdu.
60 – Zekâtlar sadece fakirlere, düşkünlere, zekât toplayan görevlilere, kalpleri İslâma ısındırılacak olanlara, esirlik ve kölelikten kurtulmak isteyenlere, borçlulara,
Allah yoluna ve bir de muhtaç kalmış yolcu ve gariplere mahsustur.
Allah tarafından kesin olarak böyle farz buyuruldu. Allah alîmdir, hakîmdir (her şeyi bilir, tam hüküm ve hikmet sahibidir). [2,177.215]
Zekât fonu bu sekiz sınıfa dağıtılır. Hz. Peygamberin ve yakın akrabaları Hâşimoğullarının zekât almaları haramdır. Zekât ahkâmının ayrıntıları fıkıh kitaplarında yer alır. Hz. Ömer (r. a)’ın nasdaki delâleti farkedip bildirmesi üzerine Hz. Ebû Bekir (r. a)’ın halifeliği sırasında, İslâma ısındırılacak olanların hisselerinin düştüğü hususunda ashab ittifak etti. Hanefî, Malikî ve Şafiî mezhepleri de bu icmaı aldılar. Müslümanların güçsüz olması halinde bu hissenin yine işletileceğini bu mezhep fakihleri bildirirler.“Allah yoluna” kısmına, sadece savaş giderleri değil, Allah’ın dinini yaymak için yapılan her türlü faaliyet dahildir.
61 – Onlardan bazıları Peygamberi incitmek için “O herkese kulak veren safın biridir” derler. De ki:
“Evet öyledir, ama hep hakkınızdaki iyi sözlere kulak veren biridir,
Allah’a inanır, müminlere güvenir.
İman edenleriniz için bir rahmettir O!”
İşte böylesi bir Allah Resulünü incitenler yok mu? En acı azap onlara olacaktır.
62 – Sizin yanınıza gelir, gönlünüzü hoş etmek için Allah’a yeminler ederler,
Hâlbuki eğer bunlar mümin iseler, herşeyden önce Allah’ın ve Resûlünün rızasını düşünmeleri gerekirdi.
63 – Hâlâ şunu anlayıp öğrenmediler mi ki, kim Allah’a ve Resûlüne karşı çıkıp düşmanlık ederse, ona muhakkak cehennem ateşi var, hem de devamlı olarak orada kalacaktır.
İşte en büyük zillet, en feci rezalet!
64 – Münafıklar, kalplerinde gizledikleri küfrü yüzlerine vuracak bir sûrenin tepelerine inmesinden çekinirler (bir yandan da sizinle alay ederler). De ki: “Eğlenin bakalım. Allah sizin o çekinip endişe ettiğiniz şeyleri meydana çıkaracaktır!” [58,8; 47,29 – 30]
Münafıklar içyüzlerini, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ve müslümanlar hakkında içlerinde sakladıkları gerçek düşüncelerini açıklayacak vahyin, ha geldi ha gelecek korkusu içinde idiler. Kur’ân’ın Allah’ın buyruğu olduğuna tam inanmasalar da, Resûlullahın birçok gizli halleri ortaya çıkardığına dair yeterli tecrübeleri olduğundan, bu korku onları hiç terketmiyordu.
65 – Eğer kendilerine ettikleri alay hakkında soracak olursan, yaptıklarını gizler ve:
“Ciddi bir şey konuşmuyorduk, sadece lafa dalmış şakalaşıyorduk!” derler.
Sen onlara kanmayıp, suçlarını itiraf etmişlercesine de ki:
“Demek, siz Allah ile, O’nun âyetleri ile ve Onun Resûlü ile eğleniyordunuz ha!”
Tebük seferine hazırlanan müslümanların, müthiş Bizans orduları karşısında ne hallere düşeceğine dair senaryolar üretip kulis yaparak müminlerin de cesaretlerini kırmaya girişiyorlardı. Âyet onların maskelerini indiriyor.
66 – “Ey münafıklar! Hiç boşuna özür dilemeyin.
Gerçek şu ki: Siz iman ettiğinizi açıkladıktan sonra, içinizdeki inkârı açığa vurdunuz.
Sizden bir kısmınızı, (tövbeleri veya alay etmemeleri sebebiyle) affetsek de, bir kısmını suçlarında ısrar etmelerinden dolayı cezalandıracağız.”
67 – Münafık erkeklerle münafık kadınlar size değil, birbirlerine benzerler:
Kötülüğü teşvik edip iyiliği menederler
ve cimriliklerinden dolayı ellerini sımsıkı tutarlar.
Onlar Allah’ı unutup terkettiler, Allah da onları terketti. Şüphesiz ki münafıklar, hep itaat dışına çıkan fâsık kimselerdir. [45,34]
68 – Allah gerek münafık erkeklere, gerek münafık kadınlara, gerekse bütün kâfirlere, ebedî kalmak üzere girecekleri cehennem ateşini vaad etmiştir.
O onlara yeter! Allah onları rahmetinden uzaklaştırdı. Onlara devamlı bir azap vardır.
69 – Ey münafıklar! Sizin durumunuz tıpkı sizden önce helâk olan ümmetlerin durumuna benzer.
Üstelik onlar kuvvetçe sizden daha güçlü olup, malları daha fazla, evlatları daha çoktu.
Onlar bu dünyadaki nasipleri kadar zevk almak istediler.
İşte sizden öncekiler nasıl öyle nasiplerince yaşamak istedilerse, siz de yine kısmetinizce zevk almak istediniz.
Siz de o batağa dalanlar gibi daldınız.
Onların yaptıkları işler, hem dünyada hem de âhirette boşa gitti.
İşte onlar hüsrana uğrayanların ta kendileri oldular.
70 – Kendilerinden önce gelip geçmiş milletlerin başlarına gelen olaylara dair haber onlara ulaşmadı mı?
Nuh kavminden, Âd, Semud ve İbrâhim kavminden, Medyen halkından ve şehirleri yerle bir edilen toplumdan haberdar olmadılar mı?
Onlara peygamberleri açık deliller getirdi ama inanmadılar, bundan dolayı Allah’ın gazabına uğradılar.
Ama onlara Allah zulmetmedi, lâkin onlar kendi kendilerine zulmediyorlardı.
Şehirleri yerle bir edilen toplum Lut halkıdır.
71 – Mümin erkeklerle mümin kadınlar birbirlerinin velileri, yardımcılarıdır.
Onlar iyilikleri teşvik edip kötülükleri menederler.
Namazı hakkıyla yerine getirir, zekâtı verir, Allah’a ve Resulüne itaat ederler.
İşte onları Allah geniş rahmetine mazhar edecektir.
Çünkü Allah azîzdir, hakîmdir (üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibidir). [3,104]
72 – Allah mümin erkeklere de, mümin kadınlara da, ebedî kalmak üzere girecekleri, içinden ırmaklar akan cennetler vaad etti.
Hem Adn cennetlerinde hoş hoş konaklar!
Hepsinden âlası ise Allah’ın kendilerinden razı olmasıdır.
İşte en büyük mutluluk, en büyük başarı budur. [10,26; 48,5; 57,12] {KM, I Pier 3,7; Tekvin 2,8-10}
73 – Ey şanlı Peygamber! Kâfirler ve münafıklarla mücahede et. Onlara karşı sert davran.
Onların varacakları yer cehennemdir. Ne kötü bir dönüş yeridir orası! {KM, Mezmurlar 45,4-5}
Tebük seferi, turnusol gibi, münafıkları ortaya çıkardı. Burada münafıklığı iyice âşikar olanlara karşı birtakım önlemler alınmasının gereğine işaret ediliyor. Zira bu tedbirler alınmazsa münafıklar, müslüman toplumu çürütürler.
74 – Onlar Allah’a yemin ederek, olumsuz bir şey söylemediklerini ileri sürerler.
Hâlbuki küfür sözünü söylediler, İslâm’a girdikten sonra inkâr ettiler, başaramadıkları, netice alamadıkları birtakım cinayetlere yeltendiler.
Münafıkların Peygamber’e ve müminlere kin beslemelerinin tek sebebi, Allah ve Resulünün Kendi lütfu ile müminlerin ihtiyaçlarını gidermesiydi.
Onlar tövbe ederlerse, haklarında hayırlı olur. Yok, yüz çevirirlerse, Allah onları dünyada da âhirette de acı bir azaba uğratır.
Onlara bütün bir dünyada, ne bir hâmi, ne de bir yardımcı bulunamaz.
Küfür sözleri münafıklardan eksik olmuyordu. Meselâ: Tebük seferinde Hz. Peygamberin (a.s.m) develerinden biri kaybolunca müslümanlar onu aramaya koyuldular. Münafıklar sinsi sinsi: “Şu adamın peygamberliğine bakın: Gökten haber alıyor, fakat devesinin nerede olduğunu bilemiyor!” dediler.
Öte yandan münafıklar, Hz. Peygamberin ordusunun Bizans tarafından hezimete uğratılmasına kesin gözüyle baktıklarından, Abdullah İbn Übeyy’i Medine’ye kral yapma hazırlıklarına başlamışlardı.
75 – Onlardan kimi de Allah’a şöyle kesin söz vermişlerdi:
“Eğer Allah bize lütfundan verirse, biz de mutlaka zekât ve teberrûda bulunacak ve elbette iyi insanlardan olacağız.”
76 – Fakat Allah lütfundan onlara servet verince cimrilik edip mallarının hakkını vermediler. Zaten onlar yançizip duruyorlardı.
77 – Allah’a verdikleri sözden dönmeleri ve yalan söylemeyi âdet edinmeleri sebebiyle,
Allah da bu işlerinin neticesini, kalplerinde kıyamet gününe kadar sürecek bir münafıklık kıldı.
78 – O münafıklar hâla anlamadılar mı ki Allah onların sözlerini de, fısıldaşmalarını da bilir
hem Allah bütün gaybleri tam tamına bilir.
79 – Müminlerden gâh farz zekât dışında ayrıca gönlünden koparak bağışta bulunanları, gâh ancak çalışıp didinerek ele geçirdikleri malları bağışlayanları dillerine dolayıp alaya alanlar var ya, işte Allah onları alay konusu yapıp maskara etmiştir ve onlara gayet acı bir azap vardır.
Münafıkların sırf olumsuz tipler olduğunu âyet ne güzel tasvir ediyor! Kendileri zengin oldukları halde, kamu hizmeti için vermiyorlar. Elinden geldiği kadar çok verenleri ise gösteriş yapmakla suçluyorlar. Fakir olduğu için az verenler hakkında: “Şunlara bakın: Bizans İmparatorluğunun kaleleri bunların sadakalarıyla fethedilecekmiş!” diyorlar.
80 – Onlar için sen ister Allah’tan af dile, ister dileme.
Yetmiş kere bile istiğfar etsen, Allah onları asla affetmeyecektir.
Evet, böyle! Çünkü onlar Allah’ı ve Resulünü tanımayıp karşı geldiler. Allah da böylesi fâsıklar güruhunu hidâyet etmez, emellerine kavuşturmaz. {KM, Matta 18,22}
Fısk, her türlü hususta diretmek ve hududun dışına çıkmak demektir. “Lâ yehdî’l-kavme’l-fâsikîn” demek, Allah onları emellerine ulaştırmaz demektir. Zira bu tekvin ve teşri çarkının üzerinde döndüğü hikmete aykırıdır. Hidâyeti, “matlub olan hidâyete ulaştıran yolu gösterme” mânasına alırsak, bellidir ki, bu hidâyet gerçekleşmiştir. Fakat fâsıklar, kendi kötü tercihleri ile bu hidâyeti kabul etmeyip düştükleri çukura düşmüşlerdi. Bu son kısım, ön tarafındaki hükmü te’kid eden bir tezyildir. Zira kâfirin affedilmesi, her şeyden önce küfründen vazgeçmesi ve hakka yönelmesine bağlıdır. Ama küfre dadanan, küfre dalan, kendisini küfürle damgalayan, bu aftan uzaktır.
Keza burada, Hz. Peygamber’in onlar için af dilemesindeki özrüne de dikkat çekilmektedir. O da, onların imana gelmelerinden me’yus olmamasıdır. Çünkü onların, sonuna kadar küfürde kalacaklarını bilmiyordu. Zira, ancak akibetlerini kesin bilmeden sonra onlar hakkında istiğfar yasak olurdu (Ebussuûd).
81 – Savaşa çıkmayıp Resûlullahtan ayrılarak geride kalanlar, oturmalarından memnun olup sevince garkoldular.
Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad etmekten hoşlanmayıp “Bu sıcakta sefere çıkmayın!” dediler.
De ki: “Cehennem ateşi, bundan da sıcak! Ona nasıl dayanacasınız?
Bunu bir bilip anlasalardı! [70,15-16, 22,19, 22; 4,56]
82 – Öyleyse kazandıkları günahların cezası olarak az gülsün, çok ağlasınlar!…
83 – Eğer Allah seni bu seferden (Tebük’ten) döndürür de, sen onlardan bir toplulukla karşılaşırsan ve onlar başka bir gazaya çıkmak için senden izin isterlerse onlara de ki:
“Benimle beraber asla sefere çıkmayacaksınız, asla benim maiyetimde düşmanla savaşmayacaksınız. Madem ki önce oturup seferden geri kaldınız, haydi şimdi de geri kalanlarla birlikte oturun!”
84 – Onlardan ölen hiçbir kimsenin cenaze namazını kılma ve kabri başında dua etmek üzere durma.
Çünkü onlar Allah’ı ve Resulünü tanımadılar ve yoldan çıkmış olarak öldüler.
İbn Übey öldüğünde, halis bir müslüman olan oğlu Abdullah Hz. Peygamber’e gelerek cenaze namazını kıldırmasını rica etti. Pek şefkatli olan Efendimiz (a.s.m) o tarafa doğru kalkınca Hz. Ömer 80. âyeti hatırlattı. Hz. Peygamber: “Demek Allah izin verdi, ben de yetmişten daha fazla istiğfar ederim” dedi. Bunun üzerine bu âyet indirilip kesin hükmü bildirdi.
85 – Onların ne malları ne de evlatları seni imrendirmesin.
Çünkü Allah bunlarla onlara dünyada sıkıntı ve azap çektirmek istemekte ve canlarının kâfir olarak çıkmasını dilemektedir. [9,55]
86 – “Allah’a iman edin ve Resulü ile birlikte cihada gidin.” diye bir sûre indiği zaman,
onlardan servet ve imkân sahibi kimseler senden sefere katılmamak için izin istediler
ve “Bırak, biz de evlerinde oturan kadınlar ve özürlülerle birlikte oturalım” dediler.
87 – Savaştan geri kalan kadınlarla birlikte oturmaya razı oldular.
Kalplerine mühür vuruldu, artık onlar (cihattaki hikmeti, Resullullaha itaat etmedeki mutluluğu) anlayamazlar. [47,20; 33,19]
88 – Fakat Peygamber ile beraberindeki müminler hem mallarıyla, hem de canlarıyla cihad ettiler.
Hayırların her türlüsü onlarındır.
Felaha erenler de onlardır!
89 – Allah onlara, içlerinden ırmaklar akan cennetler hazırladı.
Onlar oraya ebediyyen kalmak üzere gireceklerdir.
İşte en büyük mutluluk, en büyük başarı!
90 – Bedevîlerden savaşa katılmamak için özürler uyduranlar, hiç değilse kendilerine izin verilsin diye geldiler.
Allah’a ve Resulüne bağlılık iddiasında yalancı olanlar ise oturdular. Ne geldiler, ne de özür dilediler.
O bedevîlerden kâfir olanlar, gayet acı bir azaba mâruz kalacaklardır.
91 – Allah ve Resulüne sadık kalmak, onlar hakkında iyi düşünceler taşımak şartıyla zayıflara, hastalara
ve savaşta harcama imkânı bulamadığından dolayı savaşa katılamayanlara sorumluluk yoktur.
Zira onlar, geri kalmakla beraber, memleketlerinde iyilik ediyorlar.
İyilik edenlere diyecek bir şey yoktur.
Gerçekten Allah gafurdur, rahîmdir (affı ve merhameti boldur).
92 – Ey Resulüm!, Binek temin etmen için sana geldiklerinde:
“Sizi bindirecek bir şey bulamıyorum” deyince, harcayacak para bulamamaları sebebiyle
göz yaşı döke döke dönüp gidenleri de kınamak doğru değildir.
93 – Ayıplamak gerekirse, zengin ve imkânlı olmalarına rağmen
savaşa katılmamak için bahaneler ileri sürenler ayıplanmalıdır.
İşte onlar geride kalan güçsüz kadınlarla beraber kalmaya razı oldular.
Allah da onların kalblerini mühürledi. Artık onlar işlerin gerçek mahiyetini bilemezler.
Kur'an-ı Kerim Dosyaları
Sitemizde sanatçıya ait toplam 50 eser bulunmaktadır. Sanatçının sayfasına gitmek için tıklayın.
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.