Abdulbasit Abdussamed-13.Cüz
13.CÜZ-LATİNCE
12-YUSUF SURESİ
Bismillahirrahmanirrahim
44. Kalu adğasü ahlam ve ma nahnü bi te’vılil ahlami bi alimın
45. Ve kalellezı neca minhüma veddekera ba’de ümmetin ene ünebbiüküm bi te’vılihı fe ersilun
46. Yusüfü eyyühes sıddıku eftina fı seb’ı bekaratin simaniy ye’külününne seb’un ıcafüv ve seb’ı sümbülatin hudriv ve ühara yabisatil leallı erciu ilen nasi leallehüm ya’lemun
47. Kale tezraune seb’a sinıne deeba fe ma hasadtüm fezeruhü fı sümbülihı illa kalılem mimma te’külun
48. Sümme ye’tı mim ba’di zalike seb’un şidadüy ye’külne ma kaddemtüm lehünne illa kalılem mimma tuhsınun
49. Sümme ye’tı mim ba’di zalike amün fıhi yüğasün nasü ve fıhi ya’sırun
50. Ve kalel melikü’tunı bih fe lemma caehür rasulü kalercı’ila rabbike fes’elhü ma balün nisvetillatı katta’ne eydiyehünn inne rabbı bi keydihinne alım
51. Kale ma hatbükünne iz ravedtünne yusüfe an nefsih kulne haşe lillahi ma alimna aleyhi min su’ kaletimraetül azızil ane hashasal hakku ene ravedtühu an nefsihı ve innehu le mines sadikıyn
52. Zalike li ya’leme ennı lem ehunhü bil ğaybi ve ennellahe la yehdı keydel hainın
53. Ve ma überriü nefsı innen nefse le emmaratüm bis sui illa ma rahıme rabbı inne rabbı ğafurur rahıym
54. Ve kalel melikü’tunı bihı estahlıshü li nefsı fe lemma kellemehu kale innekel yevme ledeyna mekınün emın
55. Kalec’alnı ala hazainil ard innı hafıyzun alım
56. Ve kezalike mekkenna li yusüfe fil ard yetebevveü minha haysü yeşa’ nüsıybü bi rahmetina men neşaü ve la nüdıy’u ecral muhsinın
57. Ve le ecrul ahırati hayrul lillezıne amenu ve kanu yettekun
58. Ve cae ıhvetü yusüfe fe dehalu aleyhi fe arafehüm ve hüm lehu münkirun
59. Ve lemma cehhezehüm bi cehazihim kale’tunı bi ehıl leküm min ebıküm ela teravne ennı ufil keyle ve ene hayrul münzilın
60. Fe il lem te’tunı bihı fe la keyle leküm ındı ve la takrabun
61. Kalu senüravidü anhü ebahü ve inne le faılun
62. Ve kaleli fityanihic’alu bidaatehüm fı rihalihim leallehüm ya’rifuneha izenkalebu ila ehlihim leallehüm yarciun
63. Fe lemma raceu ila ebıhim kalu ya ebana münia minnel keylü fe ersil meana ehana nektel ve inna lehu lehafizun
64. Kale hel amenüküm aleyhi illa kema emintüküm ala ehıyhi min kabl fellahü hayrun hafizav ve hüve erhamür rahımın
65. Ve lemma fetehu metaahüm vecedu bidaatehüm ruddet ileyhim kalu ya ebana ma nebğıy hazihı bidaatüna ruddet ileyna ve nemıru ehlena ve nahfezu ehana ve nezdadü keyle beıyr zalike keylüy yesır
66. Kale len ürsilehu meaküm hatta tü’tuni mevsikam minellahi lete’tünnenı bihı illa ey yühata biküm fe lemma atevhü mevsikahüm kalellahü ala ma nekulü vekıl
67. Ve kale ya beniyye la tedhulu mim babiv vahıdiv vedhulu min ebvabim müteferrikah ve ma uğnı anküm minellahi min şey’ inil hukmü illa lillah aleyhi tevekkelt ve aleyhi fel yetevekkelil mütevekkilun
68. Ve lemma dehalu min haysü emerahüm ebuhüm ma kane yuğnı anhüm minellahi min şey’in illa laceten fı nefsi ya’kube kadaha ve innehu le zu ılmil lima allemnahü ve lakinne ekseran nasi la ya’lemun
69. Ve lemma dehalu ala yusüfe ave ileyhi ehahü kale innı ene ehuke fe la tebteis bima kanu ya’melun
70. Fe lemma cehhezehüm bi cehazihim ceales sikayete fı rahli ehıyhi sümme ezzene müezzinün eyyetühel ıyru inneküm le sarikun
71. Kalu ve akbelu aleyhim maza tefkıdun
72. Kalu nefkıdü suvaal meliki ve li men cae bihı hımlü beıyriv ve ene bihı zeıym
73. Kalu tellahi le kad alimtüm ma ci’na li nüfside fil erdı ve ma künna sarikıyn
74. Kalu fe ma cezaühu in küntüm kazibın
75. Kalu cezaühu mev vücide fı rahlihı fe hüve cezaüh kezalike necziz zalimın
76. Fe bedee bi ev’ıyetihim kable viai ehıyhi sümmestahraceha min viai ehıyh kezalike kidna li yusüf ma kane li ye’huze ehahü fı dınil melikı illa ey yeşaellah nerfeu deracatim men neşa’ ve fevka külli zı ılmin alım
77. Kalu iy yesrık fe kad seraka ehul lehu min kabl fe eserraha yusüfü fı nefsihı ve lem yübdiha lehüm kale entüm şerrum mekana vallahü a’lemü bima tesıfun
78. Kalu ya eyyühel azızü inne lehu eben şeyhan kebıran fe huz ehadena mekaneh inna nerake minel muhsinın
79. Kale meazellahi en ne’huze illa mev vecedna metaana ındehu inna izel le zalimun
80. Fe lemmestey’esu minhü halesu neciyya kale kebıruhüm e lem ta’lemu enne ebaküm kad ehaze aleyküm mevsikam minellahi ve min kablü ma ferrattüm fı yusüf fe len ebrahal erda hatta ye’zene lı ebı ev yahkümellahü lı ve hüve hayrul hakimın
81. İrciu illa ebıküm fe kulu ya ebana innebneke serak ve ma şehidna illa bima alimna ve ma künna lilğaybi hafizıyn
82. Ves’elil karyetelletı künna fıha vel ıyralletı akbelna fıha ve inna lesadikun
83. Kale bel sevvelet leküm enfüsüküm emra fe sabrun cemıl asellahü ey ye’tiyenı bihim cemıa innehu hüvel alımül hakım
84. Ve tevella anhüm ve kale ya esefa ala yusüfe vebyaddat aynahü minel huzni fe hüve kezıym
85. Kalu tellahi tefteü tezküru yusüfe hatta tekune haradan ev teküru yusüfe hatta tekune haradan ev tekune minel halikın
86. Kale innema eşku bessı ve huznı ilellahi ve a’lemü minellahi ma la ta’lemun
87. Ya beniyyezhebu fe tehassesu miy yusüfe ve ehıyhi ve la tey’esu mir ravhıllahi illel kavmül kafirun
88. Fe lemma dehalu aleyhi kalu ya eyyühel azızü messena ve ehlened durru ve ci’na bi bidaatim müzcatin fe evfi lenel keyle ve tesaddak aleynav innellahe yeczil mütesaddikıyn
89. Kale hel alimtüm ma fealtüm bi yusüfe ve ehıyhi iz entüm cahilun
90. Kalu einneke le ente yusüf kale ene yusüfü ve haza ehıy kad mennellahü aleyna innehu mey yettekı ve yasbir fe innellahe la yüdıy’u ecral muhsinın
91. Kalu tellahi le kad aserakellahü aleyna ve in künna le hatıın
92. Kale la tesrıbe aleykümül yevm yağfirullahü leküm ve hüve erhamür rahımın
93. İzhebu bi kamısıy haza fe elkuhü ala vechi ebı ye’ti besıyra ve’tunı bi ehliküm ecmeıyn
94. Ve lemma fesaletil ıyru kale ebuhüm innı le ecidü rıha yusüfe lev la en tüfennidun
95. Kalu tellahi inneke le fı dalalikel kadım
96. Fe lemma en cael beşıru elkahü ala vechihı fertedde besıyra kale elem ekul leküm innı a’lemü minellahi ma la ta’lemun
97. Kalu ya ebanestağfir lena zünubena inna künna hatıın
98. Kale sevfe estağfiru leküm rabbı innehu hüvel ğafurur rahıym
99. Fe lemma dehalu ala yusüfe ava ileyhi ebeveyhi ve kaledhulu mısra in şaellahü aminın
100. Ve rafea ebeveyhi alel arşi ve harru lehu sücceda ve kale ya ebeti haza te’vılü rü’yaye min kablü kad cealeha ribbı hakka ve kad ahsene bı iz ahracenı mines sicni ve cae biküm minel bedvi mim ba’di en nezeğaş şeytanü beynı ve beyne ıhvetı inne rabbı latıyfül lima yeşa’ innehu hüvel alımül hakım
101. Rabbi kad ateytenı minel mülki ve allemtenı min te’vılil ehadıs fatıras semavati vel erdı ente veliyyı fid dünya vel ahırah teveffenı müslimev ve elhıknı bis salihıyn
102. Zalike min embail ğaybi nuhıyhi ileyk ve ma künte ledeyhim iz ecmeu emrahüm ve hüm yemkürun
103. Ve ma ekserun nasi ve lev haraste bi mü’minın
104. Ve ma tes’elühüm aleyhi min ecr in hüve illa zikrul lil alemın
105. Ve keeyyim min ayetin fis semavati vel erdı yemürrune aleyha ve hüm anhü mu’ridun
106. Ve ma yü’minü ekseruhüm billahi illa ve hüm müşrikun
107. E fe eminu en te’tiyehüm ğaşiyetüm min azabillahi ev te’tiyehümüs saatü bağtetev ve hüm la yeş’urun
108. Kul hazihı sebılı ed’u ilellahi ala besıyratin ene ve menittebeanı ve sübhanellahi ve ma ene minel müşrikın
109. Ve ma erselna min kablike illa ricalen nuhıy ileyhim min ehlil kura e fe lem yesıru fil erdı fe yenzuru keyfe kane akıbetüllezıne min kablihim ve la darul ahırati hayrul lillezınettekav e fe la ta’kılun
110. Hatta izestey’eser rusülü ve zannu ennehüm kad küzibu caehüm nasruna fe nücciye men neşa’ ve la yüraddü be’süna anil kavmil mücrimın
111. Le kad kane fı kasasıhum ıbratül li ülil elbab ma kane hadısey yüftera ve lakin tasdıkallezı beyne yedeyhi ve tefsıyle külli şey’iv ve hüdev ve rahmetel li kavmiy yü’minun
13-RA’D SURESİ
Bismillahirrahmanirrahim
1. Elif lam mım ra tilke ayatül kitab vellezı ünzile ileyke mir rabbikel hakku ve lakinne ekseran nasi la yü’minun
2. Allahüllezı rafeas semavati bi ğayri amedin teravneha sümmesteva alel arşi ve sehharaş şemse vel kamer yüdebbirul emra yüfassılül ayati lealleküm bi likai rabbiküm tukınun
3. Ve hüvellezı meddel erda ve ceale fıha ravasiye ve enhara ve min küllis semerati ceale fıha zevceynisneyni yuğşil leylen nehar inne fı zalike le ayatil li kavmiy yetefekkerun
4. Ve fil erdı kıtaum mütecaviratüv ve cennatüm min a’nabiv ve zer’uv ve nehıylün sınvanüv ve ğayru sınvaniy yüska bi maiv vahıdiv ve nüfaddılü ba’daha ala ba’dın fil ükül inne fı zalike le ayatil li kavmiy ya’kılun
5. Ve in ta’ceb fe acabün kavlühüm e iza künna türaben e inna le fı halkın cedıd ülaikellezıne keferu bi rabbihim ve ülaikel ağlalü fı a’nakıhim ve ülaike ashabün nar hüm fıha halidun
6. Ve yesta’ciluneke bis seyyieti kablel haseneti ve kad halet min kablihimül mesülat ve inne rabbeke lezu mağfiratil linnasi ala zulmihim ve inne rabbeke le şedıdül ıkab
7. Ve yekulüllezıne keferu lev la ünzile aleyhi ayetüm mir rabbih innema ente münziruv ve likülli kavmin had
8. Allahü ya’lemü ma tahmilü küllü ünsa ve ma teğıydul erhamü ve ma tezdad ve küllü şey’in ındehu bi mıkdar
9. Alimül ğaybi vaş şehadetil kebırul müteal
10. Sevaüm minküm men eserral kavle ve men cehera bihı ve men hüve müstahfim bil leyli ve saribüm bin nehar
11. Lehu müakkıbatüm mim beyni yedeyhi ve min halfihı yüğayyiru ma bi kavmin hatta yüğayyiru ma bi enfüsihim ve iza eradellahü bi kavmin suen fe la meradde leh ve ma lehüm min dunihı mev val
12. Hüvellezı yürıkümül berka havfev ve tameav ve yanşlüs sehabes sikal
13. Ve yüsebbihur ra’dü bi hamdihı vel melaiketü min hıyfetih ve yürsilüs savaıka fe yüsıybü biha mey yeşaü ve hüm yücadilune fillah ve hüve şedıdül mihal
14. Lehu da’vetül hakk vellezıne yed’une min dunihı la yestecıbune lehüm bi şey’in illa ke basitı keffeyhi ilel mai li yeblüğa fahü ve ma hüve bi baliğıh ve ma düaül kafirıne illa fı dalal
15. Ve lillahi yescüdü men fis semavati vel ard tav’av ve kerhev ve zılalühüm bil ğudüvvi vel asal
16. Kul mer rabbüs semavati vel erdı kulillah kul e fettehaztüm min dunihı evliyae la yemlikune li enfüsihim nef’av ve la darra kul hel yestevil a’ma vel besıyru em hel testeviz zulümanüt ven nur em cealu lillahi şürakae haleku ke halkıhı fe teşabehel halku aleyhim kulillahü haliku külli şey’iv ve hüvel vahıdül kahhar
17. Enzele mines semai maen fe salet evdiyetüm bi kaderiha fahtemeles seylü zebeder rabiya ve mimma yukıdune aleyhi fin naribtiğae hılyetin ev metaın zebedüm mislüh kezalike yadribüllahül hakka vel batıl fe emmez zebedü fe yehebü cüfaa ve emma ma yenfeun nase fe yemküsü fil ard kezalike yadribüllahül emsal
18. Lillezınestecabu li rabbihimül husna vellezıne lem yestecıbu lehu lev enne lehüm ma fil erdı cemıav ve mislehu meahu leftedev bih ülaike lehüm suül hısabi ve me’vahüm cehennem ve bi’sel mihad(15. Ayet secde ayetidir.)
19. E fe mey ya’lemü ennema ünzile ileyke mir rabbikel hakku ke men hüve a’ma innema yetezekkeru ülül elbab
20. Ellezıne yufune bi ahdillahi ve la yenkudunel mısak
21. Vellezıne yesılune ma emerallahü bihı ey yusale ve yahşevne rabbehüm ve yehafune suel hısab
22. Vellezıne saberubtiğae vechi rabbihim ve ekamus salate ve enfeku mimma razaknahüm sirrav ve alaniyetev ve yedraune bil hasenetis seyyiete ülaike lehüm ukbed dar
23. Cennatü adniy yedhuluneha ve men saleha min abaihim ve ezvacihim ve zürriyyatihim vel melaiketü yedhulune aleyhim min külli bab
24. Selamün alayküm bima sabertüm fe nı’me usbed dar
25. Vellezıne yenkudune ahdellahi min ba’di mısakıhı ve yaktaune ma emarallahü bihı ey yusale ve yüfidune fil erdı ülaike lehümül la’netü ve lehüm suüd dar
26. Allahü yebsütur rizka li mey yeşaü ve yakdir ve ferihu bil hayatid dünya ve mel hayatüd dünya fil ahırati illa meta’
27. Ve yekulüllezıne keferu lev la ünzile aleyhi ayetüm mir rabbih kul innellahe yüdıllü mey yeşaü ve yehdı ileyhi men enab
28. Ellezıne amenu ve tatmeinü kulubühüm bi zikrillah e la bi zikrillahi tatmeinül kulub
29. Ellezıne amenu ve amilus salihati tuba lehüm ve husnü meab
30. Kezalike erselnake fı ümmetin kad halet min kabliha ümemül liltetlüve aleyhimüllezı evhayna ileyke ve hüm yekfürune bir rahman kul hüve rabbı la ilahe illa hu aleyhi tevekkeltü ve ileyhi metab
31. Ve lev enne kur’anen süyyirat bihil cibalü ev kuttıat bihil erdu ev küllime bihil mevta bel lillahil emru cemıa e fe lem yey’esillezıne amenu el lev yeşaüllahü le heden nase cemıa ve la yezalüllezıne keferu tüsıybühüm bi ma saneu kariatün ev tehullü karıbem min darihim hatta ye’tiye va’düllah innellahe la yuhlifül mıad
32. Ve lekadistkühzie bi rusülim min kabilek fe emleytü lillezıne keferu sümme ehaztühüm fe keyfe kane ıkab
33. E fe men hüve kaimün ala külli nefsim bima kesebet ve cealu lillahi şüraka’ kul semmuhüm em tünebbiunehu bima la ya’lemü fil erdı em bi zahirim minel kavl bel züyyine lillezıne keferu mekruhüm ve suddu anis sebıl ve mey yudlilillahü fe ma lehu min had
34. Lehüm azabün fil hayatido dünya ve le azabül ahırati eşaak ve ma lehüm minellahi miv vak
35. Meselül cennetilletı vüıdel müttekun tecrı min tahtihel enhar ükülüha daimüv ve zıllüha tilke ukbellezınettekav ve ukbel kafirınen nar
36. Vellezıne ateynahümül kitabe yefrahune bima ünzile ileyke ve minel ahzabi mey yünkiru ba’dah kul innema ümirtü en a’büdellahe ve la üşrike bih ileyhi ed’u ve ileyhi meab
37. Ve kezalike enzelnahü hukmen arabiyya ve leinitteba’te ehvaehüm ba’de ma caeke minel ılmi ma leke minellahi miv veliyyiv ve la vak
38. Ve le kad erselna rusülem min kablike ve cealna lehüm ezvacev ve zürriyyeh ve ma kane li rasulin ey ye’tiye bi ayetin illa bi iznillah li külli ecelin kitab
39. Yemhullahü ma yeşaü ve yüsbit ve ındehu ümmül kitab
40. Ve im ma nüriyenneke ba’dallezı neıdühüm ev neteveffeyenneke fe innema aleykel belağu ve aleynel hısab
41. E ve lem yerav enna ne’til erda nenkusuha min atrafiha vallahü yahkümü la müakkıbe li hukmih ve hüve serıul hısab
42. Ve kad mekerallezıne min kablihim fe lillahil mekru cemıa ya’lemü ma teksibü küllü nefs ve seya’lemül küffaru li men ukbed dar
43. Ve yekulüllezıne keferu leste mürsela kul kefa billahi şehıdem beynı ve beyneküm ve men ındehu ılmül kitab
14-İBRAHİM SURESİ
Bismillahirrahmanirrahim
1. Elif lam ra kitabün enzelnahü ileyke li tuhricen nase minez zulümati ilen nuri bi izni rabbihim ila sıratıl azızil hamıd
2. Allahillezı lehu ma fis semavati ve ma fil ard ve veylül lil kafirıne min azabin şedıd
3. Ellezıne yestehıbbunel hayated dünya alel ahırati ve yesuddune an sebılillahi ve yebğuneha ıveca’ ülaike fı dalalim beıyd
4. Ve ma erselna mir rasulin illa bi lisani kavmihı li yübeyyine lehüm fe yüdıllüllahü mey yeşaü ve yehdı mey yeşa’ ve hüvel azızül hakım
5. Ve le kad erselna musa bi ayatina en ahric kavmeke minez zulümati ilen nuri ve zekkirhüm bi eyyamillah inne fı zalike le ayatil li külli sabbarin şekur
6. Ve iz kale musa li kavmihizkuru nı’metellahi aleyküm iz encaküm min ali fir’avne yesumuneküm suel azabi ve yüzebbihune ebnaeküm ve yestahyune nisaeküm ve fı zaliküm belaüm mir rabbiküm azıym
7. Ve iz teezzene rabbüküm le in şekertüm le ezıdenneküm ve le in kefertüm inne azabı leşedıd
8. Ve kale musa in tekfüru entüm ve men fil erdı cemıan fe innellahe le ğaniyyün hamıd
9. E lem ye’tiküm nebeüllezıne min kabliküm kavmi nuhıv ve adiv ve semude vellezıne mim ba’dihim la ya’lemühüm ilellah caethüm rusülühüm bil beyyinati fe raddu eydiyehüm fı efvahihim ve kalu inna kefarna bima ürsiltüm bihı ve inna le fı şekkim mimma ted’unena ileyhi mürıb
10. Kalet rusülühüm e fillahi şekkün fatıris semavati vel ard yed’uküm li yağfira leküm min zünubiküm ve yüehhıraküm ila ecelim müsemma kalu in entüm illa beşerum mislüna türıdune en tesudduna amma kane ya’büdü abaüna fe’tuna bi sültanim mübın
11. Kalet lehüm rusülühüm in nahnü illa beşerum mislüküm ve lakinnellahe yemünnü ala mey yeşaü min ıbadih ve ma kane lena en ne’tiyeküm bi sültanin illa bi iznillah ve alellahi fel yetevekkelil mü’minun
12. Ve ma lena ella netevekkele alellahi ve kad hedana sübülena ve lenasbiranne ala ma azeytümuna ve alellahi fel yetevekkelil müteveklkilun
13. Ve kalellezıne keferu li rusülihim le nuhricenneküm min erdına ev leteudünne fı milletina fe evha ileyhim rabbühüm le nühlikennez zalimın
14. Ve le nüskinennekümül erda mim ba’dihim zalike li men hafe mekamı ve hafe veıyd
15. Vesteftehu ve habe küllü cebbarin anıd
16. Miv veraihı cehennemü ve yüska mim main sadıd
17. Yetecerrauhu ve la yekadü yüsığuhu ve ye’tıhil mevtü min külli mekaniv ve ma hüve bi meyyit ve miv veraihı azabün ğalıyz
18. Meselüllezıne keferu bi rabbihim a’malühüm keramadinişteddet bihir rıhu fı yevmin asıf le yakdirune mimma kesebu ala şey’ zalike hüved dalalül beıyd
19. E lem tera ennellahe halekas semavati vel erda bil hakk iy yeşe’ yüzhibküm ve ye’ti bi halkın cedıd
20. Ve ma zalike alellahi bi azız
21. Ve berazu lillahi cemıan fe kaled duafaü lillezınestekberu inna künna leküm tebean fe hel entüm muğnune anna min azabillahi min şey’ kalu lev hedanellahü le hedeynaküm sevaün aleyna ecezı’na em saberna ma lena mim mehıys
22. Ve kaleş şeytanü lemma kudıyel emru innellahe veadeküm va’del hakkı ve veadtüküm fe ahleftüküm ve ma kane liye aleyküm min sültanin illa en deavtüküm festecebtüm lı fe la telumunı ve lumu enfüseküm ma ene bi musrihıküm ve ma entüm ib musrihıyy innı kefertü bima eşraktümuni min kabl innez zalimıne lehüm azabün elım
23. Ve üdhılellezıne amenu ve amilus salihati cennatin tecrı min tahtihel enharu halidıne fıha bi izni rabbihim tehıyyetühüm fıha selam
24. E lem tera keyfe darabellahü meselen kelimeten ttttayyibeten ke şeceratin tayyibetin aslüha sabitüv ve fer’uha fis sema’
25. Tü’tı üküleha külle hıynim bi izni rabbiha ve yadribüllahül emsale lin nasi leallehüm yetezekkerun
26. Ve meselü kelimetin habısetin ke şeceratin habısetinictüsset min fevkıl erdı ma leha min karar
27. Yüsebbitüllahüllezıne amenu bil kavlis sabiti fil hayatid dünya ve fil ahırah ve yüdılüllahüz zalimıne ve yef’alüllahü ma yeşa’
28. E lem tera ilellezıne beddelu nı’metellahi küfrav ve ehallu kavmehüm daral bevar
29. Cehennem yaslevneha ve bi’sel karar
30. Ve cealu lillahi endadel li yüdıllu an sebılih kul temetteu fe inne mesıyraküm ilen nar
31. Kul li ıbadiyellezıne amenu yükıymus salate ve yünfiku mimma razaknahüm sirrav ve alaniyetem min kabli ey ye’tiye yevmül la bey’un fıhi ve la hılal
32. Allahüllezı halekas semavati vel erda ve enzele mines semai maen fe ahrace bihı mines semerati rizkal leküm ve sehhara lekümül fülke li tecriye fil bahri bi emrih ve sehhara lekümül enha
33. Ve sehha lekümüş şemse vel kamera daibeyn ve sehhara lekümül leyle ven nehar
34. Ve ataküm min külli ma seeltümuh ve in teudu nı’metellahi la tuhsuha innel insane le zalumün keffar
35. Ve iz kale ibrahımü rabbic’al hazel belede aminev vecnübnı ve beniyye en na’büdel asnam
36. Rabbi innehünne adlelne kesıram minen nas fe men tebianı fe innehu minnı ve men asanı fe inneke ğafurur rahıym
37. Rabbena innı eskentü min zürriyyetı bi vadin ğayri zı zer’ın ınde beytikel muharrami rabbena li yükıymus salate fec’al ef’idetem minen nasi tehvı ileyhim verzukhüm mines semerati leallehüm yeşkürun
38. Rabbena inneke ta’lemü ma nuhfı ve ma nı’lin ve ma yahfa alellahi min şey’in fil erdı ve la fis sema’
39. Elhamdü lillahillezı vehebe lı alel kiberi ismaıyle ve ishak inne rabbı le semıud düa’
40. Rabbic’alnı mükıymes salati ve imn zürriyyetı rabbena ve tekabbel düa’
41. Rabbenağfir lı ve li valideyye ve lil mü’minıne yevme yekumül hısab
42. Ve la tahsebennellahe ğafilen amma ya’melüz zalimun innema yüehhıruhüm li yevmin teşhasu fıhil ebsar
43. Mühtııyne mükniıy ruusihim la yerteddü ileyhim tarfühüm ve ef’idetühüm heva’
44. Ve enzirin nase yevme ye’tıhimül azabü fe yekulüllezıne zalemu rabbena ahhırna ila ecelin karıbin nücib da’veteke ve nettebiır rusül e ve lem tekunu aksemtüm min kablü ma leküm min zeval
45. Ve sekentüm fı mesakinillezıne zalemu enfüsehüm ve tebeyyene leküm keyfe fealna bihim ve darabna lekümül emsal
46. Ve kad mekeru mekrahüm ve ındellahi mekruhüm ve in kane mekruhüm li tezule minhül cibal
47. Fe la tahsebennellahe muhlife va’dihı rusüleh innellahe azızün züntikam
48. Yevme tübeddelül erdu ğayral erdı ve semavatü ve berazu lillahil vahıdil kahhar
49. Ve teral mücrimıne yevmeizim mükarranıne fil asfad
50. Serabilühüm min katıraniv ve tağşa vücuhehümün nar
51. Li yecziyellahü külle nefsim ma kesebet innellahe serıul hısab
52. Haza belağul lin nasi ve li yünzeru bihı ve liya’lemu ennema hüve ilahüv vahıdüv ve liyezzekkera ülül elbab
13.CÜZ-MEAL
12-YUSUF SURESİ
44 – O kâhinler “Bu gördükleriniz karışık düşlerdir. Biz böyle karışık düşlerin yorumunu bilemeyiz” dediler.
Âlimlerimiz rüyaları üçe ayırırlar.
1. Allah tarafından bir melek aracılığı ile meydana gelen kısım ki doğru, gerçek rüya budur. 2. İnsanın benliğinden kaynaklanan bir telkin. 3. Şeytani bir telkin ile meydan gelen zihinsel görüntüdür. Son iki grup adgas-u ahlam (karışık düşler) dir.
45 – O iki arkadaştan kurtulanı, nice zaman sonra, ancak o sırada, Yusuf’u hatırlayıp dedi ki “Rüyanın tabirini size ben bildireceğim. Hele siz beni hapishaneye bir gönderiverin.”
46 – Hapishaneye gidip: “Yusuf! Sözü doğru ve isabetli olan aziz dostum!
Şu müşkil rüya hakkında bize bir çözüm bildir lütfen:
“Yedi semiz ineği yiyen yedi zayıf inek ile yedi yeşil başak ile yedi kuru başağın anlamı ne olabilir?
Ümid ederim ki isabetli yorumunu öğrenip ilgi insanlara aktarırım böylece onlar da doğruyu öğrenir ve senin kıymetini bilirler.”
47 – Yusuf: “Yedi sene, bildiğiniz şekilde ekin ekersiniz. Ama biçtiğinizi, yiyeceğiniz az miktar dışında, başağında bırakır, depolarsınız.
48-49 – Sonra, bunun peşinden yedi kurak yıl gelecek, tohumluk olarak saklayacağınız az bir miktar dışında, önce biriktirdiklerinizi yiyip tüketirsiniz.
Sonra onun arkasından bir yıl gelecek ki halk bol yağmura kavuşacak, sıkıntıdan kurtulacak, bol meyve sıkıp hayvanları sağacaklar.” {KM, Tekvin 41. bölüm}
50 – Bunu duyan Hükümdar: “Getirin bana onu!” dedi.
Hükümdarın elçisi gelince Yusuf: “Sen önce dönüp efendine de ki:
“O ellerini kesen kadınların meselesi neydi, kendisine soruver.”
Zaten benim efendim, o kadınların fendini pek iyi bilir.”
İsrail kaynakları kıssanın bu bölümünde de; Kur’ân’dan farklı ayrıntılar ve Hz. Yusuf’un değerini düşürecek taraflar naklederler. Oysa Kur’ân’ın anlatımı, onun bir Peygamberden beklenen örnek tutumunu özetler. Onun bu davranışlarıdır ki kralı, onu Maliye bakanı (hatta Başbakan) olarak görevlendirmeye sevketmiştir.
51 – Hükümdar o kadınları toplayıp: “Ne idi sizin Yusuf’la dâvanız?” Siz Yusuf’u elde etmeye çalıştığınızda durum ne idi, Yusuf nasıl davrandı? diye sordu. Onlar da: “Hâşa! Allah için söylemek gerekirse, onun yaptığı hiç bir kötülük bilmiş, görmüş değiliz” dediler.
İşte o sırada vezirin eşi: “Şimdi hak meydana çıktı. Ondan kâm almak isteyen bendim. O ise tam sadık ve dürüst insanlardandır” diye itiraf etti.
52-53 – Ve devamla şöyle dedi: Bunu böylece söylüyorum ki eşim vezir de (Yusuf’a sahib olmaya yeltenmemle beraber) kendisinden gizli olarak ona (fiilen) hiyanet etmediğimi ve Allah’ın hainlerin hilesini iflah etmeyeceğini bilsin. Doğrusu, ben nefsimi temize çıkarmam. Çünkü Rabbimin merhamet edip korudukları hariç, nefis daima fenalığı ister, kötülüğe sevkeder. Doğrusu Rabbim gafurdur, rahimdir (affı ve merhameti boldur).”
Bu âyetler için şu tefsir daha yaygındır: “(Yusuf dedi ki:) Maksadım, vezire hainlik etmediğimi, hainlerin hilelerini Allah’ın iflah etmeyeceğini onun da bilmesini sağlamaktı. Ben nefsimi temize çıkarmam (…)”. Fakat ilk tefsir, Hz. Yusuf (a.s.)’ın makamına ve Kur’ân’ın siyakına daha uygundur (İbn Kesir). Zira kail, yani sözü söyleyen açıkça bildirilmiyor. Bu da vezirin eşinin sözünün devam ettiğini gösterir.
54 – Hükümdâr: “Onu yanıma getirin, özel danışman edineyim” dedi.
Onunla konuştuktan sonra da: “Sen artık bundan böyle, nezdimizde yüksek bir makam sahibi, tam itimad edilen bir müsteşarsın” dedi.
Bu Hükümdar, Yusuf (a.s.)’ı satın alan aziz değildir. Mısırlıların Hiksoslar dedikleri, Arabistan’dan gelerek dört yüz yıl Mısır’da hüküm süren sülaleden faziletli bir zat idi.
55 – Yusuf: “Beni ülkenin hazine işlerinden sorumlu bakan olarak görevlendir, dedi. Çünkü ben malları iyi korur, işletme ve yönetimi iyi bilirim dedi.”
Hz. Yusuf tarıma önem verdi. Üretimi artırdı. İhtiyaç fazlasını stok ettirdi. Kıtlık yılları gelince stokları yeyip ihraç etmeye gittiler. Civardan herkes tayinat almaya geldiler.
56 – Böylece Biz Yusuf’a Mısır’da iktidar verdik. Nerede isterse orada makam tutar, dilediği şekilde yönetirdi.
Biz lütfumuzu dilediğimiz kimselere eriştirir ve güzel hareket edenlerin mükâfatlarını asla zayi etmeyiz.
57 – Âhiretteki ecir ve ödül, iman edip haramlardan sakınanlar için elbette daha hayırlıdır. [38,39-40]
58 – Gün geldi, Yusuf’un kardeşleri Mısır’a gelip onun huzuruna çıktılar. O onları tanıdı, ama öbürleri onu tanıyamadılar.
58-100 bölümü için bakınız : KM, Tekvin 42-44. bölümler.
59-60 – Yusuf onların zahîre yüklerini hazırlatınca dedi ki: “Siz, baba bir kardeşinizi de yanıma getirin, gördüğünüz gibi ben size tam ölçek veriyorum ve ben dışardan gelen misafirleri ağırlamaya, başka herkesten fazla özen göstermekteyim.
Eğer onu getirmezseniz, iyi bilin ki artık bende size verecek bir ölçek erzak yoktur, hiç gözüme görünmeyin.”
Gelmeyen kardeşlerini istemesi şundan idi: Kıtlık sebebiyle zahire karneye bağlanmıştı, almak için şahsın bulunması gerekiyordu. Diğerleri, baba ve kardeşler için birer hisse isteyince, Hz. Yusuf, bu seferlik verip, yaşlı babayı mâzur sayarak, gelecek defa, o kontenjanı almak için, herkes gibi öbür kardeşin de gelmesinin şart olduğunu bildirmiş olmaktadır.
61 – Onlar: “Bakalım, babasından ona izin almanın bir yolunu bulup bu işi ayarlamaya çalışacağız dediler.”
62 – Yusuf, zahîre ölçen görevlilerine de dedi ki:
“Onların, zahîre karşılığında verdikleri mallarını da yüklerinin içine koyun.
Böylece belki ailelerine döndüklerinde, bunun farkına varıp yine gelirler.”
63 – Babalarının yanına dönünce: “Sevgili babamız, dediler, ölçeğimiz, tahsisatımız kaldırıldı.
Gelecek sefer, öbür kardeşimizi de bizimle beraber gönder ki onu vesile ederek, daha çok tahsisat alalım.
Onu gözümüz gibi koruyacağımıza kesin söz veriyoruz.!”
64 – Yâkub dedi ki: “Daha önce onun kardeşini size inanıp güvendiğim gibi bunu da size inanıp emânet edeyim, öyle mi?
Ben size değil sadece Allah’a ısmarlarım.
Çünkü en iyi koruyan Allah’tır ve O, merhametlilerin en merhametlisidir.” [11,57]
65 – Yüklerini açınca da, zahîre bedellerinin yükleri içine geri konulduğunu gördüler ve:
“Baba, baba! dediler, daha ne istiyoruz, işte verdiğimiz zahîre bedellerimiz de bize geri verilmiş!
Gidelim, yine evimize erzak getiririz, kardeşimizi de koruruz, hem bir deve yükü de fazla alırız.
Çünkü bu sefer aldığımız, az bir ölçektir (ihtiyacımıza yetmez)”
66 – Yâkub şöyle cevap verdi: “Siz kendiniz helâk olmadıkça, onu bana getireceğinize dair Allah’ın huzurunda sağlam bir söz vermeden ben asla onu sizinle göndermem.”
Onlar kendisine kesin söz verince de dedi ki:
“Allah Teâlâ da bu söylediklerimize şahittir, gözeticidir.”
67 – Ve “evlatlarım!” diye ilave etti:
“Şehre aynı kapıdan değil de, ayrı ayrı kapılardan girin.
Gerçi ben ne yapsam, Allah’tan gelecek takdiri önleyemem.
Zira hüküm yetkisi, yalnız Allah’ındır.
Onun içindir ki ben ancak O’na dayanır, O’na güvenirim.
Tevekkül edenler de yalnız O’na dayanıp güvenmelidirler.”
O zamanki yönetimin kalabalık yabancı gruplara kuşku ile bakması sebebiyle böyle bir tedbir düşünmüş olabilir.
68 – Babalarının kendilerine emrettiği şekilde ayrı ayrı kapılardan girerek onun emrini yerine getirdiler.
Ama bu tedbir, Allah’ın kendileri hakkındaki takdiri karşısında hiç bir fayda sağlamadı.
Sadece Yâkub’un içindeki bir dileği açığa çıkarmış oldu.
O, kendisine Biz öğrettiğimizden ötürü ilim sahibi idi. (Bunun içindir ki “Allah’tan gelecek takdiri önleyemem” demişti.) Fakat insanların çoğu bu gerçeği bilmezler.
69 – Onlar Yusuf’un huzuruna girince, öz kardeşini yanına aldı ve: “İyi bilesin ki ben senin kardeşinim, onların yaptıklarına üzülme!” dedi. {KM, 53,34}
70 – Onların yüklerini hazırlatırken, su kabını, öz kardeşinin yükünün içine koydurdu.
Kervan hareket edince de Yusuf’un görevlilerinden biri: “Ey kafile! durun, siz hırsızlık yapmışsınız!” diye nida etti.
71 – Onlar geri dönüp geldiler ve: “Mesele nedir, ne kaybettiniz ki, bizi suçluyorsunuz?” dediler.
72 – Görevlilerden biri: “Hükümdarın su kabını kaybettik. Onu getirene bir deve yükü ödül var. Buna ben kefilim” dedi.
73 – “Allah’a yemin olsun ki, biz ülkede fesat çıkarmak, nizamı bozmak için gelmedik, siz de bunu biliyorsunuz. Hele hırsız, hiç değiliz!” dediler.
74 – Görevliler: “Peki, yalancı çıkarsanız, cezası ne?” dediler.
75 – “Cezası, dediler, kimin yükünde çıkarsa, işte o onun cezasıdır (yani çalması sebebiyle kendisi rehin ve mahkûm olur).”
Biz zalimleri böyle cezalandırırız!” {KM, Çıkış 22,2}
Hz. İbrâhim (a.s.)’ın şeriatına göre suçu sabit olan hırsız, eşya veya parasını çaldığı adamın kölesi yapılırdı.
76 – Yusuf, öz kardeşinin yükünden önce, öbürlerinin yüklerini aratmaya başladı. Sonra su kabını kardeşinin yükünden çıkarttı.
İşte Biz Yusuf’a, kardeşini alıkoyması için böyle bir plan öğrettik.
Yoksa, Allah dilemedikçe Hükümdarın kanununa göre, kardeşini alması uygun olmazdı.
Biz dilediğimiz kimseleri pek üstün derecelere yükseltiriz.
Her ilim sahibinin üstünde daha iyi bir bilen bulunur. [58, 11]
77 – Onlar: “Eğer o çalmışsa, zaten daha önce onun kardeşi de hırsızlık etmişti” dediler.
Yusuf bu sözden duyduğu üzüntüyü içine attı ve onlara belli etmedi.
İçinden de dedi ki: “Asıl kötü durumda olan sizsiniz. İleri sürdüğünüz iddiaların gerçek yönünü Allah pek iyi biliyor ya, o yeter!”
78 – Yusuf’un kardeşini alıkoyması karşısında, onlar şöyle dediler:
“Aziz vezir! Onun babası iyice ihtiyar (Bu küçük evladını kaybetmeye dayanamaz), onun yerine bizden istediğini alıkoy. Gerçekten seni anlayış gösteren, iyiliksever insanlardan olarak görüyoruz!”
79 – Yusuf: “Biz malımızı kimin yanında bulmuşsak onu alıkoyarız.
Başkasını tutmaktan Allah’a sığınırım.
Çünkü biz öyle yaparsak zalimler arasına girmiş oluruz!”
80 – Vakta ki Yusuf’un onu vermesinden ümitlerini kestiler. Bir yana çekilip aralarında fısıldaşarak şöyle konuşmaya başladılar. Ağabeyleri dedi ki:
“Allah’ı şahit tutarak babanıza kesin söz verdiğinizi ve daha önce Yusuf hakkında da işlediğiniz kusuru nasıl olur da bilmezlikten gelebilirsiniz? Ne yüzle döneceksiniz?
Ben katiyyen buradan bir adım atmam, ayrılmam; ancak babam bana izin verirse yahut hüküm verenlerin en hayırlısı olan Allah hükmünü bildirirse, o başka!”
81 – “Siz dönün, babanıza deyin ki:
“Sevgili babamız, bizler farkına varmadan oğlun inan ki hırsızlık etmiş.
(Su kabının onun yükünde çıktığını gözlerimizle gördük)
Biz ancak bildiğimize şahitlik ediyoruz. Söz verdiğimiz zaman, bu durumun ortaya çıkacağını nereden bilebilirdik? Gayb bize emanet edilmiş değil ki!”
82 – “İnanmazsan, gittiğimiz şehrin ahalisine ve yine içinde geldiğimiz kafilede bulunanlara sor.
Bütün samimiyetimizle ifade ediyoruz ki söylediğimiz doğrunun ta kendisidir.”
Dönüp babalarına ağabeylerinin bu sözlerini naklettiler.
83 – Ama babaları Yâkub: “Hayır, hayır! Korkarım yine nefisleriniz size bir işi cazip gösterip ayağınızı kaydırmıştır.
Ne yapayım? Bu hale karşı sükûnet ve ümit içinde sabretmekten başka yapacak şey yok.
Ümidim var ki Allah bütün kaybettiklerimi bana lütfedecektir.
Çünkü O alîmdir, hakîmdir (benim de onların da hallerini bilir ve beni elbette hikmetini ortaya koymak için, bu imtihana tâbi tutmuştur)”
84 – Onlardan yüzünü çevirip öte tarafa dönerek ufuklara seslendi:
“Ya esafâ alâ Yusuf! Nerdesin Yusuf! Nerdesin Yusuf!”
Yusuf diye diye, üzüntüsünden gözlerine ak düştü.
Yaptıklarından dolayı oğullarına duyduğu kızgınlığını da belirtmiyor, öfkesini yenmeye çalışıyordu.
85 – Oğulları şöyle dediler: “Ömrün geçti gitti, hâla Yusuf’u dilinden düşürmüyorsun.
Vallahi “Yusuf!” diye diye kederden eriyeceksin veya büsbütün ölüp gideceksin”
86 – “Ben, dedi sıkıntımı, keder ve hüznümü sadece Allah’a arzediyorum.
Hem sizin bilemediğiniz birçok şeyi Allah tarafından vahiy yolu ile biliyorum.”
87 – “Evlatlarım, haydi gidiniz, bütün duyularınızı, hislerinizi kullanarak vargücünüzle Yusuf ve kardeşi hakkında bilgi edinmeye çalışınız.
Allah’ın rahmetinden asla ümidinizi kesmeyiniz.
Çünkü kâfirler güruhu dışında hiç kimse Allah’ın rahmetinden ümidini kesmez.”
88 – Onlar Mısır’a varıp Yusuf’un huzuruna girerek “Aziz vezir! dediler, bizi de, çoluk çocuğumuzu da kıtlık bastı, biz bu sefer pek az bir meblağ getirebildik.
Lütfen bize tahsisatımızı tam ölçek ver de, parasını veremediğimiz kısmı da sadakanız olsun.
Şüphesiz ki Allah tasadduk edenleri fazlasıyla ödüllendirir.”
89 – Artık zamanı geldiğini düşünerek Yusuf:
“Siz, dedi, cahilliğiniz döneminde Yusuf ile kardeşine yaptığınız muameleyi elbette biliyorsunuzdur değil mi?”
Cahillikleri, yaptıkları işin kötülüğünü bilmeyişleri, yahut neticede doğuracağı zararı hesap edememeleri anlamına gelebilir. Yahut yeterli bilgi, tecrübe ve olgunluğa ulaşmadıkları çağ kasdedilmiş olabilir. Hz. Yusuf (a.s.) bu tabiri, onları kınamak, hakaret etmek için değil, bilakis mazeret telkini konusunda ipucu vermek, tövbeye teşvik etmek için “bilmeyerek yapmıştık” dedirtmek için kullanmıştı. Zira onların içine düştükleri yoksulluk kendisine pek dokunmuştu.
90 – “Aa! Sen, yoksa sen Yusuf musun?” dediler.
O da: “Evet ben Yusuf’um, bu da kardeşim!
Gerçekten Allah bizi lütfuna mazhar etti.
Şu kesindir ki kim Allah’ı sayıp haramlardan sakınır, itaatlara devam ve imtihanlara sabrederse,
Allah da böyle güzel hareket edenlerin mükâfatını asla zayi etmez.”
91 – Kardeşleri de şöyle dediler: “Vallahi de, tallahi de Allah seni bize üstün kılmıştır. Doğrusu bizler suçlu idik!”
92 – Yusuf şöyle cevap verdi: “Bugün sizi kınayacak, serzenişte bulunacak değilim!
Ben hakkımı helâl ettim Allah da sizi affetsin.
Çünkü merhamet edenlerin en merhametlisi O’dur.”
93 – Şu gömleğimi alın babamın yanına varıp onun yüzüne sürüverin, o zaman gözü açılacaktır.
Sonra da bütün çoluk çocuğunuzla buyurun, yanıma gelin.”
Bu âyette bildirilen “gömleği yüzüne sürmekle Hz. Yâkub (a.s.)’ın gözlerinin açılması” Tevrat’ta yer almaz.
94 – Kafile daha Mısır’dan ayrılır ayrılmaz, öteden babaları:
“Doğrusu, ben Yusuf’un kokusunu alıyorum, sakın beni bunak yerine koymaya kalkışmayın!” dedi.
95 – Oradakiler: “Vallahi, dediler, sen hâlâ, o eski saflığında devam etmektesin.”
96 – Müjdeci gelip de gömleği Yâkub’un yüzüne sürünce gözleri açıldı ve:
“Ben sizin bilmediklerinizi Allah tarafından vahiy yolu ile bilirim dememiş miydim?” dedi.
97 – Evlatları ise şöyle dediler: “Ey bizim şefkatli babamız! Bizim günahlarımız için Allah’tan mağfiret dile. Doğrusu biz günahkârız”
98 – O şöyle cevap verdi: “Sizin için Rabbime sonra istiğfar edeceğim. Gerçekten O gafurdur, rahîmdir.”
99 – Yâkub ailesi Mısır’a gelip Yusuf’un yanına girdiklerinde Yusuf annesi ile babasını kucakladı ve: “Allah’ın dilemesiyle Mısır’a emin olarak girin” dedi. {KM, Tekvin 35,17-20}
100 – Annesi ile babasını tahtına oturttu. Hepsi onun önünde saygı ile eğildiler.
Yusuf: “Babacığım! dedi, işte küçükken gördüğüm rüyanın tabiri! Rabbim o rüyayı gerçekleştirdi.
O, bana nice ihsanlarda bulundu: Beni zindandan kurtardı ve nihayet,
Şeytan benimle kardeşlerimin arasını bozduktan sonra sizi çölden getirip bana kavuşturmakla da beni ihsanına mazhar etti.
Gerçekten Rabbim dilediği kimse hakkında latifdir (dilediği hususları çok güzel, pek ince bir tarzda gerçekleştirir). Şüphesiz O alîmdir, hakîmdir (herşeyi hakkıyla bilen, tam hikmet sahibidir)” [7,53] {KM, Tekvin 47,11}
Bu âyetlere dikkat edilirse Yusuf (a.s.)’ın, bütün müminlere örnek olacak nice davranışlarını ihtiva ettiği görülür: Kendisini ölüme mahkûm eden yakınları üzerinde tam yetki sahibi iken gösterdiği olgunluk ve müsamaha, kendisinin zirveye yükselişini hep Allah’ın lütfuna bağlayıp nefsine en küçük pay çıkarmama, müminler tarafından şahsına karşı yapılan en kötü bir hareketi bile te’vile gayret etme ve şeytanın kardeşlerine yaptırdıklarında “hikmet-i ilahiyyeye göre benim için bazı faydalar vardı,” deme; hep ibadet ve âhiret iştiyakı ile dolu olma gibi. Bu çok önemli ders ve hitâbe de Tekvin ve Talmud’da yer almamıştır. Gereksiz bir yığın ayrıntıyı anlatıp, uzun kıssanın en önemli dersini yazmama çok gariptir.
Kur’ân, Tekvin ve Talmud birlikte incelendiğinde görülür ki Kur’ân, bazı yerleri ilaveli anlatıyor, birçoğunu daha az anlatıyor, bazılarını ise düzeltiyor ve reddediyor. Dolayısıyla Hz. Muhammed’in bu kıssaları Yahudilerden öğrendiğini iddia etmenin hiçbir gerekçesi olamaz.
101 – “Ya Rabbî! Sen bana iktidar ve hâkimiyet verdin. Kutsal metinleri ve rüyaları yorumlama ilmini öğrettin.
Ey gökleri ve yeri yaratan! Dünyada da, âhirette de mevlam, yardımcım Sensin.
Müslüman olarak canımı al ve beni salihler zümresine dâhil eyle!” [6,14.84; 7,126; 40,34]
102 – İşte bunlar, ey Resulüm, sana vahiy yoluyla bildirdiğimiz gaybî hadiselerdendir.
Yoksa onlar, tuzak kurmak ve planlarını kararlaştırmak için toplandıklarında elbette sen onların yanında bulunmuyordun. [3,44; 28,44-46; 38,69-70]
103 – Şunu unutma ki: Sen, büyük bir kuvvetle arzu etsen bile insanların çoğu iman etmezler.
İnsanlardan maksat Mekke ahalisidir. Yahut bütün insanlardır.
104 – Halbuki sen bu tebliğ karşılığında onlardan herhangi bir ücret de istemiyorsun.
Kur’ân, sadece bütün insanlar için bir derstir, evrensel bir mesajdır. [3,7]
105 – Göklerde ve yerde Allah’ın varlığını, birliğini, kudretini gösteren nice deliller vardır ki,
insanlar yanından geçip gittikleri halde yüzlerini çevirdiklerinden farkına varmazlar.
106 – Onların ekserisi, şirk koşmaksızın Allah’a iman etmezler.
107 – Acaba onlar, farkında olmadıkları bir sırada Allah’ın azabına uğrayıp azabın kendilerini kaplamasından,
yahut ansızın kıyametin kopmasından emin midirler? [16,45-47; 7,87,1; 97-99]
108 – Ey Resulüm de ki: “İşte benim yolum budur! Ben insanları Allah’ın yoluna, düşünmeksizin, taklit yolu ile değil, delile dayanarak, idrâklerine hitab ederek dâvet ediyorum.
Ben de, bana tâbi olanlar da böyleyiz. Allah’ı bütün eksikliklerden tenzih ederim. Ben asla müşriklerden değilim.”
109 – Senden önce gönderdiğimiz peygamberler de başka değil, ancak şehirlerde oturanlardan vahye mazhar ettiğimiz bir takım erkeklerdi.
Onlar dünyayı hiç gezmediler mi ki kendilerinden önce yaşayanların akıbetlerinin nasıl olduğunu görüp anlasınlar?
Âhiret diyarı elbette Allah’a saygı duyup haramlardan sakınanlar için daha iyidir.
Siz ey müşrikler, hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız?
110 – O müşrikler kendilerine mühlet verilmesine aldanmasınlar.
Daha öncekilere de böyle fırsat verilmişti.
Ne zaman ki peygamberler, toplumlarının imana gelmelerinden ümitlerini kesecek raddeye gelirler ve toplumları da peygamberlerinin kendilerini aldattığı zannına kapılırlar, işte o zaman onlara nusretimiz erişir, inkârcılar helâk olur, dilediğimiz kimseler kurtulur.
(Uzun vaadede), mücrim toplumlardan cezamız hiçbir surette geri çevirilmez.
111 – Peygamberlerin kıssalarında elbette tam akıl sahipleri için alacak dersler vardır.
İyi bilin ki, bu Kur’ân uydurulmuş bir söz değildir.
Sadece daha önceki kitapları tasdik eden,
dine ait her şeyi açıklayan, iman edecek kimseler için
hidâyet, rehber ve rahmet olan kitabullahtır.
13 – RA’D SÛRESİ
Medine’de indirilmiş olup 43 âyettir. 13. âyette geçen ve “gök gürlemesi” anlamına gelen ra’d kelimesi, bu sûrenin ismi olmuştur. Konuları bakımından Mekkî sûrelere benzemektedir. Mekke döneminin sonlarında indiğini söyleyenler de vardır. Allah Teâlanın varlığı, birliği, vahiy, nübüvvet ve âhiret gibi iman esaslarını konu edinir. Bu gerçekleri, meseller (paraboller) ile somutlaştırarak anlatır.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1 – Elif, Lâm, Mîm, Râ. İşte bunlar sana indirilen kitabın âyetleridir. Sana Rabbin tarafından indirilen Kur’ân haktır, gerçektir, ama insanların çoğu buna inanmazlar.
2 – Allah Odur ki gökleri, sizin de görüp durduğunuz gibi, direksiz yükseltti. Sonra da Arşı üzerinde istiva etti.
Güneşi ve ayı hizmet etmeleri için sizin emrinize verdi. Bunlardan her biri belirli bir vakte kadar dolaşmaktadır.
Bütün işleri O yönetir. Âyetleri size açıklar ki Rabbinize kavuşacağınıza iman edesiniz. [7,54; 11,3; 36,38; 41,37; 7,54]
İstiva etti: Arşının üstünde kuruldu, onları hakimiyeti altına aldı ve onlar üzerinde hükmünü yürütmeye başladı demektir. İstiva’nın mânası için bkz. 7,53.
Göklerin yükseltilmesi cümlesi iki şekilde anlaşılmaya müsaittir. Birincisini mealde yazdık. İkincisi: Allah gökleri, sizin göremediğiniz birtakım direklerle yükseltti. Bu anlama göre, gök cisimleri arasındaki çekim kuvvetine işaret ettiği söylenebilir.
3 – Hem O’dur ki yeri yaydı. Orada sağlam dağlar yükseltti, ırmaklar akıttı. Her meyvenin içinde iki eş yarattı.
Sürekli olarak geceyi gündüze bürüyüp duruyor. Elbette bunlarda, iyice düşünen kimseler için, alacak nice dersler ve ibretler vardır. [10,3]
Çiçeklerin ve meyvelerin erkek ve dişi olarak çift unsurlara sahip oldukları ve bir döllenme olayının gerçekleştiğine işaret edilmektedir.
4 – Dünyada birbirine komşu parçalar, üzüm bağları, ekinler, dallı veya dalsız hurma ağaçları vardır ki hepsi aynı su ile sulanmaktadır.
Bununla beraber yemede biz onların bazısını bazısından daha üstün, daha kaliteli kılarız.
Elbette bunlarda aklını kullanan kimseler için alacak nice dersler, nice ibretler vardır.
5 – Eğer onların iman etmemelerine şaşırıyorsan bil ki asıl şaşılacak olan, onların: “Ölüp toprak olduktan sonra biz yeniden mi yaratılacakmışız?” demeleridir.
İşte onlardır Rab’lerini inkâr edenler.
İşte onlardır boyunları tasmalı olanlar.
Ve işte onlardır, hem de ebedî kalmak üzere cehennemlik olanlar [17,49; 34,33; 46,33; 50, 15]
Dünyada, küfür ve dalâlet tasması, kıyamette de ateşten tasmalar takılacaktır. Tasma mahkûm ve esir olmanın alametidir. Bunlar da kendi alışkanlık ve taassuplarının esiri olduklarından delilleri değerlendirmezler.
6 – Şaşılacak bir yanları da, güzellik ve mutluluk dururken, kötülüğü çarçabuk istemeleridir.
Halbuki kendilerinden önce, ibret olacak nice cezalar gelip geçmiştir. (Niçin onlardan ibret almazlar?).
Doğrusu senin Rabbin insanların zulümlerine karşı yine de mağfiret sahibidir.
Bununla beraber unutmayın ki O cezalandırdığında da cezası çetindir. [15,6-8; 29,53-54; 38,16; 8,32; 35,45; 6,147]
7 – Kâfirler diyorlar ki: “Ona Rabbinden bir mûcize indirilmeli değil miydi?” Sen, ey Resulüm, sadece bir uyarıcısın. Her millete bir yol gösteren vardır. [17,59; 2,272; 35,24]
Her topluluğa peygamberlerden yol gösteren bir zat gönderilir. O da onlara dini tanıtır, kendilerine tahsis edilen mûcize ile halkını Allah’ın yoluna çağırır. Yoksa kâfirlerin tahakkümleriyle, keyiflerine göre istedikleri mûcizeyi göstermeleri söz konusu değildir.
Âyetteki yol gösteren “hâdi” den maksat, Allah Teâla da olabilir. Yani: “Senin görevin sadece uyarmaktır. İndirilen âyetlerini yalan sayanların, inkârlarına kulak asma. Zira Allah, doğru yolu göstermek için lâzım gelen her şeyi ortaya koymuştur. Ama ancak Kendisinin bileceği bir hikmetten ötürü, bir kimseyi hidâyet etmesi, meşîet-i ilahiyyenin buna taalluk etmesine bağlıdır ve onun meşîeti de, Kendisine mahsus olan hikmetine bağlıdır.
ve likülli kavmin hâd cümlesinin başındaki vav’ı atıf sayarak, “Sen sadece bir uyarıcı ve her millet için yol göstericisin” mânası da mümkündür.
8 – İşte O Allah’tır ki her bir dişinin neye gebe olduğunu, karnında ne taşıdığını, ve rahimlerin neleri eksik bırakıp, artırdığını bilir. Doğrusu O’nun katında herşey bir ölçü iledir. [23,13-14; 39,6; 53,32]
Rahimlerin kazanıp artırması. Mesela beden bakımından kimin tam cüsseli, kimin kısa boylu olacağını bilir. Mâ mevsûle olup, yumurtanın dölyatağına tutunmasından doğum vaktine kadarki dönem kasdedilmiştir; yoksa sadece, hilkatın tamamlanmasından sonraki durum sözkonusu değildir. Yani Allah Teâla rahimdeki varlıkların erkek mi dişi mi normal mi, sağlıklı mı, eksik mi, güzel mi çirkin mi, uzun mu, kısa mı vs. olacağını bilir, demektir. Mâ masdariyye de olabilir.
9 – Gayb ve şehâdet alemini de, görünmeyen ve görünen âlemi de bilen, büyük ve yüce olan O’dur.
10 – Sizden sözünü gizleyenle, açıkça söyleyen, geceleyin gizlenenle gündüzün meydanda gezen O’nun bilmesi bakımından hep aynı durumdadır. [20,7; 10,61; 11,5]
11 – O insanın önünde ve ardında devamlı sûretle nöbetleşerek görevlendirilen melekler vardır. Bunlar, Allah’ın emrinden ötürü, onu koruyup kollarlar.
Bir toplum kendinde olan durumu değiştirmedikçe, hiç şüphe yok ki, Allah da o toplumda olan hali değiştirmez.
Allah bir toplum için de kötülük irade buyurdu mu, onu geri çevirecek kuvvet yoktur. Artık Allah’ın dışında onları himaye edecek kimse olamaz. [8,53]
Görevli melekler, insan günah işleyince onun için mühlet isterler, mağfiret dilerler yahut onu tehlikelerden korurlar veya Allah’ın emri sebebiyle insanın hallerini denetlerler.
12 – Size şimşeği göstererek, hem korku hem ümit verir, yağmur yüklü ağır bulutlar oluşturur.
13 – Gök gürlemesi hamd ile O’nu takdis ve tenzih eder.
Melekler de duydukları saygıdan ötürü O’nu takdis ve tenzih ederler.
O yıldırımlar gönderir, onlarla dilediği kimseleri çarpar.
Durum bu iken onlar hâlâ Allah hakkında birbirleriyle tartışıp, ileri geri konuşurlar. Hâlbuki O’nun cezası pek çetindir. [2,30; 17,44]
14 – Geçerli dua O’na yapılan duadır.
Müşriklerin O’ndan başka yöneldikleri putlar ise, kendilerine hiçbir surette icabet edemezler.
Onların durumu tıpkı, ağzına su ulaşsın diye iki elini önündeki kuyuya doğru uzatan adamın durumuna benzer.
Oysa bu durumda su, hiçbir zaman ona ulaşamaz. İşte kâfirlerin duası öyle boşa gider.
15 – Hâlbuki göklerde olsun, yerde olsun kim varsa isteyerek veya istemeyerek, hem kendileri hem gölgeleri hepsi sabah akşam Allah’a secde ederler. [16,48-49; 12,18] {KM, Mezmurlar 148}
16 – “Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?” de! Onların da kabul ettiği gerçeği sen açıkla! “Allah’tır!” de!
Ama siz kalkmış, O’nun dışında, ne kendilerine gelen bir belayı uzaklaştırmaya ve ne de kendilerine bir fayda sağlamaya gücü yetmeyen birtakım tanrılar edinmişsiniz.
De ki: “Hiç kör ile gören bir olur mu? Yahut karanlıklarla aydınlık bir olur mu?
Yoksa Allah’ın yarattığı gibi yaratan ortaklar buldular da yaratma işi kendilerine şüpheli mi geldi?” De ki: “Allah’tır herşeyin yaratıcısı. O tektir, her şeyin üstünde mutlak hâkimdir.” [36, 74; 39,3; 34,23; 53,26; 19,93-95]
17 – O gökten yağmur indirir de vâdiler, dereler kendi ölçülerince dolup sel olur akar.
Sel, suların üstünde kabaran köpüğü alıp götürür.
İnsanların zinet veya bazı eşyalar yapmak için ateşte erittikleri madenlerin de buna benzer köpüğü olur.
İşte Allah hak ile batılı, böyle bir temsil ile anlatır: Köpük yok olup gider, insanlara faydası olan cevher kısmı ise dipte kalır. Allah işte böylece misaller verir.
18 – Rab’lerinin çağrısına icabet edenlere en güzel mükâfat, cennet vardır.
Fakat O’nun dâvetini kabul etmeyenlere gelince,
şayet dünyada olan bütün şeyler ve onların bir misli daha kendilerinin olsaydı, kurtulmaları için fidye olarak hepsini verirlerdi.
İşte bunlar çetin bir hesaba mâruz kalacaklardır.
Onların kalacakları yer cehennem olacaktır. Orası ne kötü bir yerleşim yeridir! [18,87-88; 10,26]
19 – Şimdi, Rabbinden sana indirilen vahyin hak ve gerçek olduğunu bilen kişi ile âmâ olan kimse hiç bir olur mu? Ancak akıl sahibi kimseler düşünüp ibret alırlar. [6,115; 59,20; 11,1]
20 – Verdikleri sözde duranlar ve misakı bozmayanlar da işte onlardır.
21 – Rabbin tarafından sana gönderilenin hak ve gerçek olduğunu bilip, Allah’ın gözetilmesini emrettiği şeyleri gözetirler.
Rableri olan Allah’tan çekinirler ve pek çetin bir hesaptan endişe ederler.
22 – Onlar, sırf Rab’lerinin rızasını kazanmak için sabreder, namazı tam gerektiği şekilde kılarlar.
Kendilerine ihsan ettiğimiz rızıklardan gerek gizli, gerek açık bir tarzda bağışta bulunur ve kötülüğe iyilikle mukabele ederler.
İşte onlardır dünya diyarının güzel âkıbetini kazananlar. {KM, Luka 6,27-28}
23-24 – O güzel akıbet Adn cennetleri olup, onlar babalarından, eşlerinden ve nesillerinden iyi olanlarla birlikte o cennetlere girerler.
Öyle ki melekler de her kapıdan yanlarına varıp: “Sabretmenize karşılık size selamlar, selametler! Dünya diyarının ne güzel âkıbetidir bu!” diyecekler. [38,50] {KM, Vahiy 21,12-13}
25 – Ama Allah’a verdikleri sözü iyice pekiştirdikten sonra bozanlar
ve Allah’ın gözetilmesini emrettiği şeyleri terkedenler
ve yeryüzünde fesat çıkarıp nizamı bozanlar yok mu?
İşte onlara sadece lânet vardır.
En kötü yurt olan cehennem vardır.
26 – Allah dilediği kimsenin rızkını bollaştırır, dilediği kimsenin rızkını ise daraltır.
O inkârcılar, sadece dünya hayatıyla sevinirler.
Halbuki dünya hayatı, âhiretin yanında geçici, değersiz bir metadan başka bir şey değildir. [23,55-56; 87,16-17]
27-28 – Yine o inkâr edenler diyorlar ki: “Peygambere Rabbi tarafından bir mûcize verilmeli değil miydi?”
De ki: “Allah dilediğini bu tür iddiaları sebebiyle saptırır. Kendisine yöneleni de hidâyete erdirir.
İşte onlar iman edip gönülleri Allah’ı zikretmekle, O’nu anmakla huzur bulan kimselerdir.
İyi bilin ki gönüller ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.” [21,5; 10,101; 6,111]
Akıllı insanların üzerinde derinden derine düşünecekleri bunca harika eserler, Hz. Muhammed (a.s.)’ın peygamberliğine dair Allah tarafından bunca âyet ve delil varken, bunları delil saymıyorlar da, kimsenin karşı koyamayacağı bir musîbeti, bir belayı isteyip duruyorlar. Halbuki bu cebir ve zorlama, ilahî hikmete aykırıdır. Yukarıda geçen bu sözlerin bir daha tekrarlanması, kâfirlerin bu isteklerini inatla sürdürdüklerini göstermektedir. Demek Peygamberimize mûcize verilmemiş değildir. Âyet onların keyiflerine göre teklif ettikleri olağanüstü şeyleri reddetmektedir.
29 – Ne mutlu iman edip de makbul ve güzel işler yapanlara!
Eninde sonunda dönüp gidilecek güzel yurt onların olacak.
30 – İşte senden önce peygamberler gönderdiğimiz gibi, seni de kendilerinden önce nice milletler geçmiş olan bir millete gönderdik ki sana vahyettiğimiz kitabı onlara okuyasın.
Onlar ise Rahman’a nankörlük eder, O’nu tanımazlar.
De ki: “O benim rabbimdir. O’ndan başka tanrı yoktur.
Ona dayandım, tövbem ve dönüşüm yalnız O’nadır. [16,63; 6,34]
31 – Eğer dağları yürütecek, yeri param parça edecek, ölüleri bile konuşturacak bir kitap olsaydı, işte o, bu Kur’ân olurdu!
Ne var ki Allah böyle yapmadı. Bu mevcut durumu takdir buyurdu. Çünkü emir ve hüküm yalnız O’nundur.
Bu müminler hala öğrenmediler mi ki Allah dileseydi bütün insanları hidâyet eder, doğru yola koyardı.
O kâfirlerin kendi yaptıkları işler sebebiyle başlarına durmadan bela inecek veya ülkelerinin hemen yanıbaşına düşecek ve bu hal Allah’ın vaad ettiği kıyamet gelinceye dek sürecek. Allah asla sözünden caymaz. [46,27; 21, 44; 14,47]
Bu âyette bel edatının ifade ettiği idrab mânası, işlerin yalnız Allah Teâlaya ait olmasına müteveccih değil, aksine onun neticesine, yani mevcut olan duruma yöneliktir. Yani Allah Teâlanın hikmetinin, insanların yükümlülüklerini kendi seçimlerine bina etmesine işaret etmektedir. Âyette şart cümlesinin karşılığı bulunmadığından “İşte o, bu Kur’ân olurdu!” diye takdir edilir. Bazı müfessirler ise: “Onlar yine de iman etmezlerdi” diye düşünürler.
32 – Senden önce de nice peygamberlerle alay edildi. Fakat Ben, o kâfirlere akıllarını başlarına toplamaları için bir süre mühlet verdim. Ama onlar akıllanmayınca sonra da onları azabımla kıskıvrak yakaladım, cezam nasılmış, gördüler. [22,48]
33 – Tek tek her insanın ne işlediğini görüp gözeten Allah, hiç bunu yapmaktan âciz olan gibi olur mu?
Bununla beraber, tutmuşlar Allah’a ortak koşuyorlar. De ki “Haydi tavsif edin, adlandırın bakayım onları! Kimdirler, necidirler, hangi işleri gerçekleştirmişler?
Ne o, yoksa Allah’a kendi mülkünde var olup da bilmediği bir şeyi mi bildireceksiniz. Veya hiçbir gerçeğe tekabül etmeksizin sırf boş laf mı edeceksiniz?”
Doğrusu kurdukları tuzaklar o kâfirlere hoş gösterildi, hoşlandılar bundan ve hak yoldan menedildiler.
Her kimi de Allah saptırırsa artık onu yola getirecek yoktur. [10,61; 6,59; 11,6; 20,7; 53;23; 16;37]
34 – Onlara dünya hayatında bir azap vardır âhiret azabı ise daha çok çetindir. Onları Allah’ın elinden kurtaracak kimse de yoktur. [89,25-26; 25,11-15]
35 – Müttakilere vaad olunan cennetin durumu şuna benzer: Bahçelerinin içinden ırmaklar akar: Meyveleri gibi gölgeleri de devamlıdır. İşte, haramlardan korunan müttakilerin akıbeti! Kâfirlerin akıbeti ise ateştir. [47,15; 56,27-38; 59,20]
36 – Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler sana indirilen Kur’ân’dan memnun olurlar. Ama onlardan aleyhteki bazı gruplar, onun bir kısmını inkâr ederler.
De ki: “Bana yalnız Allah’a ibadet edip O’na hiçbir şerik koşmamam emredildi. Sadece O’na dâvet eder ve ancak O’na yönelirim.” [2,121; 17,107-109; 3,199]
37 – Böylece biz Kur’ân’ı Arapça bir hüküm ve hikmet olarak indirdik. Şayet, sana gelen bunca ilimden sonra o muhaliflerin keyiflerine uyacak olursan, Allah’ın cezasından seni koruyacak ne bir dost, ne bir hâmi bulamazsın. [11,1; 41,41-42; 31,2]
38 – Senden önce bir çok peygamber göndermiş, onlara da eşler ve evlatlar vermiştik. Bunlar peygamberliğe aykırı değil ki? Mûcize iddialarına gelince Allah’ın izni olmadıkça, hiçbir resul mûcize gösteremezdi. Her devrin bir hükmü vardır. Her işin bir vâdesi vardır. [18,110]
İşte, yaratılışta böyle olduğu gibi, teşrî hususunda da durum böyledir. Allah Teâla, bir süre yürürlükte tuttuğu bir şer’î hükmü, sonra yürürlükten kaldırabilir, neshedebilir (Bkz. 2,106). Çünkü kitaplar, şeriatlar dünya ve âhiret mutluluğunu elde etmek için uyulması gereken kurallardır. Devirlerin değişmesi ile ihtiyaçlara göre hükümlerin değişmesi, ilahî hikmetin gereğidir. Bundan dolayı Kur’ân’, Tevrat ve İncîl’in temel ilkelerini destekleyerek Ehl-i kitabın hepsini sevindirirken, o kitaplarda insanlığın olgunluk dönemine uygun düşmeyen birtakım hükümleri de nesheder. Ve bundan dolayıdır ki Kur’ân’, bütün kitaplar üzerinde müheymin (denetçi, hakem) bir kitaptır.
39 – Allah, dilediği hükmü iptal eder, dilediğini sabit bırakır. Ana kitap O’nun yanındadır.
Hiçbir sûrette değişmeyecek olan ana kitap (Levh-i Mahfuz) O’nun yanındadır. Değişecek ve değişmeyecek olan her şey orada kayıtlıdır. Bundan ötürü, şeriatlar arasında, hatta aynı kitapta dinin temel ilkelerinden olmayan bazı fer’i hükümlerin neshedilmesi, bedâ mânasına gelmez, yani Allah Teâlanın önce bilmediği bir şeyin sonradan farkına varması anlamına gelmez. Tekvin ve teşrîde mahv ve isbat (iptal ve ibka) cereyan ettiği halde, ana kitaptaki hüküm değişmez. Dolayısıyla, Tevrat ve İncîl’i ana kitap zannedip nesih kabul etmez diye iddia eden inkârcı Ehl-i kitap gruplarının inat ve inkârları pek boş bir hevestir. Halbuki tarihî bir gerçektir ki Kur’ân’dan önceki semavi kitaplar sadece nesihten değil, tahriften bile uzak kalamamışlardır.
40 – Ya onları uyardığımız birtakım belaların bir kısmını sana gösterir, ya da bundan önce senin ruhunu teslim alırız, farketmez. Zira senin görevin sadece tebliğ etmektir, hesap görmek ise Bize aittir. [88,21-26]
Risalet ahkâmının tamamını tebliğ etmek gerekir. Fakat risalet cümlesinden olarak tebliğ edilen uyarmaların muhtevasına şahit olmak, tebliğin gereklerinden değildir.
41 – Bizim arzı (yeri) alıp onu uçlarından nasıl eksilttiğimizi görmüyorlar mı? Allah öyle hükmeder ki onun hükmünü denetleyecek hiç bir merci yoktur. O, hesabı çabuk görür.
Yani Bizim mahvimizi ve isbatımızı kabul etmek istemeyen o inkârcılar, baksalar ya, yukarıda açıklandığı üzere, önce rahmet ve kudretimizle yaymış ve ayaklarının altına sermiş olduğumuz yeri aynı durumda bırakıyor muyuz? O serili yeri, üzerinde yaşadıkları o geniş toprakları, etrafından kudretimizle sarıp sıkıştırmıyor, onu eksiltmiyor muyuz? Daraltmıyor muyuz? O ilk medde karşılık onda cezirler yapmıyor muyuz? Veya çeşitli yeryüzü olayları ile onu aşındırıp parçalamıyor muyuz? Veya o kâfirlerin vatanlarını peyder pey çevresinden eksiltip durmuyor muyuz? Nüfuslarını, topluluklarını kırarak, dağıtarak, feyiz ve bereketlerini azaltarak, arazilerini, yurtlarını daraltarak, güçlerini ezikliğe, kemallerini noksana dönüştürmüyor muyuz? Yerdeki bu değişikliği veya vatanlarındaki bu daralmayı, bu sıkışmayı görmüyorlar mı?
42 – Kendilerinden önce geçenler de tuzaklar kurdular. Fakat bütün tuzaklar Allah’ındır (Allah’ın tedbiri, onların tuzaklarını boşa çıkarır). O, her insanın ne işlediğini pek iyi bilir. Yarın kâfirler de bu dünyanın sonunun kimin olduğunu anlayacaklardır. [8,30; 27,50-55]
43 – Dini inkâr edenler: “Sen Peygamber değilsin” diyorlar. De ki: “Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeter, bir de nezdinde kitap ilmi bulunanlar.” [26,197; 7,156-157]
Kitap ilmine vakıf olanlar Kur’ân-ı Kerimi lâyıkıyla anlayanlardır. Kur’ân’ı tanıyanlar, onun beşer sözü olmasının mümkün olmayıp ancak Rabbülâleminin sözü olduğunu, dolayısıyla Hz. Muhammed’in de O’nun elçisi olduğunu anlarlar. Ve hatta daha önceki kitaplarda ezcümle Tevrat ve İncîl’de O’nun peygamberliğini haber veren, belge niteliğinde cümleler vardır. Bunları hakkıyla bilen ve taassup göstermeyen insaflı Ehl-i kitap âlimleri de buna şahitlik ederler.
14 – İBRÂHİM SÛRESİ
Mekke’de nâzil olmuş olup 52 âyettir. Sûre, Kur’ân-ı Kerimin gerçekliğine dair bir girişten sonra Hz. Mûsâ (a.s.)’ın tebliğine yer verir. Daha sonra Hûd, Âd, Semûd halklarını, genel olarak inkârcıların tutumlarını ve onlara verilen dünyevî ve uhrevî cezaları bildirir.
Âhirette Şeytan’ın kâfirlere karşı yapacağı hitabeyi nakleder. Sonra Hz. İbrâhim (a.s.)’ın Mekke’de geçen kıssasına genişçe yer verir. Başlangıçta olduğu gibi Kur’ân’ın, Allah’ın insanlara yönelttiği bir bildiri olduğu hatırlatılarak, sûre sona erer.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1-3 – Elif, Lâm, Râ. Bu, Rab’lerinin izniyle insanları karanlıklardan aydınlığa, azîz ve hamîd (üstün kudret sahibi ve her işi övgüye lâyık olan) Allah’ın yoluna, göklerde ve yerdeki her şeyin sahibinin yoluna insanları çıkarman için sana indirdiğimiz bir kitaptır.
Kendilerini bekleyen o çetin azaptan ötürü vay o inkârcıların hallerine!
Vay onlara ki, âhirete inanmalarına rağmen, bile bile dünyayı âhirete tercih ederler.
İnsanları Allah yolundan çevirir de o yolu eğri büğrü göstermek isterler.
İşte onlar haktan, doğru yoldan çok uzak bir sapıklık içindedirler. [2,257; 57,9]
Kâfirler, Allah’ın rızasına tâbi olmayıp, Allah’ın dininin kendilerine tâbi olmasını isterler. Bu din, bütün örf, âdet, gelenek ve alışkanlıklarını doğrulasın, ama hoşlanmadıkları bir tek inanç ve ibadeti bile şart koşmasın. Ancak bu hale getirdikten sonra dini kabul ederlermiş!
4 – Biz her peygamberi, kendi milletinin lisanı ile gönderdik, ta ki onlara hakikatleri iyice açıklasın.
Artık Allah dilediğini saptırır, dilediğini doğru yola iletir. O azîzdir, hakîmdir (mutlak galiptir, tam hüküm ve hikmet sahibidir). [7,158]
Allah hangi millete peygamber gönderirse, mesajını o milletin dili ile gönderir. Maksat, onların iyice anlamalarıdır. Bu sebeple bu âyet, kitabın mânalarının diğer dillere çevrilmesini de gerektirir. Fakat mesajı anlamak, kabulü gerektirmez. Bu, insanın tercihinden sonra Allah’ın takdirine bağlıdır.
5 – Bu cümleden olarak, Mûsâ’yı da “halkını karanlıklardan aydınlığa çıkar ve onlara Allah’ın önemli günlerini hatırlat” diye Mûsâ’yı âyetlerimizle gönderdik. Elbette bunda çok sabreden ve çok şükreden herkes için nice ibretler vardır.
6 – Bir vakit Mûsâ, kavmine: “Allah’ın, sizin üzerinizdeki nimetlerini hatırlayın:
Çünkü O sizi, size en kötü bir işkence uygulayan,
doğan erkek çocuklarınızı öldürüp kızlarınızı perişan bir hayata zorlayan
Firavun’un hâkimiyetinden kurtarmıştı.
Gerçekten bunda, Rabbinizden size büyük bir imtihan vardı.
Mûsâ (a.s.)’ın bu kabil tavsiyeleri geniş olarak Tevrat, Tesniye, 4,6,8,10,11 ve 28. bölümlerinde yer almaktadır.
7 – Ve düşünün ki: Rabbiniz şöyle ilan buyurdu: “Eğer şükrederseniz, Ben nimetlerimi daha da artırırım,
ama nankörlük ederseniz haberiniz olsun ki azabım pek şiddetlidir!”
8 – Sözüne devam ederek: “Eğer dedi Mûsâ, siz ve dünyada bulunan herkes kâfir olsa,
bilesiniz ki, Allah’ın hiç kimseye ve hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, her türlü övgüye lâyıktır.” [39, 7; 64,6]
9 – Sizden önce gelip geçmiş ümmetlerin, Nuh, Âd ve Semûd halklarının
ve onlardan sonra gelip de Allah’tan başkasının tamtamına bilemeyeceği halkların başlarından geçen olaylardan haberdar olmadınız mı?
Elçileri kendilerine delil ve mûcizeler getirdiler de onlar ellerini ağızlarına götürüp:
“Biz, dediler, sizinle gönderilen talimatları kabul etmiyoruz. Çünkü biz, bize yaptığınız dâvetin mahiyetinden derin bir kuşku içindeyiz” [7,65]
“Eli ağzına götürmek” hayret, red veya tahkir ifadesi olmalıdır. Red ve alaylarını göstermek amacıyla ıslık çalmak için olabileceği gibi, susmaya dâvet için de yapmış olabilirler.
10 – Peygamberleri onlara: “Hiç gökleri ve yeri yaratan yüce Yaratıcı hakkında şüphe edilebilir mi?
O günahlarınızı affetmeye çağırıyor ve muayyen bir süreye kadar size müsaade ediyor, mühlet veriyor” dediler.
Onlarsa “Siz, dediler, bizim gibi bir beşerden başka bir şey değilsiniz.
Siz bizi atalarımızın ibadet ettiği tanrılardan vazgeçirmek istiyorsunuz. O halde bize açık delil getirin.” [11,3]
11 – Resulleri onlara: “Evet, dediler, biz sizin gibi beşerden başka bir şey değiliz.
Fakat Allah peygamberlik nimetini kullarından dilediğine ihsan eder.
Allah’ın izni olmadıkça size mûcize göstermemiz mümkün değildir.
O halde müminler yalnız Allah’a dayanıp güvenmelidirler.”
12 – “Biz neden Allah’a tevekkül etmeyelim ki gireceğimiz yolları bize O gösterdi.
Bize verdiğiniz her türlü eza ve sıkıntıya sabredeceğiz.
Tevekkül edenler yalnız Allah’a dayanıp güvenmelidirler.”
13-14 – Kâfirler resûllerine dediler ki: “Ya sizi yurdumuzdan kovarız yahut bizim dinimize dönersiniz.”
Rab’leri de onlara vahyetti ki: “Elbette Biz o zalimleri imha edeceğiz
ve onlardan sonra o ülkeye sizi yerleştireceğiz.
İşte bu, huzuruma çıkmaktan ve uyardığım azaptan çekinenler içindir.” [7,88; 27,56; 17,76; 8,30]
Bu âyet, Hz. Peygamber (a.s.)’ın vatanından hicret edeceğine, fakat daha sonra kendisini çıkaranların yerine hakim olacağına işaret etmektedir.
15-17 – Resuller Allah’tan yardım ve zafer istediler. Neticede her inatçı, zorba zalim hüsrana uğradı.
İş bununla bitmeyecek, ardından cehenneme girecek.
Orada kendisine kanlı irinli su içirilecek, yutmaya çalışacak ama boğazından geçiremeyecek.
Ölüm her yandan ona geldiği halde yine de ölmeyecek.
Bunun arkasından da pek şiddetli bir azap daha vardır. [37,171-173; 58,21; 21,105; 50,24-26; 22,21; 35,36; 55,43-44; 37,64-68]
18 – Rab’lerini inkâr edenlerin durumu şudur: Onların iyi işleri, bir kül yığınına benzer.
Fırtınalı bir günde rüzgar onu şiddetle savurmaktadır…
Kazandıklarından hiç bir şeyi ellerinde tutamıyorlar. İşte asıl kayıp, asıl sapıklık budur! [25,23; 3,117]
19-20 – Görüp anlamadın mı ki Allah gökleri ve yeri, hikmetle ve ciddî bir maksat için yaratmıştır.
Eğer dilerse sizi ortadan kaldırıp yepyeni bir halk getirir. Allah’a göre bu, sözü edilecek bir şey değildir. [36,77-83; 47,38]
Hitap görünüşte Hz. Peygamber (a.s.)’a, gerçekte ise bütün insanlaradır.
21 – Bir de bakarsın kıyamet gününde hepsi toplanarak Allah’ın huzuruna çıkmışlar.
Zayıflar büyüklük taslayanlara: “Biz, diyecekler, sizlere tâbi idik. Şimdi siz, bize fayda sağlayıp da Allah’ın azabından zerrece bir şey uzaklaştırabiliyor musunuz?”
Büyüklük taslayanlar: “Ne yapalım? diyecekler, Allah bize yol gösterseydi biz de size gösterirdik.
Şimdi bizler sabretsek de, sızlansak da sonuç değişmez.
Anlaşıldı: Bizim için kaçıp sığınacağımız bir yer yok!” [34,31-33; 40,47-48; 7,38-39; 33,66-68]
22 – Hesaplar görülüp iş tamamlanınca Şeytan onlara şöyle diyecek: “Allah size doğru vaadde bulundu. Ben de size bir şeyler vaad ettim, ama sözümden caydım.
Doğrusu, benim size istediğimi yaptıracak bir gücüm yoktu.
Sadece ben sizi dâvet ettim, siz de çağrımı kabul ettiniz. O halde beni ayıplamayın, kendi kendinizi kınayın.
Ne ben sizi kurtarabilirim, ne de siz beni kurtarabilirsiniz.
Ben, sizin daha önce beni Allah’a şerik yapmanızı da reddetmiştim.”
Elbette, böyle zalimlerin hakkı gayet acı bir azaptır. [4,120; 59,16]
Allah’ın hükmü herkes hakkında kesinleşip, cennetlikler cennete, cehennemlikler de cehenneme girmeye hazırlandığı zaman Şeytan bu nutkunu irad edecektir.
23 – İman edip makbul ve güzel işler yapanlar, içlerinden ırmaklar akan cennetlere yerleştirilecekler, Rablerinin izniyle orada devamlı kalacaklardır.
Orada karşılaştıklarında iyi dilek temennileri “selam” olacaktır. [39,73; 13,23-24; 10,10]
Selam: güvenlik, esenlik, her türlü zarardan kurtulma, barış anlamlarına gelip en kapsamlı bir temenni olduğundan, kaynağını da Allah’ın es-Selam ism-i şerifinden aldığından dünyada müminlere bahşedilen bir İslâm nimeti olarak cennette de devam edecektir.
24-25 – Görmedin mi Allah nasıl bir benzetme yaptı:
Güzel söz, kökü yerin derinliklerinde sabit, dalları ise göğe doğru yükselmiş bir ağaç gibidir ki
Rabbinin izniyle her zaman meyvesini verir.
Düşünüp ders çıkarsınlar diye Allah insanlara böyle temsiller getirir. [13,17] {KM, Mezmurlar 1,3-4; Matta 7,17-19; 13,4-32; Markos 4,1-34; Luka 8,5-18}
Burada iman, güzel ağaca benzetilmiştir. Bir ağacın damarları, gövdesi, dalları, meyveleri vardır. İman ağacının damarları ilim, marifet ve yakindir. Gövdesi ihlastır. Dalları iyi işler ve davranışlar, meyveleri ise güzel işlerin gerektirdiği temiz huylar, güzel hasletlerdir. Bir ağacın canlılığını sürdürmesi için sulanıp bakılması gerektiği gibi iman ağacı da ilim, iyi işler, tefekkür ile gözetilmezse, o da kuruma tehlikesine mâruz kalır. Bir hadiste Hz. Peygamber (a.s.): “Elbise nasıl yıpranırsa, kalpteki iman da öylece yıpranıp eskir. O halde, imanınızı daima tazeleyin” buyurmuştur. İbadetlere vakti vaktine devam, bu bakımı sağlar.
26 – Kötü söz ise, gövdesi toprağın üstünden kolayca çıkarılabilen, kökleşip yerleşmeyen değersiz bir ağaca benzer.
Kötü söz de köksüz bir bitkiye benzetilmiştir. Ne sağlam kökü, ne yükselen dalları, ne güzel meyveleri, ne gölgesi vardır. İşte kâfir böyledir.
27 – Allah iman edenleri hem dünyada hem âhirette o sabit söz üzerinde sağlam bir şekilde tutar. Zalimleri ise şaşırtır. Allah elbette dilediğini yapar.
28-29 – Allah’ın nimetine bedel, inkâr ve nankörlüğü tercih edenleri, ayrıca kendi halklarını da helâk yurduna, cehenneme sürükleyenleri görmedin mi?
Onların hepsi oraya girecekler. Ne kötü bir yerleşim yeridir cehennem!
30 – İnsanları Allah’ın yolundan saptırmak için birtakım ortaklar uydurdular.
De ki: “Azıcık yararlanın bakalım nasılsa sonunda gideceğiniz yer ateştir!” [10,70]
31 – Söyle o iman etmiş kullarıma:
Namazı tam gerektiği şekilde kılsınlar ve ne alışverişin, ne de dostluğun olmadığı gün gelmeden önce, gizli ve açık şekilde, kendilerine ihsan ettiğimiz rızıklardan, nimetlerden bağışta bulunsunlar. [2,254; 57,15]
32 – Allah gökleri ve yeri yaratandır.
Gökten yağmur indirip size rızık olsun diye, onunla türlü türlü meyveler, ürünler çıkarandır.
İzni ile denizde dolaşmak üzere gemileri size râm eden,
akan suları da, ırmakları da sizin hizmetinize verendir.
33 – Mûtad seyirlerini yapan güneş ile ay’ı size âmade kılan, geceyi ve gündüzü istifadenize veren de O’dur. [36,37-40; 7,54; 39,5]
34 – Hâsılı O, Kendisinden dilediğiniz her şeyi verdi. Öyle ki Allah’ın size verdiği nimetleri birer birer saymaya kalkarsanız, mümkün değil, onları toptan olarak bile sayamazsınız. Gerçekten insan zalim ve nankördür.
35 – Bir de, İbrâhim, bir vakitler şöyle demişti: “Ya Rabbî! Burayı emin bir belde kıl, beni de evlatlarımı da putlara tapmaktan uzak tut.” [2,126; 29,67; 3,96-97]
36 – “Ya Rabbî! Doğrusu onlar (putlar) insanların birçoğunu saptırdılar. Artık bundan sonra kim bana tâbi olursa, o bendendir.
Kim de bana karşı gelirse o da Senin merhametine kalmıştır, şüphesiz Sen gafursun, rahîmsin.”
Putlar birçok insanın sapmasına sebep olduğundan mecazi olarak saptırma işi onlara maledilmiştir. Hz. İbrâhim (a.s.) doğru yolda gidenler için dua edip nimet ve bereket istiyor. Fakat isyan edenler için ceza istemeyip, Allah’ın mağfiret ve merhametine havale ediyor. Bu onun meşhur şefkatinin tezahürlerinden biridir. Benzeri bir davranışı Hz. Îsâ (a.s.) da yapmıştır. [5,118]
37 – “Ey bizim Rabbimiz! Ben zürriyetimden bir kısmını senin kutsal mâbedinin yanında, ekin bitmez bir vâdide yerleştirdim.
Ey bizim Rabbimiz! Namazı gereğince kılsınlar diye böyle yaptım.
Ya Rabbi! Artık insanların bir kısmının gönüllerini onlara doğru yönelt, onları her türlü ürünlerden rızıklandır ki Sana şükretsinler.” [2,125-127; 5,97; 28,57] {KM, Tekvin 16. bölüm ve 17,18-20; 25,12-18}
Bu duanın bereketiyledir ki Hz. Muhammed (a.s.)’dan önce bütün Arabistan, ondan sonra ise bütün dünya oraya akın ediyorlar. Senenin her mevsiminde her çeşit sebze, meyve ve ürünler, hem de uygun fiatlarla orada bulunuyor.
38 – “Ey bizim Rabbimiz! Biz ister gizleyelim, ister açığa vuralım, yaptığımız herşeyi bilirsin. Zaten göklerde ve yerde Allah’a gizli kalan hiçbir şey yoktur.”
39 – “Hamd olsun Allah’a ki, hayli yaşlı olmama rağmen,
bu ihtiyarlık halimde İsmâil ve İshak’ı bana ihsan etti. Şüphesiz ki Rabbim duayı kabul buyurur.”
40 – “Ya Rabbi! Beni de, neslimden çoğunu da namazı devamlı olarak ve gereğince kılan kullarından eyle! Duamı, lütfen kabul buyur Ya Rabbi!”
41 – “Ey Rabbimiz! Beni, annemi, babamı ve bütün müminleri kıyamet günü affeyle.”
Hz. İbrâhim (a.s.) vatanından ayrılırken babası için Allah’a dua edip af dileme sözü vermişti [19,47]. Onu yerine getirmek üzere böyle dua ediyor. Fakat daha sonra onun din düşmanı olduğunu kesin anlayınca, onunla manevî ilişkilerini de kesti [9, 114]
42 – Sen, o zalimlerin işlediklerinden, sakın Rabbinin habersiz olduğunu zannetme!
O, sadece onların, dehşetinden gözlerinin donup kalacağı bir güne ertelemektedir.
43 – O gün onlar başlarını dikmiş, gözleri donup kalmış, kalpleri bomboş koşup dururlar. [54,8; 20,108-111; 70,44]
44 – Hem, azabın geleceği günü hatırlatarak insanları uyar!
O gün zalimler: “Ey bizim Rabbimiz! diyecekler, ne olur, bize kısa bir süre ver de senin çağrına uyma imkânı bulalım ve peygamberlerin izince gidelim.”
Peki, önceleri hiç zeval bulmayıp sürekli yaşayacağınıza dair yemin eden siz değil miydiniz? [23,99-100; 6,27-28]
45 – Sizden önce, kendilerine zulmetmiş olanların diyarlarına yerleştiniz.
Onlara neler yaptıklarımız da size iyice belli oldu ve size meseller getirerek gerçekleri anlattık.
46 – Onlar tuzaklar kurdular, ama Allah nezdinde de onlara tuzak var,
isterse onların tuzakları dağları yerinden oynatacak olsun!
47 – Sakın Allah’ın, peygamberlerine yaptığı vaadden cayacağını zannetme! Allah elbette mutlak galiptir, intikam sahibidir.
48 – Gün gelir, yer başka bir yere, gökler de başka göklere çevrilir.
Bütün insanlar kabirlerinden kalkıp tek hâkim olan Allah’ın huzuruna çıkarlar. {KM, Vahiy 21. bölüm; İşaya 65,17}
Tebdil ya özde olan bir değişiklik [4,56] veya vasıfta olan bir değişiklik [25,70] anlamlarına gelebilir. Bundan ötürü gerek eski, gerek yakın dönemde yaşamış müfessirler ve kelam alimleri her iki mânaya göre de tefsir etmişlerdir.
49-50 – O gün mücrimlerin birbirine yaklaştırılarak kelepçelendiğini görürsün. Gömlekleri katrandandır, yüzlerini ise ateş kaplar. [37,22; 25,3; 38,37-38; 23,104]
51 – Allah her insana kazandığının karşılığını vermek için (diriltir). Allah, hesabı çok çabuk görür. [53,31; 21,1]
52 – İşte bu Kur’ân insanlara beliğ bir tebliğdir,
ta ki onunla uyarılsınlar,
ta ki Allah’ın tek İlah olduğunu bilsinler.
Ve ta ki aklı ve vicdanı temiz olanlar,
düşünüp ders alsınlar… [6,19]
Kur'an-ı Kerim Dosyaları
Sitemizde sanatçıya ait toplam 50 eser bulunmaktadır. Sanatçının sayfasına gitmek için tıklayın.
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.