Abdulbasit Abdussamed-Ra'd Suresi
13-RA’D SURESİ
Bismillahirrahmanirrahim
1. Elif lam mım ra tilke ayatül kitab vellezı ünzile ileyke mir rabbikel hakku ve lakinne ekseran nasi la yü’minun
2. Allahüllezı rafeas semavati bi ğayri amedin teravneha sümmesteva alel arşi ve sehharaş şemse vel kamer yüdebbirul emra yüfassılül ayati lealleküm bi likai rabbiküm tukınun
3. Ve hüvellezı meddel erda ve ceale fıha ravasiye ve enhara ve min küllis semerati ceale fıha zevceynisneyni yuğşil leylen nehar inne fı zalike le ayatil li kavmiy yetefekkerun
4. Ve fil erdı kıtaum mütecaviratüv ve cennatüm min a’nabiv ve zer’uv ve nehıylün sınvanüv ve ğayru sınvaniy yüska bi maiv vahıdiv ve nüfaddılü ba’daha ala ba’dın fil ükül inne fı zalike le ayatil li kavmiy ya’kılun
5. Ve in ta’ceb fe acabün kavlühüm e iza künna türaben e inna le fı halkın cedıd ülaikellezıne keferu bi rabbihim ve ülaikel ağlalü fı a’nakıhim ve ülaike ashabün nar hüm fıha halidun
6. Ve yesta’ciluneke bis seyyieti kablel haseneti ve kad halet min kablihimül mesülat ve inne rabbeke lezu mağfiratil linnasi ala zulmihim ve inne rabbeke le şedıdül ıkab
7. Ve yekulüllezıne keferu lev la ünzile aleyhi ayetüm mir rabbih innema ente münziruv ve likülli kavmin had
8. Allahü ya’lemü ma tahmilü küllü ünsa ve ma teğıydul erhamü ve ma tezdad ve küllü şey’in ındehu bi mıkdar
9. Alimül ğaybi vaş şehadetil kebırul müteal
10. Sevaüm minküm men eserral kavle ve men cehera bihı ve men hüve müstahfim bil leyli ve saribüm bin nehar
11. Lehu müakkıbatüm mim beyni yedeyhi ve min halfihı yüğayyiru ma bi kavmin hatta yüğayyiru ma bi enfüsihim ve iza eradellahü bi kavmin suen fe la meradde leh ve ma lehüm min dunihı mev val
12. Hüvellezı yürıkümül berka havfev ve tameav ve yanşlüs sehabes sikal
13. Ve yüsebbihur ra’dü bi hamdihı vel melaiketü min hıyfetih ve yürsilüs savaıka fe yüsıybü biha mey yeşaü ve hüm yücadilune fillah ve hüve şedıdül mihal
14. Lehu da’vetül hakk vellezıne yed’une min dunihı la yestecıbune lehüm bi şey’in illa ke basitı keffeyhi ilel mai li yeblüğa fahü ve ma hüve bi baliğıh ve ma düaül kafirıne illa fı dalal
15. Ve lillahi yescüdü men fis semavati vel ard tav’av ve kerhev ve zılalühüm bil ğudüvvi vel asal
16. Kul mer rabbüs semavati vel erdı kulillah kul e fettehaztüm min dunihı evliyae la yemlikune li enfüsihim nef’av ve la darra kul hel yestevil a’ma vel besıyru em hel testeviz zulümanüt ven nur em cealu lillahi şürakae haleku ke halkıhı fe teşabehel halku aleyhim kulillahü haliku külli şey’iv ve hüvel vahıdül kahhar
17. Enzele mines semai maen fe salet evdiyetüm bi kaderiha fahtemeles seylü zebeder rabiya ve mimma yukıdune aleyhi fin naribtiğae hılyetin ev metaın zebedüm mislüh kezalike yadribüllahül hakka vel batıl fe emmez zebedü fe yehebü cüfaa ve emma ma yenfeun nase fe yemküsü fil ard kezalike yadribüllahül emsal
18. Lillezınestecabu li rabbihimül husna vellezıne lem yestecıbu lehu lev enne lehüm ma fil erdı cemıav ve mislehu meahu leftedev bih ülaike lehüm suül hısabi ve me’vahüm cehennem ve bi’sel mihad(15. Ayet secde ayetidir.)
19. E fe mey ya’lemü ennema ünzile ileyke mir rabbikel hakku ke men hüve a’ma innema yetezekkeru ülül elbab
20. Ellezıne yufune bi ahdillahi ve la yenkudunel mısak
21. Vellezıne yesılune ma emerallahü bihı ey yusale ve yahşevne rabbehüm ve yehafune suel hısab
22. Vellezıne saberubtiğae vechi rabbihim ve ekamus salate ve enfeku mimma razaknahüm sirrav ve alaniyetev ve yedraune bil hasenetis seyyiete ülaike lehüm ukbed dar
23. Cennatü adniy yedhuluneha ve men saleha min abaihim ve ezvacihim ve zürriyyatihim vel melaiketü yedhulune aleyhim min külli bab
24. Selamün alayküm bima sabertüm fe nı’me usbed dar
25. Vellezıne yenkudune ahdellahi min ba’di mısakıhı ve yaktaune ma emarallahü bihı ey yusale ve yüfidune fil erdı ülaike lehümül la’netü ve lehüm suüd dar
26. Allahü yebsütur rizka li mey yeşaü ve yakdir ve ferihu bil hayatid dünya ve mel hayatüd dünya fil ahırati illa meta’
27. Ve yekulüllezıne keferu lev la ünzile aleyhi ayetüm mir rabbih kul innellahe yüdıllü mey yeşaü ve yehdı ileyhi men enab
28. Ellezıne amenu ve tatmeinü kulubühüm bi zikrillah e la bi zikrillahi tatmeinül kulub
29. Ellezıne amenu ve amilus salihati tuba lehüm ve husnü meab
30. Kezalike erselnake fı ümmetin kad halet min kabliha ümemül liltetlüve aleyhimüllezı evhayna ileyke ve hüm yekfürune bir rahman kul hüve rabbı la ilahe illa hu aleyhi tevekkeltü ve ileyhi metab
31. Ve lev enne kur’anen süyyirat bihil cibalü ev kuttıat bihil erdu ev küllime bihil mevta bel lillahil emru cemıa e fe lem yey’esillezıne amenu el lev yeşaüllahü le heden nase cemıa ve la yezalüllezıne keferu tüsıybühüm bi ma saneu kariatün ev tehullü karıbem min darihim hatta ye’tiye va’düllah innellahe la yuhlifül mıad
32. Ve lekadistkühzie bi rusülim min kabilek fe emleytü lillezıne keferu sümme ehaztühüm fe keyfe kane ıkab
33. E fe men hüve kaimün ala külli nefsim bima kesebet ve cealu lillahi şüraka’ kul semmuhüm em tünebbiunehu bima la ya’lemü fil erdı em bi zahirim minel kavl bel züyyine lillezıne keferu mekruhüm ve suddu anis sebıl ve mey yudlilillahü fe ma lehu min had
34. Lehüm azabün fil hayatido dünya ve le azabül ahırati eşaak ve ma lehüm minellahi miv vak
35. Meselül cennetilletı vüıdel müttekun tecrı min tahtihel enhar ükülüha daimüv ve zıllüha tilke ukbellezınettekav ve ukbel kafirınen nar
36. Vellezıne ateynahümül kitabe yefrahune bima ünzile ileyke ve minel ahzabi mey yünkiru ba’dah kul innema ümirtü en a’büdellahe ve la üşrike bih ileyhi ed’u ve ileyhi meab
37. Ve kezalike enzelnahü hukmen arabiyya ve leinitteba’te ehvaehüm ba’de ma caeke minel ılmi ma leke minellahi miv veliyyiv ve la vak
38. Ve le kad erselna rusülem min kablike ve cealna lehüm ezvacev ve zürriyyeh ve ma kane li rasulin ey ye’tiye bi ayetin illa bi iznillah li külli ecelin kitab
39. Yemhullahü ma yeşaü ve yüsbit ve ındehu ümmül kitab
40. Ve im ma nüriyenneke ba’dallezı neıdühüm ev neteveffeyenneke fe innema aleykel belağu ve aleynel hısab
41. E ve lem yerav enna ne’til erda nenkusuha min atrafiha vallahü yahkümü la müakkıbe li hukmih ve hüve serıul hısab
42. Ve kad mekerallezıne min kablihim fe lillahil mekru cemıa ya’lemü ma teksibü küllü nefs ve seya’lemül küffaru li men ukbed dar
43. Ve yekulüllezıne keferu leste mürsela kul kefa billahi şehıdem beynı ve beyneküm ve men ındehu ılmül kitab
MEALİ
13 – RA’D SÛRESİ
Medine’de indirilmiş olup 43 âyettir. 13. âyette geçen ve “gök gürlemesi” anlamına gelen ra’d kelimesi, bu sûrenin ismi olmuştur. Konuları bakımından Mekkî sûrelere benzemektedir. Mekke döneminin sonlarında indiğini söyleyenler de vardır. Allah Teâlanın varlığı, birliği, vahiy, nübüvvet ve âhiret gibi iman esaslarını konu edinir. Bu gerçekleri, meseller (paraboller) ile somutlaştırarak anlatır.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1 – Elif, Lâm, Mîm, Râ. İşte bunlar sana indirilen kitabın âyetleridir. Sana Rabbin tarafından indirilen Kur’ân haktır, gerçektir, ama insanların çoğu buna inanmazlar.
2 – Allah Odur ki gökleri, sizin de görüp durduğunuz gibi, direksiz yükseltti. Sonra da Arşı üzerinde istiva etti.
Güneşi ve ayı hizmet etmeleri için sizin emrinize verdi. Bunlardan her biri belirli bir vakte kadar dolaşmaktadır.
Bütün işleri O yönetir. Âyetleri size açıklar ki Rabbinize kavuşacağınıza iman edesiniz. [7,54; 11,3; 36,38; 41,37; 7,54]
İstiva etti: Arşının üstünde kuruldu, onları hakimiyeti altına aldı ve onlar üzerinde hükmünü yürütmeye başladı demektir. İstiva’nın mânası için bkz. 7,53.
Göklerin yükseltilmesi cümlesi iki şekilde anlaşılmaya müsaittir. Birincisini mealde yazdık. İkincisi: Allah gökleri, sizin göremediğiniz birtakım direklerle yükseltti. Bu anlama göre, gök cisimleri arasındaki çekim kuvvetine işaret ettiği söylenebilir.
3 – Hem O’dur ki yeri yaydı. Orada sağlam dağlar yükseltti, ırmaklar akıttı. Her meyvenin içinde iki eş yarattı.
Sürekli olarak geceyi gündüze bürüyüp duruyor. Elbette bunlarda, iyice düşünen kimseler için, alacak nice dersler ve ibretler vardır. [10,3]
Çiçeklerin ve meyvelerin erkek ve dişi olarak çift unsurlara sahip oldukları ve bir döllenme olayının gerçekleştiğine işaret edilmektedir.
4 – Dünyada birbirine komşu parçalar, üzüm bağları, ekinler, dallı veya dalsız hurma ağaçları vardır ki hepsi aynı su ile sulanmaktadır.
Bununla beraber yemede biz onların bazısını bazısından daha üstün, daha kaliteli kılarız.
Elbette bunlarda aklını kullanan kimseler için alacak nice dersler, nice ibretler vardır.
5 – Eğer onların iman etmemelerine şaşırıyorsan bil ki asıl şaşılacak olan, onların: “Ölüp toprak olduktan sonra biz yeniden mi yaratılacakmışız?” demeleridir.
İşte onlardır Rab’lerini inkâr edenler.
İşte onlardır boyunları tasmalı olanlar.
Ve işte onlardır, hem de ebedî kalmak üzere cehennemlik olanlar [17,49; 34,33; 46,33; 50, 15]
Dünyada, küfür ve dalâlet tasması, kıyamette de ateşten tasmalar takılacaktır. Tasma mahkûm ve esir olmanın alametidir. Bunlar da kendi alışkanlık ve taassuplarının esiri olduklarından delilleri değerlendirmezler.
6 – Şaşılacak bir yanları da, güzellik ve mutluluk dururken, kötülüğü çarçabuk istemeleridir.
Halbuki kendilerinden önce, ibret olacak nice cezalar gelip geçmiştir. (Niçin onlardan ibret almazlar?).
Doğrusu senin Rabbin insanların zulümlerine karşı yine de mağfiret sahibidir.
Bununla beraber unutmayın ki O cezalandırdığında da cezası çetindir. [15,6-8; 29,53-54; 38,16; 8,32; 35,45; 6,147]
7 – Kâfirler diyorlar ki: “Ona Rabbinden bir mûcize indirilmeli değil miydi?” Sen, ey Resulüm, sadece bir uyarıcısın. Her millete bir yol gösteren vardır. [17,59; 2,272; 35,24]
Her topluluğa peygamberlerden yol gösteren bir zat gönderilir. O da onlara dini tanıtır, kendilerine tahsis edilen mûcize ile halkını Allah’ın yoluna çağırır. Yoksa kâfirlerin tahakkümleriyle, keyiflerine göre istedikleri mûcizeyi göstermeleri söz konusu değildir.
Âyetteki yol gösteren “hâdi” den maksat, Allah Teâla da olabilir. Yani: “Senin görevin sadece uyarmaktır. İndirilen âyetlerini yalan sayanların, inkârlarına kulak asma. Zira Allah, doğru yolu göstermek için lâzım gelen her şeyi ortaya koymuştur. Ama ancak Kendisinin bileceği bir hikmetten ötürü, bir kimseyi hidâyet etmesi, meşîet-i ilahiyyenin buna taalluk etmesine bağlıdır ve onun meşîeti de, Kendisine mahsus olan hikmetine bağlıdır.
ve likülli kavmin hâd cümlesinin başındaki vav’ı atıf sayarak, “Sen sadece bir uyarıcı ve her millet için yol göstericisin” mânası da mümkündür.
8 – İşte O Allah’tır ki her bir dişinin neye gebe olduğunu, karnında ne taşıdığını, ve rahimlerin neleri eksik bırakıp, artırdığını bilir. Doğrusu O’nun katında herşey bir ölçü iledir. [23,13-14; 39,6; 53,32]
Rahimlerin kazanıp artırması. Mesela beden bakımından kimin tam cüsseli, kimin kısa boylu olacağını bilir. Mâ mevsûle olup, yumurtanın dölyatağına tutunmasından doğum vaktine kadarki dönem kasdedilmiştir; yoksa sadece, hilkatın tamamlanmasından sonraki durum sözkonusu değildir. Yani Allah Teâla rahimdeki varlıkların erkek mi dişi mi normal mi, sağlıklı mı, eksik mi, güzel mi çirkin mi, uzun mu, kısa mı vs. olacağını bilir, demektir. Mâ masdariyye de olabilir.
9 – Gayb ve şehâdet alemini de, görünmeyen ve görünen âlemi de bilen, büyük ve yüce olan O’dur.
10 – Sizden sözünü gizleyenle, açıkça söyleyen, geceleyin gizlenenle gündüzün meydanda gezen O’nun bilmesi bakımından hep aynı durumdadır. [20,7; 10,61; 11,5]
11 – O insanın önünde ve ardında devamlı sûretle nöbetleşerek görevlendirilen melekler vardır. Bunlar, Allah’ın emrinden ötürü, onu koruyup kollarlar.
Bir toplum kendinde olan durumu değiştirmedikçe, hiç şüphe yok ki, Allah da o toplumda olan hali değiştirmez.
Allah bir toplum için de kötülük irade buyurdu mu, onu geri çevirecek kuvvet yoktur. Artık Allah’ın dışında onları himaye edecek kimse olamaz. [8,53]
Görevli melekler, insan günah işleyince onun için mühlet isterler, mağfiret dilerler yahut onu tehlikelerden korurlar veya Allah’ın emri sebebiyle insanın hallerini denetlerler.
12 – Size şimşeği göstererek, hem korku hem ümit verir, yağmur yüklü ağır bulutlar oluşturur.
13 – Gök gürlemesi hamd ile O’nu takdis ve tenzih eder.
Melekler de duydukları saygıdan ötürü O’nu takdis ve tenzih ederler.
O yıldırımlar gönderir, onlarla dilediği kimseleri çarpar.
Durum bu iken onlar hâlâ Allah hakkında birbirleriyle tartışıp, ileri geri konuşurlar. Hâlbuki O’nun cezası pek çetindir. [2,30; 17,44]
14 – Geçerli dua O’na yapılan duadır.
Müşriklerin O’ndan başka yöneldikleri putlar ise, kendilerine hiçbir surette icabet edemezler.
Onların durumu tıpkı, ağzına su ulaşsın diye iki elini önündeki kuyuya doğru uzatan adamın durumuna benzer.
Oysa bu durumda su, hiçbir zaman ona ulaşamaz. İşte kâfirlerin duası öyle boşa gider.
15 – Hâlbuki göklerde olsun, yerde olsun kim varsa isteyerek veya istemeyerek, hem kendileri hem gölgeleri hepsi sabah akşam Allah’a secde ederler. [16,48-49; 12,18] {KM, Mezmurlar 148}
16 – “Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?” de! Onların da kabul ettiği gerçeği sen açıkla! “Allah’tır!” de!
Ama siz kalkmış, O’nun dışında, ne kendilerine gelen bir belayı uzaklaştırmaya ve ne de kendilerine bir fayda sağlamaya gücü yetmeyen birtakım tanrılar edinmişsiniz.
De ki: “Hiç kör ile gören bir olur mu? Yahut karanlıklarla aydınlık bir olur mu?
Yoksa Allah’ın yarattığı gibi yaratan ortaklar buldular da yaratma işi kendilerine şüpheli mi geldi?” De ki: “Allah’tır herşeyin yaratıcısı. O tektir, her şeyin üstünde mutlak hâkimdir.” [36, 74; 39,3; 34,23; 53,26; 19,93-95]
17 – O gökten yağmur indirir de vâdiler, dereler kendi ölçülerince dolup sel olur akar.
Sel, suların üstünde kabaran köpüğü alıp götürür.
İnsanların zinet veya bazı eşyalar yapmak için ateşte erittikleri madenlerin de buna benzer köpüğü olur.
İşte Allah hak ile batılı, böyle bir temsil ile anlatır: Köpük yok olup gider, insanlara faydası olan cevher kısmı ise dipte kalır. Allah işte böylece misaller verir.
18 – Rab’lerinin çağrısına icabet edenlere en güzel mükâfat, cennet vardır.
Fakat O’nun dâvetini kabul etmeyenlere gelince,
şayet dünyada olan bütün şeyler ve onların bir misli daha kendilerinin olsaydı, kurtulmaları için fidye olarak hepsini verirlerdi.
İşte bunlar çetin bir hesaba mâruz kalacaklardır.
Onların kalacakları yer cehennem olacaktır. Orası ne kötü bir yerleşim yeridir! [18,87-88; 10,26]
19 – Şimdi, Rabbinden sana indirilen vahyin hak ve gerçek olduğunu bilen kişi ile âmâ olan kimse hiç bir olur mu? Ancak akıl sahibi kimseler düşünüp ibret alırlar. [6,115; 59,20; 11,1]
20 – Verdikleri sözde duranlar ve misakı bozmayanlar da işte onlardır.
21 – Rabbin tarafından sana gönderilenin hak ve gerçek olduğunu bilip, Allah’ın gözetilmesini emrettiği şeyleri gözetirler.
Rableri olan Allah’tan çekinirler ve pek çetin bir hesaptan endişe ederler.
22 – Onlar, sırf Rab’lerinin rızasını kazanmak için sabreder, namazı tam gerektiği şekilde kılarlar.
Kendilerine ihsan ettiğimiz rızıklardan gerek gizli, gerek açık bir tarzda bağışta bulunur ve kötülüğe iyilikle mukabele ederler.
İşte onlardır dünya diyarının güzel âkıbetini kazananlar. {KM, Luka 6,27-28}
23-24 – O güzel akıbet Adn cennetleri olup, onlar babalarından, eşlerinden ve nesillerinden iyi olanlarla birlikte o cennetlere girerler.
Öyle ki melekler de her kapıdan yanlarına varıp: “Sabretmenize karşılık size selamlar, selametler! Dünya diyarının ne güzel âkıbetidir bu!” diyecekler. [38,50] {KM, Vahiy 21,12-13}
25 – Ama Allah’a verdikleri sözü iyice pekiştirdikten sonra bozanlar
ve Allah’ın gözetilmesini emrettiği şeyleri terkedenler
ve yeryüzünde fesat çıkarıp nizamı bozanlar yok mu?
İşte onlara sadece lânet vardır.
En kötü yurt olan cehennem vardır.
26 – Allah dilediği kimsenin rızkını bollaştırır, dilediği kimsenin rızkını ise daraltır.
O inkârcılar, sadece dünya hayatıyla sevinirler.
Halbuki dünya hayatı, âhiretin yanında geçici, değersiz bir metadan başka bir şey değildir. [23,55-56; 87,16-17]
27-28 – Yine o inkâr edenler diyorlar ki: “Peygambere Rabbi tarafından bir mûcize verilmeli değil miydi?”
De ki: “Allah dilediğini bu tür iddiaları sebebiyle saptırır. Kendisine yöneleni de hidâyete erdirir.
İşte onlar iman edip gönülleri Allah’ı zikretmekle, O’nu anmakla huzur bulan kimselerdir.
İyi bilin ki gönüller ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.” [21,5; 10,101; 6,111]
Akıllı insanların üzerinde derinden derine düşünecekleri bunca harika eserler, Hz. Muhammed (a.s.)’ın peygamberliğine dair Allah tarafından bunca âyet ve delil varken, bunları delil saymıyorlar da, kimsenin karşı koyamayacağı bir musîbeti, bir belayı isteyip duruyorlar. Halbuki bu cebir ve zorlama, ilahî hikmete aykırıdır. Yukarıda geçen bu sözlerin bir daha tekrarlanması, kâfirlerin bu isteklerini inatla sürdürdüklerini göstermektedir. Demek Peygamberimize mûcize verilmemiş değildir. Âyet onların keyiflerine göre teklif ettikleri olağanüstü şeyleri reddetmektedir.
29 – Ne mutlu iman edip de makbul ve güzel işler yapanlara!
Eninde sonunda dönüp gidilecek güzel yurt onların olacak.
30 – İşte senden önce peygamberler gönderdiğimiz gibi, seni de kendilerinden önce nice milletler geçmiş olan bir millete gönderdik ki sana vahyettiğimiz kitabı onlara okuyasın.
Onlar ise Rahman’a nankörlük eder, O’nu tanımazlar.
De ki: “O benim rabbimdir. O’ndan başka tanrı yoktur.
Ona dayandım, tövbem ve dönüşüm yalnız O’nadır. [16,63; 6,34]
31 – Eğer dağları yürütecek, yeri param parça edecek, ölüleri bile konuşturacak bir kitap olsaydı, işte o, bu Kur’ân olurdu!
Ne var ki Allah böyle yapmadı. Bu mevcut durumu takdir buyurdu. Çünkü emir ve hüküm yalnız O’nundur.
Bu müminler hala öğrenmediler mi ki Allah dileseydi bütün insanları hidâyet eder, doğru yola koyardı.
O kâfirlerin kendi yaptıkları işler sebebiyle başlarına durmadan bela inecek veya ülkelerinin hemen yanıbaşına düşecek ve bu hal Allah’ın vaad ettiği kıyamet gelinceye dek sürecek. Allah asla sözünden caymaz. [46,27; 21, 44; 14,47]
Bu âyette bel edatının ifade ettiği idrab mânası, işlerin yalnız Allah Teâlaya ait olmasına müteveccih değil, aksine onun neticesine, yani mevcut olan duruma yöneliktir. Yani Allah Teâlanın hikmetinin, insanların yükümlülüklerini kendi seçimlerine bina etmesine işaret etmektedir. Âyette şart cümlesinin karşılığı bulunmadığından “İşte o, bu Kur’ân olurdu!” diye takdir edilir. Bazı müfessirler ise: “Onlar yine de iman etmezlerdi” diye düşünürler.
32 – Senden önce de nice peygamberlerle alay edildi. Fakat Ben, o kâfirlere akıllarını başlarına toplamaları için bir süre mühlet verdim. Ama onlar akıllanmayınca sonra da onları azabımla kıskıvrak yakaladım, cezam nasılmış, gördüler. [22,48]
33 – Tek tek her insanın ne işlediğini görüp gözeten Allah, hiç bunu yapmaktan âciz olan gibi olur mu?
Bununla beraber, tutmuşlar Allah’a ortak koşuyorlar. De ki “Haydi tavsif edin, adlandırın bakayım onları! Kimdirler, necidirler, hangi işleri gerçekleştirmişler?
Ne o, yoksa Allah’a kendi mülkünde var olup da bilmediği bir şeyi mi bildireceksiniz. Veya hiçbir gerçeğe tekabül etmeksizin sırf boş laf mı edeceksiniz?”
Doğrusu kurdukları tuzaklar o kâfirlere hoş gösterildi, hoşlandılar bundan ve hak yoldan menedildiler.
Her kimi de Allah saptırırsa artık onu yola getirecek yoktur. [10,61; 6,59; 11,6; 20,7; 53;23; 16;37]
34 – Onlara dünya hayatında bir azap vardır âhiret azabı ise daha çok çetindir. Onları Allah’ın elinden kurtaracak kimse de yoktur. [89,25-26; 25,11-15]
35 – Müttakilere vaad olunan cennetin durumu şuna benzer: Bahçelerinin içinden ırmaklar akar: Meyveleri gibi gölgeleri de devamlıdır. İşte, haramlardan korunan müttakilerin akıbeti! Kâfirlerin akıbeti ise ateştir. [47,15; 56,27-38; 59,20]
36 – Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler sana indirilen Kur’ân’dan memnun olurlar. Ama onlardan aleyhteki bazı gruplar, onun bir kısmını inkâr ederler.
De ki: “Bana yalnız Allah’a ibadet edip O’na hiçbir şerik koşmamam emredildi. Sadece O’na dâvet eder ve ancak O’na yönelirim.” [2,121; 17,107-109; 3,199]
37 – Böylece biz Kur’ân’ı Arapça bir hüküm ve hikmet olarak indirdik. Şayet, sana gelen bunca ilimden sonra o muhaliflerin keyiflerine uyacak olursan, Allah’ın cezasından seni koruyacak ne bir dost, ne bir hâmi bulamazsın. [11,1; 41,41-42; 31,2]
38 – Senden önce bir çok peygamber göndermiş, onlara da eşler ve evlatlar vermiştik. Bunlar peygamberliğe aykırı değil ki? Mûcize iddialarına gelince Allah’ın izni olmadıkça, hiçbir resul mûcize gösteremezdi. Her devrin bir hükmü vardır. Her işin bir vâdesi vardır. [18,110]
İşte, yaratılışta böyle olduğu gibi, teşrî hususunda da durum böyledir. Allah Teâla, bir süre yürürlükte tuttuğu bir şer’î hükmü, sonra yürürlükten kaldırabilir, neshedebilir (Bkz. 2,106). Çünkü kitaplar, şeriatlar dünya ve âhiret mutluluğunu elde etmek için uyulması gereken kurallardır. Devirlerin değişmesi ile ihtiyaçlara göre hükümlerin değişmesi, ilahî hikmetin gereğidir. Bundan dolayı Kur’ân’, Tevrat ve İncîl’in temel ilkelerini destekleyerek Ehl-i kitabın hepsini sevindirirken, o kitaplarda insanlığın olgunluk dönemine uygun düşmeyen birtakım hükümleri de nesheder. Ve bundan dolayıdır ki Kur’ân’, bütün kitaplar üzerinde müheymin (denetçi, hakem) bir kitaptır.
39 – Allah, dilediği hükmü iptal eder, dilediğini sabit bırakır. Ana kitap O’nun yanındadır.
Hiçbir sûrette değişmeyecek olan ana kitap (Levh-i Mahfuz) O’nun yanındadır. Değişecek ve değişmeyecek olan her şey orada kayıtlıdır. Bundan ötürü, şeriatlar arasında, hatta aynı kitapta dinin temel ilkelerinden olmayan bazı fer’i hükümlerin neshedilmesi, bedâ mânasına gelmez, yani Allah Teâlanın önce bilmediği bir şeyin sonradan farkına varması anlamına gelmez. Tekvin ve teşrîde mahv ve isbat (iptal ve ibka) cereyan ettiği halde, ana kitaptaki hüküm değişmez. Dolayısıyla, Tevrat ve İncîl’i ana kitap zannedip nesih kabul etmez diye iddia eden inkârcı Ehl-i kitap gruplarının inat ve inkârları pek boş bir hevestir. Halbuki tarihî bir gerçektir ki Kur’ân’dan önceki semavi kitaplar sadece nesihten değil, tahriften bile uzak kalamamışlardır.
40 – Ya onları uyardığımız birtakım belaların bir kısmını sana gösterir, ya da bundan önce senin ruhunu teslim alırız, farketmez. Zira senin görevin sadece tebliğ etmektir, hesap görmek ise Bize aittir. [88,21-26]
Risalet ahkâmının tamamını tebliğ etmek gerekir. Fakat risalet cümlesinden olarak tebliğ edilen uyarmaların muhtevasına şahit olmak, tebliğin gereklerinden değildir.
41 – Bizim arzı (yeri) alıp onu uçlarından nasıl eksilttiğimizi görmüyorlar mı? Allah öyle hükmeder ki onun hükmünü denetleyecek hiç bir merci yoktur. O, hesabı çabuk görür.
Yani Bizim mahvimizi ve isbatımızı kabul etmek istemeyen o inkârcılar, baksalar ya, yukarıda açıklandığı üzere, önce rahmet ve kudretimizle yaymış ve ayaklarının altına sermiş olduğumuz yeri aynı durumda bırakıyor muyuz? O serili yeri, üzerinde yaşadıkları o geniş toprakları, etrafından kudretimizle sarıp sıkıştırmıyor, onu eksiltmiyor muyuz? Daraltmıyor muyuz? O ilk medde karşılık onda cezirler yapmıyor muyuz? Veya çeşitli yeryüzü olayları ile onu aşındırıp parçalamıyor muyuz? Veya o kâfirlerin vatanlarını peyder pey çevresinden eksiltip durmuyor muyuz? Nüfuslarını, topluluklarını kırarak, dağıtarak, feyiz ve bereketlerini azaltarak, arazilerini, yurtlarını daraltarak, güçlerini ezikliğe, kemallerini noksana dönüştürmüyor muyuz? Yerdeki bu değişikliği veya vatanlarındaki bu daralmayı, bu sıkışmayı görmüyorlar mı?
42 – Kendilerinden önce geçenler de tuzaklar kurdular. Fakat bütün tuzaklar Allah’ındır (Allah’ın tedbiri, onların tuzaklarını boşa çıkarır). O, her insanın ne işlediğini pek iyi bilir. Yarın kâfirler de bu dünyanın sonunun kimin olduğunu anlayacaklardır. [8,30; 27,50-55]
43 – Dini inkâr edenler: “Sen Peygamber değilsin” diyorlar. De ki: “Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeter, bir de nezdinde kitap ilmi bulunanlar.” [26,197; 7,156-157]
Kitap ilmine vakıf olanlar Kur’ân-ı Kerimi lâyıkıyla anlayanlardır. Kur’ân’ı tanıyanlar, onun beşer sözü olmasının mümkün olmayıp ancak Rabbülâleminin sözü olduğunu, dolayısıyla Hz. Muhammed’in de O’nun elçisi olduğunu anlarlar. Ve hatta daha önceki kitaplarda ezcümle Tevrat ve İncîl’de O’nun peygamberliğini haber veren, belge niteliğinde cümleler vardır. Bunları hakkıyla bilen ve taassup göstermeyen insaflı Ehl-i kitap âlimleri de buna şahitlik ederler.
Kur'an-ı Kerim Dosyaları
Sitemizde sanatçıya ait toplam 50 eser bulunmaktadır. Sanatçının sayfasına gitmek için tıklayın.
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.