Abdurrahman Es Sudeys-Araf Suresi
7-ARAF SURESİ
Bismillahirrahmanirrahim
1. Elif lam mim sad
2. Kitabün ünzile ileyke fe la yekün fı sadrike haracüm minhü li tünzira bihı ve zikra lil mü’minın
3. İttebiu ma ünzile ileyküm mir rabbiküm ve la tettebiu min dunihı evliya’ kalılem ma tezekkerun
4. Ve kem min karyetin ehleknaha fe caeha be’süna beyaten ev hüm kailun
5. Fe ma kane da’vahüm iz caehüm be’süna illa en kalu inna künna zalimın
6. Fe le nes’elennellezıne ürsile ileyhim ve le nes’elennel murselın
7. Fe le nekussanne aleyhim bi ılmiv ve ma künna ğaibın
8. Vel veznü yevmeizinil hakk fe men sekulet mevazınühu fe ülaike hümül müflihun
9. Ve men haffet mevazınühu fe ülaikellezıne hasiru enfüsehüm bima kanu bi ayatina yazlimun
10. Ve le kad mekkennaküm fil erdı ve cealna leküm fıha meayiş kalılem ma teşkürın
11. Ve le kad halaknaküm sümme savvernaküm sümme kulna lil melaiketiscüdu li ademe fe secedu illa iblıs lem yeküm mines sacidın
12. Kale ma meneake ella tescüde iz emartük kale ene hayrum minhhalaktenı min nariv ve halaktehu min tıyn
13. Kale fehbıt minha fe ma yekunü leke en tetekebbera fıha fahruc inneke mines sağırın
14. Kale enzırnı ila yevmi yüb’asun
15. Kale inneke minel münzarın
16. Kale fe bima ağveytenı le ak’udenne lehüm sıratakel müstekıym
17. Sümme le atiyennehüm mim beyni eydıhim ve min halfihim ve an eymanihim ve an şemailihim ve la tecidü ekserahüm şakirın
18. Kalehruc minha mez’umem medhura le men tebiake minhüm le emleenne cehenneme minküm ecmeıyn
19. Ve ya ademüskün ente ve zevcükel cennete fe küla min haysü şi’tüma ve la takraba hazihiş şecerate fe tekuna minez zalimın
20. Fe vesvese lehümeş şeytanü li yübdiye lehüma mavuriye anhüma min sev’atihima ve kale ma nehaküma rabbüküma an hazihiş şecerati illa en tekuna melekeyni ev tekuna minel halidın
21. Ve kasemehüma innı leküma le minen nasıhıyn
22. Fe dellahüma bi ğurur fe lemma zakaş şecerate bedet lehüma sev’atühüma ve tafika yahsifani aleyhima miv verakıl cenneh ve nadahüma rabbühüma e lem enheküma an tilküemş şecerati ve ekul leküma inneş şeytane leküma adüvvüm mübın
23. Kala rabbena zalemna enfüsena ve il lem tağfir lena ve terhamna lenekunenne minel hasirın
24. Kalehbitu ba’duküm li ba’dın adüvv ve leküm fil erdı müstekarruv ve metaun ila hıyn
25. Kale fıha tahyevne ve fıha temutune ve menha tuhracun
26. Ya benı ademe kad enzelna aleyküm libasey yüvarı sev’atiküm ve rışev ve libasüt takva zalike hayr zalike min ayatillahi leallehüm yezzekkerun
27. Ya benı ademe la yeftinennekümüş şeytanü kema ahrace ebeveyküm minel cenneti yenziu anhüma libasehüma li yüriyehüma sev’atihima innehu yeraküm hüve ve kabılühu min haysü la teravnehüm inna cealneş şeyatıyne evliyae lillezıne la yü’minun
28. Ve iza fealu fahışeten kalu vecedna aleyha abaena ballahü emerana biha kul innellahe la ye’müru bil fahşa’ e tekulune alellahi ma la ta’lemun
29. Kul emera rabbı bil kıstı ve ekıymu vücuheküm ınde külli mescidiv bedeeküm teudun
30. Ferıkan heda ve ferıkan hakka aleyhimüd dalaleh innehümüt tehazüş şeyatıyne evliyae min dunillahi ve yahsebune ennehüm mühtedun
31. Ya benı ademe huzu zıneteküm ınde külli mescidiv ve külu veşrabu ve la tüsrifu innehu la yühıbbül müsrifın
32. Kul men harrame zınetellahilletı ahrace li ıbadihı vet tayyibati miner rızk kul hiye lillezıne amenu fil hayatid dünya halisatey yevmel kıyameh kezalike nüfassılül ayati li kavmiy ya’lemun
33. Kul innema harrame rabbiyel fevahışe ma zahera minha ve ma betane vel isme vel bağye bi ğayril hakkı ve en tüşriku billahi ma lem yünezzil bihı sültanev ve en tekulu alellahi ma la ta’lemun
34. Ve li külli ümmetin ecel fe iza cae eclühüm la yeste’hırune saatev ve la yestakdimun
35. Ya benı ademe imma ye’tiyenneküm rusülüm minküm yekussune aleyküm ayatı fe menitteka ve asleha fe la havfün aleyhim ve la hüm yahzenun
36. Vellezıne kezzebu bi ayatina vestekberu anha ülaike ashabün nar hüm fıha halidun
37. Fe men azlemü mimmeniftera alellahi keziben ev kezzebe bi ayatih ülaike yenalühüm nesıybühüm minel kitab hatta iza caethüm rusülüna yeteveffevnehüm kalu eyne ma küntüm ted’une min dunillah kalu dallu anna ve şehidu ala enfüsihim ennehüm kanu kafirın
38. Kaledhulu fı ümemin kad halet min kabliküm minel cinni vel insi fin nar küllema dehalet ümmetül leanet uhteha hatta ized daraku fıha cemıan kalet uhrahüm li ulahüm rabbena haülai edalluna fe atihim azaben dı’fem minen nar kale li küllin dı’füv ve lakil la ta’lemun
39. Ve kalet ulahüm li uhrahüm fe ma kane leküm aleyna min fadlin fe zukul azabe bima küntüm teksibun
40. İnnellezıne kezzebu bi ayatina vestekberu anha la tüfettehu lehüm ebvabüs semai ve la yedhulunel cennete hatta yelicel cemelü fı semmil hıyad ve kezalike neczil mücrimın
41. Lehüm min cehenneme mihadüv ve min fevkıhüm ğavaş ve kezalike necziz zalimın
42. Vellezıne amenu ve amilus salihati la nükellifü nefsen illa vüs’aha ülaike ashabül cenneh hüm fıha halidun
43. Ve neza’na ma fı sudurihim min ğıllin tecrı min tahtihimül enhar ve kalül hamdü lillahillezı hedana li haza ve ma künna li nehtediye lev la en hedanellah le kad caet rusülü rabbina bil hakk ve nudu en tilkümül cennetü uristümuha bima küntüm ta’melun
44. Ve nada ashabül cenneti ashaben nari en kad vecedna ma veadena rabbüna hakkan fe hel vecedtüm ma veade rabbüküm hakka kalu neam fe ezzene müezzinüm beynehüm el la’netüllahi alez zalimın
45. Ellezıne yesuddune an sebılillahi ve yebğuneha ıveca ve hüm bil ahırati kafirun
46. Ve beynehüma hıcab ve alel a’rafi ricalüy ya’rifune küllem bisımahüm ve nadev ashabel cenneti en selamün aleyküm lem yedhuluha ve hüm yatmeun
47. Ve iza surifet ebsaruhüm tilkae ashabin nari kalu rabbena la tec’alna meal kavmiz zalimın
48. Ve nada ashabül a’rafi ricaley ya’rifunehüm bisımahüm kalu ma ağna anküm cem’uküm ve ma küntüm testekbirun
49. E haülaillezıne aksemtüm la yenalühümüllahü bi rahmeh üdhulül cennete la havfün aleyküm ve la entüm tahzenun
50. Ve nada ashabün nari ashabel cenneti en efıdu aleyna minel mai ev mimma razekakümüllah kalu innellahe harramehüma alel kafirın
51. Ellezınettehazu dınehüm lehvev ve leıbev ve ğarrathümül hayatüd dünya fel yevme nensahüm kema nesu likae yevmihim haza ve ma kanu bi ayatina yechadun
52. Ve le kad ci’nahüm bi kitabin fassalnahü ala ılmin hüdev ve rahmetel li kavmiy yü’minun
53. Hel yenzurune illa te’vıleh yevme ye’tı te’vılühu yekulüllezıne nesuhü min kablü kad caet rusülü rabbina bil hakk fe hel lena min şüfeae fe yeşfeu lena ev nüraddü fe na’mele ğayrallezı künna na’mel kad hasiru enfüsehüm ve dalle anhüm ma kanu yefterun
54. İnne rabbekümüllahüllezı halekas semavati vel erda fı sitteti eyyamin sümmesteva alel arşi yuğşil leylen nehara yatlübühu hasısev veş şemse vel kamera ven nücume müsehharatim bi emrih ela lehül halku vel emr tebarakellahü rabbül alemın
55. Üd’u rabbeküm tedarruav ve hufyeh innehu la yühıbbül mu’tedın
56. Ve la tüfsidu fil erdı ba’de ıslahıha ved’uhü havfev ve tamea inne rahmetellahi karıbüm minel muhsinın
57. Ve hüvellezı yürsilür riyaha büşram beyne yedey rahmetih hatta iza ekallet sehaben sikalen suknahü li beledim meyyitin fe enzelna bihil mae fe ahracna bihı min küllis semerat kezalike nuhricül mevta lealleküm tezekkerun
58. Vel beledüt tayyibü yahrucü nebatühu bi izni rabbih vellezı habüse la yahrucü illa nekida kezalike nüsarrifül ayati li kavmiy yeşkürun
59. Le kad erselna nuhan ila kavmihı fe kale ya kavmı’büdüllahe ma leküm min ilahin ğayruh innı ehafü aleyküm azabe yevmin azıym
60. Kalel meleü min kavmihı inna li nerake fı dalalim mübın
61. Kale ya kavmi leyse bı dalaletüv ve lakinnı rasulüm mir rabbil alamın
62. Übelliğuküm risalati rabbı ve ensahu leküm ve a’lemü minellahi ma la ta’lemun
63. E ve acibtüm en caeküm zikrüm mir rabbiküm ve li tetteku ve lealleküm türhamun
64. Fe kezzebuhü fe enceynahü vellezıne meahu fil fülki ve ağraknellezıne kezzebu bi ayatina innehüm kanu kavmen amın
65. Ve ila adin ehahüm huda kale ya kavmı’büdüllahe maleküm min ilahin ğayruh e fe la tettekun
66. Kalel meleüllezıne keferu min kavmihı inna le nerake fı sefahetiv ve inna le nesunnüke minel kazibın
67. Kale ya kavmi leyse bı sefahetüv ve lakinnı rasulüm mir rabbil alemın
68. Übelliğuküm risalati rabbı ve ene leküm nasıhun emın
69. E ve acibtüm en caeküm zikrum mir rabbiküm ala racülim minküm li yünziraküm vezküru iz cealeküm hulefae mim ba’di kavmi nuhıv ve zadeküm fil halkı bestah fezküru alaellahi lealleküm tüflihun
70. Kalu eci’tena li na’büdellahe vahdehu ve nezera ma kane ya’büdü abaüna fe’tina bima teıdüna in künte mines sadikıyn
71. Kale kad vekaa aleyküm mir rabbiküm ricsüv ve ğadab e tücadilunenı fı esmain semmeytümuha entüm ve abaüküm ma nezzelellahü biha min sültan fentezıru innı meaküm minel müntezırın
72. Fe enceynahü vellezıne meahü bi rametim minna ve kata’na dabirallezıne kezzebu bi ayatina ve ma kanu mü’minın
73. Ve ila semude ehahüm saliha kale ya kavmi’büdüllahe maleküm min ilahin ğayruh kad caetküm beyyinetüm mir rabbiküm hazihı nakatüllahi leküm ayeten fe zeruha te’kül fı erdıllahi ve la temessuha vi suin fe ye’huzeküm azabün elım
74. Vezküru iz cealeküm hulefae mim ba’di adiv ve bevveeküm fil erdı tettehızune min sühuliha kusurav ve tenhıtunel cibale büyuta fezküru alaellahi ve la ta’sev fil erdı müfsidın
75. Kalel meleül lezınestekberu min kavmihı lillezınes tud’ıfu li men amene minhüm eta’lemune enne saliham murselüm mir rabbih kalu inna bima ürsile bihı mü’minun
76. Kalellezınestekberu inna billezı amentüm bihı kafirun
77. Fe akarun nakate ve atev an emri rabbihim ve kalu ya salihu’tina bima teıdüna in künte minel murselın
78. Fe ehazethümür racfetü fe asbehu fı darihim casimın
79. Fe tevella anhüm va kale ya kavmi le kad eblağtüküm risalete rabbı ve nesahtü leküm ve lakil la tühıbbunen nasıhıyn
80. Ve lutan iz kale li kavmihı ete’tunel fahışete ma sebekaküm biha min ehadim minel alemın
81. İnneküm le te’tuner ricale şehvetem min dunin nisa’ bel entüm kavmüm müsrifun
82. Ve ma kane cevabe kavmihı illa en kalu ahricuhüm min karyetiküm innehüm ünasüy yetetahherun
83. Fe enceynahü ve ehlehu illemraetehu kanet minel ğabirın
84. Ve emtarna aleyhim metara fenzur keyfe kane akıbetül mücrimın
85. Ve ila medyene ehahüm şüayba kale ya kavmı’büdüllahe maleküm min ilahin ğayruh kad caetküm beyyinetüm mir rabbiküm fe evfül keyle vel mızane ve la tebhasün nase eşyaehüm ve la tüfsidu fil erdı ba’de ıslahıha zaliküm hayrul leküm in küntüm mü’minın
86. Ve la tak’udu bi külli sıratın tuıdune ve tesuddune an sebılillahi men amene bihı ve tebğuneha ıveca vezküru iz küntüm kalılen fe kesseraküm venzuru keyfe kane akıbetül müfsidın
87. Ve in kane taifetüm minküm amenu billezı ürsiltü bihı ve taifetül lem yü’minu fasbiru hatta yahkümellahü beynena ve hüve hayrul hakimın
88. Kalel meleüllezınestekberu min kavmihı le nuhricenneke ya şüaybü vellezıne amenu meake min karyetina ev leteudünne fı milletina kale e ve lev künna karihın
89. Kadifterayna alellahi keziben in udna fı milletiküm ba’de iz neccanellahü minha ve ma yekunü lena en neude fıha illa ey yeşaellahü rabbüna vesia rabbüna külle şey’in ılma alellahi tevekkelna rabbeneftah beynena ve beyne kavmina bil hakkı ve ente hayrul fatihıyn
90. Ve kalel meleüllezıne keferu min kavmihı le initteba’tüm şüayben inneküm izel le hasirun
91. Fe ehazethümür racfetü fe asbehu fı darihim casimın
92. Ellezıne kezzebu şüayben ke el lem yağnev fıhellezıne kezzebu şüayben kanu hümül hasirın
93. Fe tevella anhüm ve akle ya kavmi le kad eblağtüküm risalati rabbı ve nesahtü leküm fe keyfe asa ala kavmin kafirın
94. Ve ma erselna fı karyetim min nebiyyin illa ehazna ehleha bil be’sai ved darrai leallehüm yeddaraun
95. Sümme beddelna mekanes seyyietil hasenete hatta afev ve kalu kad messe abaenad darraü ves serraü fe ehaznahüm bağtetev ve hüm la yeş’urun
96. Ve lev enne ehlel kura amenu vettekav le fetahna aleyhim berakatim mines semai vel erdı ve lakin kezzebu fe ehaznahüm bima kanu yeksibun
97. E fe emine ehlül kura ey ye’tiyehüm be’süna beyatev ve hüm naimun
98. E ve emine ehlül kura ey ye’tiyehüm be’süna duhav ve hüm yel’abun
99. E fe eminu mekrallah fe la ye’menü mekrallahi illel kavmül hasirun
100. E ve lem yehdi lillezıne yerisunel erda mim ba’di ehliha el lev neşaü esabnahüm bi zünubihim ve natbeu ala kulubihim fe hüm la yesmeun
101. Tilkel kura nekussu aleyke min embaiha ve le kad caethüm rusülühüm bil beyyinat fe ma kanu li yü’minu bima kezzebu min kabl kezalike yatbeullahü ala kulubil kafirın
102. Ve ma vecedna li ekserihim min ahd ve ev vecedna ekserahüm le fasikıyn
103. Sümme beasna mim ba’dihim musa bi ayatina ila fir’avne ve meleihı fe zalemu biha fenzur keyfe kane akıbetül müfsidın
104. Ve kale musa ya fir’avnü innı rasulüm mir rabbil alemın
105. Hakıykun ala el la ekule alellahi illel hakk kad ci’tümü bi beyyinetim mir rabbiküm fe ersil meıye benı israıl
106. Kale in künte ci’te bi ayetin fe’ti biha in künte mines sadikıyn
107. Fe elka asahü fe iza hiye su’banüm mübın
108. Ve nezea yedehu fe iza hiye beydaü lin nazırın
109. Kalel meleü min kavmi fir’avne inne haza le sahırun alım
110. Yürıdü ey yuhriceküm min erdıküm fe maza te’mürun
111. Kalu ercih ve ehahü ve ersil fil medaini haşirın
112. Ye’tuke bi külli sahırin alım
113. Ve caes seharatü fir’avne kalu inne lena le ecran in künna nahnül ğalibın
114. Kale neam ve inneküm le minel mükarrabın
115. Kalu ya musa imma en tülkıye ve imma en nekune nahnül mülkıy
116. Kale elku fe lemma elkav seharu a’yünen nasi vesterhebuhüm ve cau bi sıhrin azıym
117. Ve evhayna ila musa en elkı asak fe iza hiye telkafü ma ye’fikın
118. Fe vekaal hakku ve betale ma kanu ya’melun
119. Fe ğulibu hünalike venkalebu sağırın
120. Ve ülkıyes seharatü sacidın
121. Kalu amenna bi rabbil alemın
122. Rabbi musa ve harun
123. Kale fir’avnü amentüm bihı kable en azene leküm inne haza le mekrum mekertümuhü fil medıneti li tuhricu minha ehleha fe sevfe ta’lemun
124. Le ükattıanne eydiyeküm ve ercüleküm min hılafin sümme le üsallibenneküm ecmeıyn
125. Kalu inna ila rabbina münkalibun
126. Ve ma tenkımü minna illa en amenna bi ayati rabbina lemma caetna rabbena efrığ aleyna sabrav ve teveffena müslimın
127. Ve kalel meleü min kavmi fir’avne e etezru musa ve kavmehu li yüfsidu fil erdı ve yezerake ve alihetek kale senükattilü ebnaehüm ve nestahyı nisaehüm ve inna fevkahüm kahirun
128. Kale musa li kavmihisteıynu billahi vasbiru innel erda lillah yurisüha mey yeşaü min ıbadih vel akıbetü lil müttekıyn
129. Kalu uzına min kabli en te’tiyena ve mim ba’di ma ci’tena kale asa rabbüküm ey yühlike adüvveküm ve yestahlifeküm fil erdı fe yenzura keyfe ta’melun
130. Ve le kad ehazna ale fir’avne bis sinıne ve naksım mines semerati leallehüm yezzekkerun
131. Fe iza caethümül hasenetü kalu lena hazih ve in tüsıbhüm seyyietüy yettayyeru bi musa ve mem meah e la innema tairuhüm ındellahi ve lakinne ekserahüm la ya’lemun
132. Ve kalu mehma te’tina bihı min ayetil li tesharana biha fe ma nahnü leke bi mü’minın
133. Fe erselna aleyhimüt tufane vel cerade vel kummele ved dafadia ved deme ayatim müfessalatin festekberu ve kanu kavmem mücrimın
134. Ve lemma vekaa aleyhimür riczü kalu ya mused’u lena rabbeke bima ahide ındek le in keşefte annar ricze le nü’minenne leke ve le nürsilenne meake benı israıl
135. Felemma keşefna anhümür ricze ila ecelin hüm baliğuhü iza hüm yenküsun
136. Fentekamna minhüm fe ağraknahüm fil yemmi bi ennehüm kezzebu bi ayatina ve kanu anha ğafilın
137. Ve evrasnel kavmellezıne kanu yüstad’afune meşarikal erdı ve meğaribehelletı barakna fıha ve temmet kelimetü rabbikel husna ala benı israıle bima saberu ve demmerna ma kane yesneu fir’avnü ve kavmühu ve ma kanu ya’rişun
138. Ve cavezna bi benı israilel bahra fe etev ala kavmiy ya’küfune ala asnamil lehüm kalu ya musec’al lena ilahen kema lehüm aliheh kale inneküm kavmün techelun
139. İnne haülai mütebberum ma hüm fıhi ve batılüm ma kanu ya’melun
140. Kale eğayrallahi ebğıyküm ilahev ve hüve feddaleküm alel alemın
141. Ve iz enceynaküm min ali fir’avne yesumuneküm suel azab yükattilune ebnaeküm ve yestahyune nisaeküm ve fı zaliküm belaüm mir rabbiküm azıym
142. Ve vaadna musa selasıne leyletev ve etmemnaha bi aşrin fe temme mıkatü rabbihı erbeıyne leyleh ve kale musa li ehıyhi harunahlüfnı fı kavmı ve aslıh ve la tettebı’ sebılel müfsidın
143. Ve lemma cae musa li mıkatina ve kelemehu rabbühu kale rabbi erinı enzir ileyk kale len teranı ve lakininzur ilel cebeli fe inistekarra mekanehu fe sevfe teranı felemma tecella rabbühu lil cebeli cealehu dekkev ve harra musa saıka felemma efaka kale sübhaneke tübtü ileyke ve ene evvelül mü’minın
144. Kale ya musa innistafeytüke alen nasi bi risalatı ve bi kelamı fe huz ma ateytüke ve küm mineş şakirın
145. Ve ketebna lehufil elvahı min külli şey’im mev’ızatev ve tefsıylel li külli şey’ fe huzha bi kuvvetiv ve’mür kavmeke ye’huzha bi ahseniha seürıküm daral fasikıyn
146. Seasrifü an ayatiyellezıne yetekebberune fil erdı bi ğayril hakk ve iy yerav külle ayetil la yü’minu biha ve iy yerav sebıler rüşdi la yettehızuhü sebıla ve iy yerav sebılel ğayyi yettehızuhü sebıla zalike bi ennehüm kezzebu bi ayatina ve kanu anha ğafilın
147. Vellezıne kezzebu bi ayatina ve likail ahırati habitat a’malühüm hel yüczevne illa ma kanu ya’melun
148. Vettehaze kavmü musa mim ba’dihı min huliyyihim ıclen cesedel lehu huvar e lem yerav ennehu la yükellimühüm ve la yehdıhim sebıla ittehazuhü ve kanu zalimın
149. Ve lemma sükıta fı eydıhim ve raev ennehül kad dallu kalu leil lem yerhamna rabbüna ve yağfir lena lenekunenne minel hasirın
150. Ve lemma racea musa ila kavmihı ğadbane esifen kale bi’sema haleftümunı mim ba’dı e aciltüm emra rabbiküm ve elkal elvaha ve ehaze bi ra’si ehıyhi yecürrühu ileyh kalebne ümme innel kavmestad’afunı ve kadu yaktülunenı fe la tüşmit biyel a’dae ve la tec’alnı meal kavmiz zalimın
151. Kale rabbığfir lı ve li ehıy ve edhılna fı rahmetike ve ente erhamür rahımın
152. İnnellezınet tehazül ıcle seyenalühüm ğadabüm mir rabbihim ve zilletün fil hayatid dünya ve kezalike neczil müfterın
153. Vellezıne amilüs seyyiati sümme tabu mim ba’diha ve amenu inne rabbeke mim ba’diha le ğafurur rahıym
154. Ve lemma sekete am musel ğadabü ehazel elvah ve fı nüshatiha hüdev ve rahmetül lillezıne hüm li rabbihim yerhebun
155. Vahtara musa kavmehu seb’ıyne racülel li mıkatina felemma ehazethümür racfetü kale rabbi lev şi’te ehlektehüm min kablü ve iyyay e tühliküna bima feales süfehaü minna in hiye illa fitnetük tüdıllü biha men teşaü ve tehdı men teşa’ ente veliyyüna fağfir lena verhamna ve nete hayrul ğafirın
156. Vektüb lena fı hazihid dünya hazenetev ve fil ahırati inna hüdna ileyk kale azabı üsıybü bihı men eşa’ ve rahmetı vesiat külle şey’ fe seektübüha lillezıne yettekune ve yü’tunez zekate vellezıne hüm bi ayatina yü’minun
157. Ellezıne yettebiuner rasulen nebiyyel ümmiyyellezı yecidune mektuben ındehüm fit tevrati vel incıli ye’müruhüm bil ma’rufi ve yenhahüm anil münkeri ve yühıllü lehümüt tayyibati ve yüharrimü aleyhimül habaise ve yedau anhüm ısrahüm vel ağlalelletı kanet aleyhim fellezıne amenu bihı ve azzeruhü ve nesaruhü vetteveun nurallezı ünzile meahu ülaike hümül müflihun
158. Kul ya eyyühen nasü innı rasulüllahi ileyküm cemıanillezı lehu mülküs semavati vel ard la ilahe illa hüve yuhyı ve yümıtü fe aminu billahi ve rasulihin nebiyyil ümmiyyellezı yü’minü billahi ve kelimetihı vettebiuhü lealleküm tehtedun
159. Ve min kavmi musa ümmetüy yehdune bil hakkı ve bihı ya’dilun
160. Ve katta’nahümüsnetey aşrate esbatan ümema ve evhayna ila musa izisteskahü kavmühu enıdrib bi asakel hacer fembeceset minhüsneta aşrate ayna kad alime küllü ünasim meşrabehüm ve zallelna aleyhimül ğamame ve enzelna aleyhimül menne ves selva külu min tayyibati ma razaknaküm ve ma zalemuna ve lakin kanu enfüsehüm yazlimun
161. Ve iz kıyle lehümüskünu hazihil kayete ve külu minha haysü şi’tüm ve kulu hıttatüv vedhulül babe sücceden nağfirleküm hatıy’atiküm senezıdül muhsinın
162. Fe beddelellezıne zalemu minhüm kavlen ğayrallezı kıyle lehüm fe erselna aleyhim riczem mines semai bima kanu yazlimun
163. Ves’elhüm anil karyetilletı kanet hadıratel bahr iz ya’dune fis sebti iz te’tıhim hıytanühüm yevme sevtihim şürraav ve yevme la yesbitune la te’tıhim kezalike nebluhüm bima kanu yefsükun
164. Ve iz kalet ümmetüm minhüm lime teızune kavmenillahü mühlikühüm ev müazzibühüm azaben şedıda kalu ma’ziraten illa rabbiküm ve leallehüm yettekun
165. Felemma nesu ma zükkiru bihı enceynellezıne yenhevne anis sui ve ehaznellezıne zalemu bi azabim beısim bima kanu yefsükun
166. Felemma atev amma nühu anhü kulna lehüm kunu kıradetem hasiın
167. Ve iz teezzene rabbüke le yeb’asenne aleyhim ila yevmil kıyameti mey yesumühüm suel azab inne rabbeke le serıul ıkab ve innehu le ğafurur rahıym
168. Ve katta’nahüm fil erdı ümema minhümüs salihune ve minhüm dune zalike ve belevnahüm bil hasenati ves seyyiati leallehüm yarciun
169. Fe halefe mim ba’dihim hayfüv verisül kitabe ye’huzune arada hazel edna ve yekulune se yuğferulena ve iy ye’tihim aradum mislühu ye’huzuh e lem yü’haz aleyhim mısakul kitabi el la yekulü alellahi illel hakka ve derasu ma fıh ved darul ahıratü hayrul lillezıne yettekun e fela ta’kılun
170. Vellezıne yümessikune bil kitabi ve ekamüs salah inna la nüdıy’u ecral muslihıyn
171. Ve iz netaknel cebel fevkahüm keennehu zulletüv ve zannu ennehu vakıum bihım huzu ma ateynaküm bi kuvvetiv vezküru ma fıhi lealleküm tettekun
172. Ve iz ehaze rabbüke mim benı ademe min zuhurihim zürriyyetehüm ve eşhedehüm ala enfüsihim elestü bi rabbiküm kalu bela şehidna en tekulu yevmel kıyameti inna künna an haza ğafilın
173. Ev tekulu innema eşrake abaüna min kablü ve künna zürriyyetem mim ba’dihim e fetühliküna bima fealel mübtılun
174. Ve kezalike nüfessılül ayati ve leallehüm yarciun
175. Vetlü aleyhim nebeellezı ateynahü ayatina feneseleha minha fe etbeahüş şeytanü fe kane minel ğavın
176. Ve lev şi’na le rafa’nahü biha ve lakinnehu ahlede ilel erdı vettebea hevah fe meselühu ke meselil kelb in tahmil aleyhi yelhes ev tetrukhü yelhes zalike meselül kavmillezıne kezzebu bi ayatina faksusıl kasasa leallehüm yetefekkerun
177. Sae meselenil kavmüllezıne kezzebu bi ayatina ve enfüsehüm kanu yazlimun
178. Mey yehdillahü fe hüvel mühtedı ve mey yudlil fe ülaike hümül hasirun
179. Ve le kad zera’na li cehenneme kesıram minel cinni vel insi lehüm kulubül la yefkahune biha ve lehüm a’yünül la yübsırune biha ve lehüm azanül la yesmeune biha ülaike kel en’ami bel hüm edall ülaike hümül ğafilun
180. Ve lillahil esmaül husna fed’uhü biha ve zerullezıne yülhıdune fı esmail seyüczevne ma kanu ya’melun
181. Ve mimmen halakna ümmetüy yehdune bil hakku ve bihı ya’dilun
182. Vellezine kezzebu bi ayatina senestedricühüm min haysü la ya’lemun
183. Ve ümlı lehüm inne keydı metın
184. E ve lem yetefekkeru ma bi sahıbihim min cinneh in hüve illa nezırum mübın
185. E ve lem yenzuru fı melekutis semavati vel erdı ve ma halekallahü min şey’iv ve en asa ey yekune kadıkterabe ecelühüm fe bi eyyi hadısim ba’dehu yü’minun
186. Mey yudlilillahü fe la hadiye leh ve yezeruhüm fı tuğyanihim ya’mehun
187. Yes’eluneke anis saati eyyane mürsaha kul innema ılmüha ınde rabbı la yücellıha lil vaktiha illa hu sekulet fis semavati vel ard la te’tıküm illa bağteh yes’eluneke keenneke hafiyyün anha kul innema ılmüha ındellahi ve lakinne ekseran nasi la ya’lemun
188. Kul la emlikü li nefsı nef’av ve la darran illa ma şaellah ve lev küntü a’lemül ğaybe lesteksertü minel hayr ve ma messeniyes suü in ene illa nezıruv ve beşırul li kavmiy yü’minun
189. Hüvellezı halekaküm min nefsiv vahıdetiv ve ceale minha zevceha li yesküne ileyha felemma teğaşşaha hamelet hamlen hafıfen fe merrat bih felemma eskalet deavellahe rabbehüma lein ateytina salihal lenekunenne mineş şakirın
190. Felemma atahüma salihan ceala lehu şürakae fıma atahüma fe tealellahü amma yüşrikun
191. E yüşrikune ma la yahlüku şey’ev ve hüm yuhlekun
192. Ve la yestetuy’une lehüm nasra v ve la enfüsehüm yensurun
193. Ve in ted’uhüm ilel hüda la yettebiuküm sevaün aleyküm e deavtümuhüm em entüm samitun
194. İnnellezıne ted’une min dunillahi ıbadün emsalüküm fed’uhüm felyestecıbu leküm in küntüm sadikıyn
195. E lehüm ercülüy yemşune biha em lehüm eydiy yebtışune biha em lehüm a’yünüy yübsırune biha em lehüm azanüy yesmeune biha kulid’u şürakaeküm sümme kıduni fela tünzırun
196. İnne veliyyiyallahüllezı nezzelel kitabe ve hüve yetevelles salihıyn
197. Vellezıne ted’une min dunihı la yestetıy’une nasraküm ve la enfüsehüm yensurun
198. Ve in ted’uhüm ilel hüda la yesmeu ve terahüm yenzurune ileyke ve hüm la yübsırun
199. Huzil afve ve’mür bil urfi ve a’rıd anil cahilın
200. Ve imma yenzeğanneke mineş şeytani nezğun festeız billah innehu semiun alım
201. İnnellezınettekav iza messehüm taifüm mineş şeytani tezekkeru fe izahüm mübsırun
202. Ve ıhvanühüm yemüddunehüm fil ğayyi sümme la yuksırun
203. Ve iza lem te’tihim bi ayatin kalu lev lectebeyteha kul innema ettebiu ma yuha ileyye mir rabbı haza besairu mir rabbiküm ve hüdev ve rahmetül li kavmiy yü’minun
204. Ve iza kuriel kur’anü festemiu lehu ve ensıtu lealleküm türhamun
205. Vezkür rabbeke fı nefsike tedardruav ve hıyfetev ve dunel cehri minel ğafilın
206. İnnellezıne ınde rabbike la yestekbirune an ıbadetihı ve yüsebbihune hu ve lehu yescüdun
MEALİ
7 – A’RÂF SÛRESİ (1-100)
Mekkî olup, 206 âyettir. 48. âyette geçen kelime, sûreye adını vermiştir. A’râf orada, cennet ile cehennem arasında çekilen sur anlamına gelir. Bundan önceki En’âm sûresi tevhid ve akaid konularını ayrıntılı olarak ele alır. A’râf sûresi ise tevhid tarihini Hz. Âdem (a.s.)’dan itibaren Nuh, Hûd, Sâlih, Lût, Şuayb, Mûsa aleyhimü’s-selam dönemleriyle anlatır. Böylece birbirini tamamlarlar. Ayrıca kıyamet ve âhiret hallerine yer verilir. Son kısımda, dine inanmanın ve tevhid inancının, vahyin doğruluğunun insan fıtratında ne kadar kök saldığı, şirk çeşitlerinin, sahte tanrıların insanlığı asla tatmin edemeyeceği, insanlığın Kur’ân’ı dinleyip Allah’a dönmeleri gerektiği vurgulanır.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1 – Elif, Lâm, Mîm, Sâd.
2 – Bu, kendisiyle insanları uyarman ve müminlere de bir öğüt ve irşad olmak üzere sana indirilen bir kitaptır ki sakın onu tebliğden ve halkın sana inanmamasından ötürü göğsün daralmasın. [3,7]
3 – Ey insanlar! Siz, Rabbiniz tarafından size indirilen vahye tâbi olun, O’ndan başka birtakım hâmîler edinip de onlara uymayın. Ne kadar da az düşünüyorsunuz! [12,103; 12,106]
4 – Biz nice ülkeler imha ettik ki ya gece uyurlarken yahut gündüz yatarlarken baskınımız onlara gelivermişti. [6,10; 22,45; 28,58; 7,97-98]
5 – Azabımız gelip çattığında da itiraf ve yalvarmaları: “Biz gerçekten zalim adamlarmışız!” demekten başka bir şey olmadı. [21,11-15]
6 – Kendilerine resul gönderdiğimiz insanlara, resullerinin çağrısına uyup ona göre amel edip etmedikleri hakkında elbet hesap soracağız. Gönderilen o elçilere de, tebliğ edip etmediklerini soracağız. [5,109; 28,65]
7 – Ve onlara, olup biten herşeyi, kesin bir ilme dayanarak bir bir anlatacağız. Öyle ya, Biz hiçbir zaman onlardan habersiz değildik ki! [6,59]
8 – O gün, dünyada yapılan işlerin tartılması kesin gerçekleşecek. Artık kimin iyilikleri kötülüklerinden ağır gelirse, işte onlar muratlarına ereceklerdir. [21,47; 4,40; 101,6-11; 23,102-103; 42,17] {KM, I Samuel 2,3; Eyub 31,6}
9 – Kimin de sevap tartıları hafif gelirse, onlar da âyetlerimizi hiçe sayıp haksızlık etmelerinden ötürü kendilerini en büyük ziyana uğratacaklardır.
10 – Şu bir gerçektir ki ey insanlar, Biz sizi dünyaya yerleştirip orada size hakimiyet verdik. Orada sizin için birçok geçim vasıtaları yarattık. Ne kadar da az şükrediyorsunuz! [14,34]
Yaşadığımız dünyayı azıcık düşünüp inceleyen kimse, onun üstünde yaşayan milyonlarca nevi yaratıkların ve bunların sayılara sığmayacak derecede fazla fertlerinin hayatları boyunca her türlü ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde hazırlandığını ikrar ve ilan eder. Enerji kaynağı güneşle olan mesafesinin ideal şekilde olması, dünyanın ekseninin düz olmayıp 23.5° eğik olması ile mevsimlerin oluşmasına imkân vermesi, ayın denizlerdeki med cezir hareketlerini düzenleyecek şekilde görevlendirilmesi, oksijenin yalnız kendisinde bulunduğu atmosfer tabakasının portakal kabuğunun portakalı sarması gibi dünyayı sarıp oksijeni ile canlıların hayatında en önemli rollerden birini oynaması, (hayvanların zararlı atıkları karbondioksitin bitkilere yararlı kılınmasındaki denge) ayrıca uzaydan gelecek zararlı ışın ve meteorları emip eriterek dünyadaki hayatı koruması, dünyanın 3/4 ünün denizle kaplı olması, dünyadaki su dönüşümü, bahar ve yaz mevsiminin erzak filoları gibi binlerce çeşit gıda maddelerini getirmesi, petrol, kömür ve türlü türlü maddelerin oraya yerleştirilmesi, velhasıl sayılmayacak kadar çok nimetlerin, en azından pek muntazam ve muazzam bir fabrika gibi işletilmesi, tesadüfe binde bir ihtimal bile bırakmaz.
11 – Sizi Biz yarattık, sonra şekil verdik size. Peşinden de meleklere: “Haydi, hürmet için secde edin Âdem’e!” dedik. Onların hepsi hemen secde ettiler, yalnız İblis dayattı. Secde edenlerden olmadı. [15,29-32; 2,34; 38,71-72]
İnsanın dünyadaki konumu ve âhirette ebedî hayatında elde edeceği sonuç ile ilgili olan Hz. Âdem ile İblis kıssası Bakara, A’râf, Hicr, İsra, Kehf, Tâhâ ve Sâd sûrelerinde ele alınmakla birlikte, her sûrede farklı uzunlukta, değişik siyak içinde, farklı üslûp ve ayrıntılar ve bulunduğu muhtevaya göre hedeflenen gayelerle anlatılır. En uzun anlatım işbu A’raf sûresindedir. İblisten istenen secde, ibadet secdesi değil, Allah’a itaatinin bir nişanesi olarak istenen bir inkiyad secdesidir.
Allah bütün insanlık nev’ine kıyamete kadar vereceği muazzam ilim kabiliyetine, maddî ve manevî faziletlere karşı İblisten beklediği itirafı, Hz. Âdem’in şahsına göstermesini istemiştir. İblis gururu yüzünden kaybetmiş, Âdem tevazuu ile kazanmıştır. Zahiren cennetten çıkmasına sebep olan hadisenin hikmeti: yaratılışındaki ilahî maksatları gerçekleştirmek ve dünyanın imar edilmesi için görevlendirmedir. Böylece Allah’ın insan nevine verdiği muazzam ilim kabiliyeti, sınırsız maddî ve manevî istidatlar gelişme imkânı bulmuş, onun yeryüzündeki halifeliği gerçekleşmiştir. Fakat insan, bu üstün makamından kendisini düşürmek için pusuda bekleyen kıskanç şeytanın aldatmalarına karşı, devamlı sûrette uyarılmakta ve Allah’a sığınmaya dâvet edilmektedir.
12 – Allah buyurdu: “Söyle bakayım, Sana emrettiğim halde, secde etmene mani nedir?” İblis: “Ben ondan daha üstünüm; çünkü Sen beni ateşten, onu ise bir çamur parçasından yarattın.” [15,26-28; 38,76; 55,14-15]
13 – “Çabuk in oradan!” buyurdu Allah, öyle orada kurulup da büyüklük taslamak senin haddin değildir. Çabuk çık, çünkü sen alçağın tekisin!” [2,38]
14 – “Bana, onların diriltilecekleri kıyamet gününe kadar mühlet verir misin?” dedi.
15 – Allah: “Haydi, sen mühlet verilenlerdensin!” buyurdu.
16-17 – “Öyle ise” dedi, Sen beni azgınlığa mahkûm ettiğin için, ben de onları gözetlemek üzere Senin doğru yolunun üzerinde pusu kurup oturacağım.
Sonra onların gâh önlerinden, gâh arkalarından, gâh sağlarından, gâh sollarından sokulacağım, vesvese verip pusu kuracağım, Sen de onların ekserisini şükreden kullar bulmayacaksın.” [34,20-21]
18 – “Çık oradan, alçak ve kovulmuş olarak!” buyurdu. “Onlardan kim sana uyarsa, iyi bilin ki cehennemi sizlerle dolduracağım.” [17,63-65]
19 – “Sana gelince Âdem, seninle eşin cennete yerleşiniz, istediğiniz her tarafından yeyip içip yararlanınız. Yalnız sakın şu ağaca yaklaşmayın. Böyle yaparsanız zalimlerden olursunuz.” [4,76]
20-21 – Fakat şeytan onlara, gözlerinden gizlenmiş olan edep yerlerini açığa çıkarmak için vesvese verdi. Onlara şöyle telkinde bulundu: “Rabbinizin size bu ağacın meyvesini yasaklamasının tek sebebi, sizin meleklerden veya ölümsüz hayata kavuşanlardan olmanızı önlemektir” diyerek, kendisinin onların iyiliğini istediğine dair yemin üstüne yemin etti. [20,120]
22 – Böylece onları aldatarak mevkilerinden düşürdü. Şöyle ki: O ağacın meyvesini tadar tadmaz, edep yerlerinin açık olduğunu farkettiler. Derhal, buldukları cennet yapraklarıyla edep yerlerini örtmeye başladılar.
Onların Rabbi ise nida edip buyurdu: “Ben sizi o ağaçtan menetmedim mi? Ben şeytanın sizin besbelli düşmanınız olduğunu söylemedim mi? Niçin Beni dinlemediniz de bu perişan duruma düştünüz?” [20,121] {KM, Tekvin 3,7}
23 – “Ey bizim Rabbimiz, kendimize yazık ettik. Şayet Sen kusurumuzu örtüp, bize merhamet buyurmazsan, en büyük kayba uğrayanlardan oluruz” diye yalvarıp yakardılar. [2,37]
24-25 – Buyurdu ki: “Birbirinize düşman olarak inin! Size dünyada bir süreye kadar kalma ve yararlanma imkânı veriyorum: Orada yaşayacaksınız, orada öleceksiniz ve yine oradan diriltilip mezardan çıkarılacaksınız.”
26 – “Ey Âdem’in evlatları! Bakın size edep yerlerinizi örteceğiniz giysi, süsleneceğiniz elbise indirdik.
Fakat unutmayın ki en güzel elbise, takvâ elbisesidir.
İşte bunlar Allah’ın âyetlerindendir. Olur ki insanlar düşünür de ders alırlar”. [57,25]
Elbiseden de önemli olan, takvâ duygusu ve haya hissidir. Örtülmesi gereken yerleri örtmek, namusu korumanın ilk şartıdır. Çıplaklık, övünülecek bir ilerilik değil, ilkellik ve Cahiliyeye dönüştür, irticadır. Cahiliye dönemi arapları, erkeği kadını, birlikte olarak Kâbe’yi çırıl çıplak tavaf ediyorlar, bunu faziletli bir iş tarzında yapıyorlardı.
Çıplaklığı yaymak şeytanın teşviki ile olunca, Allah Teâla, örtünmenin ve elbisenin insanın maddî ve manevî süsü olduğunu, şeytana uyup mahrem yerlerini açmamak gerektiğini hatırlatıyor.
Allah’ın hikmeti, diğer birçok canlı mahlûkun fıtratına, haya ve örtünme duygusu koymayıp sağlam, güzel ve tâbiî bir elbise vermiştir. Haya duygusu verdiği insanı, yalnız onu çıplak yaratmıştır. Böylece insan, hem örtünme emrini tutmanın sevabına ermekte, hem de dünyadaki halifelik görevini ispatlamaktadır. Çünkü bütün yeryüzüne yayılan hayvan ve bitkilerden ve diğer maddelerden elde ettiği giyecekleri yapıp giymekle, bütün yaratıklar üzerindeki tasarruf ve yönetme gücünü, halifeliğinin tezahürlerinden birini göstermektedir.
27 – Ey Âdem’in evlatları! Şeytan, edep yerlerini açığa çıkarmak için, annenizle babanızı -üzerlerinde ki takvâ elbiselerini çıkarttırmak sûretiyle- cennetten uzaklaştırdığı gibi, sakın sizi de belaya uğratmasın. Çünkü o da, askerleri de sizin kendilerini göremeyeceğiniz yerlerden sizi görürler. Doğrusu Biz şeytanları iman etmeyenlerin dostları yapmışızdır. [18,50]
28 – Onlar çirkin bir iş yaptıklarında: “Babalarımızı bu yolda bulduk, esasen Allah böyle yapmamızı emretti.” derler. De ki: “Allah Teâla kötü olan şeyi asla emretmez. Ne o, yoksa siz Allah’ın söylediğini bilmediğiniz birtakım sözleri O’na iftira ederek Allah’a mı mal ediyorsunuz?
Âyetin sonundaki bu istifham-ı inkârî üslûbu, onların ne büyük bir vebal yüklendiklerini, zarif bir tarzda anlatıyor. Şöyle ki: “Allah Teâla’nın herhangi bir şeyi emrettiği, kesin olarak bilinmiyorsa, O’nun hakkında “Allah falan şeyi emretti” demek asla caiz olamaz. Durum bu iken, bir de Allah’ın emretmediğini bile bile “Allah bunu emretti” demek, şiddetle reddedilmesi gereken çirkin bir iş, katmerli bir iftiradır” mânası kasdedilmektedir.
29 – De ki: “Rabbim adalet ve itidalı emretti. Her secdenizde, her namaz zamanında veya mekânında, yüzünüzü O’nun kıblesine yöneltiniz!
İhlâsla, ibadetinizi yalnız O’nun rızası için yaparak Allah’a kulluk ediniz! Çünkü ilkin sizi O yarattığı gibi, dönüşünüz de yine O’na olacaktır.” [2,139; 31,29]
30 – Bir kısmına hidâyet buyurdu, bir kısmına da dalâlet müstehak oldu; çünkü bunlar Allah’tan başka şeytanları dost edindiler. Bir de kendilerini doğru yolda zannediyorlar! [18,104]
Allah itidali, yani ifrat ve tefritten uzak durup ölçülü olmayı emreder. (Bkz. 1,4)
31 – Ey Âdem’in evlatları! Her namaz vaktinde mescide giderken, süsünüz olan elbisenizi giyinin. Yiyin, için fakat israf etmeyin; çünkü Allah israf edenleri asla sevmez.
Edep yerlerini örtmek (setr-i avret) her zaman olduğu gibi, özellikle namaz, tavaf gibi ibadetlerde farzdır. Fakat israf etmemek şartı ile, her müslümanın ibadet esnasında en güzel ve temiz elbisesini giymesi sünnettir. Cemaat ile olsun, camide oturuşta olsun edep, vakar, ağırbaşlılık da bu zinet ve güzel sûret cümlesindendir. Nitekim önceki âyetlerde geçen “yüzleri kıbleye döndürme” emrinde de bu intizama işaret vardır. Aynı zamanda, âyetin işaretinden şu da anlaşılır ki cami ve civarları, bir İslâm şehrinin teşkilatında, güzellik bakımından, en güzel ve merkezî noktalarda yer almalıdır. Bununla beraber mescitlerin asıl süsü, oraların ibadetle şenlendirilmesi ve ibadet eden müminlerin hal ve davranışlarıdır.
32 – De ki: “Allah’ın kulları için yaratıp ortaya çıkardığı zineti, temiz ve hoş rızıkları haram kılmak kimin haddine?”
De ki: “Onlar, dünya hayatında iman etmeyenlerle birlikte, iman edenlerindir.
Kıyamet günü ise yalnız müminlere mahsustur. İşte Biz, bilip anlayan kimseler için, âyetleri bu şekilde açıklıyoruz. [22,30]
Bu âyetin açıkça gösterdiği gibi Allah dünyadaki bütün nimetleri kullarının istifadesi için yaratmıştır. Şükrünü yerine getirerek meşrû olan her şeyden yararlanmak mümkündür.
33 – De ki: “Rabbim o güzel şeyleri değil, açığı ile gizlisi ile, bütün fuhşiyatı haram kılmıştır. Keza her türlü günahı, haksız tecavüzü ve kendisine tapılması hakkında Allah’ın herhangi bir delil bildirmediği bir nesneyi Allah’a şerik yapmanızı, bir de Allah’ın emretmediği birtakım şeyleri iftira ederek O’na mal etmenizi haram kılmıştır.”
Burada müşriklerin tutarsızlıkları ifade edilmektedir. Allah’tan başka elbette bir tanrı yoktur. Ama faraza böyle bir şey yani Yüce Yaratıcının yanında, O’nun kendisine yetki verdiği birinin şerik olması sözkonusu ise, Allah’tan gelen bir yetki belgesi olması gerekmez mi? O’nun verdiği böyle bir belge olmadıkça, kimin haddine O’na birini ortak kılmak?
34 – Her ümmet için belirlenmiş bir müddet vardır. Vâdeleri gelince ne bir an geri bırakabilir, ne de bir an öne alabilirler.
35 – Ey Âdem’in evlatları! Size her ne zaman içinizden Benim âyetlerimi beyan edip açıklayan resuller gelir de, kim onlara karşı çıkmaktan sakınır, nefsini ıslah ederse artık onlara hiç bir korku yoktur, onlar asla üzülmezler de.
36 – Âyetlerimizi yalan sayanlar ve onları kabule tenezzül etmeyenler ise, işte onlar cehennemliktirler. Hem de orada ebedî kalacaklardır.
37 – İftira ederek, Allah’ın söylemediği bir sözü O’na mâl eden, yahut Allah’ın âyetlerini yalan sayan kimseden daha zalim biri olabilir mi?
Kaderden nasipleri ne ise, onlara erişecektir. Nihayet elçilerimiz (ölüm melekleri) gelip canlarını alırken: “Hani nerede o Allah’tan başka taptıklarınız?” dediklerinde “Onlar bizden uzaklaşıp ortadan kayboldular” derler. Böylece kâfir olduklarına dair kendi aleyhlerinde şahitlik ederler. [10,69-70; 31,23-24]
38 – Hak Teâlâ: “Girin bakalım sizden önce gelip geçen cin ve insan topluluklarıyla beraber ateşe!” buyurur.
Her ümmet girdikçe, yoldaşına lânet eder.
Nihayet hepsi birbiri ardından gelip orada bir araya gelince, sonrakiler öndekileri göstererek:
“Ey Rabbimiz, derler. İşte şunlar bizi saptırdılar, onun için onlara iki kat ateş azabı çektir.”
O da: “Herbirinize iki misli azap var, lâkin siz bunu bilmiyorsunuz” buyurur. [16,25; 29,25; 2,166-167; 16,88; 29,13]
39 – Bu sefer öndekiler de sonrakilere derler ki: “Gördünüz ya, sizin bize karşı bir ayrıcalığınız olmadı, artık kendi işlediklerinizin cezası olarak tadın azabı!”
40 – Âyetlerimizi yalan sayanlara ve onları kabule tenezzül etmeyenlere gök kapıları açılmayacak ve deve iğne deliğinden geçmedikçe onlar da cennete giremeyeceklerdir.
İşte mücrimleri Biz böyle cezalandırırız! {KM, Markos 10,25; Luka 18,25}
41 – Onlara cehennem ateşinden bir döşek ve üzerlerinde de yine ateşten örtüler var. İşte zalimleri Biz böyle cezalandırırız!
42 – İman edip makbul ve güzel işler yapanlar ise -ki hiç kimseye Biz gücünün yetmeyeceği yük yüklemeyiz- cennetlik olup, orada ebedî kalacaklardır. [2,286]
43 – Öyle bir halde ki içlerinde kin kabilinden ne varsa hepsini söküp çıkarırız, önlerinden ırmaklar akar.
“Hamdolsun bizi bu cennete eriştiren Allah’a!
Eğer Allah bizi muvaffak kılmasaydı kendiliğimizden biz yol bulamazdık.
Rabbimizin elçilerinin gerçeği bildirdikleri bir kere daha kesinlikle anlaşılmıştır” derler.
Kendilerine de: “İşte güzel işlerinize karşılık, karşınızda duran şu muhteşem cennete varis kılındınız, buyurun!” diye nida edilir.
Cennetliklerin bu başarıyı kendilerinden değil, sırf Allah’ın lütfundan bilerek hamdetmelerinden sonra Allah tarafından onların bu başarılarına dünyadaki güzel davranışlarının vesile olduğunun bildirilmesinde pek latif bir durum vardır. Hem kulluk âdabı öğretiliyor, hem de Allah’ın, az ameli büyük bir takdir ve teşekkürle karşılamasındaki ilahî lütfu tecelli ediyor. Şu halde insan çalışmalı, fakat işlerine güvenmeyip daima ilahî hidâyete sığınmalıdır. Amel cennete girmeye sebep olur, fakat Allah’ın yardımı ile!
Âyetteki varis kılınma kavramını, Peygamberimiz (a.s.m) şu hadisle açıklamıştır: “Cehenneme girenlerin her biri iman etmiş olması halinde, cennette kendisine ayrılan konağı görecek ve diyecek ki: “Keşke Allah bizi hidâyet etseydi!” Böylece bu görmeleri onlar için pişmanlık olur. Cennete girenlerden her biri de iman etmemiş olması halinde cehennemde varacağı yeri görüp diyecek ki: “Allah bizi hidâyet etmemiş olsaydı halimiz ne olurdu! İşte bu da onların şükürleri olur.”
44-45 – Cennetlikler cehennemliklere: “Biz, Rabbimizin bize vaad ettiği şeylerin gerçek olduğunu gördük; siz de Rabbinizin size vaad ettiklerinin gerçekleştiğini gördünüz mü?” deyince onlar: “Evet” diye cevap verirler.
Derken bir görevli aralarında: “Allah’ın lâneti o zalimlere olsun ki onlar insanları Allah yolundan uzaklaştırır, onu eğri büğrü göstermek isterlerdi ve onlar âhireti de inkâr ederlerdi” diye nida eder. [37,54-59; 52,14-16]
Geçmiş asırlarda cennet ile cehennem arasında çok uzun mesafe olması itibariyle sesin nasıl gideceği sorusu sorulmuştur. 20. asırdaki iletişim keşifleri on binlerce km. ötesi ile konuşmayı çocuklar için bile günlük iş haline getirmiştir.
46 – İki taraf arasında bir perde, A’râf üzerinde de cennetlik ve cehennemliklerin her birini simalarından tanıyacak kimseler vardır ki onlar, henüz cennete girmemiş, fakat girmeyi şiddetle arzular olarak cennetliklere “selamün aleyküm” diye seslenirler. [57,13]
A’râf: Arf’in çoğuludur. Yüksekçe olan her şeye arf denilir. Meşhur görüşe göre A’râf, cennet ile cehennem arasındaki sûrun yüksek tepeleri, demektir. Hasan el-Basrî (r.h) demiştir ki: A’râf, marifet kelimesinden olup cennetliklerle cehennemlikleri simalarından tanıyan kimseler demektir.
Hâsılı A’râf hakkında iki görüş vardır: Birincisi Ebû Huzeyfe ve diğer bazı zevattan rivâyet edildiği üzere bunlar, amelde kusur etmiş ve mizanda iyilikleri ile kötülükleri eşit gelmiş, Allah’ı bir tanıyan kimselerdir ki cennet ile cehennem arasında bir süre kalırlar. Sonra Hak Teâla, haklarında bir hüküm verir. İkincisi: Bunlar peygamberler (a.s.), şehitler, hayırlılar, âlimler gibi yüksek dereceli zatlardır. Âyetin sonundaki lem yedhulûhâ (henüz cennete girmemiş olanlar) birinci görüşe göre, A’râf ehlini tavsif eder: Yani cennetlikler cennete girmiş, bunlar girmemişlerdir. Fakat arzu ve ümid ederler. Onlara özenirler de “Selam ve selamet size” derler. İkinciye göre ise, o sırada cennet ehlinin halidir. Yani henüz cennete girmemiş ve girmek ümidinde bulunmuş oldukları sıradadır ki A’râf ehli, onları selamete ereceklerine dair müjdelerler.
47 – Gözleri cehennemlikler tarafına çevrildiğinde: “Aman ya Rabbenâ, aman bizleri o zalimlerle beraber eyleme!” derler.
48-49 – A’râf ashabı, simalarından tanıdıkları bir kısım kimselere seslenip:
“Gördünüz ya, ne topladığınız mallarınızın, ne onca taraftarlarınızın, ne de büyüklük taslamalarınızın ve o çalımlarınızın size hiç bir faydası olmadı!”
O cennetlikleri göstererek “Sahi, şunlar “Allah, bunları asla lütfuna nail etmez” diye yeminler edip hor gördüğünüz kimseler değil miydi?
İşte onların ne yüce mevkide olduklarını şimdi anladınız değil mi? derler ve sonra o cennetliklere dönerek:
“Buyurun girin cennete, derler, size korku ve endişe olmadığı gibi, siz asla üzüntü de görmeyeceksiniz.”
50 – Cehennemlikler cennetliklere: “Ne olur, lütfen suyunuzdan, Allah’ın size nasib ettiği nimetlerden biraz da bize gönderin!” diye seslenirler.
Onlar da: “Allah bunları kâfirlere haram etmiştir, bunlar kâfirlere yasaktır.” diye cevap verirler. {KM, Luka 16,19-26}
51 – O kâfirlere ki onlar dinlerini oyun ve eğlence konusu haline getirmişlerdi; dünya hayatı kendilerini aldatmıştı.
İşte onlar, kendilerinin en önemli günü olan bu günkü karşılaşmayı unuttular ve âyetlerimizi bilerek inkâr ettikleri gibi,
Biz de bugün onları unutup kendi hallerine terkedeceğiz. [20,52; 9,67; 126,45-34]
52 – Gerçekten onlara tam bir vukufla mânalarını bir bir bildirdiğimiz ve iman edecek kimseler için bir hidâyet, bir rahmet olan bir kitap getirdik. [11,1; 4,166]
Âyette geçen tafsil etme: Akaid esasları, fıkhî hükümler, mev’izalar, kıssalar gibi çeşitli bölümlere girecek âyetleri, ayrı ayrı bildirme mânasına gelir.
53 – Fakat onlar: “Hele bakalım nereye varacak?” diye sadece bu kitabın dâvetinin âkıbetini gözlüyorlar. O’nun haber verdiği müthiş akibet geldiği gün, daha önce onu unutup bir tarafa bırakanlar şöyle diyecekler:
“Gerçekten Rabbimizin elçileri bize hakkı tebliğ etmişlermiş? Acaba burada bize şefaat edecek birisi bulunur mu? Yahut geri döndürülmemiz imkânı olur mu ki bu sefer yaptığımız kötü işlerin yerine güzel güzel işler yapabilelim?”
Muhakkak ki onlar, kendilerini hüsrana uğrattılar. Uydurdukları sahte tanrıları da kendilerinden uzaklaşıp ortadan kayboldular. [6,27-28]
54 – Rabbiniz o Allah’tır ki gökleri ve yeri altı günde yarattı. Sonra da arşa istiva buyurdu. O Allah ki geceyi, durmadan onu kovalayan gündüze bürür. Güneş, ay ve bütün yıldızlar hep O’nun buyruğu ile hareket ederler. İyi bilesiniz ki yaratmak da, emretmek yetkisi de O’na mahsustur. Evet o Rabbülâlemin olan Allah ne yücedir! [10,3; 11,7; 25,59; 71(tamamı) 36,37-40] {KM, Tekvin 2,2-3}
İstiva: Sözlükte istikrar etmek, yani karar kılmak, kurulmak, yükselmek gibi mânalara gelebilir. Arş ise hükümdarların oturdukları taht demektir.
Selef-i Salihin böylesi müteşabih âyetleri tevil etmeksizin olduğu gibi kabul eder, yalnız Allahı mahlûklara benzetmekten, o kelimelerin kullar hakkında ifade ettiği noksan sıfatlardan tenzih ederler. Müteahhirun ise, avam benzetme tehlikesine düşmesin diye muhkem âyetlerin ışığında tevil edip hakimiyet, istîla, mülk anlamına alırlar. Bu âyet Allah’ın kâinattaki sınırsız icraatlarını gökleri ve yeri altı günde yaratmasını, güneşi ayı, yıldızları çekip çevirmesini anlatırken, kâinatı yönetmede O’nun rububiyet mertebesini, bir sultanın saltanat tahtında durup etrafa emirler yağdırmasını, böylece işleri düzenlemesini bu tarzda beyan buyurmuştur. Arşa çıkıp hükmetmek ekseriya bu mânada kullanılır. Müteahhir alimlerin bu izahları makbul olmakla beraber, selefin tutumu daha eslem bir yol sayılır.
55 – Rabbinize için için yalvararak, başka nazarlardan uzak, gizlice dua edin. Gerçekten O, haddi aşanları hiç sevmez. [7,205] {KM, Matta 6,6}
Yüksek sesle dua etmek, makul olmayan şeyler (mesela nübüvvet gibi) veya günah olan şeyleri istemek, duayı uzatmak “duada haddi aşmak” kabilindendir.
56 – Düzeltilmiş olan ülkeyi ifsad etmeyin. Hem endişe, hem de ümit ile O’na yalvarın. Muhakkak ki Allah’ın rahmeti iyi kimselere yakındır. [7,156]
57 – O dur ki, rahmeti olan (yağmurun) önünden müjdeci olarak rüzgarlar göndedir. Nihayet bu rüzgarlar o ağır bulutları hafif bir şeymiş gibi kaldırıp yüklendiklerinde, bakarsın Biz onları, ekinleri ölmüş bir ülkeye sevkeder, derken oraya su indiririz de orada her türlüsünden meyveler, ürünler çıkarırız.
İşte ölüleri de böyle çıkaracağız. Gerekir ki düşünür ve ibret alırsınız. [22,5-6; 30,19.50; 35, 9; 42,28]
Havanın, sırf hareketten aldığı kuvvetle su taneciklerinin toplanmasından ibaret olan o ağır bulut kütlelerini kaldırıp yüklenmesi, bir harikadır. Zira tabiata göre hafif, çok ağır yükü kaldırıp taşıyamaz. Fakat, Rabbimiz bu harika özellikleri tabiata kanun olarak yerleştirmek suretiyle muazzam kudret ve rahmetini tanıttırmak istemiştir. Hareketin, hafiflik ve aşırılık hükmünü tersine çevirdiğine işaret eden bu mânayı öğrenme neticesinde uçaklar yapılmıştır. “Ağır bulut kütlelerini yüklenip kaldıran hava” cümlesi, Kur’ân’ın fennî mûcizelerinden birini ihtiva etmektedir. Bu işaretle Kur’ân cisimlerin havada uçacaklarına ima ve teşvik etmektedir.
58 – Toprağı verimli güzel bir diyarın bitkisi, Rabbinin izniyle yeşerip çıkar.
Çorak, verimsiz olan bir yerin bitkisi ise çıkmaz, çıkan da bir şeye yaramaz.
İşte şükredecek kimseler için Biz, âyetleri böyle farklı üsluplarla tekrar tekrar açıklarız.
59 – Celalim hakkı için, Biz Nûh’u resul olarak halkına gönderdik.
“Ey halkım! dedi, Yalnız Allaha ibadet edin. Ondan başka tanrınız yoktur.
Bunu yapmazsanız, korkarım ki müthiş bir günün azabı tepenize inecektir.”
Eski Yunan, Mısır, Hint, Çin ve Babil edebiyatlarında da Hz. Nuh (a.s.) kıssasına benzer kıssalar vardır. Hatta Avustralya, Yeni Gine, Malaya, Burma, Amerika’nın çeşitli yerlerinde de benzeri anlatımlar vardır. Bütün bunlar bu anlatımların, Hz. Âdem’in çocuklarının dağılmadan önceki ortak taraflarını dile getirmiş olabileceğini gösterir. Olayın aslı vardır, fakat her yer, kendi tasavvur ve tahayyüllerini ortaya koymaktadır.
60 – Halkının söz sahibi yetkilileri: “Biz seni besbelli bir sapıklık içinde görüyoruz” dediler. [83,32; 46,11]
61-63 – “Ey halkım! dedi, bende hiçbir dalâlet yok, fakat ben Rabbulâlemin tarafından size bir elçiyim.
Size Rabbimin mesajlarını tebliğ ediyorum, size öğüt veriyorum ve Allah tarafından gelen vahiy sayesinde, sizin bilemeyeceğiniz şeyleri biliyorum.”
“Kötülüklerden korunup Allah’ın merhametine nâil olmanız için, içinizden sizi uyaracak bir adam vasıtasıyla, Rabbinizden size bir buyruk gelmesine mi şaşıyorsunuz? [23,32; 2,151]
64 – Onlar Nûh’u yalancı saydılar. Biz de onu ve yanında olanları gemide kurtardık, âyetlerimizi yalan sayanları ise boğduk. Çünkü onlar basîretleri körelmiş kimselerdi. [29,15; 71,25]
65 – Âd halkına da kardeşleri Hûd’u elçi olarak gönderdik.
“Ey benim halkım, dedi, yalnız Allah’a ibadet edin, O’ndan başka tanrınız yoktur.
Hâlâ ona karşı gelmekten sakınmayacak mısınız? [53,50; 89,6-8]
Âd kavmi, Güney Arabistandan başlayarak Doğu Arabistanda Iraka kadar uzanan çok geniş bir coğrafyada hüküm süren bir devlet kurmuştu. Hz. Hud (a.s.)’a ait olduğu söylenen bir kabir Hadramut tarafında bulunmaktadır. 19. asrın ortalarında bulunan kitabelerde Hz. Hud’dan bahseden metinler bulunmuştur. İlk Âd kavminin soyunun kuruduğu, Hz. Hud’a inananların ise felaketten kurtulup Âd adı ile devam ettiği anlaşılıyor. M.Ö. 1800 yıllarında yer almış bir kitabede Hz. Hud’un bağlılarından bahsedilmektedir.
66 – Kavminin kâfir yetkilileri: “Biz, dediler, seni bir çılgınlık, bir beyinsizlik içinde bocalar görüyoruz ve senin yalancılardan biri olduğunu düşünüyoruz.”
67 – “Ey halkım! dedi, bende çılgınlık, beyinsizlik yok, fakat ben sadece Rabbülâlemin tarafından size bir elçiyim.”
68 – “Size Rabbimin buyruklarını tebliğ ediyorum.
Ben sizin iyiliğinize çalışan, sizi uyaran güveneceğiniz bir insanım.”
69 – Sizi başınıza gelebilecek tehlikeler hakkında uyarmak için sizden birine Rabbiniz tarafından bir tebliğ gelmesine hayret mi ediyorsunuz?
Hatırlayın ki, O sizi Nuh kavminden sonra onların yerine geçirdi ve sizi bedenen güçlü kuvvetli, gösterişli kıldı.
O halde Allah’ın nimetlerini unutmayıp zikredin ki felah bulasınız.”
70 – “Yâ!” dediler “Sen bize yalnız Allah’a ibadet edelim, atalarımızın taptıklarını ise bırakalım diye mi geldin?
Eğer doğru söyleyenlerden isen haydi, bizi tehdit edip durduğun o felaketi başımıza getir de görelim!”
71 – “İşte! dedi, “üzerinize Rabbinizden bir azap fırtınası ve bir hışım indi.
Siz, sizin ve atalarınızın uydurduğu ve zaten tanrılaştırılmalarına dair Allah’ın da hiçbir delil göndermediği birtakım boş isimler hakkında mı benimle tartışıyorsunuz?
Gözleyin öyleyse azabın gelişini!
Ben de sizinle beraber gözlüyorum.”
72 – Biz de onu ve beraberinde olanları, tarafımızdan bir lütuf olarak kurtardık ve âyetlerimizi yalan sayıp iman etmeyenlerin ise kökünü kestik. [69,6-8]
73 – Semud halkına da içlerinden biri olan kardeşleri Salih’i gönderdik.
“Ey benim halkım!” dedi, “yalnız Allah’a kulluk edin, sizin O’ndan başka tanrınız yoktur.
İşte size Rabbinizden açık bir delil, bir mûcize geldi.
İşte Allah’ın devesi de size bir âyet!
Onu kendi haline bırakın, Allah’ın diyarında otlasın, sakın ona bir fenalık yapmayın.
Yoksa sizi acı veren bir azap yakalayıverir. [11,64; 17,59; 26,155; 54,27-28]
Semud, Âd kavminden sonra Arabistanda en yaygın halktır. Eski Arap şiirinde olduğu gibi, Eski Yunan ve Rum tarihçi ve coğrafyacıları da Semud halkından bahsederler. Bu kavim Kuzeybatı Arabistanda Hicr denilen bölgede otururdu. Başkentleri şimdi, Medayin Salih adı ile anılmaktadır. Bu halkın tepelerde oydukları taş evler, bu güne bile ulaşmıştır.
Kur’ân’ın geldiği sırada Mekkeliler Şam’a ticaret için giderken, Hicr kalıntılarının yanından geçiyorlardı. Bir defasında Hz. Peygamber (a.s.) ashabı ile oradan geçerken: “Burası Allah’ın gazabı ile helâk olan bir halkın diyarı idi. Siz de buradan tiksinerek geçin. Burası eğlenecek değil, hüzünlenecek bir yerdir” deyip oradan çabuk ayrılmayı tavsiye etmiştir.
74 – Bir de düşünün ki Allah sizi Âd halkına halef yaptı ve dünya üzerinde size imkânlar bahşetti.
Arzın düzlüklerinde saraylar kurup, dağlarını yontarak evler yapıyorsunuz. Allah’ın nimetlerini düşünün de, bozgunculuk yaparak dünyada karışıklık çıkarmayın.” [26,149; 53,50]
75 – Kavminden büyüklük taslayanlar, içlerinden zayıf görünen müminlere alay yollu: “Siz, gerçekten Salih’in Rabbi tarafından size elçi olarak gönderildiğini biliyor musunuz? dediler.
Onlar da: “Elbette, biz onunla gönderilen her şeye inandık, iman ettik” diye cevap verdiler.
76 – O kibirlenenler ise, “Doğrusu, biz sizin iman ettiğiniz şeyi inkâr ediyoruz” dediler.
77 – Derken deveyi boğazladılar
ve Rab’lerinin emrinden çıkıp O’na isyan ettiler
ve dediler ki: “Hey Salih! Sen gerçekten resullerden isen, bizi tehdit edip durduğun o azabı getir de görelim!”
78 – Bunun üzerine o şiddetli sarsıntı onları kıskıvrak yakaladı da yurtlarında çökekaldılar.
79 – Gördüğü müthiş manzara karşısında Salih, yüzünü üzüntü ile öteye çevirip
“Ey halkım!” dedi, “Ben size Rabbimin buyruklarını tebliğ ettim,
sizin iyiliğinize çalıştım, size öğütler verdim.
Lâkin siz, iyiliğinizi isteyip öğüt verenleri bir türlü sevmediniz gitti!”
80 – Lût’u da gönderdik. Halkına dedi ki: “Daha önce hiç kimsenin yapmadığı pek çirkin bir işi siz mi yapıyorsunuz? {KM, 11,27-28; 19,1}
Sodom halkında iyice yayılmış bu çirkin fiil, yani eşcinsellik bazı yerlerde maalesef devam etmektedir. Ama buna rağmen insanlığın büyük ekseriyeti tarafından hayasız bir fiil olarak kabul edilmektedir. Bu işi normal karşılayanlar, eski Yunan filozofları ile modern dünyada bir kısım avrupalı ve amerikalılar olmuşlardır. 20. asrın son çeyreğinde ortaya çıkan ve başlıca yayılma yolu bu gayri meşrû ve gayri fıtrî cinsel ilişkiler olan AIDS hastalığı, fıtrat dışına çıkan insanlığa ilahî bir tokattır.
81 – “Siz kadınların ötesinde, şehvetle erkeklere gidiyorsunuz ha! Yok, yok anlaşıldı! Siz haddini aşmış bir milletsiniz!”
82 – Kavminin ona verdiği cevap şundan ibaret oldu:
“Çıkarın bu adamları memleketinizden!
Çünkü bu beyler pek temiz insanlar!” [27,56]
83 – Biz de onu ve ailesini kurtardık.
Ancak eşi geride kalıp helâk olanlardan oldu. [11,81; 21,74; 51,35-36] {KM, Tekvin 19,26}
84 – Üzerlerine bir azap yağmuru yağdırdık.
İşte bak, mücrimlerin sonu nice oldu!
85 – Medyen ahalisine de içlerinden biri olan Şuayb’ı gönderdik.
“Ey benim halkım!” dedi, “yalnız Allah’a kulluk edin, sizin O’ndan başka tanrınız yoktur.
İşte size Rabbinizden açık delil geldi.”
“Artık ölçüyü, tartıyı tam yapın, insanların haklarını eksiltmeyin, halka haksızlık etmeyin, ülkede düzen sağlanmışken fesat çıkarıp huzuru bozmayın.
Bana inanıp bu dediklerimi yapmanız sizin için elbette hayırlıdır.” [83,1-6] {KM, Çıkış 3,1; 2,18; Sayılar 10,29}
86 – “Hem öyle tehditler savurarak, yol başlarını tutup,
Allah’a iman edenleri Allah’ın yolundan çevirmeyin
ve bu yolun eğri büğrü olduğuna dair, şüpheler verip halkı yanıltmayın.”
“Hem düşünün ki bir zaman siz sayıca pek az idiniz. Öyle iken Allah sizi çoğalttı.
Ülkeyi bozan o müfsitlerin sonunun nasıl olduğuna bakın da ibret alın!”
87 – “Eğer benimle gönderilen gerçeğe içinizden bir kısmı inanıyor, bir kısmınız inanmıyorsanız, eh ne diyeyim, o halde, aramızda Allah hükmünü verinceye kadar bekleyin.
Zaten hüküm verenlerin en iyisi O’dur.”
88 – Halkından kibirlenen eşraf grubu: “Bak Şuayb! dediler, yeminle söylüyoruz:
Ya tekrar dinimize dönersiniz. Ya da seni de, sana inanan taraftarlarını da ülkemizden süreriz!”
Şuayb şöyle cevap verdi: “Peki, istemesek de mi dinimizden döndürüp süreceksiniz (Ya istemezsek ne olacakmış!)
89 – “Allah bizi sizin o batıl dininizden kurtardıktan sonra kalkıp tekrar dininize dönecek olursak Allah’a büyük bir iftira atmış oluruz.
Allah göstermesin, sizin inancınıza dönmemiz kesinlikle mümkün değil! Rabbimizin ilmi her şeyi kapsar.
Biz yalnız Allah’a dayanırız.
Ey bizim Rabbimiz! Bizimle şu halkımız arasında Sen âdil hükmünü ver, haklı haksız açığa çıksın. Sen elbette hüküm verenlerin en iyisisin!” [26,118]
90 – Kavminden inkâra sapan ileri gelenler “Eğer Şuayb’a uyacak olursanız kesinlikle perişan olursunuz!” diye tehditte bulundular.
91 – Derken şiddetli bir deprem onları kıskıvrak yakaladı ve derhal oldukları yerde çökekaldılar. [11,94; 26,189]
92 – Şuayb’ı yalancı sayanlar…
onlar değildi sanki vatanlarında, şen şakrak dolaşanlar!
Şuayb’ı yalancı sayıp perişan etmek isteyenler… asıl perişan olanlar, işte onlar oldular.
93 – Gördüğü müthiş manzara karşısında Şuayb, yüzünü üzüntü ile öteye çevirip:
“Zavallı halkım!” dedi, “ben size Rabbimin buyruklarını tebliğ etmiştim, sizin iyiliğinize çalışmıştım, size öğütler vermiştim!
Artık böyle nankör, böyle kâfir bir toplum için ne diye üzülüp kendimi harap edeyim!”
94 – Biz hangi ülkeye peygamber gönderdiysek, mutlaka ilkin oranın halkını, gafletten uyarsın,
Allah’a yönelip yalvarsınlar diye yoksulluğa, hastalık ve musîbetlere duçar ederiz.
95 – Sonra o kötü durumları değiştirip güzellikleri yayarız.
Zamanla ahali çoğalıp “Vaktiyle atalarımız gâh üzülmüş, gâh sevinmişlerdi.” derler
ve fakat olaylardan ibret alıp şükretmezler.
Derken, o bilinçsiz halleriyle, hiç hatırlarından geçmezken, ansızın onları tutup bastırırız.
96 – Eğer o ülkelerin ahalisi iman edip Allah’a karşı gelmekten sakınsalardı, elbette Biz üzerlerine gökten, yerden nice bereket ve bolluk kapılarını açardık. Fakat onlar peygamberleri yalancı saydılar, Biz de işledikleri kötülükler sebebiyle kendilerini cezaya çarptırdık. [37,147-148; 10,98; 34,34]
97 – Peki o ülkelerin ahalisi, geceleyin uyurlarken satvetimizin kendilerine baskın halinde gelivermesinden emin mi oldular?
98 – Yoksa onlar güpegündüz eğlenirlerken azabımızın kendilerine gelmesinden emin mi oldular?
99 – Yoksa onlar Allah’ın anzısın kendilerini azapla bastırmasından emin mi oldular?
Fakat şu muhakkak ki, kendilerine yazık eden kimselerden başkası, Allah’ın anzısın bastırıvermesinden emin olamaz.
100 – Önceki sahiplerinden sonra dünya mülküne varis olanlar hâlâ şu gerçeği anlamadılar mı ki, eğer dilemiş olsaydık kendilerini de günahları sebebiyle musîbetlere uğratırdık?
Fakat biz kalplerini mühürleriz de onlar işitmez, anlamaz hâle gelirler. [20,128; 32,29; 14,44-45; 19,98; 22-45-46]
101 – İşte o ülkelerin haberlerinden bir kısmını sana böylece anlatıyoruz. Oraların halklarına peygamberlerimiz açık deliller, mûcizeler getirdiler.
Fakat onlar iman etmediler. Çünkü ondan önce tekzip ve inkâr etmeyi âdet haline getirmişlerdi. Allah kâfirlerin kalplerini işte böyle mühürler! [17,15; 11,101-102]
102 – Biz onların çoğunda sözünde durma diye bir şey bulmadık; onların ekserisinin sadece itaat dışına çıkmış kimseler olduğunu gördük. [21,25; 57,8]
103 – Onlardan sonra Mûsâ’yı âyetlerimizle Firavun’a ve onun ileri gelen yetkililerine gönderdik.
Onlar âyetlerimize haksızlık ettiler. Ettiler de, bak o müfsitlerin âkıbeti nice oldu! [20,42-79; 27,14] {KM, Çıkış 7 ve 15. bölümler}
Mele’: Aynı görüş ve maksatla bir araya gelip şekil ve görünüşleri, kıymet ve önemleri ile göz dolduran hey’et. Meselâ bir dernek, bir kabine, bir parlamento, bir ordunun bütünü adına söz söylemeye yetkili kişilerin teşkil ettikleri hey’et. Firavun’un bu danışma meclisine hitaben “Ne buyurursunuz?” (7,110) demesinden, bunların yönetimde önemli yerlerinin olduğu anlaşılıyor.
104 – Mûsâ: “Ey Firavun, dedi, ben âlemlerin Rabbi tarafından gönderilen bir resulüm.”
Hz. Mûsâ (a.s.)’ın muhatabı Firavun’un M.Ö. 1292-1225 arasında yaşayan Ramses II olduğu kabul edilir. İsrailoğullarının takvimine göre Hz. Mûsâ M.Ö. 1272 yılında vefat etmiştir. Fakat bu tarihler takribidir. Çünkü İsrail, Mısır ve Hıristiyan takvimlerinin tarihlerini uzlaştırmak pek zordur. Bu Firavun’un oğlunun adı Mineftahdır. Mısır’dan çıkış öncesinde Hz. Mûsâ’nın muhatabı Firavun da muhtemelen budur.
105 – “Başta gelen görevim, Allah Teâla hakkında, gerçek dışı bir şey söylemememdir.
Gerçekten size Rabbinizden çok açık bir belge getirdim.
Artık İsrailoğullarını benimle beraber gönder.”
Hz. Yusuf (a.s.) kuyudan çıkarılıp satılınca Mısırda Vezirin sarayında kalmış, daha sonra da Mısırın Maliye bakanı olmuştu. Babası Hz. Yâkubu (a.s.), dâvet etmiş, o da ailesi ve İsrailoğulları ile Filistinden beraberce gelip Mısır’a yerleşmişlerdi. Zamanla, Mısır Firavunları onlara parya, hizmetçi muamelesi yapmış, ağır işlerde çalıştırmaya gitmişlerdi. Onlara zulüm ve işkence uygulamışlardı. Mûsâ (a.s.) onlardan, muvahhit bir ümmet teşkil etmek için Firavunlara esir olmaktan kurtarıp, hür olarak, vatanları Filistin’e yerleştirmek istemişti.
106 – “Eğer, dedi Firavun, gerçekten getirdiğin bir belge varsa ve sen doğru söyleyen biri isen, onu ortaya koy da görelim.”
107-108 – Bunun üzerine Mûsâ, asasını yere bırakıverdi, bir de ne görsün: o koskoca bir ejderha kesilmiş!
Elini sıyırıp çıkardı, bir de ne görsün: Bakan kimseler için parlak mı parlak, ışık saçan bir el haline gelmiş! [20,18-22] {KM, Çıkış 4,2-8}
109 – Firavun’un ileri gelen yetkilileri: “Anlaşıldı, bu usta bir sihirbaz!” dediler.
110 – Firavun: “Bu adam, dedi, “sizi yerinizden yurdunuzdan etmek peşinde! Görüşünüz nedir bu konuda?”
111-112 – Yetkililer: “Onu ve kardeşini alıkoy, bütün şehirlere de görevliler yolla, usta sihirbazların hepsini senin huzuruna getirsinler” dediler.
113 – Bütün büyücüler Firavun’a gelip: “Galip gelecek olursak, herhalde mutlaka bize büyük bir mükâfat verilir, değil mi?” dediler. [27,57-60]
114 – Firavun: “Elbette! Üstelik siz benim gözdelerimden olacaksınız” dedi. [3,45; 4,172]
115-116 – Büyücüler: “Mûsâ! Önce sen mi hünerini ortaya koyacaksın yoksa biz mi koyalım?” deyince Mûsâ: “Siz ortaya koyun!” dedi.
Vakta ki atacaklarını ortaya koydular, halkın gözlerini büyülediler, onları dehşete düşürdüler, hasılı müthiş bir sihir sergilediler. [2,124; 4,79]
117 – Biz de Mûsâ’ya “Asanı yere bırak” diye vahyettik.
Bir de ne baksınlar: Asa onların yaptıkları sihir, gözboyacılık kabilinden her şeyi yutuyor! [20,69; 26,45] {KM, Çıkış 7,12}
118 – Böylece gerçek ortaya çıktı ve onların bütün yaptıkları boşa çıktı.
119 – İşte o Firavun ve takımı yenilip küçük düştüler.
120 – Büyücüler hep birden secdeye kapandılar.
121-122 – “İman ettik” dediler, “O Rabbul-âlemine, Mûsâ ve Harun’un Rabbine!”
123-124 – Firavun: “Demek siz, dedi, benden izin almadan ona iman ettiniz hâ!
Şüphe yok ki bu, yerli olan kıbtî ahaliyi yurtlarından sürmek için, sizin şehirde beraberce planladığınız gizli bir oyundur.
Ama yakında bileceksiniz başınıza gelecekleri!
Evet, ellerinizi ve ayaklarınızı, değişik taraflardan olarak keseceğim, sonra da hepinizi toptan asacağım!” [20,71]
125-126 – Onlar: “Biz elbette Rabbimize döneceğiz.
Senin bize kızman da sırf Rabbimizin bize gelen âyetlerine iman etmemizden!
Biz de O’na yönelerek deriz ki: “Ey bizim büyük Rabbimiz! Sabır kuvvetiyle doldur kalbimizi, yağmur gibi sabır yağdır üzerimize
ve sana teslimiyette sebat eden kulların olarak can emanetimizi teslim al!” [20,72-75]
127 – Firavun’un halkının yetkilileri ona: “Ne yapıyorsun, Mûsâ ile kavmini, seni ve senin tanrılarını terketsinler, ülkede bozgunculuk yapsınlar diye kendi hallerine mi bırakacaksın?” dediler.
Firavun: “Hayır, onların erkek evlatlarını öldürüp, kız çocuklarını hayatta bırakacağız.
Biz elbette onların üzerinde tam bir hâkimiyet sahibiyiz” diye cevap verdi.
Bir önceki Firavun da Hz. Mûsâ’nın dünyaya geleceği sırada İsrailoğullarının çoğalmamaları için böylesi bir uygulama yapmıştı. Hz. Mûsâ’ya tâbi olanlara uygulanan bu ikinci işkence döneminin Mineftah adlı Firavun’un yönetimine rastladığı söylenmektedir.
128 – Mûsâ kavmine şöyle dedi: “Allah’tan yardım dileyin ve sabredin.
Muhakkak ki dünya Allah’ın mülküdür; kullarından dilediğini oraya varis kılar.
Güzel âkıbet, elbette müttakilerindir.”
129 – İsrailoğulları: “Biz, hem sen bize gelmeden önce, hem de sen bize peygamber olarak geldikten sonra işkenceye mâruz kaldık!” diye yakındılar.
Mûsâ ise, şöyle dedi: “Hele biraz daha sabredin. Umulur ki, Rabbiniz düşmanlarınızı imha eder de, onların yerine sizi hâkim kılıp nasıl hareket edeceğinize bakar.”
130 – Biz Firavun hanedanı düşünüp ibret alsınlar diye, senelerce onları kuraklık, kıtlık ve ürün azlığı ile cezalandırdık.
131 – Onlara iyilik, bolluk geldiğinde: “Hâ işte bu bizim hakkımız! Kendi becerimizle bunu elde ettik” derlerdi.
Eğer kendilerine bir kötülük gelirse onu, Mûsa ile beraberindeki müminlerin uğursuzluklarına verirlerdi.
Dikkat edin, iyiliği olduğu gibi kötülüğü de yaratmak, ancak Allah’ın kudretiyledir fakat onların çoğu bilmezler.
132 – Ve şöyle derlerdi: “Bizi büyülemek için sen hangi mûcizeyi getirirsen getir, imkânı yok, sana inanacak değiliz!”
133 – Biz de kudretimizin ayrı ayrı delilleri olarak onların üzerine tufan gönderdik,
çekirgeler gönderdik, haşerat gönderdik,
kurbağalar gönderdik, kan gönderdik.
Yine de inad edip büyüklük tasladılar ve suçlu bir topluluk oldular. [17,101; 27,12] {KM, Çıkış 7 ve 12. bölümler; Mezmurlar 105;28-36}
Firavun halkına gönderilen bu felaketlerin gerek nitelikleri, gerek süreleri hakkında, Kur’ân’da hiçbir bilgi ve işaret bulunmuyor. İsrailiyat kaynaklı ayrıntılı hikayeler bazı tefsirlerde yer almıştır.
134 – Azap üzerlerine çökünce dediler ki: “Mûsâ! Rabbin ile arandaki ahit uyarınca, bizim için O’na yalvar.
Eğer bu azabı üstümüzden kaldırırsan, mutlaka sana inanacak ve İsrailoğullarını da seninle göndereceğiz.”
135 – Biz, geçirecekleri bir süreye kadar onlardan azabı kaldırınca da yeminlerinden döndüler.
136 – Biz de âyetlerimizi yalan sayıp umursamadıkları için onlardan intikam alarak denizde boğduk. {KM, Çıkış 14,27-28; Tesniye 11,4; Mezmurlar 106,9-11}
137 – Horlanan, ezilen milleti de, bereketlerle donattığımız o ülkenin doğularına ve batılarına (yani tamamına) varis kıldık.
Böylece sabretmelerine mükâfat olarak İsrail oğullarına, senin Rabbinin yaptığı güzel vaad tamamen gerçekleşti.
Firavun ile kavminin yaptıkları binaları ve yetiştirdikleri bahçeleri ise imha ettik. [28,5-6; 44,25-28]
Bazı tefsirler İsrailoğullarının Mısır’ın efendileri kılındığını anlamışlardır. Fakat bu âyetten onların Filistin’e vâris kılındıklarını anlamak daha makuldür. Zira Mısır’a vâris olduklarına dair Kur’ân’da bir işaret olmadığı gibi Mısır tarihinde de buna ait bilgi yoktur.
İsrailoğulları Firavun’un suda boğulduğu yerin doğusunda bulunan Mısır’a bağlı toprakların büyük kısmına malik olmuşlardır.
138-140 – İsrailoğullarını denizden geçirdik.
Derken yolları, kendilerine mahsus birtakım putlara tapan bir topluluğa uğradı.
“Mûsâ! dediler, bunların tanrıları olduğu gibi bize de bir tanrı yapıver!” O ise:
“Siz” dedi, “gerçekten cahil bir milletsiniz!
Çünkü şu imrendiğiniz kimselerin dini yıkılmıştır ve yaptıkları bütün ameller de boşunadır.
Hem Allah size bunca lütufta bulunup öteki insanlara üstün kılmış olduğu halde, hiç ben sizin için O’ndan başka bir Tanrı arar mıyım?” [2,47]
Buradaki insanlar Sinada yaşayan Mısırlılardı. Hz. Mûsâ ve kavmi muhtemelen, şimdiki Süveyş ili ile İsmâiliye arasından bir yerden Kızıldenizi geçmişlerdi. Mısır’a bağlı Sina yarımadasındaki Mafka şehrinde günümüze kadar kalan Mısırlılara ait bir mâbed bulunmaktadır. İsrailoğullarının bunlar gibi inanç sahiplerine özendikleri anlaşılıyor. 2,93 âyetinden, Mısır’daki uzun kölelik döneminin İsrailoğulları üzerinde kalıcı tesirler bıraktığı, bu arada sığır cinsini tanrılaştırma alışkanlığı kazandıkları anlaşılıyor.
141 – Hem düşünün ki, sizi Firavun hanedanından kurtarmıştık.
Onlar ki size pek acı bir işkence uyguluyor, oğullarınızı hep öldürüyor, kızlarınızı ise, kendilerine hizmetçilik etmeleri için hayatta bırakıyorlardı.
Bunda, Rabbiniz tarafından size büyük bir imtihan vardı. {KM, Çıkış 1,16}
142 – Otuz geceyi ibadetle geçirmesi ve Tevrat’ı almaya hazırlanması için, Mûsa ile sözleşip huzurumuza kabul ettik.
Sonra on gece daha ilave ettik. Böylece Rabbinin belirlediği müddet tam kırk gece oldu.
Mûsâ, kardeşi Harun’a: “Kavmim içinde benim vekilim ol, onları güzelce yönet ve sakın müfsitlerin yoluna uyma!” dedi. [2,51] {KM, Çıkış 19. bölüm ve 24,18; 34,28; Tesniye 9,9; 5,2-4}
İsrailoğulları hürriyetlerine kavuşunca muvahhid topluluğun uyacakları şeriatı bildirmek üzere Cenab-ı Allah Hz. Mûsâ’yı kırk günlüğüne Sinaya çağırdı. Sina dağının tepesinde bugün, Hz. Mûsâ’nın kırk gün kaldığı mağara bulunur. Kutsal bir ziyaret yeri olan bu mağara yakınında bir cami, bir kilise, bir de Justinyen zamanında yapılmış bir manastır vardır.
143 – Mûsâ tayin ettiğimiz vakitte gelip de Rabbi ona hitab edince:
“Ya Rabbi, dedi, göster bana Zatını, bakayım Sana!” Allah Teâlâ şöyle cevap verdi:
“Sen Beni göremezsin. Ama şimdi şu dağa bak, eğer yerinde durursa sen de Beni görürsün!”
Derken Rabbi dağa tecelli eder etmez onu un ufak ediverdi. Mûsâ da düşüp bayıldı.
Kendine gelince dedi ki: “Sübhansın ya Rabbî. Her noksanlıktan münezzeh olduğun gibi, dünyada Seni görmemizden de münezzehsin.
Bu talebimden ötürü tövbe ettim. Ben ümmetim içinde Seni görmeden iman edenlerin ilkiyim!” [4,153] {KM, Çıkış 33,18.20; Tekvin 32,31. Yuhanna 1,18; I Korintos. 13,12}
Hz. Mûsâ (a.s.), Allah’ın kelamını işitip onun şevk ve neşesiyle içinde, Rabbini görme iştiyakı uyandı. Allah Teâlâ dünya gözü ile Zatını göremeyeceğini bildirdi. Cennetliklerin Allah’ı görmek şerefine erecekleri âyet ve hadislerle sabittir (75,22-23). “Şüphe yok ki siz şu dolunayı gördüğünüz gibi, Rabbinizi de göreceksiniz.”
144 – Buyurdu ki: “Mûsâ! Ben seni risaletlerim, mesajlarımla ve hitabıma mazhar etmemle öbür insanlar arasından seçip mümtaz kıldım.
Şimdi şu sana verdiğim nübüvveti al ve bu nimetime şükreden kullarımdan ol!”
145 – Ona verdiğimiz levhalarda, insanlara öğüt olmak üzere her şeyi tafsilatlı olarak buyurduk.
Sen bunlara kuvvetle sarıl ve ümmetine de o hükümlerin daha sevaplı olanlarına sarılmalarını emret.
İtaat dışına çıkanların diyarlarını ise nasıl târumar ettiğimi yakında size göstereceğim.” [28,43] {KM, Çıkış 24,12; 31,18}
Tevrat, bu levhaların taştan olduğunu ve yazıların Allah Teâla tarafından yazıldığını bildirir. Kur’ân da bunu Allah’a izafe etmekle beraber yazının melek vasıtasıyla mı, Hz. Mûsâ tarafından mı, bizzat Allah tarafından mı yazıldığı tasrih edilmez.
“Tevrat’taki şeylerin en güzeli” kavramı, birkaç yoruma elverişlidir. Mesela: Farzlar mübahlardan daha güzeldir. Kısas caiz ise de affetmek daha güzeldir. Birkaç ihtimal varsa, o tefsirlerden biri diğerlerine göre daha güzel olabilir.
146 – Dünyada haksız yere büyüklük taslayanları, âyetlerimi gereği gibi anlamaktan uzaklaştırırım.
O kibirlenenler her türlü mûcizeyi bile görseler yine de onlara iman etmezler. Doğru yolu görseler o yolu tutmazlar.
Ama sapıklık yolunu görseler o yola girerler.
Öyle! Çünkü onlar âyetlerimizi yalan saymayı âdet haline getirmiş ve onlardan gafil olagelmişlerdir. [6,110; 61,5; 10,96-97]
Kibirliler kalplerini dışardan gelecek aydınlığa öylesine kapatmışlar, Allah da onların bütün varlıklarıyla istedikleri bu sonucu yaratıp kalplerini mühürlemiştir ki gerek tekvinî, gerek tenzilî yani gerek Allah’ın kâinat kitabına koyduğu, gerek indirdiği Kur’ân’a dercettiği ilahî âyetlerin ifade ettiği gerçekleri göremeyecekler, o şan ve şerefi, o mutluluğu tadamayacaklardır.
Kur’ân vahiyle indirildiği gibi, onun makbul yorumu da vahiy sırrına mazhardır. Kur’ân, tevazu ve teslimiyetten uzak olan kibirlilere, gizli hazinelerini açmaz.
147 – Halbuki âyetlerimizi ve âhirete kavuşacaklarını yalan sayanların bütün işleri ve eserleri boşa çıkmıştır. Böyle olmayıp ne olacaktı ya? Onlar yaptıklarından başkasıyla mı karşılık göreceklerdi?
Âhirete inanmadıklarından, orada da bekleyecekleri hiç bir karşılık olamaz. Mesele bu kadar vazıhtır! Çünkü, âhiretin varlığını hesabına alarak yaşayanlar oraya göre hazırlananlar, oradan faydalanmaya hak kazanırlar. Bir şeyi inkâr edenin, ondan hak taleb etmeye hakkı olamaz.
148 – Mûsâ Tevrat’ı almak için ayrıldıktan sonra ümmeti, zinet takımlarından, böğürür gibi ses çıkaran bir buzağı heykeli yapıp tanrı edindiler.
Görmemişler miydi ki o heykel onlara hitap edemiyordu, kendilerine yol da gösteremiyordu. Fakat buna rağmen onu tanrı edindiler ve zalimlerden oldular. [20,85]
Mısırdan çıkışın üzerinden daha üç ay geçmeden, buzağıya tapma şirki İsrailoğulları arasında başlamış oluyordu. Bunca mûcizelere rağmen, bu dönek tabiatları sebebiyle kendi soylarından olan bazı peygamberler “İsrail milletini daha ilk gecesinde kocasına ihanet eden ve kocasından başka bütün erkeklere sevgi gösteren bir kadına benzetmişlerdir.” {KM, Hoşea 2,1-13; Hezekiel 16,15-22; Yeremya 2,20}
149 – Ne vakit ki yaptıklarının saçmalığını anlayıp son derece pişman oldular ve saptıklarını gördüler. “Yemin olsun ki, dediler, eğer Rabbimiz bize merhamet etmez ve bizi affetmezse, muhakkak herşeyimizi kaybedenlerden oluruz.” [20,92-94]
150 – Mûsâ pek öfkeli ve üzgün olarak halkına dönünce:
“Benden sonra arkamdan ne kötü işler yapmışsınız! Rabbinizin emrini çarçabuk terk mi ettiniz!” dedi ve… levhaları yere bırakıverdi.
Kardeşini başından tuttu, kendisine doğru çekiyordu.
Harun ise ona: “Anamın oğlu!” dedi: “İnan ki bu millet beni fena halde hırpaladı, nerdeyse beni linç edip öldüreceklerdi.
Ne olur, düşmanlarımı üstüme güldürme, beni bu zalim milletle bir tutma!” {KM, Çıkış 32,1-5}
151 – Mûsâ: “Ya Rabbî, beni ve kardeşimi affet. Rahmetine bizi de dâhil et; çünkü merhamet edenlerin en merhametlisi Sensin Sen!”
152 – Buzağıya tanrı diye tapanlar var ya, işte onlara Rab’leri tarafından dünya hayatında bir gazap ve bir zillet gelecektir. İşte iftiracıları böyle cezalandırırız Biz! [2,54] {KM, Çıkış 32, 34-35}
153 – Günahları işledikten sonra, arkasından tövbe edip iman edenler için ise Rabbin elbette gafur ve rahîmdir (affı ve merhameti boldur).
154 – Mûsâ’nın öfkesi yatışınca, levhaları yerden aldı.
Onlardaki yazıda, Rab’lerinden çekinenler için hidâyet ve rahmet vardı.
Hz. Mûsâ mikatta iken Samirî’nin aldatmasıyla altından yaptığı buzağıyı putlaştırma fitnesi, Hz. Mûsâ’nın dönmesinden sonra yaptığı uyarmalarla telafi edildi. Mevcut Tevrat’ın altın buzağıyı yapma işini Hz. Harun’a isnad etmesi, (Krş. Çıkış, 31,1-6; Bkz. 20, 90-94), kabul edilemeyecek bir iftira ve cehalettir.
Gelecek âyette bildirildiği üzere onlar pişman olunca, Allah Teâla içlerinden yetmiş temsilci seçerek dağdaki mikat yerinde tövbe etmelerini istedi. Gelecek âyet bu hususu anlatır. Bu yetmiş kişi Allah’ı açıkça görmek isteyince onları yıldırım çarpmıştı (2,54-56). Tevrat, bunların, kırılan levhaların yerine yenilerini almak için mikata çağırıldıklarını bildirir.
155 – Mûsâ ümmetinden yetmiş kişi seçti, onları alıp huzura getirdi.
Gelenlerin bu kabul şerefiyle yetinmeyip Allah’ı açıkça görmek istemeleri üzerine onları şiddetli bir deprem yakaladı.
Mûsâ: “Ya Rabbî! dedi, dileseydin beni de bunları da daha önce imha ederdin.
Şimdi bizi aramızdaki beyinsizlerin yaptıklarından dolayı helâk mi edeceksin?
Bu sırf Senin bir imtihanından ibarettir. Dilediğini bu imtihanla şaşırtır, dilediğine yol gösterirsin.
Sensin bizim Mevlamız! Affet bizi, merhamet eyle! Sen affedenlerin en hayırlısısın!” [2,55; 4,153] {KM, Çıkış 24,100; Sayılar 11,16}
156 – “Bize bu dünyada da, âhirette de iyilik nasib et. Biz Sana yöneldik, Senin yolunu tuttuk.”
Hak Teâlâ da şöyle buyurdu: “Ben dilediğim kimseyi cezalandırırım. Rahmetim ise her şeyi kaplar.
O rahmetimi de Allah’a karşı gelmekten korunan, zekât veren ve özellikle Bizim âyetlerimize iman edenlere nasib edeceğim.” [40,7; 6,54]
157 – Onlar ki yanlarındaki Tevrat ve İncillerde vasıfları yazılı o ümmî Peygambere tâbi olurlar.
O Peygamber ki kendilerine meşrû şeyleri emreder, kötülükleri yasaklar,
kendilerine güzel ve hoş şeyleri mübah, murdar şeyleri ise haram kılar,
üzerlerindeki ağırlıkları, sırtlarındaki zincirleri kaldırıp atar.
Ona iman eden, onu destekleyen, ona yardımcı olan ve onunla beraber indirilen nûra tâbi olanlar var ya, işte felaha erenler onlardır. [3,81; 61,6]
Hz. Mûsâ (a.s.) rahmeti kendisi ve halkı için istedi. Allah Teâla da bunun, ancak bütün insanlığa gönderilecek “Rahmet Peygamberi” olan âhir zaman elçisine uymaya bağlı olduğunu buyurmak sûretiyle bu müjdeyi, tüm insanlığa vaad buyurdu. İşte Mûsâ kıssasının sonuçta vardığı nokta, bu rahmet şeriatının ve ahir zaman Peygamberinin ileride geleceği meselesidir.
Burada Hz. Peygamber hakkında ümmî sıfatının kullanılması çok dikkate değer. Bu kelimenin “öğrenim görmemiş, okuma yazma bilmeyen” mânasından başka, bir de Yahudiler arasında “Kitap sahibi, yani Yahudi olmayan” (gentil) anlamı vardır. Burada her ikisi de kastedilmiştir. Yahudiler ümmîlere değer vermezlerdi (3,75). Allah onların yersiz kavmî gurur ve küstahlıklarını kırmak istemiştir. Hz. Peygamber (a.s.)’ın Tevrat ve İncîl’de müjdelenmesi hk. bkz. 6,20
158 – De ki: Ey insanlar! Ben sizin hepinize Allah tarafından gönderilen Peygamberim.
O ki, göklerin ve yerin hâkimiyeti O’na aittir.
O’ndan başka ilah yoktur. Hayatı veren de, ölümü yaratan da O’dur.
Öyleyse siz de Allah’a ve O’nun bütün kelimelerine iman eden o ümmî nebîye, o resule inanın.
Ona tâbi olun ki doğru yolu bulasınız. [6,19; 11,17; 3,20]
159 – Evet! Mûsâ’nın kavminden bir topluluk da vardır ki hak dinle insanları doğru yola götürür ve onunla halk içinde adaleti tatbik ederler. [3,113; 28,52-54; 2,121]
Bunların kimler olduğu hakkında farklı rivâyetler vardır. Fakat âyetten açıkça anlaşılan şudur ki bunlar, selefte, Hz. Mûsâ’dan sonra gelen İsrail neslinden olan peygamberler ve onlara uyan âdil hükümdarlar, hak hukuk gözeten rabbaniler, hahamlar ve bunlara tâbi olan bir kısım iyi insanlardı ki, Asr-ı saadette Hatemu’lenbiya Efendimizi (a.s.) tasdik edenler de bunların halefleri olmuştur. Demek ki Hz. Mûsâ’nın kavminin hepsi, yukarıda kötü halleri bildirilenler gibi haksız ve zalim değildirler, onlar farklı topluluklara ayrılmışlardır.
160 – Biz onları on iki kabileye, on iki topluluğa ayırdık.
Halkı kendisinden su istediğinde ona: “Asanı taşa vur!” diye vahyettik.
Derhal on iki pınar fışkırdı. Her kabile su alacağı yeri belledi.
Bulutu da üzerlerine gölgelik yaptık.
Kendilerine kudret helvasıyla bıldırcın da indirdik ve dedik ki:
“Size verdiğimiz rızıkların temizlerinden yeyiniz!”
Fakat onlar emrimizi dinlememekle Bize değil, asıl kendilerine zulmediyorlar, kendilerine yazık ediyorlardı.
Tevrat’a göre (Sayılar I, 1-54) Allah Hz. Mûsâ’ya, bütün İsrailoğullarını Sina çölünde toplayıp sayım yaptırmasını emretti. On iki aşirete ayrılıp teşkilatlandılar. Hz. Yâkub’un on ikinci oğlu ve Hz. Mûsâ ile Hz. Harun’un dedelerinin kabilesi Levi aşireti, bunların dışında tutulup bütün aşiretlerin dinî selametleri ile görevlendirildiler. (Bkz, 5,12)
Bu âyetten anladığımıza göre Sina çölünde kaldıkları sürece mûcizevî bir şekilde: 1.Su ihtiyaçları sağlandı. 2.Kavurucu güneşten korunmak için bulutlar gölgelik etti. 3.Gıda olarak bıldırcın kuşu ile kudret helvası ihsan edildi.
İki milyon civarında oldukları söylenen cemaatin böyle bir düzenleme olmaksızın o çölde durmaları mümkün değildi. Fakat gelecek âyetlerin de bildirdiği üzere, devamlı sûrette nankörlük etmişler ve bu nankörlüğün sonuçlarına da katlanmak zorunda kalmışlardır.
161 – O vakit onlara denildi ki: “Şu şehre (Kudüse) yerleşin, oranın ürünlerinden dilediğiniz şekilde yiyin, yararlanın, affını diliyoruz ya Rabbî!” deyin
ve şehrin kapısından tevazû ile eğilerek girin ki suçlarınızı bağışlayalım.
İyi ve güzel davrananlara, ayrıca daha fazla mükâfatlar vereceğiz.”
162 – Ama aralarındaki zalimler, sözü kasden değiştirdiler, başka bir şekle soktular.
Biz de zulmü âdet haline getirdikleri için üzerlerine gökten azap salıverdik.
163 – Bir de onlara o deniz kıyısında bulunan şehir halkının başına gelenleri sor.
Hani onlar sebt (cumartesi) gününün hükmüne saygısızlık edip Allah’ın koyduğu sınırı çiğniyorlardı.
Şöyle ki: Sebt gününün hükmünü gözettiklerinde balıklar yanlarına akın akın geliyordu;
Sebt yapmadıkları gün ise gelmiyordu. İşte fâsıklıkları, yoldan çıkmaları sebebiyle onları böyle imtihan ediyorduk.
Bu şehrin, Akabe limanına yakın Eyle şehri olduğu genellikle kabul edilir. Bu sahil şehri Hz. Süleyman’ın Kızıldeniz’deki donanmasının merkezi idi. Âyette bildirilen bu olay, Yahudilerin ne dinî, ne de tarihî kitaplarında yer almıyor. Medine Yahudileri tarafından bilindiği kesindir. Zira onlar birçok konuda Peygamberimize itirazları ile meşhur oldukları halde, bu hususta hiçbir itirazları olmamıştır.
164 – Hani onlardan bir cemaat: “Allah’ın yerle bir edeceği veya şiddetli bir felaket göndereceği şu gürûha ne diye boşuna öğüt verip duruyorsunuz?” demişti.
O salih kişiler de: “Rabbinize mazeret arzedebilmek için! Bir de ne bilirsiniz, olur ki Allah’a karşı gelmekten nihayet sakınırlar ümidiyle öğüt veriyoruz” diye cevap verdiler.
165-166 – Kendilerine verilen öğütleri ve uyarıları kulak ardı edip onları bir tarafa bırakınca,
içlerinden kötülükleri önlemeye çalışanları kurtarıp o zalimleri fâsıklıkları yüzünden şiddetli bir azaba uğrattık.
Şöyle ki: Onlar serkeşlik edip yasakları çiğnemekte ısrar edince onlara: “Hor ve hakir maymunlar haline gelin” diye emrettik.
Şiddetli azabın, maymuna çevirme olduğu, yani bunun daha önceki cümleyi tekid ettiği söylenmiştir. Meal buna göredir.
167 – O vakit Rabbin, kıyamet gününe kadar onları kötü azaba uğratacak kimseler ortaya çıkaracağını bildirdi.
Muhakkak ki Rabbin, dilediğinde cezayı çabucak veren, ama aslında gafurdur, rahîmdir (affı ve merhameti boldur).
168 – Onları parça parça topluluklar halinde dünyanın her yerine dağıttık. Aralarında iyi kimseler de vardı, iyi olmayanlar da.
Kötülüklerden dönüş yaparlar diye onları gâh nimetler, gâh musîbetlerle imtihan ettik.
169 – Onlardan sonra hayırsız bir nesil geldi ki bunlar kitaba (Tevrat’a) vâris oldular,
ama âyetleri tahrif etme karşılığında şu değersiz dünya metâını alıp “Nasılsa affa nail oluruz!” düşüncesiyle hareket ettiler.
Af umarken bile, öbür yandan yine gayr-ı meşrû bir metâ, bir rüşvet zuhûr etse, onu da alırlar.
Peki onlardan, Allah hakkında hak ve gerçek olandan başka bir şey söylemeyeceklerine dair kitapta mevcut hükümler uyarınca söz alınmamış mıydı?
Ve kitabın içindekileri ders edinip okumamışlar mıydı?
Halbuki ebedî âhiret yurdu, Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için elbette daha hayırlıdır.
Hâlâ aklınızı başınıza almayacak mısınız?
170 – Kitaba sarılanlar ve namazı gerektiği şekilde yerine getirenler bilsinler ki,
Biz iyilik için çalışanların mükâfatlarını asla zâyi etmeyiz.
171 – Hem bir vakit biz o dağı bir gölgelik gibi İsrailoğullarının başlarının üstüne kaldırmıştık da onlar, dağın üzerlerine düşeceğini sanmışlardı.
O zaman demiştik ki: Size verdiğimiz bu kitab’a ciddiyetle sarılın ve içindeki gerçekleri düşünüp hiç hatırınızdan çıkarmayın ki Allah’ı sayıp kötülüklerden sakınasınız.
172-173 – Rabbinin Âdem evlatlarından, misak aldığını da düşünün:
Rabbin onların bellerinden zürriyetlerini almış ve onların kendileri hakkında şahitliklerini isteyerek “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” buyurunca onlar da “Elbette!” diye ikrar etmişlerdi.
Kıyamet günü “Bizim bundan haberimiz yoktu!”
Yahut: “Ne yapalım, daha önce babalarımız Allah’a şirk koştular, biz de onlardan sonra gelen bir nesil idik, şimdi o bâtılı başlatanların yaptıkları sebebiyle bizi imha mı edeceksin?” gibi bahaneler ileri sürmeyesiniz diye Allah bu ikrarı aldı. [4,176; 30,30; 33,72; 57,8]
Bu âyette Cenab-ı Allah, Kendisini Rab kabul ettiklerine dair insanlardan ikrar aldığını bildirmektedir. Bu ahdin zaman ve mekânı hakkında farklı anlayışlar mevcuttur. Âyet-i kerime bu esas prensibi kesin olarak ortaya koymakla beraber, işin cereyan tarzını kesin olarak bildirmediğinden anlayış farkları ortaya çıkmıştır. Şöyle ki:
a- Babasının sulbünden ayrıldığı sırada olmuştur.
b- Baba sulbünden çıkıp ana rahmine düşerek yumurtayı döllemesiyle ceninin oluşmasını müteakip ruh üflenme vaktinde (takriben dört aylık iken) olmuştur.
c- Büluğa erme çağında Allah’ın nimetlerine ve rububiyetine bizzat şahit olmaları tarzında olmuştur. Bu yorumu yapanlar âyette temsili (sembolik) bir anlatım olduğunu düşünürler ve derler ki: Allah varlığının, birliğinin delillerini kâinata yerleştirmiştir. Kendi varlıklarına yerleştirdiği akılları da buna tanıklık etmiştir. Bunları yapmakla, insanın Rabbini ikrar etmesi için bütün şartları hazırlamasıyla âdeta onun şahitliğini almış saymıştır.
d- İnsanlığın babası Hz. Âdemin sulbünden kıyamete kadar gelecek bütün zürriyetini çıkarıp onlara: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” dedi. Onlar da: “Elbette” dediler. Ve o gün takdir kalemi, kıyamete kadar olacak şeyleri yazdı, bitirdi. Bu son izah aslında çeşitli tariklerden hadis olarak rivâyet edilmiştir. Tefsircilerin ekserisi bunu kabul ettikleri gibi, müslümanlar arasında en yaygın inanç da budur. Bütün insanların aslını teşkil eden genlerin, bütün insanların Babasının sulbüne sığabileceğini genetik biliminden öğrenmekteyiz. Allah rûhlar aleminde bu ilk ahdi almış olup, bizlerin “kalû belâ”dan beri müslüman olmamıza mani yoktur. Allah’ın kudreti böyle yapmayı dilemişse öyledir. Vallahu a’lem.
174 – İşte Biz böylece, âyetleri iyice açıklıyoruz, olur ki düşünürler de inkârlarından dönüş yaparlar.
175-176 – Onlara, kendisine âyetlerimiz hakkında ilim nasib ettiğimiz kimsenin de kıssasını anlat: Evet, o adam bu ilme rağmen o âyetlerin çerçevesinden sıyrıldı, şeytan da onu peşine taktı, derken azgınlardan biri olup çıktı.
Eğer dileseydik, onu o âyetler sayesinde yüksek bir mevkiye çıkarırdık, lâkin o yere saplandı ve hevasının esiri oldu.
Onun hali tıpkı köpeğin durumuna benzer: Üzerine varsan da dilini sarkıtıp solur; kendi haline bıraksan da yine dilini salar solur! İşte bu, tıpkı âyetlerimizi yalan sayan kimselerin misalidir. Sen olayı onlara anlat, olur ki düşünüp kendilerine çekidüzen verirler.
177 – Âyetlerimizi yalan sayarak sırf kendi kendilerine zulmeden o kimselerin hali, ne çirkin bir ibret levhasıdır!
178 – Allah kime hidâyet ederse işte doğru yolu bulan odur; kimi de şaşırtırsa işte onlar da kaybedenlerin ta kendileridir.
179 – Biz cehennem için cinlerden ve insanlardan öyle kimseler yarattık ki onların kalpleri vardır ama bu kalblerle idrâk etmezler, gözleri vardır onlarla görmezler, kulakları vardır onlarla işitmezler.
Hâsılı onlar hayvanlar gibi, hatta onlardan da şaşkındırlar. İşte asıl gafil olanlar onlardır. [46,26; 2,18; 8,23; 22,46; 2,171] {KM, İşaya 6,9-10; Matta 13,13-14}
180 – En güzel isimler Allah’ındır, o halde bu isimlerle O’na dua edin. O’nun isimleri konusunda haktan sapanları terkedin. Onlar işlediklerinin cezasını çekeceklerdir. [17,110; 20,8]
Allah Teâla sayılamayacak kadar fazla güzel fiilleri ve eserleri ile Kendisini tanıtmaktadır. Bu fiillerin kaynağı O’nun güzel isimleri, isimlerin kaynağı da zatî ve sübûtî sıfatlarıdır. Allah Kendisini nasıl tanıtıyorsa insanın da öyle tanıması gerekir. Yoksa insan kendi sınırlı akıl ve duyuları ile Allah’ı tavsif etmeye kalkarsa ciddî eksiklikler ve yanlışlar yapabilir. Kur’ân, Allah’ı ulûhiyetin nihayetsiz hususiyetlerini ortaya koyacak en güzel isimlerle tanıtır. Bu ilahî isimler vasıtasıyla insan, yaşayışının her türlü durumunda Allah ile bir bağ kurma imkânına kavuşur. Esma-yı hüsnanın en önemli işlevi Allah ile insan, insan ile Allah arasında münasebetleri en ideal bir seviyede gerçekleştirmektir. Kur’ân, insanlığa indirdiği esma-yı hüsna bağları ile, şirkin ayrı ayrı tanrılara dağıttığı birçok kavramı, Allah ile münasebete koyar. Böylece bu isimler, insanlık için mümkün olan en yüksek seviyede bir marifetullahı gerçekleştirirler. Hz. Peygamber (a.s.) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın 99 ismi vardır. Kim bunları bellerse, bunlarla Allah’ı zikrederse cennete girer.” Alimlerin çoğuna göre, esma-yı hüsna tevkifîdir, yani dinde hangileri bildirilmiş ise yalnız onlar kullanılır. Mesela: “Allah alîmdir”, denir, ama aynı mânaya geliyor diye “Allah âriftir, fatîndir, bilgedir” denilmez. Allah’a yaraşmayan isimler vermek, veya vasfettiği bazı isimleri O’na vermemek, O’nun isimlerini putlar hakkında kullanmak, yahut o isimleri te’villerle gerçeğinden saptırmak tarzlarında olur. Mezkûr yanlışlardan her biri, Allah’ın isimleri konusunda “haktan sapma” ya girer.
181 – Yarattıklarımız içinde, daima Hakka giden yolu gösteren ve onunla adaleti gerçekleştiren bir topluluk vardır.
Hz. Peygamber (a.s.m) “İsa nüzul edinceye kadar ümmetim içinde, hak üzere kaim olan bir topluluk eksik olmayacaktır.” Bir rivayette: “Kıyamet kopuncaya kadar, hak üzere kaim olan bir topluluk eksik olmayacaktır” buyurmuştur.
182 – Âyetlerimizi yalan sayanları, farkına varamayacakları şekilde yavaş yavaş helâke yaklaştırırız. [6,44-45]
183 – Ben onlara mühlet veririm; fakat vakti gelince Benim cezalandırmam pek kesin ve şiddetlidir.
184 – Bunlar hiç düşünmediler mi ki kendilerine tebliğde bulunan arkadaşları Muhammedde delilikten hiçbir eser yoktur. O sadece ilerideki tehlikelerden kurtarmak için görevli bir uyarıcıdır. [34,46; 81,22] {KM; Yuhanna 7,20; 8,48}
185 – Hiç düşünmezler mi göklerin ve yerin hükümranlığını, o muazzam saltanatı?
Düşünmezler mi Allah’ın yarattığı herhangi bir mahlûktaki ilahî düzenlemeyi?
Onu da düşünmezlerse bari ecellerinin yaklaşmış olabileceği ihtimalini?
O halde buna iman etmedikten sonra, daha hangi söze inanırlar?
186 – Allah kimi şaşırtırsa onu doğru yola getirecek yoktur. Allah onları azgınlıkları içinde bırakır, körükörüne yuvarlanır giderler. [5,41; 10,101]
187 – Sana kıyametin ne zaman geleceğini sorarlar.
De ki: “Onun ne zaman geleceğine dair bilgi yalnız Rabbimin nezdindedir. Vaktini O’ndan başkası açıklayamaz.
O kıyamet öyle bir meseledir ki, ne göklerde ve ne de yerde ona tahammül edecek hiç kimse yoktur!”
O size ansızın gelecektir. Sen sanki onu biliyormuşsun gibi onu sana soruyorlar.
De ki: “Ona dair gerçek bilgi yalnız Allah’ın nezdindedir; ama insanların çoğu bunu bilmezler.” [21,38; 42,18; 79; 42] {KM, Matta 24,3; Markos 13,32}
188 – De ki: “Ben kendim için bile Allah dilemedikçe hiçbir şeye kadir değilim:
Ne fayda sağlayabilirim, ne de gelecek bir zararı uzaklaştırabilirim.
Şayet gaybı bilseydim elbette çok mal mülk elde ederdim, bana hiç fenalık da dokunmazdı.
Ama ben iman edecek kimseler için sadece bir uyarıcı ve bir müjdeleyiciyim.” [72,26]
Bu iki âyet, hak din olan İslâm’ın başlıca delillerini pek güzel özetlemiştir.
1. Hz. Muhammed (a.s.) gibi son derece akıllı, son derece dürüst, güvenilir, güzel ahlâkın her bölümünde mükemmel bir şahsiyetin onu tebliğ edip yaşamasında tatbik etmesi.
2. Göklerin, yerin ve her bir yaratığın iyice incelenmesi, o mükemmel nizamın, her şeye kadir mükemmel bir yaratıcısının mutlaka bulunduğu.
3. Âciz ve fanî olan insanın, diğer bütün insanlar gibi dünyadan ayrılacağı gerçeği. Bütün hayatları emanet veren, onları istisnasız geri alıyor. Şimdiye kadar gerçeği anlamadıysa, bari imtihan vakti dolmak üzere iken fırsatı değerlendirip, Hakka dönmeli. Hasılı, bu üç küllî delilden de anlamayan insanın, gerçeği bulmasına yol kalmamıştır.
189 – O’dur ki sizi bir tek candan yarattı ve bundan da, gönlü kendisine ısınsın diye eşini inşa etti.
Erkek eşini sarıp bürüdü, o da hafif bir yük yüklendi, hamile kaldı. Onu bir müddet taşıdı.
Hamileliği ağırlaşınca her ikisi de Rableri olan Allah’a yönelip “Eğer bize sağlıklı, kusursuz bir evlat verirsen mutlaka Sana şükreden kullarından oluruz” diye yalvardılar. [4,1; 49,13; 30,21] {KM, Tekvin 2,21-22}
190 – Fakat Allah kendilerine kusursuz bir çocuk verince, annesi de babası da ölçüyü kaçırıp verdiği çocuk sebebiyle şirke bulaştılar.
Tuttular, Allah’a birtakım şerikler yakıştırdılar. Halbuki Allah onların yakıştırdıkları her türlü ortaktan münezzehtir.
191-193 – O’na hiç bir şey yaratmaya güç yetiremeyen, zaten kendileri de yaratılıp duran mahlûkları mı eş ortak sayıyorlar?
Halbuki o şerikler, kendilerini putlaştıranların imdadına yetişemezler.
Hatta onlar kendi nefislerine bile yardım sağlayamazlar.
Şayet siz onları doğru yola çağıracak olursanız size uymazlar.
O müşrikleri siz ha hakka çağır mışsınız, ha susmuşsunuz, size karşı onların durumu aynıdır. [22,73-74; 37,95; 37,93; 21,58]
194-195 – Allah’tan başka dua ve ibadet ettiğiniz bütün putlar, sizin gibi kullardır.
Onların tanrılığı hakkındaki iddianız yerinde ise, haydi bakalım onları çağırın da size cevap versinler bakalım!
Nasıl icabet edecekler ki, onların yürüyecek ayakları mı var? Yoksa tutacak elleri mi var?
Veya görecek gözleri mi var? Yahut işitecek kulakları mı var, neleri var?
De ki: “Haydi bütün şeriklerinizi çağırın, sonra bana istediğiniz tuzağı kurun, haydi elinizden geliyorsa bir an bile göz açtırmayın!” {KM, Mezmurlar 115,2-8; İşaya 44,9-20}
196 – Zira benim mevlam, o kitabı indiren Allah’tır ve O bütün iyi kulların koruyucusu olup onları korur. [11,54-56; 26,75-78; 43,26-28]
197 – Allah’tan başka yardımınıza çağırdığınız tanrılarınız ise sizin imdadınıza yetişemezler, hatta kendilerine bile fayda ve yardımları dokunmaz.
198 – Siz o müşrikleri (veya putları) doğru yola dâvet ederseniz işitmezler.
Onların sana baktığını görürsün ama, aslında onlar görmezler. [35,14]
199 – Sen af ve müsamaha yolunu tut, iyiliği emret, cahillere aldırış etme.
200 – Her ne zaman şeytandan sana bir vesvese gelecek olursa, hemen Allah’a sığın. Çünkü o duaları işitip icabet eder ve her şeyi bilir.
Allah’ın emirlerine ve rızasına aykırı tarafa çeken, içten içe dürten herhangi bir vesvese gelirse, müminin Allah’a sığınması, istiaze kalesine girmesi emrolunuyor. İnanç esasları, ibadetler, haramlar, insanlara karşı davranışlar, hülasa insanın hayatında karşılaşacağı her türlü durumda vesveseye mâruz kalınca Allah’a yönelmek, O’nun korumasına girmek gerekir. Âyetin muhatabı zahiren Hz. Peygamber görünmekle beraber, aslında bu hitabı işiten bütün insanlardır.
201 – Allah’a karşı gelmekten sakınanlara şeytandan bir hayal sinyali ilişince, hemen düşünüp kendilerini toparlar, basiretlerine tam sahib olurlar. [3,7]
Allah’a karşı gelmekten sakınanlar, müttakiler, kendilerini tam emniyette hissetmezler. Şeytan onları da etkilemeye çalışır. Fakat onlar bunu bildiklerinden, şeytanın bir tayf, bir hayal eseri gibi bir etkisine mâruz kalıp gözleri bulanabilir. Ama çok geçmeden gerçeği sezer, Allah’a sığınmak gerektiğini hatırlar, basiretleri açılır, vartadan kurtulurlar.
202 – Şeytanların dostlarına gelince, şeytanlar onları azgınlığa sürükler, sonra da yakalarını bırakmazlar.
203 – Onlara keyfî olarak istedikleri bir âyet veya mûcize getirmediğin zaman
“Hiç değilse birşeyler bulup buluştursaydın yâ!” derler.
De ki: “Ben, sadece Rabbimden ne vahyolunursa ona tâbi olurum. Bütün bu Kur’ân Rabbinizden gelen basiretlerdir, gönül gözlerini açan gerçekleri gösteren nurlardır. İman edecek kimseler için bir hidâyet ve rahmettir.” [2,129; 6,104]
204 – Öyle ise, Kur’ân okunduğunda hemen ona kulak verin, susup dinleyin ki merhamete nail olasınız.
Gerek namazda, gerek namaz dışında Kur’ân okunurken mânasını bilmeyenlerin sükût edip sükûnet ve huşû ile dinlemeleri, bilenlerin ise mânalarını da düşünmeye çalışarak dinlemeleri gerekir.
205 – Sabah ve akşam Rabbini, içinden yalvararak, ürpererek ve yüksek olmayan, kendinin işitebileceği bir sesle zikret, gafillerden olma! [17,110; 76,25]
206 – Rabbine yakın melekler O’na kulluk ve ibadet etmekten asla kibirlenmez, hep O’nu tenzih ederler ve yalnız O’na secde ederler.
Kur’ân-ı Kerîm’de 14 âyetin okunması veya işitilmesi sırasında “tilavet secdesi” yapılır. Bu secdeyi yapmak vaciptir.
Mushaf-ı Şerifteki sıraya göre bu âyetler şunlardır:
A’râf, 206; Ra’d 15; Nahl 49; İsra 107; Meryem 58; Hac 18; Furkan 60; Neml 25; Secde 15; Sad 24; Fussilet 38; Necm 62; İnşikak 21; Alak 19.
Kur'an-ı Kerim Dosyaları
Sitemizde sanatçıya ait toplam 50 eser bulunmaktadır. Sanatçının sayfasına gitmek için tıklayın.
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.