Ahmet El Acemi-8.Cüz
8.CÜZ-LATİNCE
6-ENAM SURESİ
Bismillahirrahmanirrahim
111. Ve lev ennena nezzelna ileyhimül melaikete ve kelemmehümül mevta ve haşerna aleyhim külle şey’in kubülem ma kanu li yü’minu illa ey yeşaellahü ve lakinne ekserahüm yechelun
112. Ve kezalike cealna li külli nebiyyin adüvven şeyatıynel insi vel cinni yuhıy ba’duhüm illa ba’dın zuhrufel kavli ğurura ve lev şae rabbüke ma fealuhü fezerhüm ve ma yefterun
113. Ve li tesğa ileyhi ef’idetüllezıne la yü’minune bil ahırati ve li yerdavhü ve li yakterifu ma hüm mukterifun
114. E fe ğayrallahi ebteğıy hakamev ve hüvellezı enzele ileykümül kitabe müfassala vellezıne ateynahümül kitabe ya’lemune ennehu münezzelüm mir rabbike bil hakkı fe la tekunenne minel mümterın
115. Ve temmet kelimetü rabbike sıdkav ve adla la mübeddile li kelimatih ve hüves semıul alım
116. Ve in tütı’eksera men fil erdı yüdılluke an sebılillah iy yettebiune illez zanne ve in hüm illa yahrusun
117. İnne rabbeke hüve a’lemü mey yedıllü an sebılil ve hüve a’lemü bil mühtedın
118. Fe külu mimma zükirasmüllahi aleyhi in küntüm bi ayatihı mü’minın
119. Ve maleküm ella te’külu mimma zükirasmüllahi aleyhi ve akd fassale leküm ma harrame aleyküm illa madturirtüm ileyh ve inne kesıral le yüdıllune bi ehvaihim bi ğayri ılm inne rabbeke hüve a’lemü bil mu’tedın
120. Ve zeru zahiral ismi ve batıneh innellezıne yeksibunel isme seyüczevne bima kanu yakterifun
121. Ve la te’külu mimma lem yüzkerismüllahi aleyhi ve innehu lefısk ve inneş şeyatıyne le yuhune ila evliyaihim li yücadiluküm ve in eta’tümuhüm inneküm le müşrikun
122. E ve men kane meyten fe ahyeynahü ve cealna lehu nuray yemşı bihı fin nasi ke mem meselühu fiz zulümati leyse bi haricim minha kezalike züyyine lil kafirıne ma kanu ya’melun
123. Ve kezalike cealna fı külli karyetin ekabira mücrimıha li yemküru fıha ve ma yemkürune illa bi enfüsihim ve ma yeş’urun
124. Ve iza caethüm ayetün kalu len nü’mine hatta nü’ta misle ma utiye rusülüllah Allahü a’lemü haysü yec’alü risaleteh seyüsıybüllezıne ecramu sağarun ındellahi ve azabün şedıdüm bima kanu yemkürun
125. Fe mey yüridillahü ey yehdiyehu yeşrah sadrahu lil islam ve mey yürid ey yüdılehu yec’al sadrahu dayyikan haracen ke ennema yessa’adü fis sema’ kezalike yec’alüllahür ricse alellezıne la yü’minun
126. Ve haza sıratu rabbike müstekıyma kad fessalnel ayati li kavmiy yezzekkerun
127. Lehüm darus selami ınde rabbihim ve hüve veliyyühüm bima kanu ya’melun
128. Ve yevme yahşurühüm cemıa ya ma’şeral cinni kadisteksertüm minel ins ve kale evliyaühüm minel insi rabbenestemtea ba’duna bi ba’dıv ve belağna ecelenellezı eccelte lena kalen naru mesvaküm halidıne fıha illa ma şaellah inne rabbeke hakımün alım
129. Ve kezalike nüvellı ba’daz zalimıne ba’dam bima kanu yeksibun
130. Ya ma’şeral cinni vel insi e lem ye’tiküm rusülüm minküm yekussune aleyküm ayatı ve yünziruneküm likae yevmiküm haza kalu şehidna ala enfüsina ve ğarrathümül hayatüd dünya ve şehıdu ala enfüsihim ennehüm kanu kafirın
131. Zalike el lem yekür rabbüke mühlikel kura bi zulmiv ve ehlüha ğafilun
132. Ve li küllin deracatüm mimma amilu ve ma rabbüke bi ğafilin amma ya’melun
133. Ve rabbükel ğaniyyü zür rahmeh iy yeşa’ yüzhibküm ve yestahlif mim ba’diküm ma yeşaü kema enşeeküm min zürriyyeti kavmin aharın
134. İnnema tuadune leativ ve ma entüm bi mu’cizın
135. Kul ve kavmı’melu ala mekanetiküm innı amil fe sevfe ta’lemune men tekunü lehu akıbetüd dar innehu la yüflihuz zalimun
136. Ve cealu lillahi mimma zerae minel harsi vel en’ami nesıyben fe kalu haza lillahi bi za’mihim ve haza li şürakaina fe ma kane li şürakaihim fe la yesılü ilellah ve ma kane lillahi fe hüve yesılü ila şürakaihim sae ma yahkümun
137. Ve kezalike zeyyene li kesırim minel müşrikıne katle evladihim şürakaühüm li yürduhüm ve li yelbisu aleyhim dınehüm ve lev şaellahü ma fealuhü fezerhüm ve ma yefterun
138. Ve kalu hazihı en’amüv ve harsün hıcr la yat’amüha illa men neşaü bi za’mihim ve en’amün hurrimet zuhuruha ve en’amül la yezkürunesmellahi aleyheftiraen aleyh seyeczıhim bima kanu yefterun
139. Ve kalu ma fı butuni hazihil en’ami halisatül li zükurina ve muharramün ala ezvacina ve iy yeküm meyteten fe hüm fıhi şüraka’ seyeczıhim vasfehüm innehu hakımün alım
140. Kad hasirallezıne katelu evladehüm sefehem bi ğayri ılmiv ve harramu ma razekahümüllahüftiraen alellah kad dallu ve ma kanu mühtedın
141. Ve hüvellezı enşee cennatim ma’ruşativ ve ğayra ma’ruşativ ven nahle vez zer’a muhtelifen ükülühu vez zeytune ver rummane müteşabihev ve ğayra müteşabih külu min semerihı iza esmera ve atu hakkahu yevme hasadihı ve la tüsrifu innehu la yühıbbül müsrifın
142. Ve minel en’ami hamuletev ve ferşa külu mimma razekakümüllahü ve la tettebiu hutuvatiş şeytan innehu leküm adüvvüm mübın
143. Semaniyete ezvac mined da’nisneyni ve minel ma’zisneyn kul azzekerayni harrame emil ünseyeyn nebiunı bi ılmin in küntüm sadikıyn
144. Ve minel ibilisneyni ve minel bekarisneyn kul azzekerayni harrame emil ünseyeyni emmeştemelet aleyhi erhamül ünseyeyn em küntüm şühedae iz vessakümüllahü bi haza fe men azlemü mimmeniftera alellahi kezibel li yüdıllen nase bi ğayri ılm innellahe la yehdil kavmez zalimın
145. Kul la ecidü fı ma uhıye ileyye müharramen ala taımiy yat’amühu illa ey yekune meyteten ev demem mesfuhan ev lahme hınzırin fe innehu ricsün ev fiskan ühille li ğayrillahi bih fe menidturra ğayra bağıv ve la adin fe inne rabbeke ğafurur rahıym
146. Ve alellezıne hadu harramna külle zı zufür ve minel bekari vel ğanemi harramna aleyhim şühumehüma illa ma hamelet zuhuruhüma evil havaya ev mahteleta bi azm zalike cezeynahüm bi bağyihim ve inna lesadikun
147. Fe in kezzebuke fe kur rabbüküm zu rahmetiv vasiah ve la yüraddü be’sühu anil kavmil mücrimın
148. Seyekulüllezıne eşraku lev şaellahü ma eşrakna ve la abaüna ve la harramna min şey’ kezalike kezzebellezıne min kablihim hatta zaku be’sena kul hel ındeküm min ılmin fe tuhricuhü lena in tettebiune illez zanne ve in entüm illa tahrusun
149. Kul fe lillahil huccetül baliğah fe lev şae le hedaküm ecmeıyn
150. Kul helümme şühedaekümüllezıne yeşhedune ennellahe harrame haza fe in şehidu fe la teşhed meahüm ve la tettebı’ ehvaellezıne kezzebu bi ayatina vellezıne la yü’minune bil ahırati ve hüm bi rabbihim ya’dilun
151. Kul tealev etlü ma harrame rabbüküm aleyküm ella tüşriku bihı şey’a ve bil valideyni ıhsana ve la taktülu evladeküm min imlak nahnü nerzükuküm ve iyyahüm ve la takrabül fevahışe ma zahera minha ve ma betan ve la taktülün nefselletı harramellahü illa bil hakk zaliküm vessaküm bihı lealleküm ta’kılun
152. Ve la takrabu malel yetımi illa billetı hiya ahsenü hatta yeblüğa eşüddeh ve evfül keyle vel mizane bil kıst la nükellifü nefsen illa vüs’aha ve iza kultüm fa’dilu ve lev kane za kurba ve bi ahdillahi evfu zaliküm vassaküm bihı lealleküm tezekkerun
153. Ve enne haza zıratıy müstekıymen fettebiuh ve la tettebius sübüle fe teferraka biküm an sebılih zaliküm vassaküm bihı lealleküm tettekun
154. Sümme ateyna musel kitabe temamen alellezı ahsene ve tefsıylel likülli şey’iv ve hüdev ve rahmetel leallehüm bi likai rabbihim yü’minun
155. Ve haza kitabün enzelnahü mübarakün fettebiuhü vetteku lealleküm türhamun
156. En tekulu innema ünzilel kitabü ala taifeteyni min kablina ve in künna an dirasetihim leğafilın
157. Ev tekulu lev enna ünzile aleynel kitabü le künna ehda minhüm fe kad caeküm beyyinetüm mir rabiküm ve hüdev ve rahmeh fe min azlemü mimmen kezzebe bi ayatillahi ve sadefe anha seneczillezıne yasdifune an ayatina suel azabi bi ma kanu yasdifun
158. Hel yenzurune illa en te’tiyehümül melaiketü ev ye’tiye rabbüke ev ye’tiye ba’du ayati rabbik yevme ye’tı ba’du ayati rabbike la yenfeu nefsen ımanüha lem tekün amenet min kablü ev kesebet fı ımaniha hayra kulintezıru inna müntezırun
159. İnnellezıne ferreku dınehüm ve kanu şiyeal leste minhüm fı şey’ innema emruhüm ilellahi sümme yünebbiühüm bima kanu yef’alun
160. Men cae bil haseneti fe lehu aşru emsaliha ve men cae bis seyyieti fe la yücza illa misleha ve hüm la yuzlemun
161. Kul innenı hedanı rabbı ila sıratım müstekıym dınen kıyemem millete ibrahıme hanıfa ve ma kane minel müşrikın
162. Kul inne salati ve nüsükı ve mahyaye ve mematı lillahi rabbil alemın
163. La şerıke leh ve bi zalike ümirtü ve ene evvelül müslimın
164. Kul e ğayrallahi ebğıy rabbev ve hüve rabbü külli şey’ ve la teksibü küllü nefsin illa aleyha ve la teziru vaziratüv vizra uhra sümme ila rabbiküm merciuküm fe yünebbiüküm bima küntüm fıhi tahtelifun
165. Ve hüvellezı cealeküm halaifel erdı ve rafea ba’daküm fevka ba’dın deracatil li yeblüveküm fı ma ataküm inne rabbeke serıul ıkabi ve innehu le ğafurur rahıym
7-ARAF SURESİ
Bismillahirrahmanirrahim
1. Elif lam mim sad
2. Kitabün ünzile ileyke fe la yekün fı sadrike haracüm minhü li tünzira bihı ve zikra lil mü’minın
3. İttebiu ma ünzile ileyküm mir rabbiküm ve la tettebiu min dunihı evliya’ kalılem ma tezekkerun
4. Ve kem min karyetin ehleknaha fe caeha be’süna beyaten ev hüm kailun
5. Fe ma kane da’vahüm iz caehüm be’süna illa en kalu inna künna zalimın
6. Fe le nes’elennellezıne ürsile ileyhim ve le nes’elennel murselın
7. Fe le nekussanne aleyhim bi ılmiv ve ma künna ğaibın
8. Vel veznü yevmeizinil hakk fe men sekulet mevazınühu fe ülaike hümül müflihun
9. Ve men haffet mevazınühu fe ülaikellezıne hasiru enfüsehüm bima kanu bi ayatina yazlimun
10. Ve le kad mekkennaküm fil erdı ve cealna leküm fıha meayiş kalılem ma teşkürın
11. Ve le kad halaknaküm sümme savvernaküm sümme kulna lil melaiketiscüdu li ademe fe secedu illa iblıs lem yeküm mines sacidın
12. Kale ma meneake ella tescüde iz emartük kale ene hayrum minhhalaktenı min nariv ve halaktehu min tıyn
13. Kale fehbıt minha fe ma yekunü leke en tetekebbera fıha fahruc inneke mines sağırın
14. Kale enzırnı ila yevmi yüb’asun
15. Kale inneke minel münzarın
16. Kale fe bima ağveytenı le ak’udenne lehüm sıratakel müstekıym
17. Sümme le atiyennehüm mim beyni eydıhim ve min halfihim ve an eymanihim ve an şemailihim ve la tecidü ekserahüm şakirın
18. Kalehruc minha mez’umem medhura le men tebiake minhüm le emleenne cehenneme minküm ecmeıyn
19. Ve ya ademüskün ente ve zevcükel cennete fe küla min haysü şi’tüma ve la takraba hazihiş şecerate fe tekuna minez zalimın
20. Fe vesvese lehümeş şeytanü li yübdiye lehüma mavuriye anhüma min sev’atihima ve kale ma nehaküma rabbüküma an hazihiş şecerati illa en tekuna melekeyni ev tekuna minel halidın
21. Ve kasemehüma innı leküma le minen nasıhıyn
22. Fe dellahüma bi ğurur fe lemma zakaş şecerate bedet lehüma sev’atühüma ve tafika yahsifani aleyhima miv verakıl cenneh ve nadahüma rabbühüma e lem enheküma an tilküemş şecerati ve ekul leküma inneş şeytane leküma adüvvüm mübın
23. Kala rabbena zalemna enfüsena ve il lem tağfir lena ve terhamna lenekunenne minel hasirın
24. Kalehbitu ba’duküm li ba’dın adüvv ve leküm fil erdı müstekarruv ve metaun ila hıyn
25. Kale fıha tahyevne ve fıha temutune ve menha tuhracun
26. Ya benı ademe kad enzelna aleyküm libasey yüvarı sev’atiküm ve rışev ve libasüt takva zalike hayr zalike min ayatillahi leallehüm yezzekkerun
27. Ya benı ademe la yeftinennekümüş şeytanü kema ahrace ebeveyküm minel cenneti yenziu anhüma libasehüma li yüriyehüma sev’atihima innehu yeraküm hüve ve kabılühu min haysü la teravnehüm inna cealneş şeyatıyne evliyae lillezıne la yü’minun
28. Ve iza fealu fahışeten kalu vecedna aleyha abaena ballahü emerana biha kul innellahe la ye’müru bil fahşa’ e tekulune alellahi ma la ta’lemun
29. Kul emera rabbı bil kıstı ve ekıymu vücuheküm ınde külli mescidiv bedeeküm teudun
30. Ferıkan heda ve ferıkan hakka aleyhimüd dalaleh innehümüt tehazüş şeyatıyne evliyae min dunillahi ve yahsebune ennehüm mühtedun
31. Ya benı ademe huzu zıneteküm ınde külli mescidiv ve külu veşrabu ve la tüsrifu innehu la yühıbbül müsrifın
32. Kul men harrame zınetellahilletı ahrace li ıbadihı vet tayyibati miner rızk kul hiye lillezıne amenu fil hayatid dünya halisatey yevmel kıyameh kezalike nüfassılül ayati li kavmiy ya’lemun
33. Kul innema harrame rabbiyel fevahışe ma zahera minha ve ma betane vel isme vel bağye bi ğayril hakkı ve en tüşriku billahi ma lem yünezzil bihı sültanev ve en tekulu alellahi ma la ta’lemun
34. Ve li külli ümmetin ecel fe iza cae eclühüm la yeste’hırune saatev ve la yestakdimun
35. Ya benı ademe imma ye’tiyenneküm rusülüm minküm yekussune aleyküm ayatı fe menitteka ve asleha fe la havfün aleyhim ve la hüm yahzenun
36. Vellezıne kezzebu bi ayatina vestekberu anha ülaike ashabün nar hüm fıha halidun
37. Fe men azlemü mimmeniftera alellahi keziben ev kezzebe bi ayatih ülaike yenalühüm nesıybühüm minel kitab hatta iza caethüm rusülüna yeteveffevnehüm kalu eyne ma küntüm ted’une min dunillah kalu dallu anna ve şehidu ala enfüsihim ennehüm kanu kafirın
38. Kaledhulu fı ümemin kad halet min kabliküm minel cinni vel insi fin nar küllema dehalet ümmetül leanet uhteha hatta ized daraku fıha cemıan kalet uhrahüm li ulahüm rabbena haülai edalluna fe atihim azaben dı’fem minen nar kale li küllin dı’füv ve lakil la ta’lemun
39. Ve kalet ulahüm li uhrahüm fe ma kane leküm aleyna min fadlin fe zukul azabe bima küntüm teksibun
40. İnnellezıne kezzebu bi ayatina vestekberu anha la tüfettehu lehüm ebvabüs semai ve la yedhulunel cennete hatta yelicel cemelü fı semmil hıyad ve kezalike neczil mücrimın
41. Lehüm min cehenneme mihadüv ve min fevkıhüm ğavaş ve kezalike necziz zalimın
42. Vellezıne amenu ve amilus salihati la nükellifü nefsen illa vüs’aha ülaike ashabül cenneh hüm fıha halidun
43. Ve neza’na ma fı sudurihim min ğıllin tecrı min tahtihimül enhar ve kalül hamdü lillahillezı hedana li haza ve ma künna li nehtediye lev la en hedanellah le kad caet rusülü rabbina bil hakk ve nudu en tilkümül cennetü uristümuha bima küntüm ta’melun
44. Ve nada ashabül cenneti ashaben nari en kad vecedna ma veadena rabbüna hakkan fe hel vecedtüm ma veade rabbüküm hakka kalu neam fe ezzene müezzinüm beynehüm el la’netüllahi alez zalimın
45. Ellezıne yesuddune an sebılillahi ve yebğuneha ıveca ve hüm bil ahırati kafirun
46. Ve beynehüma hıcab ve alel a’rafi ricalüy ya’rifune küllem bisımahüm ve nadev ashabel cenneti en selamün aleyküm lem yedhuluha ve hüm yatmeun
47. Ve iza surifet ebsaruhüm tilkae ashabin nari kalu rabbena la tec’alna meal kavmiz zalimın
48. Ve nada ashabül a’rafi ricaley ya’rifunehüm bisımahüm kalu ma ağna anküm cem’uküm ve ma küntüm testekbirun
49. E haülaillezıne aksemtüm la yenalühümüllahü bi rahmeh üdhulül cennete la havfün aleyküm ve la entüm tahzenun
50. Ve nada ashabün nari ashabel cenneti en efıdu aleyna minel mai ev mimma razekakümüllah kalu innellahe harramehüma alel kafirın
51. Ellezınettehazu dınehüm lehvev ve leıbev ve ğarrathümül hayatüd dünya fel yevme nensahüm kema nesu likae yevmihim haza ve ma kanu bi ayatina yechadun
52. Ve le kad ci’nahüm bi kitabin fassalnahü ala ılmin hüdev ve rahmetel li kavmiy yü’minun
53. Hel yenzurune illa te’vıleh yevme ye’tı te’vılühu yekulüllezıne nesuhü min kablü kad caet rusülü rabbina bil hakk fe hel lena min şüfeae fe yeşfeu lena ev nüraddü fe na’mele ğayrallezı künna na’mel kad hasiru enfüsehüm ve dalle anhüm ma kanu yefterun
54. İnne rabbekümüllahüllezı halekas semavati vel erda fı sitteti eyyamin sümmesteva alel arşi yuğşil leylen nehara yatlübühu hasısev veş şemse vel kamera ven nücume müsehharatim bi emrih ela lehül halku vel emr tebarakellahü rabbül alemın
55. Üd’u rabbeküm tedarruav ve hufyeh innehu la yühıbbül mu’tedın
56. Ve la tüfsidu fil erdı ba’de ıslahıha ved’uhü havfev ve tamea inne rahmetellahi karıbüm minel muhsinın
57. Ve hüvellezı yürsilür riyaha büşram beyne yedey rahmetih hatta iza ekallet sehaben sikalen suknahü li beledim meyyitin fe enzelna bihil mae fe ahracna bihı min küllis semerat kezalike nuhricül mevta lealleküm tezekkerun
58. Vel beledüt tayyibü yahrucü nebatühu bi izni rabbih vellezı habüse la yahrucü illa nekida kezalike nüsarrifül ayati li kavmiy yeşkürun
59. Le kad erselna nuhan ila kavmihı fe kale ya kavmı’büdüllahe ma leküm min ilahin ğayruh innı ehafü aleyküm azabe yevmin azıym
60. Kalel meleü min kavmihı inna li nerake fı dalalim mübın
61. Kale ya kavmi leyse bı dalaletüv ve lakinnı rasulüm mir rabbil alamın
62. Übelliğuküm risalati rabbı ve ensahu leküm ve a’lemü minellahi ma la ta’lemun
63. E ve acibtüm en caeküm zikrüm mir rabbiküm ve li tetteku ve lealleküm türhamun
64. Fe kezzebuhü fe enceynahü vellezıne meahu fil fülki ve ağraknellezıne kezzebu bi ayatina innehüm kanu kavmen amın
65. Ve ila adin ehahüm huda kale ya kavmı’büdüllahe maleküm min ilahin ğayruh e fe la tettekun
66. Kalel meleüllezıne keferu min kavmihı inna le nerake fı sefahetiv ve inna le nesunnüke minel kazibın
67. Kale ya kavmi leyse bı sefahetüv ve lakinnı rasulüm mir rabbil alemın
68. Übelliğuküm risalati rabbı ve ene leküm nasıhun emın
69. E ve acibtüm en caeküm zikrum mir rabbiküm ala racülim minküm li yünziraküm vezküru iz cealeküm hulefae mim ba’di kavmi nuhıv ve zadeküm fil halkı bestah fezküru alaellahi lealleküm tüflihun
70. Kalu eci’tena li na’büdellahe vahdehu ve nezera ma kane ya’büdü abaüna fe’tina bima teıdüna in künte mines sadikıyn
71. Kale kad vekaa aleyküm mir rabbiküm ricsüv ve ğadab e tücadilunenı fı esmain semmeytümuha entüm ve abaüküm ma nezzelellahü biha min sültan fentezıru innı meaküm minel müntezırın
72. Fe enceynahü vellezıne meahü bi rametim minna ve kata’na dabirallezıne kezzebu bi ayatina ve ma kanu mü’minın
73. Ve ila semude ehahüm saliha kale ya kavmi’büdüllahe maleküm min ilahin ğayruh kad caetküm beyyinetüm mir rabbiküm hazihı nakatüllahi leküm ayeten fe zeruha te’kül fı erdıllahi ve la temessuha vi suin fe ye’huzeküm azabün elım
74. Vezküru iz cealeküm hulefae mim ba’di adiv ve bevveeküm fil erdı tettehızune min sühuliha kusurav ve tenhıtunel cibale büyuta fezküru alaellahi ve la ta’sev fil erdı müfsidın
75. Kalel meleül lezınestekberu min kavmihı lillezınes tud’ıfu li men amene minhüm eta’lemune enne saliham murselüm mir rabbih kalu inna bima ürsile bihı mü’minun
76. Kalellezınestekberu inna billezı amentüm bihı kafirun
77. Fe akarun nakate ve atev an emri rabbihim ve kalu ya salihu’tina bima teıdüna in künte minel murselın
78. Fe ehazethümür racfetü fe asbehu fı darihim casimın
79. Fe tevella anhüm va kale ya kavmi le kad eblağtüküm risalete rabbı ve nesahtü leküm ve lakil la tühıbbunen nasıhıyn
80. Ve lutan iz kale li kavmihı ete’tunel fahışete ma sebekaküm biha min ehadim minel alemın
81. İnneküm le te’tuner ricale şehvetem min dunin nisa’ bel entüm kavmüm müsrifun
82. Ve ma kane cevabe kavmihı illa en kalu ahricuhüm min karyetiküm innehüm ünasüy yetetahherun
83. Fe enceynahü ve ehlehu illemraetehu kanet minel ğabirın
84. Ve emtarna aleyhim metara fenzur keyfe kane akıbetül mücrimın
85. Ve ila medyene ehahüm şüayba kale ya kavmı’büdüllahe maleküm min ilahin ğayruh kad caetküm beyyinetüm mir rabbiküm fe evfül keyle vel mızane ve la tebhasün nase eşyaehüm ve la tüfsidu fil erdı ba’de ıslahıha zaliküm hayrul leküm in küntüm mü’minın
86. Ve la tak’udu bi külli sıratın tuıdune ve tesuddune an sebılillahi men amene bihı ve tebğuneha ıveca vezküru iz küntüm kalılen fe kesseraküm venzuru keyfe kane akıbetül müfsidın
87. Ve in kane taifetüm minküm amenu billezı ürsiltü bihı ve taifetül lem yü’minu fasbiru hatta yahkümellahü beynena ve hüve hayrul hakimın
8.CÜZ-MEAL
6-ENAM SURESİ
111 – Biz onlara, dedikleri gibi melekleri de indirseydik,
ölüler diriltilip kendileriyle konuşsaydı,
istedikleri her şeyi toplayıp karşılarına koysaydık,
onlar, ihtimali yok, yine iman edecek değillerdi.
Allah dilerse o başka. Fakat onların çoğu bunu bilmezler. [17,92; 6,124; 25,21; 10,96-97]
112 – Böylece biz her peygambere, insan ve cin şeytanlarını düşman yaptık.
Onlardan kimi kimine, aldatmak için birtakım yaldızlı sözler fısıldayıp telkin ederler.
Eğer Rabbin dileseydi, bunu yapamazlardı.
O halde onları, düzmekte oldukları yalanlarıyla başbaşa bırak! [3,184; 6,34; 41,43; 25,31]
113 – Bir de bu telkini, âhirete inanmayanların gönülleri ona meyletsin, derken ondan hoşlansınlar ve işledikleri suçlarını işlemeye devam etsinler diye yaparlar.
114 – De ki: “Allah size o kitabı, içinde hak ile batıl birbirinden ayırt edilmiş tarzda açıklanmış olarak indirmişken, sizinle aramızdaki davâyı hükme bağlamak için Allah’tan başka bir hakem mi arayacak mışım?
Kendilerine daha önce kitap verdiğimiz kimseler de bilirler ki bu kitap gerçekten Rabbin tarafından indirilmiştir.
Sakın bundan şüphen olmasın! [10,94]
115 – Rabbinin sözü, doğruluk ve adalet bakımından tam kemalindedir.
O’nun sözlerini değiştirebilecek yoktur. O hakkıyla işitir ve bilir.
116 – Eğer dünyada bulunan insanların çoğuna uyarsan, seni Allah’ın yolundan saptırırlar.
Onlar sırf zanna uyarlar ve kafadan atarlar. [12,103; 37,71]
117 – Muhakkak ki Rabbin, Kendisinin yolundan sapanları pek iyi bildiği gibi,
doğru yolda olanları da çok iyi bilir.
118 – Artık, o sapanların sözlerine kulak asmayın da,
-Allah’ın âyetlerini tasdik ediyorsanız-
Kesilirken üzerine Allah’ın adı anılmış olan hayvanların etini yeyin.
119 – Kesilirken üzerlerine Allah’ın adı anılmış olan hayvanların etlerinden niçin yemiyecek mişsiniz?
O, zaten size haram kıldığı etleri açıkça bildirmiştir; ancak çaresiz kalıp da zaruret mikdarı yemeniz müstesnadır.
Evet, birçokları, bildiklerinden değil, sırf heva ve hevesleriyle halkı saptırıyorlar.
Muhakkak ki Rabbin haddi aşanları pekiyi bilmektedir. [2,173]
Nesefî’nin dediğine göre, fe külû (kesilirken üzerine Allah’ın adı anılmış olan hayvanların etini yeyin) emri (âyet:118) 117. âyetteki saptıranlara uymanın yasaklanmasının bir neticesi durumundadır. Zira onlar haramı helâl, helâli ise haram sayıyorlardı. Bu şöyle olmuştu: Müslümanlara diyorlardı ki: “Siz Allah’a kulluk ettiğinizi iddia ediyorsunuz. Öyleyse sizin öldürdüğünüzü yemektense, Allah’ın öldürdüğünü yemeniz gerekmez mi?” Bu âyetle müminlere deniliyor ki: “Siz kesin olarak iman ediyorsanız, öyleyse özellikle kesilirken üzerine Allah’ın adı zikredilen eti yeyin, yoksa onların putlarının adı zikredilerek kesileni veya kendiliğinden öleni yemeyin. Hem Allah adına kesilmiş olanı yemenize ne engel var ki? O, sizin öldürdüğünüz değil, Allah adına kesilen helâl ve hoş rızıktır”
120 – Günahın açığını da bırakın, gizlisini de: Çünkü günah işleyenler elbette yaptıklarının cezasını çekeceklerdir.
121 – Allah adına kesilmeyen hayvanın etini yemeyin! Bu, Allah yolundan çıkmaktır, isyandır.
Şeytanlar kendi adamlarına sizinle mücadele etmeleri için telkinlerde bulunurlar.
Şayet onlara uyarsanız, siz de düpedüz müşrik olur çıkarsınız. [9,31]
Zebiha konusunda üç türlü içtihad vardır. a-Allah’ın adı zikredilmeksizin boğazlanan hayvanın eti helâl değildir, besmele ister kasden, ister yanılarak terkedilsin (İbn Ömer, Nâfi, İmam Malik, Davud). b-Besmele şart değil, müstehabdır, ister kasden, ister sehven terkedilsin (İbn Abbas, Şafiî, İmam Ahmed). c-Besmeleyi unutarak terketmek zarar vermez, fakat kesen kimse kasden terketmiş ise o hayvanın eti helâl olmaz (Hz. Ali, Hasan el-Basrî, Ebû Hanîfe).
122 – Ölü iken kendisini dirilttiğimiz ve insanlar arasında yürümesi için kendisine bir ışık (iman nûru) verdiğimiz kişi, karanlıklarda kalıp çıkamayan kimse gibi olur mu hiç?
Olmaz ama kâfirlere, yapmakta oldukları işler böyle güzel gösterilir. [67,22; 11,24; 35,19-23]
123 – Mekke’de olduğu gibi her şehirde de ileri gelen mücrimleri, yüksek mevkilerde bulundururuz ki oralarda hîleler çevirsinler. Onlar böyle yapmakla kendilerini aldatırlar da farkında olmazlar. [17,16; 34,34-35; 43,23; 71,22; 34,31-33; 29,13; 16,25]
124 – Bir âyet gelip de bu kâfirlere tebliğ edilince “Allah’ın resullerine verilen risaletin benzeri bize verilmedikçe, sana asla iman etmeyiz.” derler. Allah peygamberliği kime vereceğini pek iyi bilir.
Yaptıkları hîleler sebebiyle, suç işleyenlere, Allah tarafından bir zillet ve şiddetli bir azap erişecektir. [25,21; 6,10; 43,31-32; 40,60]
125 – Hasılı Allah kimi doğru yola koymak isterse, onun kalbini İslâm’a açar.
Kimi de saptırmak isterse, onun göğsünü sanki o kişi gökte yükseliyormuşcasına dar ve tıkanık yapar.
İşte Allah böylece, imana gelmeyenlere rüsvaylık verir. [20,25; 39,22; 49,7] {KM, II Makkabe 1,4; Resullerin işleri 16,14}
İnkâr zihniyeti ile rûhu kirlenmiş kimse Allah’ın birliğinin delillerini düşünmeye dâvet edilince, göğe çıkarcasına zorlanır, göğe yükselen kimsenin nefesinin tıkanması gibi göğsü tıkanır. Mânen böyle olduğu gibi, âyet bunun maddî tezahürüne de işaret etmektedir. Zira yükseğe çıktıkça oksijen azalır ve solunum güçlüğü çekilir. Her yüz metre yükseldikçe hava basıncı bir derece düşer. Basınç düştükçe nefes almak zorlaşır. Çok yüksekte uçan pilotların özel teneffüs cihazları kullanmaları şart olur. Aksi halde o pilotlar nefessizlikten ölürler.
126 – Bu İslâm yolu Rabbinin dosdoğru yoludur. Düşünüp idrâkini kullanan kimseler için âyetlerimizi iyice açıklamış bulunuyoruz.
127 – Rab’leri nezdindeki selam ülkesi olan cennet onlarındır. Yaptıkları güzel işler sebebiyle Allah, kendilerinin yardımcısıdır.
128 – Gün gelecek, Allah onların hepsini huzurunda toplayıp: “Ey cin topluluğu! İnsanlardan çoğunu yoldan çıkardınız ha!” diyecek.
İnsanlardan onlara uymuş olanlar diyecekler ki: “Ey Ulu Rabbimiz! Kimimiz kimimizden faydalandık ve bize tayin ettiğin müddetin sonuna ulaştık.”
O buyuracak ki: “Meskeniniz ateştir. Allah’ın diledikleri hariç, hepiniz içinde ebedî kalmak üzere oradasınız.” Gerçekten Rabbin hakîmdir, alîmdir (tam hüküm ve hikmet sahibidir ve O herşeyi hakkıyla bilir). [36,60-62]
Allah, ilm-i ezelisinde, imana gireceklerini bildiği ve nüzul vaktine göre ileride müslüman olacak olanları istisna etmektedir.
Bir de şöyle diyenler vardır:” Burada istisna, vakit mânasınadır, yani “Allah’ın dilediği vakitler hariç” demektir. Cehennemlikler zaman zaman ateşten, zemherir soğuğuna nakledilirler.”
129 – İşte biz, işledikleri günahlardan ötürü, zalimlerden kimini kimine musallat ederiz.
Kimini kimine idareci yahut dost yaparız, yahut “kimini kiminin peşine takarız” mânaları da verilmiştir.
130 – Ey cin ve insanlar topluluğu! İçinizden size âyetlerimi anlatan ve bu gününüzle karşılaşacağınızı bildirerek sizi uyaran peygamberler gelmedi mi?
“Ey Yüce Rabbimiz! Kendi aleyhimize şahidiz” diyecekler.
Dünya hayatı onları aldatmıştı. Böylece kendilerinin kâfir olduklarına, yine kendileri şahitlik ettiler. [12,109; 4,163-165; 29,27; 25,20]
131 – İşte bu (şekilde resullerin gönderilmesi, onların uyarmaları), haberleri olmaksızın zulümleri sebebiyle, senin Rabbinin ülkeleri imha etmediği gerçeğinden ileri gelmektedir. [17,15; 16,36; 35,24]
132 – Herkesin yaptıkları işlere göre dereceleri vardır.
Senin Rabbin onların yaptıklarından habersiz değildir. [16,88; 25,69]
133 – Rabbin müstağnidir (herşey ona muhtaçtır, O hiçbir şeye muhtaç değildir), geniş merhamet sahibidir.
Yoksa dilerse sizi ortadan kaldırır, peşinizden yerinize dilediğini getirir, nasıl ki sizi de başkalarının soyundan getirmiştir. [2,143; 4,133; 47,38]
134 – Size vaad edilen şeyler mutlaka gelecektir, siz bunun önüne geçemezsiniz.
135 – De ki: “Ey halkım, vargücünüzle elinizden geleni yapın. Ben vazifemi yapıyorum.
Güzel akıbetin kime ait olacağını yakında bileceksiniz. Şu muhakkak ki zalimler iflah olmazlar. [11,121-122; 58,21; 40,51,52; 21,105; 24,55]
Bu âyette geçen dâr’dan maksat cennet değil, dünyadır. Dolayısıyla mâna şöyle olur: “Allah’ın bu dünyayı yaratmasına sebep olan güzel akıbetin hangimize ait olacağını sonra bileceksiniz.”
Zemahşerî’nin dediği gibi burada nazik bir uyarma vardır. Uyaranın haklı, uyarılanın ise batıl yolda olduğu insaf ve nezaketle anlatılmaktadır.
136 – Allah’ın yarattığı ekinlerden ve hayvanlardan kendilerince Allah’a bir hisse ayırdılar da kendi batıl iddialarınca: “Şu, Allah’ın” dediler, “Şu da uluhiyette ortakları olan putlarımızın.”
Ortakları için ayırdıkları, Allah’ın hissesine konulmaz, ama Allah’a ait olanlar ortaklarının hissesine aktarılır. Bunlar ne kötü hüküm veriyorlar! [16,57; 43,15]
Müşrikler hem Allah için, hem de putları için hububat ekiyorlardı. Allah için ektikleri yetişip, put namına ektikleri gelişmezse, Allah adına ekilenin bir kısmını puta ait hisseye devreder ve derlerdi ki: “Allah ganîdir, putlar ise muhtaçtır.” Aksi olur, yani putlara ait ekin gelişir, Allah’a ayırdıkları ekin gelişmezse, oradan bu tarafa bir şey ilave etmez, “Nasılsa Allah ganîdir” derlerdi. Keza davarları da bölüştürürlerdi. Allah’a ayırdıkları hisseden misafirlere yedirir, putların payını ise putlara ait işlerde harcarlardı.
137 – Yine bunun gibi, onların, Allah’a ibadette ortak saydıkları putlarının hizmetçileri, müşriklerden çoğuna evlatlarını öldürmeyi iyi bir iş gösterdiler ki hem onları mahvetsinler, hem de dinlerini bozup karıştırsınlar.
Allah dileseydi bunu yapamazlardı. O halde onları, uydurdukları yalanlarla başbaşa bırak! [16,58-59; 81,8-9]
Şerikler burada, putun kendisi değil, hizmetçileri, bekçileri veya şeytanlardır. Şerik denilmesi, mallarına ortak olmaları veya itaatlerinde onları Allah’a ortak kıldıkları içindir.
Fakirlik endişesi veya kızlar evlendiklerinde yahut esir olduklarında utanma sebebi olabilirler diye kız çocuklarını öldürme âdetinin çirkinliği bildiriliyor. Ayrıca Cahiliye araplarının “Şu kadar oğlum olursa birini kurban edeyim” diye Allah’a yaklaşma zannı ile de böyle yaptıkları olurdu. Âyet çocuk öldürmenin zararının aileye münhasır kalmayıp aynı zamanda millet hakkında da “mahvetme” olduğunu bildirmektedir. Bu da oldukça düşündürücüdür.
138 – Aynı şekilde dediler ki: “Falan davarlarla ekinlere dokunmak yasaktır; onları bizim dilediklerimizden başkası yiyemez. Falan davarların da sırtları haram kılınmıştır”
Birtakım hayvanlar da vardır ki onları keserken Allah’ın adını anmazlar.
Bütün bunları, onlar Allah’a iftira ederek ortaya çıkarmışlardır. Allah iftiraları sebebiyle onları cezalandıracaktır. [4,119; 5,103; 10,59]
139 – Bir de şöyle dediler: “Falan hayvanların karınlarında olan yavrular, canlı doğarsa sadece erkeklerimize helâl, kadınlarımıza ise haramdır. Eğer ölü doğarsa, hepsi ona ortak olurlar.”
Allah, onların bu kabil iddialarının cezasını verecektir. Çünkü O, hakîmdir, alîmdir (tam hüküm ve hikmet sahibidir ve O herşeyi hakkiyla bilir). [16,116-117]
140 – Bilgisizlik ve düşüncesizlik yüzünden beyinsizce çocuklarını öldürenler ve Allah’ın kendilerine ihsan ettiği rızkı Allah’a iftira ederek haram sayanlar, elbette tam hüsrana uğradılar.
Saptılar bunlar, doğru yolu da bulamadılar!
141 – Asmalı – asmasız bağ ve bahçeleri, mahsûlleri, çeşit çeşit hurma ve ekinleri, birbirine şekil ve renk yönünden benzer, tat bakımından benzemez tarzda yaratıp yetiştiren hep O’dur.
Her biri mahsul verince ürününden yeyin, devşirildiği gün hakkını (öşürünü) da verin, israf etmeyin, çünkü O müsrifleri sevmez.
Bu âyet, öşrün bütün mahsulleri kapsadığına dair İmam Ebû Hanife’nin delillerindendir.
Zekât âyetlerinin Medine’de indiğini düşünenler, buradaki hakkın, Mekke döneminde vacip kılınan bir sadaka olduğunu söyler ve 51,19 ve 70, 24 âyeti ile irtibat kurarlar. “Mamafih bu âyette hak, mutlak olduğundan, zekâta yani öşüre şamil olduğu söylenebilir.”
142 – Davarlardan da çeşit çeşit yarattı: kimi yük taşır, kiminin yününden ve kılından sergi yapılır.
Allah’ın size verdiği rızkından yeyin, fakat şeytanın adımlarını izlemeyin.
Çünkü o sizin besbelli bir düşmanınızdır.
143 – Sekiz çift davar yarattı: koyundan iki, keçiden iki. De ki: İki erkeği mi haram kıldı, yoksa iki dişiyi mi? Yoksa iki dişinin rahimlerinde bulunan yavruları mı haram kıldı?
Eğer iddianızda haklı iseniz bilgi ve belgeye dayanarak haber verin bana! [39,6]
Cahiliye arapları bazan erkek, bazen dişi hayvanları, bazan bunların yavrularını haram sayarlardı. Kur’ân, âyette sayılan sekiz sınıfın ve yavrularının helâl olduğunu bildirip onların bu davranışlarını böylece yeriyor.
Burada vurgulanmak istenen nokta şudur: “Kimse kendi iddiasına göre herhangi bir şeyi haram veya helâl kılamaz. Bu yetki yalnız Allah’a aittir.”
Çift kelimesi yerine “eş” kullanabilirdik. Zira burada bir bakıma “dört çift” söz konusudur. Fakat her eşten biri, öbürü olmaksızın düşünülemeyeceğinden, yani çift kelimesinin çifte kullanımının geçerli oluşundan dolayı çift demeyi tercih ettik.
144 – Ve deveden iki, sığırdan iki. De ki: “İki erkeği mi, iki dişiyi mi, yoksa iki dişinin rahimlerinde bulunan yavruları mı haram kıldı?
Yoksa Allah size bu yasaklamayı yaptığında siz orada hazır ve şahit mi idiniz?
İlimsiz olarak insanları saptırmak için uydurduğu yalanı Allah’a mal edenden daha zalim kimse bulunabilir mi? Allah elbette o zalimler güruhunu muvaffak etmez, emellerine kavuşturmaz.
145 – De ki: Bana vahyolunanlar içinde, bu haram dediklerinizin, yemek isteyen kimseye haram kılındığını görmüyorum. Ancak leş, yahut akıtılmış kan, yahut pis olduğunda hiç şüphe olmayan domuz eti, veya Allah yolundan çıkarak Allah’tan başkası adına kesilen hayvan olursa başka (bunlar haramdır).
Fakat kim çaresiz kalırsa başkasının hakkına tecavüz etmemek ve zaruret sınırını aşmamak üzere bunlardan yiyebilir. Çünkü Rabbin gafurdur, rahimdir (affı ve merhameti boldur).
Âyetin zahiri, yenilmesi haram olan yiyecekleri leş, akan kan, domuz eti ve Allah’tan başkası adına kesilen hayvan eti olarak dört sınıf olarak bildirmektedir. Halbuki haramlar, daha fazladır. Bu güçlüğü gidermek için değişik izahlar yapılmıştır. Bazı âlimlere göre haramlar dörde münhasır olduğundan zaten sorun yoktur. Selef-i Salihîn döneminden beri konu ihtilaflı olduğundan mesele içtihadîdir. Ayrıntılar için geniş tefsirlere bakılmalıdır.
146 – Yahudilere bütün tırnaklı hayvanları haram kıldık. Sığır ve koyunun içyağlarını da haram kıldık. Yalnız sırtlarında yahut bağırsaklarında bulunan veya kemiğe karışan yağları haram kılmadık.
Haddi aşmalarından ötürü onları bu şekilde cezalandırdık. Şüphe yok ki Biz hep doğru söyleriz. [3,93; 4,160] {KM, Levililer 3,3.17; 11,3-8; Tesniye 14,7.15}
Yahudilerin ya Tevrat’tan önceki bazı uygulamalarından veya Tevrat’tan sonra bir kısım din adamlarının ve otoritelerin ilavelerinden ileri gelen (Mesela: deve eti, tavşan etinin haram sayılması gibi) iddialarına kısaca işaret ediliyor.
147 – Eğer onlar seni yalancı sayarsa de ki: “Rabbinizin merhameti geniştir; fakat dilediği zaman O’nun satveti ve azabı, suçlu toplumdan geri çevirilemez.”
148 – Müşrikler diyecekler ki: “Eğer Allah dileseydi, ne biz, ne de atalarımız şirk koşmaz, hiçbir şeyi de haram kılmazdık”
Onlardan öncekiler de peygamberlerini yalancı saymışlardı da nihayet Bizim azabımızı tatmışlardı.
De ki: “Sizin elinizde ortaya koyacağınız bir bilgi, bir belge varsa hemen çıkarıp gösterin. Ama gerçek şu ki: Siz sadece kuru bir zannın ardından gidiyorsunuz düpedüz yalan atıyorsunuz.” [43,20; 16,35]
Sanıldığı gibi müşrikler böyle demekle yaptıkları çirkin işten pişmanlık duymuyorlar. Aslında onlar putlarına Allah’a yaklaştırmaları için ibadet ediyorlar ve bunu yerinde bir iş sayıyorlardı. Şu halde onların bu sözden maksatları: Yaptıkları işin meşrûluğuna bir delil öne sürmektir. Allah’ın iradesinin, emriyle birlikte olduğunu ve iradenin rızayı da gerektirdiğini zannediyorlardı. Bir başka deyişle şöyle demek istiyorlardı: “Şirk koşmamız madem ki Allah’ın iradesi ile, yaratması iledir, öyleyse O’nun nezdinde meşrûdur.” Oysa irade edip yaratmak, rızayı gerektirmez.
149 – De ki: En kesin ve mükemmel delil, Allah’ındır. Evet, O dileseydi hepinizi doğru yola koyardı. [6,35; 10,99; 11,118-119]
150 – “Haydi” de, Allah’ın bunu haram kıldığına dair tanıklık edecek şahitlerinizi getirin!” Eğer onlar yalan yere şahitlik ederlerse, sakın sen onlarla birlikte tanıklık etme.
Âyetlerimizi yalan sayanların ve âhireti tasdik etmeyenlerin keyiflerine uyma.
Nasıl uyarsın ki onlar başkalarını, kendilerinin Rabbi olan Allah’a eşit tutmaktadırlar.
151 – De ki: “Gelin Rabbinizin size neleri haram kıldığını ben okuyup açıklayayım:
O’na hiçbir şeyi ortak yapmayın, anneye babaya iyi davranın, fakirlik endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin, çünkü sizin de onların da rızkını veren Biz’iz.
Kötülüklerin, fuhşiyatın açığına da gizlisine de yaklaşmayın.
Allah’ın muhterem kıldığı cana haksız yere kıymayın.
İşte aklınızı kullanırsınız diye Allah size bunları emrediyor. [4,48; 17,23; 31,14-15; 2,83; 17,31; 7,33; 6,120] {KM, Çıkış 20}
Fuhşiyat (fevahiş) çirkinliği meydanda olan her türlü kötü davranışı kapsar. Kur’ân; zina, eşcinsellik, edep yerlerini açma, üvey anne ile evlenme gibi davranışları, fuhşiyattan sayar. Hadislerde hırsızlık, sarhoş edici içki içme hakkında da bu tabir kullanılır. (Krş. Tevrat, Çıkış, 20, 3-17; Matta İncîli, 5,17-33)
152 – Rüşdüne erinceye kadar, yetimin malına en güzel şeklin dışında bir sûrette yaklaşmayın.
Ölçüyü, tartıyı tam ve doğru yapın. Biz hiç kimseye gücünün yettiğinden fazlasını yüklemeyiz.
Hakkında konuştuğunuz kimse, akrabanız bile olsa, yine doğruyu söyleyin.
Allah’a verdiğiniz ahdi tutun. İşte düşünüp tutasınız diye Allah size bunları emretti. [5,8; 7, 85; 11,85; 17,35; 83,1-6] {KM, Levililer 19,35-36; Tesniye 25,13-16; Hezekiel 45;10}
Müşrikler kendi zanlarına göre “şu haram, bu meşrû” diye iddialaşıyorlardı. Bu ortamda Kur’ân üslûb-i hakîm san’atını kullanarak, onları kısır tartışmalardan vazgeçirip asıl kendilerine hayat verecek güzel davranışlara yöneltmek için 151-152. âyetlerindeki on prensibi bildirmiştir. Bunlar diğer semâvi şeriatlerde de emredilip yürürlükten kaldırılmayan hükümlerdir.
153 – Bir de şu: “İşte benim dosdoğru yolum. Ona tâbi olun. Yoksa başka yollara uymayın ki sizi O’nun yolundan ayırmasın. İşte kötülüklerden sakınasınız diye Allah, size bunları emretti”. [2,257]
Hz. Peygamber (a.s.m) şöyle buyurmuştur: “Allah Teâla bir sırat-ı müstakim koydu. Bu yolun iki tarafında iki duvar vardır ki, duvarlarda birtakım açık kapılar bulunur. Kapılar üzerinde sarkıtılmış perdeler vardır. Yolun başında şöyle diyen bir dâvetçi bulunur: “Ey insanlar! Haydi, hepiniz gelin şu doğru yola girin, dağılmayın.” Bir de yolun üstünde çağıran bir dâvetçi vardır. İnsan, o duvarlardaki kapılardan birini açmak isterse hemen der ki: “Eyvah! Ne yapıyorsun, sakın orayı açma; zira açarsan içine girersin.” İşte doğru yol: İslâm’dır. İki duvar ise: Allah’ın sınırlarıdır, açık kapılar: Allah’ın haramlarıdır. Yolun başındaki münâdi: Allah’ın kitabıdır. Yolun üstündeki münâdi ise: her müslümanın kalbindeki vaizullah (ilahi vaiz)dir.”
154 – Yine Biz, iyi hareket edenlere nimetimizi tamamlamak ve herşeyi iyice açıklamak, bir hidâyet ve rehber olmak üzere Mûsâ’ya kitabı verdik ki Rab’lerine kavuşacaklarına iman etsinler. [46,12; 9,91-92; 28,48; 71,45]
155 – İşte bu Kur’ân da, indirdiğimiz kutlu bir kitaptır. Artık ona tâbi olun, inkâr ve isyandan sakının ki rahmete nail olasınız.
156 – O kitabı indirmemiz, “Bizden önce kitap yalnız iki topluluğa indirildi, biz ise onların okuduklarından habersizdik” dememeniz,
157 – Yahut: “Eğer bize de kitap indirilseydi, biz onlardan daha başarılı olurduk” dememeniz içindir.
İşte size de Rabbinizden açık bir delil, hidâyet ve rahmet geldi. Allah’ın âyetlerini yalan sayıp insanları ona yönelmekten alıkoyandan daha zalim kim olabilir?
Âyetlerimizden yüzçevirerek engelleyenleri bu engellemeleri sebebiyle yaman bir azapla cezalandıracağız.
158 – Onlar imana gelmek için ne bekliyorlar? Meleklerin inmesini mi? Rabbinin imha eden azabının veya Rabbinin kıyamet alâmetlerinden birinin gelmesini mi bekliyorlar? Rabbinin alâmetlerinden biri geldiği gün, daha önce iman etmeyen yahut imanıyla hayır kazanmayan hiçbir kimseye o günkü imanı asla fayda vermez. De ki: “Bekleyin, biz de beklemekteyiz.” [47,18; 40,84-85; 22,17]
Bir hadis meali: “Güneş battığı yerden doğmadıkça kıyamet kopmaz. Güneş battığı yerden doğduğu zaman, bütün insanlar toptan iman edecekler. Fakat işte o gün, daha önce iman etmiş veya imanında bir hayır kazanmış olmayan hiçbir kimseye imanı asla fayda vermez.”
159 – Dinlerini parça parça edip fırka fırka olanlar yok mu, senin onlarla hiç bir alakan yoktur. Onların işi Allah’a kalmıştır. Allah, onların yaptıklarını ileride bir bir onlara bildirip cezalarını verecektir.
Müşriklerin durumu bildirildikten sonra 154. âyetten itibaren Yahudi ve Hıristiyanların dini gruplaşmalarına işaret ediliyor. Bu âyeti gayr-i müslimler hakkında düşünen âlimler yanında, müslümanlar arasında çıkan bid’at fırkalarını kapsayacağını düşünenler de vardır. Âyet, dinin hükümlerinin bir kısmına inanmayan ve böyle bir parçalanmadan ileri gelen fırkalara da şamildir. Fakat dinin kesin hükümlerini inkâr etmeyen muteber içtihad, fıkhî mezhep, tasavvufî meşreb veya uygulamada ortaya çıkan dini hizmet gruplarını bu âyeti ileri sürerek mahkûm etmek, bu âyeti yanlış anlamak olur. Onun için müfessir İbn Kesir: “Zahir olan odur ki âyet; Allah’ın dininden ayrılan ve ona muhalif olanlar hakkındadır” diye uyarmaktadır.
160 – Kim Allah’a güzel bir işle gelirse, iyilik işlerse, ona on misli verilir; kim de bir kötülükle gelirse, sadece kötülüğüne denk bir ceza görür ve hiç kimseye haksızlık edilmez. {KM, Matta 19,29}
161 – De ki: Rabbim beni doğru yola, İbrâhim’in dimdik ayakta duran, batıldan uzak, tamamen Hakka yönelmiş tevhid dinine iletti. O, asla müşriklerden olmamıştı. [2,130; 22,78; 16,120-123]
Allah Teâlanın tevhidin atası olan ve her zaman gerçek inancın temsilcisi olan Hz. İbrâhim (a.s.)’ın dinini zikretmesi düşündürücüdür. Kendisine Yahudi, Hıristiyan adlarını takanlar da, Arap müşrikleri de Hz. İbrâhim’e tam bir saygı ve bağlılık gösteriyorlardı. Bu âyet Hz. Muhammed’in, Hz. İbrâhim’in onun dâvetini yenilemekten başka bir şey yapmadığını, dolayısıyla ona mensup olmayı şeref saydığını göstermekte ve diğer din mensuplarını da Hz. İbrâhim’e sadık bir mensup olmaya dâvet etmektedir.
162-163 – De ki: “Benim namazım da, her türlü ibadetlerim de, hayatım da ölümüm de hep Rabbülalemin olan Allah’a aittir. Eşi ortağı yoktur O’nun. Bana verilen emir budur. O’na ilk teslim olan da benim. [21,25; 10,72; 2,130-132; 12, 101; 10,84]
164 – De ki: “Allah her şeyin Rabbi iken ben O’ndan başka bir rab mı ararım? Herkesin kazandığı, yalnız kendisine aittir. Hiçbir günahkâr, başkasının günahını yüklenmez. Sonunda hep dönüp Rabbinizin huzuruna varacaksınız. O da içinde bulunduğunuz ihtilafın içyüzünü, işin gerçeğini size bildirecektir. [1,5; 11,123; 17,15; 35,8; 67,29; 73,9] [KM, Romalılara 14,12; Galatyalılara 6,5}
165 – O’dur ki sizi dünyada halifeler yapmış ve verdiği nimetlerle sizi denemek için kiminizi kiminize üstün kılmıştır.
Muhakkak ki Rabbin, cezalandırmayı dilediğinde işi çarçabuk bitirir ve muhakkak O gafurdur, rahimdir (affı, merhamet ve ihsanı pek boldur). [43,60; 27,62; 2,30; 7,129; 43,32; 7,129]
Sûrenin Allah’a hamd ile başlayıp O’nun mağfiret, merhamet ve ihsanı ile sona erdirilmesi ne letafetlidir! Son âyette cezalandırmasına delalet vardır, fakat bu devamlılık belirten bir sıfat olmayıp, cezalandırması halinde cezasının şiddetli olduğunu bildirir. Buna karşılık çok affeden, çok merhamet ve ihsan eden mânasına gelen gafûr ve rahîm olarak iki güzel ismini bildirmesi, kullar için büyük bir müjdedir.
7 – A’RÂF SÛRESİ (1-100)
Mekkî olup, 206 âyettir. 48. âyette geçen kelime, sûreye adını vermiştir. A’râf orada, cennet ile cehennem arasında çekilen sur anlamına gelir. Bundan önceki En’âm sûresi tevhid ve akaid konularını ayrıntılı olarak ele alır. A’râf sûresi ise tevhid tarihini Hz. Âdem (a.s.)’dan itibaren Nuh, Hûd, Sâlih, Lût, Şuayb, Mûsa aleyhimü’s-selam dönemleriyle anlatır. Böylece birbirini tamamlarlar. Ayrıca kıyamet ve âhiret hallerine yer verilir. Son kısımda, dine inanmanın ve tevhid inancının, vahyin doğruluğunun insan fıtratında ne kadar kök saldığı, şirk çeşitlerinin, sahte tanrıların insanlığı asla tatmin edemeyeceği, insanlığın Kur’ân’ı dinleyip Allah’a dönmeleri gerektiği vurgulanır.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1 – Elif, Lâm, Mîm, Sâd.
2 – Bu, kendisiyle insanları uyarman ve müminlere de bir öğüt ve irşad olmak üzere sana indirilen bir kitaptır ki sakın onu tebliğden ve halkın sana inanmamasından ötürü göğsün daralmasın. [3,7]
3 – Ey insanlar! Siz, Rabbiniz tarafından size indirilen vahye tâbi olun, O’ndan başka birtakım hâmîler edinip de onlara uymayın. Ne kadar da az düşünüyorsunuz! [12,103; 12,106]
4 – Biz nice ülkeler imha ettik ki ya gece uyurlarken yahut gündüz yatarlarken baskınımız onlara gelivermişti. [6,10; 22,45; 28,58; 7,97-98]
5 – Azabımız gelip çattığında da itiraf ve yalvarmaları: “Biz gerçekten zalim adamlarmışız!” demekten başka bir şey olmadı. [21,11-15]
6 – Kendilerine resul gönderdiğimiz insanlara, resullerinin çağrısına uyup ona göre amel edip etmedikleri hakkında elbet hesap soracağız. Gönderilen o elçilere de, tebliğ edip etmediklerini soracağız. [5,109; 28,65]
7 – Ve onlara, olup biten herşeyi, kesin bir ilme dayanarak bir bir anlatacağız. Öyle ya, Biz hiçbir zaman onlardan habersiz değildik ki! [6,59]
8 – O gün, dünyada yapılan işlerin tartılması kesin gerçekleşecek. Artık kimin iyilikleri kötülüklerinden ağır gelirse, işte onlar muratlarına ereceklerdir. [21,47; 4,40; 101,6-11; 23,102-103; 42,17] {KM, I Samuel 2,3; Eyub 31,6}
9 – Kimin de sevap tartıları hafif gelirse, onlar da âyetlerimizi hiçe sayıp haksızlık etmelerinden ötürü kendilerini en büyük ziyana uğratacaklardır.
10 – Şu bir gerçektir ki ey insanlar, Biz sizi dünyaya yerleştirip orada size hakimiyet verdik. Orada sizin için birçok geçim vasıtaları yarattık. Ne kadar da az şükrediyorsunuz! [14,34]
Yaşadığımız dünyayı azıcık düşünüp inceleyen kimse, onun üstünde yaşayan milyonlarca nevi yaratıkların ve bunların sayılara sığmayacak derecede fazla fertlerinin hayatları boyunca her türlü ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde hazırlandığını ikrar ve ilan eder. Enerji kaynağı güneşle olan mesafesinin ideal şekilde olması, dünyanın ekseninin düz olmayıp 23.5° eğik olması ile mevsimlerin oluşmasına imkân vermesi, ayın denizlerdeki med cezir hareketlerini düzenleyecek şekilde görevlendirilmesi, oksijenin yalnız kendisinde bulunduğu atmosfer tabakasının portakal kabuğunun portakalı sarması gibi dünyayı sarıp oksijeni ile canlıların hayatında en önemli rollerden birini oynaması, (hayvanların zararlı atıkları karbondioksitin bitkilere yararlı kılınmasındaki denge) ayrıca uzaydan gelecek zararlı ışın ve meteorları emip eriterek dünyadaki hayatı koruması, dünyanın 3/4 ünün denizle kaplı olması, dünyadaki su dönüşümü, bahar ve yaz mevsiminin erzak filoları gibi binlerce çeşit gıda maddelerini getirmesi, petrol, kömür ve türlü türlü maddelerin oraya yerleştirilmesi, velhasıl sayılmayacak kadar çok nimetlerin, en azından pek muntazam ve muazzam bir fabrika gibi işletilmesi, tesadüfe binde bir ihtimal bile bırakmaz.
11 – Sizi Biz yarattık, sonra şekil verdik size. Peşinden de meleklere: “Haydi, hürmet için secde edin Âdem’e!” dedik. Onların hepsi hemen secde ettiler, yalnız İblis dayattı. Secde edenlerden olmadı. [15,29-32; 2,34; 38,71-72]
İnsanın dünyadaki konumu ve âhirette ebedî hayatında elde edeceği sonuç ile ilgili olan Hz. Âdem ile İblis kıssası Bakara, A’râf, Hicr, İsra, Kehf, Tâhâ ve Sâd sûrelerinde ele alınmakla birlikte, her sûrede farklı uzunlukta, değişik siyak içinde, farklı üslûp ve ayrıntılar ve bulunduğu muhtevaya göre hedeflenen gayelerle anlatılır. En uzun anlatım işbu A’raf sûresindedir. İblisten istenen secde, ibadet secdesi değil, Allah’a itaatinin bir nişanesi olarak istenen bir inkiyad secdesidir.
Allah bütün insanlık nev’ine kıyamete kadar vereceği muazzam ilim kabiliyetine, maddî ve manevî faziletlere karşı İblisten beklediği itirafı, Hz. Âdem’in şahsına göstermesini istemiştir. İblis gururu yüzünden kaybetmiş, Âdem tevazuu ile kazanmıştır. Zahiren cennetten çıkmasına sebep olan hadisenin hikmeti: yaratılışındaki ilahî maksatları gerçekleştirmek ve dünyanın imar edilmesi için görevlendirmedir. Böylece Allah’ın insan nevine verdiği muazzam ilim kabiliyeti, sınırsız maddî ve manevî istidatlar gelişme imkânı bulmuş, onun yeryüzündeki halifeliği gerçekleşmiştir. Fakat insan, bu üstün makamından kendisini düşürmek için pusuda bekleyen kıskanç şeytanın aldatmalarına karşı, devamlı sûrette uyarılmakta ve Allah’a sığınmaya dâvet edilmektedir.
12 – Allah buyurdu: “Söyle bakayım, Sana emrettiğim halde, secde etmene mani nedir?” İblis: “Ben ondan daha üstünüm; çünkü Sen beni ateşten, onu ise bir çamur parçasından yarattın.” [15,26-28; 38,76; 55,14-15]
13 – “Çabuk in oradan!” buyurdu Allah, öyle orada kurulup da büyüklük taslamak senin haddin değildir. Çabuk çık, çünkü sen alçağın tekisin!” [2,38]
14 – “Bana, onların diriltilecekleri kıyamet gününe kadar mühlet verir misin?” dedi.
15 – Allah: “Haydi, sen mühlet verilenlerdensin!” buyurdu.
16-17 – “Öyle ise” dedi, Sen beni azgınlığa mahkûm ettiğin için, ben de onları gözetlemek üzere Senin doğru yolunun üzerinde pusu kurup oturacağım.
Sonra onların gâh önlerinden, gâh arkalarından, gâh sağlarından, gâh sollarından sokulacağım, vesvese verip pusu kuracağım, Sen de onların ekserisini şükreden kullar bulmayacaksın.” [34,20-21]
18 – “Çık oradan, alçak ve kovulmuş olarak!” buyurdu. “Onlardan kim sana uyarsa, iyi bilin ki cehennemi sizlerle dolduracağım.” [17,63-65]
19 – “Sana gelince Âdem, seninle eşin cennete yerleşiniz, istediğiniz her tarafından yeyip içip yararlanınız. Yalnız sakın şu ağaca yaklaşmayın. Böyle yaparsanız zalimlerden olursunuz.” [4,76]
20-21 – Fakat şeytan onlara, gözlerinden gizlenmiş olan edep yerlerini açığa çıkarmak için vesvese verdi. Onlara şöyle telkinde bulundu: “Rabbinizin size bu ağacın meyvesini yasaklamasının tek sebebi, sizin meleklerden veya ölümsüz hayata kavuşanlardan olmanızı önlemektir” diyerek, kendisinin onların iyiliğini istediğine dair yemin üstüne yemin etti. [20,120]
22 – Böylece onları aldatarak mevkilerinden düşürdü. Şöyle ki: O ağacın meyvesini tadar tadmaz, edep yerlerinin açık olduğunu farkettiler. Derhal, buldukları cennet yapraklarıyla edep yerlerini örtmeye başladılar.
Onların Rabbi ise nida edip buyurdu: “Ben sizi o ağaçtan menetmedim mi? Ben şeytanın sizin besbelli düşmanınız olduğunu söylemedim mi? Niçin Beni dinlemediniz de bu perişan duruma düştünüz?” [20,121] {KM, Tekvin 3,7}
23 – “Ey bizim Rabbimiz, kendimize yazık ettik. Şayet Sen kusurumuzu örtüp, bize merhamet buyurmazsan, en büyük kayba uğrayanlardan oluruz” diye yalvarıp yakardılar. [2,37]
24-25 – Buyurdu ki: “Birbirinize düşman olarak inin! Size dünyada bir süreye kadar kalma ve yararlanma imkânı veriyorum: Orada yaşayacaksınız, orada öleceksiniz ve yine oradan diriltilip mezardan çıkarılacaksınız.”
26 – “Ey Âdem’in evlatları! Bakın size edep yerlerinizi örteceğiniz giysi, süsleneceğiniz elbise indirdik.
Fakat unutmayın ki en güzel elbise, takvâ elbisesidir.
İşte bunlar Allah’ın âyetlerindendir. Olur ki insanlar düşünür de ders alırlar”. [57,25]
Elbiseden de önemli olan, takvâ duygusu ve haya hissidir. Örtülmesi gereken yerleri örtmek, namusu korumanın ilk şartıdır. Çıplaklık, övünülecek bir ilerilik değil, ilkellik ve Cahiliyeye dönüştür, irticadır. Cahiliye dönemi arapları, erkeği kadını, birlikte olarak Kâbe’yi çırıl çıplak tavaf ediyorlar, bunu faziletli bir iş tarzında yapıyorlardı.
Çıplaklığı yaymak şeytanın teşviki ile olunca, Allah Teâla, örtünmenin ve elbisenin insanın maddî ve manevî süsü olduğunu, şeytana uyup mahrem yerlerini açmamak gerektiğini hatırlatıyor.
Allah’ın hikmeti, diğer birçok canlı mahlûkun fıtratına, haya ve örtünme duygusu koymayıp sağlam, güzel ve tâbiî bir elbise vermiştir. Haya duygusu verdiği insanı, yalnız onu çıplak yaratmıştır. Böylece insan, hem örtünme emrini tutmanın sevabına ermekte, hem de dünyadaki halifelik görevini ispatlamaktadır. Çünkü bütün yeryüzüne yayılan hayvan ve bitkilerden ve diğer maddelerden elde ettiği giyecekleri yapıp giymekle, bütün yaratıklar üzerindeki tasarruf ve yönetme gücünü, halifeliğinin tezahürlerinden birini göstermektedir.
27 – Ey Âdem’in evlatları! Şeytan, edep yerlerini açığa çıkarmak için, annenizle babanızı -üzerlerinde ki takvâ elbiselerini çıkarttırmak sûretiyle- cennetten uzaklaştırdığı gibi, sakın sizi de belaya uğratmasın. Çünkü o da, askerleri de sizin kendilerini göremeyeceğiniz yerlerden sizi görürler. Doğrusu Biz şeytanları iman etmeyenlerin dostları yapmışızdır. [18,50]
28 – Onlar çirkin bir iş yaptıklarında: “Babalarımızı bu yolda bulduk, esasen Allah böyle yapmamızı emretti.” derler. De ki: “Allah Teâla kötü olan şeyi asla emretmez. Ne o, yoksa siz Allah’ın söylediğini bilmediğiniz birtakım sözleri O’na iftira ederek Allah’a mı mal ediyorsunuz?
Âyetin sonundaki bu istifham-ı inkârî üslûbu, onların ne büyük bir vebal yüklendiklerini, zarif bir tarzda anlatıyor. Şöyle ki: “Allah Teâla’nın herhangi bir şeyi emrettiği, kesin olarak bilinmiyorsa, O’nun hakkında “Allah falan şeyi emretti” demek asla caiz olamaz. Durum bu iken, bir de Allah’ın emretmediğini bile bile “Allah bunu emretti” demek, şiddetle reddedilmesi gereken çirkin bir iş, katmerli bir iftiradır” mânası kasdedilmektedir.
29 – De ki: “Rabbim adalet ve itidalı emretti. Her secdenizde, her namaz zamanında veya mekânında, yüzünüzü O’nun kıblesine yöneltiniz!
İhlâsla, ibadetinizi yalnız O’nun rızası için yaparak Allah’a kulluk ediniz! Çünkü ilkin sizi O yarattığı gibi, dönüşünüz de yine O’na olacaktır.” [2,139; 31,29]
30 – Bir kısmına hidâyet buyurdu, bir kısmına da dalâlet müstehak oldu; çünkü bunlar Allah’tan başka şeytanları dost edindiler. Bir de kendilerini doğru yolda zannediyorlar! [18,104]
Allah itidali, yani ifrat ve tefritten uzak durup ölçülü olmayı emreder. (Bkz. 1,4)
31 – Ey Âdem’in evlatları! Her namaz vaktinde mescide giderken, süsünüz olan elbisenizi giyinin. Yiyin, için fakat israf etmeyin; çünkü Allah israf edenleri asla sevmez.
Edep yerlerini örtmek (setr-i avret) her zaman olduğu gibi, özellikle namaz, tavaf gibi ibadetlerde farzdır. Fakat israf etmemek şartı ile, her müslümanın ibadet esnasında en güzel ve temiz elbisesini giymesi sünnettir. Cemaat ile olsun, camide oturuşta olsun edep, vakar, ağırbaşlılık da bu zinet ve güzel sûret cümlesindendir. Nitekim önceki âyetlerde geçen “yüzleri kıbleye döndürme” emrinde de bu intizama işaret vardır. Aynı zamanda, âyetin işaretinden şu da anlaşılır ki cami ve civarları, bir İslâm şehrinin teşkilatında, güzellik bakımından, en güzel ve merkezî noktalarda yer almalıdır. Bununla beraber mescitlerin asıl süsü, oraların ibadetle şenlendirilmesi ve ibadet eden müminlerin hal ve davranışlarıdır.
32 – De ki: “Allah’ın kulları için yaratıp ortaya çıkardığı zineti, temiz ve hoş rızıkları haram kılmak kimin haddine?”
De ki: “Onlar, dünya hayatında iman etmeyenlerle birlikte, iman edenlerindir.
Kıyamet günü ise yalnız müminlere mahsustur. İşte Biz, bilip anlayan kimseler için, âyetleri bu şekilde açıklıyoruz. [22,30]
Bu âyetin açıkça gösterdiği gibi Allah dünyadaki bütün nimetleri kullarının istifadesi için yaratmıştır. Şükrünü yerine getirerek meşrû olan her şeyden yararlanmak mümkündür.
33 – De ki: “Rabbim o güzel şeyleri değil, açığı ile gizlisi ile, bütün fuhşiyatı haram kılmıştır. Keza her türlü günahı, haksız tecavüzü ve kendisine tapılması hakkında Allah’ın herhangi bir delil bildirmediği bir nesneyi Allah’a şerik yapmanızı, bir de Allah’ın emretmediği birtakım şeyleri iftira ederek O’na mal etmenizi haram kılmıştır.”
Burada müşriklerin tutarsızlıkları ifade edilmektedir. Allah’tan başka elbette bir tanrı yoktur. Ama faraza böyle bir şey yani Yüce Yaratıcının yanında, O’nun kendisine yetki verdiği birinin şerik olması sözkonusu ise, Allah’tan gelen bir yetki belgesi olması gerekmez mi? O’nun verdiği böyle bir belge olmadıkça, kimin haddine O’na birini ortak kılmak?
34 – Her ümmet için belirlenmiş bir müddet vardır. Vâdeleri gelince ne bir an geri bırakabilir, ne de bir an öne alabilirler.
35 – Ey Âdem’in evlatları! Size her ne zaman içinizden Benim âyetlerimi beyan edip açıklayan resuller gelir de, kim onlara karşı çıkmaktan sakınır, nefsini ıslah ederse artık onlara hiç bir korku yoktur, onlar asla üzülmezler de.
36 – Âyetlerimizi yalan sayanlar ve onları kabule tenezzül etmeyenler ise, işte onlar cehennemliktirler. Hem de orada ebedî kalacaklardır.
37 – İftira ederek, Allah’ın söylemediği bir sözü O’na mâl eden, yahut Allah’ın âyetlerini yalan sayan kimseden daha zalim biri olabilir mi?
Kaderden nasipleri ne ise, onlara erişecektir. Nihayet elçilerimiz (ölüm melekleri) gelip canlarını alırken: “Hani nerede o Allah’tan başka taptıklarınız?” dediklerinde “Onlar bizden uzaklaşıp ortadan kayboldular” derler. Böylece kâfir olduklarına dair kendi aleyhlerinde şahitlik ederler. [10,69-70; 31,23-24]
38 – Hak Teâlâ: “Girin bakalım sizden önce gelip geçen cin ve insan topluluklarıyla beraber ateşe!” buyurur.
Her ümmet girdikçe, yoldaşına lânet eder.
Nihayet hepsi birbiri ardından gelip orada bir araya gelince, sonrakiler öndekileri göstererek:
“Ey Rabbimiz, derler. İşte şunlar bizi saptırdılar, onun için onlara iki kat ateş azabı çektir.”
O da: “Herbirinize iki misli azap var, lâkin siz bunu bilmiyorsunuz” buyurur. [16,25; 29,25; 2,166-167; 16,88; 29,13]
39 – Bu sefer öndekiler de sonrakilere derler ki: “Gördünüz ya, sizin bize karşı bir ayrıcalığınız olmadı, artık kendi işlediklerinizin cezası olarak tadın azabı!”
40 – Âyetlerimizi yalan sayanlara ve onları kabule tenezzül etmeyenlere gök kapıları açılmayacak ve deve iğne deliğinden geçmedikçe onlar da cennete giremeyeceklerdir.
İşte mücrimleri Biz böyle cezalandırırız! {KM, Markos 10,25; Luka 18,25}
41 – Onlara cehennem ateşinden bir döşek ve üzerlerinde de yine ateşten örtüler var. İşte zalimleri Biz böyle cezalandırırız!
42 – İman edip makbul ve güzel işler yapanlar ise -ki hiç kimseye Biz gücünün yetmeyeceği yük yüklemeyiz- cennetlik olup, orada ebedî kalacaklardır. [2,286]
43 – Öyle bir halde ki içlerinde kin kabilinden ne varsa hepsini söküp çıkarırız, önlerinden ırmaklar akar.
“Hamdolsun bizi bu cennete eriştiren Allah’a!
Eğer Allah bizi muvaffak kılmasaydı kendiliğimizden biz yol bulamazdık.
Rabbimizin elçilerinin gerçeği bildirdikleri bir kere daha kesinlikle anlaşılmıştır” derler.
Kendilerine de: “İşte güzel işlerinize karşılık, karşınızda duran şu muhteşem cennete varis kılındınız, buyurun!” diye nida edilir.
Cennetliklerin bu başarıyı kendilerinden değil, sırf Allah’ın lütfundan bilerek hamdetmelerinden sonra Allah tarafından onların bu başarılarına dünyadaki güzel davranışlarının vesile olduğunun bildirilmesinde pek latif bir durum vardır. Hem kulluk âdabı öğretiliyor, hem de Allah’ın, az ameli büyük bir takdir ve teşekkürle karşılamasındaki ilahî lütfu tecelli ediyor. Şu halde insan çalışmalı, fakat işlerine güvenmeyip daima ilahî hidâyete sığınmalıdır. Amel cennete girmeye sebep olur, fakat Allah’ın yardımı ile!
Âyetteki varis kılınma kavramını, Peygamberimiz (a.s.m) şu hadisle açıklamıştır: “Cehenneme girenlerin her biri iman etmiş olması halinde, cennette kendisine ayrılan konağı görecek ve diyecek ki: “Keşke Allah bizi hidâyet etseydi!” Böylece bu görmeleri onlar için pişmanlık olur. Cennete girenlerden her biri de iman etmemiş olması halinde cehennemde varacağı yeri görüp diyecek ki: “Allah bizi hidâyet etmemiş olsaydı halimiz ne olurdu! İşte bu da onların şükürleri olur.”
44-45 – Cennetlikler cehennemliklere: “Biz, Rabbimizin bize vaad ettiği şeylerin gerçek olduğunu gördük; siz de Rabbinizin size vaad ettiklerinin gerçekleştiğini gördünüz mü?” deyince onlar: “Evet” diye cevap verirler.
Derken bir görevli aralarında: “Allah’ın lâneti o zalimlere olsun ki onlar insanları Allah yolundan uzaklaştırır, onu eğri büğrü göstermek isterlerdi ve onlar âhireti de inkâr ederlerdi” diye nida eder. [37,54-59; 52,14-16]
Geçmiş asırlarda cennet ile cehennem arasında çok uzun mesafe olması itibariyle sesin nasıl gideceği sorusu sorulmuştur. 20. asırdaki iletişim keşifleri on binlerce km. ötesi ile konuşmayı çocuklar için bile günlük iş haline getirmiştir.
46 – İki taraf arasında bir perde, A’râf üzerinde de cennetlik ve cehennemliklerin her birini simalarından tanıyacak kimseler vardır ki onlar, henüz cennete girmemiş, fakat girmeyi şiddetle arzular olarak cennetliklere “selamün aleyküm” diye seslenirler. [57,13]
A’râf: Arf’in çoğuludur. Yüksekçe olan her şeye arf denilir. Meşhur görüşe göre A’râf, cennet ile cehennem arasındaki sûrun yüksek tepeleri, demektir. Hasan el-Basrî (r.h) demiştir ki: A’râf, marifet kelimesinden olup cennetliklerle cehennemlikleri simalarından tanıyan kimseler demektir.
Hâsılı A’râf hakkında iki görüş vardır: Birincisi Ebû Huzeyfe ve diğer bazı zevattan rivâyet edildiği üzere bunlar, amelde kusur etmiş ve mizanda iyilikleri ile kötülükleri eşit gelmiş, Allah’ı bir tanıyan kimselerdir ki cennet ile cehennem arasında bir süre kalırlar. Sonra Hak Teâla, haklarında bir hüküm verir. İkincisi: Bunlar peygamberler (a.s.), şehitler, hayırlılar, âlimler gibi yüksek dereceli zatlardır. Âyetin sonundaki lem yedhulûhâ (henüz cennete girmemiş olanlar) birinci görüşe göre, A’râf ehlini tavsif eder: Yani cennetlikler cennete girmiş, bunlar girmemişlerdir. Fakat arzu ve ümid ederler. Onlara özenirler de “Selam ve selamet size” derler. İkinciye göre ise, o sırada cennet ehlinin halidir. Yani henüz cennete girmemiş ve girmek ümidinde bulunmuş oldukları sıradadır ki A’râf ehli, onları selamete ereceklerine dair müjdelerler.
47 – Gözleri cehennemlikler tarafına çevrildiğinde: “Aman ya Rabbenâ, aman bizleri o zalimlerle beraber eyleme!” derler.
48-49 – A’râf ashabı, simalarından tanıdıkları bir kısım kimselere seslenip:
“Gördünüz ya, ne topladığınız mallarınızın, ne onca taraftarlarınızın, ne de büyüklük taslamalarınızın ve o çalımlarınızın size hiç bir faydası olmadı!”
O cennetlikleri göstererek “Sahi, şunlar “Allah, bunları asla lütfuna nail etmez” diye yeminler edip hor gördüğünüz kimseler değil miydi?
İşte onların ne yüce mevkide olduklarını şimdi anladınız değil mi? derler ve sonra o cennetliklere dönerek:
“Buyurun girin cennete, derler, size korku ve endişe olmadığı gibi, siz asla üzüntü de görmeyeceksiniz.”
50 – Cehennemlikler cennetliklere: “Ne olur, lütfen suyunuzdan, Allah’ın size nasib ettiği nimetlerden biraz da bize gönderin!” diye seslenirler.
Onlar da: “Allah bunları kâfirlere haram etmiştir, bunlar kâfirlere yasaktır.” diye cevap verirler. {KM, Luka 16,19-26}
51 – O kâfirlere ki onlar dinlerini oyun ve eğlence konusu haline getirmişlerdi; dünya hayatı kendilerini aldatmıştı.
İşte onlar, kendilerinin en önemli günü olan bu günkü karşılaşmayı unuttular ve âyetlerimizi bilerek inkâr ettikleri gibi,
Biz de bugün onları unutup kendi hallerine terkedeceğiz. [20,52; 9,67; 126,45-34]
52 – Gerçekten onlara tam bir vukufla mânalarını bir bir bildirdiğimiz ve iman edecek kimseler için bir hidâyet, bir rahmet olan bir kitap getirdik. [11,1; 4,166]
Âyette geçen tafsil etme: Akaid esasları, fıkhî hükümler, mev’izalar, kıssalar gibi çeşitli bölümlere girecek âyetleri, ayrı ayrı bildirme mânasına gelir.
53 – Fakat onlar: “Hele bakalım nereye varacak?” diye sadece bu kitabın dâvetinin âkıbetini gözlüyorlar. O’nun haber verdiği müthiş akibet geldiği gün, daha önce onu unutup bir tarafa bırakanlar şöyle diyecekler:
“Gerçekten Rabbimizin elçileri bize hakkı tebliğ etmişlermiş? Acaba burada bize şefaat edecek birisi bulunur mu? Yahut geri döndürülmemiz imkânı olur mu ki bu sefer yaptığımız kötü işlerin yerine güzel güzel işler yapabilelim?”
Muhakkak ki onlar, kendilerini hüsrana uğrattılar. Uydurdukları sahte tanrıları da kendilerinden uzaklaşıp ortadan kayboldular. [6,27-28]
54 – Rabbiniz o Allah’tır ki gökleri ve yeri altı günde yarattı. Sonra da arşa istiva buyurdu. O Allah ki geceyi, durmadan onu kovalayan gündüze bürür. Güneş, ay ve bütün yıldızlar hep O’nun buyruğu ile hareket ederler. İyi bilesiniz ki yaratmak da, emretmek yetkisi de O’na mahsustur. Evet o Rabbülâlemin olan Allah ne yücedir! [10,3; 11,7; 25,59; 71(tamamı) 36,37-40] {KM, Tekvin 2,2-3}
İstiva: Sözlükte istikrar etmek, yani karar kılmak, kurulmak, yükselmek gibi mânalara gelebilir. Arş ise hükümdarların oturdukları taht demektir.
Selef-i Salihin böylesi müteşabih âyetleri tevil etmeksizin olduğu gibi kabul eder, yalnız Allahı mahlûklara benzetmekten, o kelimelerin kullar hakkında ifade ettiği noksan sıfatlardan tenzih ederler. Müteahhirun ise, avam benzetme tehlikesine düşmesin diye muhkem âyetlerin ışığında tevil edip hakimiyet, istîla, mülk anlamına alırlar. Bu âyet Allah’ın kâinattaki sınırsız icraatlarını gökleri ve yeri altı günde yaratmasını, güneşi ayı, yıldızları çekip çevirmesini anlatırken, kâinatı yönetmede O’nun rububiyet mertebesini, bir sultanın saltanat tahtında durup etrafa emirler yağdırmasını, böylece işleri düzenlemesini bu tarzda beyan buyurmuştur. Arşa çıkıp hükmetmek ekseriya bu mânada kullanılır. Müteahhir alimlerin bu izahları makbul olmakla beraber, selefin tutumu daha eslem bir yol sayılır.
55 – Rabbinize için için yalvararak, başka nazarlardan uzak, gizlice dua edin. Gerçekten O, haddi aşanları hiç sevmez. [7,205] {KM, Matta 6,6}
Yüksek sesle dua etmek, makul olmayan şeyler (mesela nübüvvet gibi) veya günah olan şeyleri istemek, duayı uzatmak “duada haddi aşmak” kabilindendir.
56 – Düzeltilmiş olan ülkeyi ifsad etmeyin. Hem endişe, hem de ümit ile O’na yalvarın. Muhakkak ki Allah’ın rahmeti iyi kimselere yakındır. [7,156]
57 – O dur ki, rahmeti olan (yağmurun) önünden müjdeci olarak rüzgarlar göndedir. Nihayet bu rüzgarlar o ağır bulutları hafif bir şeymiş gibi kaldırıp yüklendiklerinde, bakarsın Biz onları, ekinleri ölmüş bir ülkeye sevkeder, derken oraya su indiririz de orada her türlüsünden meyveler, ürünler çıkarırız.
İşte ölüleri de böyle çıkaracağız. Gerekir ki düşünür ve ibret alırsınız. [22,5-6; 30,19.50; 35, 9; 42,28]
Havanın, sırf hareketten aldığı kuvvetle su taneciklerinin toplanmasından ibaret olan o ağır bulut kütlelerini kaldırıp yüklenmesi, bir harikadır. Zira tabiata göre hafif, çok ağır yükü kaldırıp taşıyamaz. Fakat, Rabbimiz bu harika özellikleri tabiata kanun olarak yerleştirmek suretiyle muazzam kudret ve rahmetini tanıttırmak istemiştir. Hareketin, hafiflik ve aşırılık hükmünü tersine çevirdiğine işaret eden bu mânayı öğrenme neticesinde uçaklar yapılmıştır. “Ağır bulut kütlelerini yüklenip kaldıran hava” cümlesi, Kur’ân’ın fennî mûcizelerinden birini ihtiva etmektedir. Bu işaretle Kur’ân cisimlerin havada uçacaklarına ima ve teşvik etmektedir.
58 – Toprağı verimli güzel bir diyarın bitkisi, Rabbinin izniyle yeşerip çıkar.
Çorak, verimsiz olan bir yerin bitkisi ise çıkmaz, çıkan da bir şeye yaramaz.
İşte şükredecek kimseler için Biz, âyetleri böyle farklı üsluplarla tekrar tekrar açıklarız.
59 – Celalim hakkı için, Biz Nûh’u resul olarak halkına gönderdik.
“Ey halkım! dedi, Yalnız Allaha ibadet edin. Ondan başka tanrınız yoktur.
Bunu yapmazsanız, korkarım ki müthiş bir günün azabı tepenize inecektir.”
Eski Yunan, Mısır, Hint, Çin ve Babil edebiyatlarında da Hz. Nuh (a.s.) kıssasına benzer kıssalar vardır. Hatta Avustralya, Yeni Gine, Malaya, Burma, Amerika’nın çeşitli yerlerinde de benzeri anlatımlar vardır. Bütün bunlar bu anlatımların, Hz. Âdem’in çocuklarının dağılmadan önceki ortak taraflarını dile getirmiş olabileceğini gösterir. Olayın aslı vardır, fakat her yer, kendi tasavvur ve tahayyüllerini ortaya koymaktadır.
60 – Halkının söz sahibi yetkilileri: “Biz seni besbelli bir sapıklık içinde görüyoruz” dediler. [83,32; 46,11]
61-63 – “Ey halkım! dedi, bende hiçbir dalâlet yok, fakat ben Rabbulâlemin tarafından size bir elçiyim.
Size Rabbimin mesajlarını tebliğ ediyorum, size öğüt veriyorum ve Allah tarafından gelen vahiy sayesinde, sizin bilemeyeceğiniz şeyleri biliyorum.”
“Kötülüklerden korunup Allah’ın merhametine nâil olmanız için, içinizden sizi uyaracak bir adam vasıtasıyla, Rabbinizden size bir buyruk gelmesine mi şaşıyorsunuz? [23,32; 2,151]
64 – Onlar Nûh’u yalancı saydılar. Biz de onu ve yanında olanları gemide kurtardık, âyetlerimizi yalan sayanları ise boğduk. Çünkü onlar basîretleri körelmiş kimselerdi. [29,15; 71,25]
65 – Âd halkına da kardeşleri Hûd’u elçi olarak gönderdik.
“Ey benim halkım, dedi, yalnız Allah’a ibadet edin, O’ndan başka tanrınız yoktur.
Hâlâ ona karşı gelmekten sakınmayacak mısınız? [53,50; 89,6-8]
Âd kavmi, Güney Arabistandan başlayarak Doğu Arabistanda Iraka kadar uzanan çok geniş bir coğrafyada hüküm süren bir devlet kurmuştu. Hz. Hud (a.s.)’a ait olduğu söylenen bir kabir Hadramut tarafında bulunmaktadır. 19. asrın ortalarında bulunan kitabelerde Hz. Hud’dan bahseden metinler bulunmuştur. İlk Âd kavminin soyunun kuruduğu, Hz. Hud’a inananların ise felaketten kurtulup Âd adı ile devam ettiği anlaşılıyor. M.Ö. 1800 yıllarında yer almış bir kitabede Hz. Hud’un bağlılarından bahsedilmektedir.
66 – Kavminin kâfir yetkilileri: “Biz, dediler, seni bir çılgınlık, bir beyinsizlik içinde bocalar görüyoruz ve senin yalancılardan biri olduğunu düşünüyoruz.”
67 – “Ey halkım! dedi, bende çılgınlık, beyinsizlik yok, fakat ben sadece Rabbülâlemin tarafından size bir elçiyim.”
68 – “Size Rabbimin buyruklarını tebliğ ediyorum.
Ben sizin iyiliğinize çalışan, sizi uyaran güveneceğiniz bir insanım.”
69 – Sizi başınıza gelebilecek tehlikeler hakkında uyarmak için sizden birine Rabbiniz tarafından bir tebliğ gelmesine hayret mi ediyorsunuz?
Hatırlayın ki, O sizi Nuh kavminden sonra onların yerine geçirdi ve sizi bedenen güçlü kuvvetli, gösterişli kıldı.
O halde Allah’ın nimetlerini unutmayıp zikredin ki felah bulasınız.”
70 – “Yâ!” dediler “Sen bize yalnız Allah’a ibadet edelim, atalarımızın taptıklarını ise bırakalım diye mi geldin?
Eğer doğru söyleyenlerden isen haydi, bizi tehdit edip durduğun o felaketi başımıza getir de görelim!”
71 – “İşte! dedi, “üzerinize Rabbinizden bir azap fırtınası ve bir hışım indi.
Siz, sizin ve atalarınızın uydurduğu ve zaten tanrılaştırılmalarına dair Allah’ın da hiçbir delil göndermediği birtakım boş isimler hakkında mı benimle tartışıyorsunuz?
Gözleyin öyleyse azabın gelişini!
Ben de sizinle beraber gözlüyorum.”
72 – Biz de onu ve beraberinde olanları, tarafımızdan bir lütuf olarak kurtardık ve âyetlerimizi yalan sayıp iman etmeyenlerin ise kökünü kestik. [69,6-8]
73 – Semud halkına da içlerinden biri olan kardeşleri Salih’i gönderdik.
“Ey benim halkım!” dedi, “yalnız Allah’a kulluk edin, sizin O’ndan başka tanrınız yoktur.
İşte size Rabbinizden açık bir delil, bir mûcize geldi.
İşte Allah’ın devesi de size bir âyet!
Onu kendi haline bırakın, Allah’ın diyarında otlasın, sakın ona bir fenalık yapmayın.
Yoksa sizi acı veren bir azap yakalayıverir. [11,64; 17,59; 26,155; 54,27-28]
Semud, Âd kavminden sonra Arabistanda en yaygın halktır. Eski Arap şiirinde olduğu gibi, Eski Yunan ve Rum tarihçi ve coğrafyacıları da Semud halkından bahsederler. Bu kavim Kuzeybatı Arabistanda Hicr denilen bölgede otururdu. Başkentleri şimdi, Medayin Salih adı ile anılmaktadır. Bu halkın tepelerde oydukları taş evler, bu güne bile ulaşmıştır.
Kur’ân’ın geldiği sırada Mekkeliler Şam’a ticaret için giderken, Hicr kalıntılarının yanından geçiyorlardı. Bir defasında Hz. Peygamber (a.s.) ashabı ile oradan geçerken: “Burası Allah’ın gazabı ile helâk olan bir halkın diyarı idi. Siz de buradan tiksinerek geçin. Burası eğlenecek değil, hüzünlenecek bir yerdir” deyip oradan çabuk ayrılmayı tavsiye etmiştir.
74 – Bir de düşünün ki Allah sizi Âd halkına halef yaptı ve dünya üzerinde size imkânlar bahşetti.
Arzın düzlüklerinde saraylar kurup, dağlarını yontarak evler yapıyorsunuz. Allah’ın nimetlerini düşünün de, bozgunculuk yaparak dünyada karışıklık çıkarmayın.” [26,149; 53,50]
75 – Kavminden büyüklük taslayanlar, içlerinden zayıf görünen müminlere alay yollu: “Siz, gerçekten Salih’in Rabbi tarafından size elçi olarak gönderildiğini biliyor musunuz? dediler.
Onlar da: “Elbette, biz onunla gönderilen her şeye inandık, iman ettik” diye cevap verdiler.
76 – O kibirlenenler ise, “Doğrusu, biz sizin iman ettiğiniz şeyi inkâr ediyoruz” dediler.
77 – Derken deveyi boğazladılar
ve Rab’lerinin emrinden çıkıp O’na isyan ettiler
ve dediler ki: “Hey Salih! Sen gerçekten resullerden isen, bizi tehdit edip durduğun o azabı getir de görelim!”
78 – Bunun üzerine o şiddetli sarsıntı onları kıskıvrak yakaladı da yurtlarında çökekaldılar.
79 – Gördüğü müthiş manzara karşısında Salih, yüzünü üzüntü ile öteye çevirip
“Ey halkım!” dedi, “Ben size Rabbimin buyruklarını tebliğ ettim,
sizin iyiliğinize çalıştım, size öğütler verdim.
Lâkin siz, iyiliğinizi isteyip öğüt verenleri bir türlü sevmediniz gitti!”
80 – Lût’u da gönderdik. Halkına dedi ki: “Daha önce hiç kimsenin yapmadığı pek çirkin bir işi siz mi yapıyorsunuz? {KM, 11,27-28; 19,1}
Sodom halkında iyice yayılmış bu çirkin fiil, yani eşcinsellik bazı yerlerde maalesef devam etmektedir. Ama buna rağmen insanlığın büyük ekseriyeti tarafından hayasız bir fiil olarak kabul edilmektedir. Bu işi normal karşılayanlar, eski Yunan filozofları ile modern dünyada bir kısım avrupalı ve amerikalılar olmuşlardır. 20. asrın son çeyreğinde ortaya çıkan ve başlıca yayılma yolu bu gayri meşrû ve gayri fıtrî cinsel ilişkiler olan AIDS hastalığı, fıtrat dışına çıkan insanlığa ilahî bir tokattır.
81 – “Siz kadınların ötesinde, şehvetle erkeklere gidiyorsunuz ha! Yok, yok anlaşıldı! Siz haddini aşmış bir milletsiniz!”
82 – Kavminin ona verdiği cevap şundan ibaret oldu:
“Çıkarın bu adamları memleketinizden!
Çünkü bu beyler pek temiz insanlar!” [27,56]
83 – Biz de onu ve ailesini kurtardık.
Ancak eşi geride kalıp helâk olanlardan oldu. [11,81; 21,74; 51,35-36] {KM, Tekvin 19,26}
84 – Üzerlerine bir azap yağmuru yağdırdık.
İşte bak, mücrimlerin sonu nice oldu!
85 – Medyen ahalisine de içlerinden biri olan Şuayb’ı gönderdik.
“Ey benim halkım!” dedi, “yalnız Allah’a kulluk edin, sizin O’ndan başka tanrınız yoktur.
İşte size Rabbinizden açık delil geldi.”
“Artık ölçüyü, tartıyı tam yapın, insanların haklarını eksiltmeyin, halka haksızlık etmeyin, ülkede düzen sağlanmışken fesat çıkarıp huzuru bozmayın.
Bana inanıp bu dediklerimi yapmanız sizin için elbette hayırlıdır.” [83,1-6] {KM, Çıkış 3,1; 2,18; Sayılar 10,29}
86 – “Hem öyle tehditler savurarak, yol başlarını tutup,
Allah’a iman edenleri Allah’ın yolundan çevirmeyin
ve bu yolun eğri büğrü olduğuna dair, şüpheler verip halkı yanıltmayın.”
“Hem düşünün ki bir zaman siz sayıca pek az idiniz. Öyle iken Allah sizi çoğalttı.
Ülkeyi bozan o müfsitlerin sonunun nasıl olduğuna bakın da ibret alın!”
87 – “Eğer benimle gönderilen gerçeğe içinizden bir kısmı inanıyor, bir kısmınız inanmıyorsanız, eh ne diyeyim, o halde, aramızda Allah hükmünü verinceye kadar bekleyin.
Zaten hüküm verenlerin en iyisi O’dur.”
Kur'an-ı Kerim Dosyaları
Sitemizde sanatçıya ait toplam 50 eser bulunmaktadır. Sanatçının sayfasına gitmek için tıklayın.
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.