Web sitemize hoşgeldiniz, 28 Nisan 2024
Beğen 1

Cengiz Numanoğlu-Ölüden Mektuplar

Dostlarım,
Dün, oldukça yağmurlu,
Mezarlık çamurluydu,
Özür dilerim…

Hastalığım amansız,
Ölümüm; size göre
Erken ve zamansızdı.
Kara haber
Tez yayıldı.. Aldınız.
Cami avlusuna, koşup geldiniz,
Son bir görev bildiniz…

Kiminiz,
Namaz vaktini, iple çektiniz.
Acele işiniz vardı, gidecektiniz.
Kiminiz,
Kaçamak tebessümle,
Hasretler giderdiniz;
”Bir araya gelmek için,
Ölümler mi gerekirdi?”
Dediniz…

O soğuk sandığınız,
Musalla taşında ben;
Üşüyüp titremeden,
Sımsıcak yatıyordum…

Hepinize bakıyor,
Aklınızdan geçenleri,
Birer birer okuyordum…

Kiminize göre ben;
Güya bir melekmişim.
Kiminize göre de;
Dürüst bir salakmışım…

Oysa.. Siz, ölüleri,
Hiçbir şey duymaz sanır,
Bir kadavra tanırdınız.

Aklınızdan geçenleri söylesem;
Utanırdınız…

Sözlerimi;
Nankörlüğe vermeyin.
Namaz vakti, hepiniz;
Oldukça naziktiniz..
İmam beni sorunca:
”İyi biliriz” dediniz.
Beni mahçup ettiniz…

Bana çiçek gönderen,
Vefâkar can dostlarım;
Cemil, Şükrü ve Ahmet,
Bu ne zahmet efendim,
Bu ne zahmet…

Ya.. arkadaşım Sadi;
Yarım kalan işime,
Ve dul kalan eşime,
Göz koyan âdi !..

Sabırsızlanmayın,
Nefâset Hanım.
İşte sıra, size geldi a canım.

Hani var ya..
O ilk gece,
Toplanmıştık ailece,
Bir şeyler soruyordu,
Gözlerin hece hece..

Oysa ben, o bakışın,
Üstünde hiç durmamış,
Kötüye yormamıştım..

Şimdi anladım ki;
Resmen ihânet…

Kocan;
Ağır aksak amma,
İyi adam Nefâset.
Ne olur.. Sen de onu,
Birazcık idare et.
‘Dünya düzeni’ böyle,
Kocana selâm söyle…

Sayın, belediye başkanım,
Çocukluk arkadaşım;
Sarı Seyfettin.
Cenazeme şeref verdin,
Hoşgeldin…

Şu son yıllarda senin,
Tapudaki sicillerin,
Kabardıkça kabarmış;
Üç apartman,
Altı yazlık,
Yedi dükkan,
Rahmetli babandan,
Miras kalmıştı…

Bak.. Sevgili dostum
Sarı Seyfettin,
Bu türlü masalları,
Burada anlatan çok..
Ama, hiç dinleyen yok..

Hani.. Bir sözün vardı:
”Su akarken, küp dolsun.”
Dolsun ama.. Seyfettin,
Buralarda küp müp yok,
Haberin olsun !..

Hazır, yeri gelmişken;
Şu senin Eşref’in de,
Kulağını çekiver…

”Geçim sıkıntısı” deyip,
Daldı rüşvete;
Kan kusturdu millete…
Bu yollardan kaçınsın,
Maaşıyla geçinsin.

Ne gerek var, bu kadar,
Mala, mülke, servete ?
Allah, zevâl vermesin,
Hükümete, devlete…
…………………………………
Gazeteci meslektaşım,
Ve kader arkadaşım,
Donkişot Osman.

Sana ne, elâlemin,
Üç keçi, beş koyunu?

Üç yıl mapusta yattın,
Ölçmedin mi boyunu?
Sürdürme şu oyunu..
…………………………………
Biricik oğlum Celâl;
Cenazede,
Bayramlık lacivertleri giydin,
Sanki..Bir şeyleri kutlar gibiydin..

Çok içmiştin,
Sarhoştun.
Mezar dönüşü hemen,
Komisyoncuya koştun.

”Ölüm hak, miras helâl”
Acelen neydi Celâl ?

O, mâsum kalbinde sen,
Ne sırlar saklarmışsın.
Meğerse, yıllar yılı,
Ölmemi beklermişsin…

Güzel kızım Muallâ,
Görümcene dikkat et
Kendini kolla…
Onu, pek görüştürme
Kocan Şenol’la…

Ama.. Kaynanan temiz;
İyi kalpli bir kadın.
Ah!.. Şu senin inadın !..
Ne olur, ara sıra,
Birazcık alla pulla.
Bilirim.. Sen gitmezsin
Bari, kocanı yolla…

Bu mektupta adını,
Anmadığım dostlarım.
Sahte gözyaşlarına,
Kanmadığım dostlarım..

Hepiniz birer yumak,
Açmakla bitmez.
Sizleri yazmaya
Kitaplar yetmez…
……………………………….
Bu dünya böyle döndü,
Yine böyle dönecek,
Nefes borcu çaresiz,
Ölümle ödenecek…

Mal, mülk, şöhret, ganimet,
Sanmayın, gerçek nimet…

Görüyorum ki,hepsi;
İnsana eziyetmiş…

Meğer, yaşamak diyet,
Ölmekse, hürriyetmiş…
****
Dostlarım,
Bitişikteki komşum,
Yargıçlıktan emekli,
Görmüş geçirmiş biri.
Ona hiç bulaşmamış,
Dünyada rüşvet kiri.
Bir gün sohbetimizde,
Gerçeklere el attı,
Uzun uzun anlattı:
Burdaki mahkemede;
Kartvizite bakılmaz,
Paşa maşa takılmaz,
Avukat filan sokulmazmış araya…
Ne kralın, krallığı sökermiş;
Ne de falcı sihirbaz
Burada dil dökermiş…
Dünyada gizli kalmış,
Bütün kılcal deliller,
Mahkeme huzuruna
Tek celsede serilir,
Ve de bütün kararlar;
Anında verilirmiş…
Netice değişmezmiş
Torpille, iltimasla.
Adli hata olmazmış,
Yargıda asla!
Burada vapur, tren,
Trafik derdimiz yok.
Boş zamanımız pek çok.
Bürokratik işlemler,
Bilseniz öyle rahat,
Duruşma dinliyoruz
Günde sekiz on saat…
Bunlardan birkaçını,
Size de anlatayım.
Hem, yorum yaparsınız,
Hem, hisse kaparsınız…
………………………………………
Hüsnü Bey’i kulüpten,
Şöyle böyle tanırdım.
Hatta; onu birazda,
Yardımsever sanırdım…
Bir zamanlar Hüsnü Bey,
Politikaya girmiş,
Yükseldikçe yükselmiş,
Ona bu renkli hayat
Pek çekici gelmişti….
Bir gün kulüpte bana:
”Gerçek olan, bu dünya,
Öteye inanma hiç.
Beylik çeşme akarken,
Gel sen de iç” demişti.
Meğer, bizim Hüsnü Bey,
Sahnede inci döker;
Kuliste garibanın,
Ciğerini sökermiş…
Biliyorum dostlarım,
Şu anda aranızda,
Böyle Hüsnü’ler pek çok,
Buradaki cezalardan,
Haberleri bile yok.
Hüsnü’nün duruşması
Oldukça kısa sürdü.
Yargı; bütün suçlarda,
Teammüd gördü,
Müebbet kararıyla
Defteri dürdü…
……………………………………
Üç gün önce, başka bir,
Suçlu vardı, sırada;
Ağır ceza reisiymiş orada,
Tanzanya’da…
İdamlık bir davada,
Bilerek taraf tutmuş,
İri bir lokma yutmuş…
Daha sonra reis bey
Lokmalara alışmış,
Ve yıllarca,
Bu teknikle çalışmış…
Yargıç olduğu için
Ek sorular soruldu.
Üzerinde özellikle duruldu,
Özel tartı kuruldu…
Ve nihayet reisin,
Suçu sabit görüldü.
Yakıtı insan olan,
Bir zemine sürüldü…
…………………………………
Hele bir gün, çok ilginç,
Bir duruşma izledik…
Davacılar safları
Tıklım tıklım doldurdu;
Böylesine bir manzara,
Görülmemiş rekordu.
Bu defa sanığımız,
Doktordu.
Savunmada yaptığı,
Anatomik çalımlar,
Bizleri de çok yordu…
Azrail’i sollamış,
Hastaları;
Erken erken yollamış,
Ekonomik tansiyonu
Titizlikle kollamış,
Tapuları pullamış.
Hipokrat’ı yavaş yavaş yatırmış,
İğne diye,
Çuvaldızlar batırmış,
Yükü alıp götürmüş,
İşi bitirmiş…
Ne var ki bu arada,
Bir kaç fakir hastanın
Durumuna hislenmiş,
Masraflarla birlikte,
Tedaviyi üstlenmiş…
Bu davranış,doktora
Artı puan getirdi.
Ve toplam cezasının
Yarısını götürdü.
………………………………………….
Şu anda aranızda,
Benim duruşmayı da
Merak edenler vardır.
Bana verilen ceza
Acaba ne kadardır?
Detayları atayım,
Kısaca anlatayım:
Benim dosyada biraz,
Gıybet ve kul borçları,
Noksan hesap edilmiş,
Fitre, zekat harçları,
Gönül suçları vardı…
Bu suçları işlerken;
Bir kötürüm hastayı,
Sıkça ziyaret etmiş;
Bir yetimin peşinden,
Yaz, kış demeden gitmiş;
‘Akşamcı’ dostlarımı,
Genç yaşımda terketmiş;
Ve geçimsiz karıma,
Yirmi yıl sabretmişim….
Bütün artı eksiler,
Tartıda birleştiler,
Birbirini götürüp,
Nötrleştiler….
Ben, henüz korkulara,
Ümitleri ekliyor;
Hakkımdaki kararı,
A’râf ‘ta bekliyorum…
……………………………………
Geçenlerde cennetin,
Yakınında dolaştım;
Kapıdan içeriye
Bir göz atınca şaştım…
Bülbüller, tûbâların,
Dallarında şakıyor;
O kevser şarapları,
Oluklardan akıyor;
Kimi, kaftan kuşanıp,
Ziynetini takıyor;
Kimi, sonsuza dalmış,
Tahtından bakıyordu…
Hepsi gençti…
Fark yoktu, beden gücünde…
Yaşları donmuştu,
Otuzüçünde…
Kurulmuştu önlerinde,
Binbir çeşit sofralar;
Sofralara eğilmiş,
Dal dal meyvalar;
Kopacaktı sanki,
El uzatsalar…
Ya o, billur kaplar, taslar, sahanlar…
Yok, yoktu sofralarda;
Ne ararsan var…
Tepsiler elmastan, kadehler yakut…
Hiçbir noksan bırakmamış,
Orada Ma’bûd…
Hele… Bir de var ki;
Orda huriler…
Şu aciz kalemim,
Sizden af diler…
Onları görmeyen göz;
Güzelden ne anlasın…
Dünyadaki şairlerin,
Kulakları çınlasın…
Simsiyah bakışlı;
O, iri gözler…
Riyasız, lekesiz,
Pürüzsüz yüzler…
Kusursuz bedenlerin,
Şahidi izler…
O, şeffaf tenleri tül tül,
İpekler gizler…
Görmek gerek dostlarım!
Yetmiyor sözler…
Bir yanda, som altından,
Saraylar, köşkler.
Bir yanda muhteşem,
Ölümsüz aşklar…
Bin renkli, sedefli,
Anka kuşları.
Yollarda pırlanta,
Parke taşları…
Semalarda, Hak’tan selam
Nakşeden izler…
Cam göbeği mavisi,
Berrak koylar,denizler…
Her dekorda, yedibin renk,
Yedi katlı sahneler…
Sahillerde kum yerine
İnci taneler…
Cennet dedikleri
Ne imiş meğer…
Dünya, dertle dolsa…
Çekmeye değer.
İstiyorsanız eğer…
Kapıdan ayrılırken
Nasıl pişmandım.
Dünyada boşa geçen,
Yıllara yandım,
Sizi kıskandım…
Sizin olsun en içten
Başarı dileklerim.
Sınavınız bitince,
Hepinizi beklerim…
****
Dostlarım!
Sizlere çoktan beri, mektup göndermemiştim,
”Sivrisinek saz gelir, anlayana” demiştim.
Yıllarca bu ümitle, beklemiştim sürekli;
Anladım ki; sizlere, davul-zurna gerekli.

Ne yazık ki; bizleri, yanlış tanıyorsunuz;
Bir mezara atılmış, ceset sanıyorsunuz.
Oysa bizler.. kaç bin yıl, geçse bile aradan;
Her saniye, dünyayı izliyoruz buradan.

Akın akın geliyor, her gün yeni ölüler;
Nice koyun sürüsü, nice çoban sülüler.
Nice saddam, nice buş, nice zorba züppeler,
Adâleti katleden, nice kanlı cüppeler.

Nice medya maymunu, nice ünlü hocalar,
Eşini pazarlayan, o sosyetik kocalar.
Nice holding cambazı, nice soysuz soylular,
Nice kurşun askerler, nice selvi boylular.

Krallar, diktatörler, dalkavuklar, cellatlar,
Ruhsatlı eşkiyalar, siyasi piskopatlar,
Paraya secde etmiş, o tefeci zalimler,
Zalime fetvâ vermiş, iki yüzlü âlimler.

Kimi “ilâhiyatçı”, saldırgan ve kibirli,
Kitapları çok satmış, amel defteri kirli.
Dünyada alkış için, takla atmış durmadan,
Bir tek günü geçmemiş, müslümana vurmadan.

Hepsi feryat içinde, îtiraf ediyorlar;
”Biz, ölümü bir yokluk sanıyorduk” diyorlar.
İnfâzın korkusuyla, titreşen o bedenler,
Dünyaya dönmek için, rüşvet teklif edenler.

Gelenleri, röntgene sokuyoruz antrede;
Çoğunun beyinleri, sıfır kilometrede.
Akıl ambalajını, daha açmayanlar var;
Onların, buradaki statüsü hayvanlar.

Dostlarım! Bilmek için arkanızdan vuranı,
Ona buna bakmayın, okuyun şu Kur’ân’ı.
Neden kullanmazsınız, akıl denen cevheri,
Kur’ân bunu söylüyor, bindörtyüz yıldan beri.

Hayvansal içgüdünüz, size meydan okuyor,
Beyinler vıcık vıcık, her yer şehvet kokuyor.
İnsanı insan yapan, değerlerden kaçmayın,
Şeytâni davetlere, kalbinizi açmayın.

Birkaç yobaz görüp de, küsmeyin dîninize,
Bütün bu fotoğraflar, birer tuzaktır size.
”Çağdaş” yobazları da, dostlarınız sanmayın,
Dîne ”irticâ” diyen, fitnelere kanmayın.

Ne güvenin paraya, ne de köşke saraya,
Aklınızı kullanın.. Boş gelmeyin buraya.
Adâletin, hukukun, burada şakası yok;
Burada hiç kimsenin, kimseye bakası yok.


Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.

Yorum Yaz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.