Kemal Faruk Altınkurt-Miftah
Senin neş’et etmeni yalnız bu arz beklemedi
O kutlu gelişi on sekiz bin âlem bekledi
Senin teşrifinle bütün canlar sürûrla dolu
O kızgın çöl, âlemlerin merkezi oldu
Her bir kum tanesi elmaslara inkılâp etti
Sen gelmezden evvel çöller seraptan ibaretti
O ne teşrif yâ Rab, bütün puthaneler yerle bir
O teşrifattaki hülasanın adı; Allah bir
Doğar doğmaz dudaklardan verdi ilk işareti
Dudaklardan dökülen hece; ümmetî ümmetti
O muhteşem gelişle her yer nurlarla dolmuştu
Mevcudât âdeta zikir nöbetine tutulmuştu
Dağlar taşlar cezbeyle musâfaha ediyordu
Bütün yıldızlar “Hoş Geldin Efendim” diyordu
Sen gelmezden evvel her yeri sarmıştı deniyet
Senin gelmenle şahikaya çıktı medeniyet
Şelale gibi aktın bütün gönüllere doldun
Bundan büyük paye var mı Rabbin habibi oldun
O mübarek nazarınla ikiye böldün mahı
Sadece sensin muazzam kainatın miftahı
Huzurun menbaı bütün insanlığa hamisi
Vahşeti yıkan gül medeniyetinin bânisi
Ne kadar menfilik varsa hepsi oldu bertaraf
Mis gibi çiçeklerle müzeyyen oldu her taraf
İlahi gelişinle güzel ahlak tamamlandı
Son nokta konuldu, kainat allandı pullandı
Görmedi, göremez senin gibisini bir dide
Alemlere rahmet gönderilmiş bir pesendide
Senin yolunda gidenler şahsiyetini buldu
Her kim sana karşı çıktıysa yok oldu, mahvoldu
Ezcümle seni seven bir dost, bize yâran
Seni sevmeyenin insan olmasına yok imkan
“Seni tanımayan beni tanımaz“ dedi Allah
Ademiyetin mümtaz peygamberisin Âliyullah
Allah huzuruna varmaya yoktur yüzümüz
Hepimiz pür günah kan akıtıyor gözümüz
Bizden âli şefkatinizi esirgemeyiniz
Tek tesellimiz sizin bize şefaat etmeniz
Olmasan nic’olurdu halimiz yâ Resulallah
Seni nümûne yarattı bize HAZRETİ ALLAH
Ummanlar yetmedi engin deryanı doldurmaya
Bir damlası yeter, dar gönlümüzü taşırmaya
Gelmedi gelemez, olamaz şeriki ve eşi
Hem ışıdın hem ısıttın kainatın güneşi
Kurtuluşu bulduk senin ferahlı âleminde
Sayende güzellikleri gördük her cihetinde
Seninle geçirmek vardı her anı, her demi
Susayan gönülleri sulayan şefkat zemzemi
Bir nigâhınla kirli ruhları temizledin
O beliğ kelamlarla gönülleri filizledin
Sen gelene kadar gam ve kasavet zirvedeydi
Sen geldin, masnuat seninle gülmeyi öğrendi
Aşkın doruk noktasından gönüllere süzüldün
Neler yaptılar sana yine güldün, yine güldün
Beddua etmedi, ne kini oldu, ne garazı
Zikirhaneye tadil eyledi küre-i arzı
Onlar insanlığını yitirmiş birer illetti
Sen zirvelere yükseldikçe onlar sükût etti
Katlettiler bir çok masumla Hazreti Hamza’yı
Harp meydanları görmedi böyle bir şühedayı
Kim dayanır ashabın çektiği ıstıraplara
Habbab’ın çıplak sırtını uzattılar korlara
Ne bir taviz verdiler ne de yaptılar takiyye
Şehadetle ilk şereflenen Yasir ve Sümeyye
Ah! Ammar, dağladılar ateşlerle bedenini
Demir gömlek takıp erittiler iliklerini
Ey Talha, kılıçlarla vurdular her tarafına
Nasıl dayandın sen yetmiş beş kılıç yarasına
Ya sen Musab, senin haline yürek mi dayanır
Kolları kesik halde sancağı tutan bahadır
Tayyar, sen de Musab’la aynı kaderi paylaştın
Takılan kanatlarınla cennete havalandın
Hazreti Hudeyb’i mızraklarla şehit ettiler
Mübarek yüzünü kıbleden çeviremediler
Hazreti Zeyd’e bir söz dahi söyletemediler
Önce işkence sonra oklara hedef ettiler
Duasının kabulünde çok zor kabil-i kıyas
Okçulukta zirve İran fatihi Ebi Vakkas
Yalnız Kur’ân ve Hadis hıfzetti Ashab-ı Suffa
Dünya nimetlerini geri tepen ehli vefa
İlk talebesi oldular mektebi Kur’ân’ın
Paspas, halı oldular yolunda Resulullah’ın
Suffa’nın cefakâr muallimi Ebu Hureyre
Yoktur halis yüreğinde menfilikten bir zerre
İslâm’ın kara elması sabır taşı mehveşi
Dinimizin ilk müezzini Bilal-i Habeşi
Resulullah’a kalkan olan Hazreti Nesibe
Celadette olabilsek keşke ona talebe
Harika çocuk zeka âbidesi akl-ı münbit
Bir ayda iki lisanı alt eden Zeyd bin Sabit
Hür olmasına vesile üç yüz hurma fidesi
Hendek fikrinin mucidi Selman bin Farisi
Gönlü tertemiz Resulullah’ın sadık yaveri
Aşk vecd ve coşku deryası Ebu Zerr-i Gifari
Vefatıyla arş-ı ala titredi avaz avaz
Defninde yetmişbin melek bulunan Sa’d Bin Muaz
Ey Hamza, burnunu kulaklarını koparttılar
Yetmedi, paraladılar ciğerini mahluklar
Yazıldı göğe Allah ve Resulü’nün aslanı
Şühedalar cumhuriyetinin cumhurbaşkanı
O yüce merhametle Vahşi ve Hint’i affettin
Mızrakla değil güler yüzünle zulmü altettin
Zulümlerin artması yıldıramadı o ruhu
O ruhun peşinden giden o güzide güruhu
Sana zulüm edenlerin başındaydı Ebu Cehil
Kahhar ismi başında patladı oldu sersefil
Uhud’ta mübarek yüzünü kanattı müşrikler
O anda her şey devreye girdi başta melekler
Kanın yere akmasın diye oldular seferber
Bir damla yere düşse âlem olurdu zir-ü zeber
Doğduğun yer Mekke seni hicrete zorlamıştı
Bazıları hakaret etmiş seni horlamıştı
Mekke’nin kapıları seni görünce açıldı
Sana zulüm edenler boncuk gibi saçıldı
Hakaikin karşısında çam gibi devrildiler
Mekke’ye girince ne kadar yanıldık dediler
Bir şey olacakmış gibi evlere saklandılar
Çok şükür hakikati geç de olsa anladılar
Bizim için en büyük nasihat Veda Hutbesi
Seni yolunda kurbanız hakikatin gür sesi
Bir an bezminde olaydım bin yıl yaşamaktansa
Devenin bir kılı olaydım böyle yaşamaktansa
Seni sırtıma alıp bir ömür çölde gideydim
Sana verilen zehirden üç öğün ben içeydim
Ummanlar yetmezdi sana akıtılan yaşlara
Ben hedef olaydım Taif’te atılan taşlara
Bir saniyelik nazarından bir nazar alaydım
O nazarın feyziyle, feyizyâb olup kalaydım
Muhabbet meclisinize bir defacık geleydim
Bereketli sofranızdan bir kırıntı yiyeydim
Hira dağında yuvarlanan bir kaya olaydım
Senin ayağından uçuruma yuvarlanaydım
Seni koruyan mağaranın tek bir tozu olaydım
Seninle Sıddığın sohbetini bir an duyaydım
Bir tel ben olaydım ankebutun yaptığı ağdan
Tek bir çalı olaydım güvercinin yuvasından
Bari yüzünü göreydim Medine’ye giderken
Medineli kendinden geçmiş seni karşılarken
Defleri ellerine aldı vurdu her birisi
Olaydım vurulan deflerden birinin derisi
Saldılar deveyi seçti Eyyüb’ün pak evini
Cilalayaydım ben devenin yattığı zemini
Olaydım Eyüp Sultanın evinin ayaktaşı
Medineli olmuş onun gönüldaşı, yoldaşı
Olaydım içtiğin deve sütünün bir damlası
Ne güzel yenir yanında ballı balçık hurması
Bir balçık olaydım Kuba Mescidi’nin harcında
Ben duraydım el pençe divan bir ömür karşında
Hele Mescid-i Aksa’dan Miraç’a yükselirken
Temaşa edeydim Kudüs’ün en güzel yerinden
O ne konuşma, o ne belagat her şeyiyle enfes
Olaydım sohbetinde ağzından çıkan bir nefes
Dinlemek vardı o güzel, o nezih sohbetleri
Serin çöl gecelerinin çadır muhabbetleri
Tebessüm eden dudaklarında çıkan hoş sözlere
Bakaydım keşke bir nebze için gülen gözlere
Yolunda bir geda olup bulabilsem yönümü
Bir damlası düşse taşırır fukara gönlümü
Kaybolaydım bir katre gibi sonsuz ummanında
Eriyip biteydim sinenin hoş sıcaklığında
Kemal Faruk Altınkurt
Sitemizde sanatçıya ait toplam 44 eser bulunmaktadır. Sanatçının sayfasına gitmek için tıklayın.
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.