Mustafa Demirci-Beni Kaynuka
Uzun süreden beri, Yahudilerin, Peygamber (s.a.v)’le yaptıkları anlaşmaya uymadıkları ve çoğunun müşrik putperestleri, tek tanrıya inanan Müslümanlara tercih ettikleri biliniyordu. Vahiy, bazı Yahudilere güvenilebileceğini belirtmekle birlikte, topluluk olarak, Müslümanları onlara karşı uyarıyordu. Peygamber (s.a.v) ve arkadaşları bunun farkında olmaları için âyetlerle uyarılıyorlardı.
“Ey iman edenler! Kendinizden olmayanı sırdaş edinmeyin. Onlar size kötülük ve zarar vermekte kusur etmezler, size zorlu bir sıkıntı verecek şeyden hoşlanırlar. Buğz (ve düşmanlıkları) ağızlarından dışa vurmuştur, sinelerinin gizli tuttukları ise, daha büyüktür.” (Âl-i İmrân: 118)
Yahudilerin, yeni dini altetme ve Yesrib’i eski haline çevirme girişimlerinde tek ümitleri Peygamber (s.a.v)’in kendi kabilesine dayanıyordu. Peygamber (s.a.v)’in tüm hareketleri hemen Mekke’ye haber veriliyordu. Kureyşliler, Yahudi yerleşim bölgelerinin uzağındaki Güney Medîne’ye – Peygamber (s.a.v)’in mescidinin yarım günlük yol uzağına-saldırırlarsa, Yahudiler geriden Kureyş ordusunu takviye etme olanağına sahiptiler.
“Size bir iyilik dokununca onları tasalandırır, size bir kötülük isabet edince ise onunla sevinirler.” (Âl-i İmrân: 120)
Yahudiler bunu Bedir zaferine karşı tutumlarıyla göstermişlerdi. Zafer haberleri geldiğinde Kaynuka, Kurayza ve Nadir kabileleri üzüntü ve hayal kırıklıklarını gizleyemediler. Eşref oğlu Kâ’b’ın durumu ise çok şaşırtıcıydı. Babası Tayy kabilesinden bir Arap olmasına rağmen Kâ’b, annesi bir Yahudi olduğu için kendini Nadir kabilesinin bir üyesi sayardı. Hatta, zenginliği, güçlü kişiliği ve şairliği nedeniyle kabilenin ileri gelenlerinden biri olmuştu. Zeyd ve Abdullah, Kureyş’in ileri gelenlerinden birçok kişinin savaşta öldüğü haberini getirince Kâ’b kendini tutamayarak bağırdı: “Tanrı’ya andolsun, eğer Muhammed (s.a.v) bu adamları öldürdüyse, yerin altı üstünden daha iyi.” Getirilen haberlerin gerçek olduğunu öğrenince, Peygamber (s.a.v)’in dönmesini beklemeden hemen Mekke’ye doğru yola çıktı. Orada öldürülen Ebû Cehil, Utbe, Şeybe ve diğerleri için bir ağıt yazdı. Bunun yanı sıra Mekkelileri büyük bir ordu hazırlayıp Yesrib’e saldırarak öçlerini almaları için teşvik etti.
Kâ’b’ın etkinliklerinin haberleri Medîne’ye ulaşmıştı. Fakat o an için Kâ’b çok uzaklardaydı ve Müslümanların, onun kabilesinden başka bir Yahudi kabilesiyle görülecek hesapları vardı. Peygamber (s.a.v) özellikle Benî Kaynuka’nın ihanet ve kötü etkinliklerine karşı uyanıktı. Çünkü Abdullah İbn Selâm, eskiden onların ileri gelenlerinden biriydi ve onların taktiklerini iyi biliyordu. Bunun yanı sıra Benî Kaynuka, münafıkların başı Hazrec’li İbn Übey’in müttefiki idi. Onların varlığı şehirde, diğer Yahudi kabilelerine nazaran daha çok hissediliyordu. Çünkü yerleşim merkezleri şehre çok yakındı. Oysa Evs’in müttefikleri olan Beni Nadir ve Beni Kurayza şehrin dışında yer alıyorlardı.
Kısa bir süre önce Peygamber (s.a.v) şu emri almıştı: “Eğer bir kavmin ihanet edeceğinden kesin olarak korkarsan, sen de açık ve adil bir tutumla (onlarla olan anlaşma metnini ve diplomatik ilişkiyi yüzlerine) at. Gerçekten Allah, ihanet edenleri sevmez”. (Enfâl: 58)
Fakat vahiy şu durumu da belirtiyordu:
“Eğer onlar barışa eğilim gösterirlerse, sen de ona eğilim göster ve Allah’a tevekkül et. Çünkü O, işitendir, bilendir”. (Enfâl: 61)
Bu yüzden Peygamber (s.a.v) barışçı yollardan halledilebilecek sorunlar karşısında geri dönülmez faaliyetlere girişmek istemiyordu. Bunun bir göstergesi olarak Bedir’den hemen sonra, Yahudilerin Medîne’nin güneyindeki pazar yerlerine gitti. Bedir’deki mucize üzerinde düşünmeleri onları imana getirebilirdi. Bu yüzden Peygamber (s.a.v) onları, Kureyş’in üzerine inen Allah’ın azabını kendi üzerlerine çekmemeleri için uyardı. Onlar ise şu cevabı verdiler: “Ey Muhammed! Bu seferki başarın seni aldatmasın. Karşılaştığın kişiler savaş konusunda bilgisizdi, bu nedenle sen onların en iyilerini öldürebildin. Fakat, Tanrı’ya andolsun, seninle biz savaşsak, o zaman asıl korkulacak olanların biz olduğumuzu anlayacaksın.” Peygamber (s.a.v) geri döndü ve onlardan ayrıldı. Onlar, bu seferlik zafer kazandıklarını zannettiler.
Birkaç gün sonra aynı pazar yerinde, gerginliği doruk noktasına ulaştıran bir olay meydana geldi: Mal almak veya satmak için çarşıya gelen bir Müslüman kadına, bir Yahudi kuyumcu fena halde hakaret etmişti. O sırada orada bulunan ensârdan biri hemen kadını savunmaya başladı ve kavga sırasında hakaret eden adam öldürüldü. Bunun üzerine Yahudiler hemen üzerine saldırıp Müslümanı öldürdüler.
Müslümanın ailesi öçlerinin alınmasını istedi ve tüm ensârı kendi tarafına topladı. İki taraftan da kan dökülmüştü. Eğer Yahudiler, Peygamber (s.a.v)’in anlaşmaya uygun hareket etmesini isteselerdi, mesele kolayca halledilebilirdi. Fakat Yahudiler, Müslümanlara bir ders vermenin zamanı geldiğini düşünüyorlardı. Bu amaçla daha önceden müttefikleri olan Hazrec’li İbn Übey ve Ubâde İbn Sâmit’e haber gönderdiler. Güçlerini toplayıp Müslümanlara saldırmayı planlıyorlardı. Müslümanların Bedir’deki ordusunun iki katından fazla, yedi yüz kişilik bir ordu kurabilecek güçleri vardı. Yanı sıra, İbn Übey ve Ubâde’nin adamlarına da güvenebilirlerdi. Artık Peygamber (s.a.v)’e daha önceki tehditlerinin boş sözler olmadığını göstereceklerdi.
Fakat gerçekte, bu tehditler onların kendi yenilgilerine sebep oldu. Birkaç saat içinde kendi ordularından daha büyük bir ordu tarafından tüm çevrelerinin sarılmış olduğunu görünce, çok şaşırdılar. Onlardan koşulsuz olarak teslim olmaları isteniyordu.
İbn Übey, Ubâde’ye danışmaya gitti; fakat Ubâde, Peygamber (s.a.v)’le yapılan anlaşmadan önceki ittifak anlaşmalarının geçersiz olduğunu ve Kaynuka ile ilgili hiçbir sorumluluk kabul etmediğini söyledi. İbn Übey’e gelince; onun tabiatı, yıllardan beri bu denli güçlü müttefiklerle olan bağlarını bir anda kesmeye müsait değildi. Fakat onun, Yahudiler gibi, hemşehrilerinin Peygamber (s.a.v)’e ne denli bağlı olduğunu görmemesi imkânsızdı. Peygamber (s.a.v)’e bağlanan bu adamların kendisiyle daha önceden varolan anlaşmalarını alteden başka bir anlaşmayla ona bağlandıklarını çoğu kez sınamıştı. İki yıl önce olsa, askerlerini toplayıp kolayca kuşatmayı kaldırabilirdi. Fakat şimdi Peygamber (s.a.v)’in karşısında hiçbir şey yapamayacağını hissediyordu. Bu nedenle Benî Kaynuka kuşatma altında ümitle bekliyor, fakat yardım gelmeksizin günler geçtikçe ümitleri hayal kırıklığına dönüşüyordu. İki haftalık karşı koymanın sonunda kayıtsız şartsız teslim oldular.
İbn Übey kuşatmanın olduğu yere gelip, Peygamber (s.a.v)’e yaklaştı ve: “Ey Muhammed, müttefiklerime iyi davran!” dedi. Peygamber onu reddetti. İbn Übey isteğini tekrarlayınca, yüzünü ondan çevirdi. Bunun üzerine İbn Übey, Peygamber (s.a.v)’in arkasından, zırhını boyun kısmından tutup çekti. Peygamber (s.a.v)’in yüzü hiddetten karardı ve “Beni bırak!” dedi. İbn Übey: “Tanrı’ya andolsun, onlara iyi davranmaya söz verinceye kadar yakanı bırakmayacağım. Dört yüz zırhsız ve üç yüz zırhlı adam; onlar beni bütün siyah ve kırmızı adamlara karşı korudular.[145] Onları bir anda kesip öldürecek misin?” dedi. “Sana onların hayatlarını bağışlıyorum” dedi, Peygamber (s.a.v). Fakat yeni gelen vahiy, kendisiyle yapılan anlaşmayı bozanlarla ilgili şöyle diyordu:
“Savaşta onları yakalarsan, öyle darmadağın et ki, onlarla arkalarından gelecek olanlar(ı yıldır). Umulur ki ibret alırlar.” (Enfâl: 57)
Bunun üzerine Peygamber (s.a.v), Benî Kaynukalıların bütün değerli mallarını bırakıp sürgün edilmelerine karar verdi. Onları vadiden çıkarmakla da Ubâde İbn Sâmit’i görevlendirdi. Kaynukalılar ilk önce kuzeybatıda, Vadi el-Kura’daki akrabalarının yanına sığındılar. Daha sonra onların yardımıyla Suriye sınırında bir yerleşim merkezi kurdular Yahudiler Medîne’de metal işçiliği ve ticaretiyle uğraşıyorlardı. Bu nedenle, Peygamber (s.a.v) ganimetlerden beşte birini kendisi ve devletin giderleri için aldıktan sonra geriye kalan ganimetler, ensar ve muhâcirlerin zengin savaş aletlerine sahip olmasını sağladı.
Mustafa Demirci
Sitemizde sanatçıya ait toplam 50 eser bulunmaktadır. Sanatçının sayfasına gitmek için tıklayın.
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.