Web sitemize hoşgeldiniz, 27 Nisan 2024
Beğen 2

Mustafa Demirci-Beni Nadir

Yahudi kabilelerinden Benî Nadir, uzun süreden beri Benî Amir’in müttefiki idi. Bu nedenle Peygamber (s.a.v) onlardan kan diyetini ödemede kendisine yardım etmelerini istemeye karar verdi. Ebû Bekir, Ömer ve diğer ileri gelen arkadaşlarıyla onlara gitti ve meseleyi açıkladı. Yahudiler onun istediğini yerine getireceklerini söylediler ve ondan yemek hazırlanıncaya kadar kalmasını rica ettiler. Peygamber (s.a.v) onların ricalarını kabul etti. O sırada, içlerinden görünüşte misafir için verilecek yemek hakkında emirler vermek üzere liderleri Huyay’ın da bulunduğu bir grup onlardan ayrıldı. Peygamber ve arkadaşları kalenin önünde oturmuş beklerken diğerlerinin göremeyeceği şekilde Cebrâîl geldi ve Peygamber’e Yahudilerin kendisini öldürmeyi planladıklarını, hemen Medîne’ye dönmesi gerektiğini haber verdi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v) ayağa kalktı ve bir tek kelime bile söylemeden topluluğu terk etti. Herkes onun kısa bir süre sonra geri döneceğini zannediyordu. Geri dönmeyince Ebû Bekir diğer arkadaşlarına onun arkasından gitmeyi önerdi. Hep birlikte Yahudilerden ayrılıp Peygamber (s.a.v)’in evine gittiler. Peygamber (s.a.v) onlara olanları anlattı. Muhammed İbn Mesleme (r.a.)’yi Beni Nadir’e elçi olarak gönderdi ve ona söylemesi gerekenleri bildirdi. Muhammed İbn Mesleme (r.a.) bütün hızıyla kabilesinin olduğu yere gitti. Onu gören bazı liderler karşılamaya çıktılar. Onlara şöyle dedi: “Allah’ın Rasûlü beni size gönderdi ve şunları söyledi: “Beni öldürmeyi amaçlayarak, aramızdaki anlaşmayı bozdunuz.” Peygamber (s.a.v)’in ona anlattığı şekliyle onlara suikastın tüm ayrıntılarını anlattı ve getirdiği haberin en önemli noktasında şöyle bağırdı: “Peygamber: ‘Size ülkemi terk etmeniz için on gün veriyorum. On günden sonra hâlâ burada olanlarınızın başı kesilecek’ dedi.” Onlar: “Ey Mesleme’nin oğlu! Bir Evs’linin bize böyle bir haber getirebileceğini ummazdık” dediler. İbn Mesleme: “Gönüller değişti” cevabını verdi.
Çoğu hemen ayrılmak için hazırlıklara başlamışlardı. Fakat İbn Übey onları kalmaya teşvik eden ve yardım edeceğini bildiren bir haber gönderdi. Huyay da komşuları Beni Kurayza ve bedevî müttefiklerinin böyle bir durumda kendilerini yalnız bırakmayacaklarını söyleyerek Yahudileri kalmaya ikna etti. Tüm bu müttefiklere yardım haberi gönderdi. Peygamber (s.a.v)’e de kardeşini haberci gönderdi: “Biz evlerimizi ve mallarımızı bırakıp gitmeyeceğiz. O halde ne yapacaksan yap” dedi. Peygamber (s.a.v) “Allahu Ekber” (Allah Büyüktür) dedi ve bu tekbir tüm arkadaşlarının ağzında tekrarlandı. Arkadaşlarına: “Yahudiler savaş ilan ediyor” dedi. Bir ordu hazırlayarak şehrin güneyindeki Nadir yerleşim bölgesine doğru ilerlediler. Sancağı Ali taşıyordu. İkindi namazını, korunma bölgelerinin dışında olduğu için Yahudiler tarafından terk edilen geniş bir bahçede kıldılar. Namazdan sonra Peygamber (s.a.v) askerlerini kalelere doğru ilerletti. Surlar, okçular ve sapancılar tarafından korunuyordu. Bu askerlerin yanında, okları bittiğinde ve sur duvarları saldırıya uğradığında kullanılmak üzere taşlar da vardı. İki ordu da hava kararıncaya kadar karşılıklı ok atışları yaptılar. Yahudiler karşısındakilerin saldırı hızı karşısında şaşkınlığa düşmüşlerdi. Fakat ertesi gün nasıl olsa Benî Kurayza’nın ve ibn Übey’in yardımları ulaşır diye düşünüyorlardı. Birkaç gün sonra da müttefikleri Gatafan kabilesi imdada yetişirdi. O sırada Müslümanların ordusu, çeşitli sebepler yüzünden Peygamber ile birlikte yola çıkamayan Müslümanların da sonradan orduya katılmasıyla gittikçe büyüyordu. Yatsı namazı vaktine kadar ordu, düşmanı her taraftan sarabilecek derecede çoğalmıştı. Peygamber (s.a.v) onlarla birlikte namaz kıldı ve Ali’yi ordunun başında bırakarak on kişi ile birlikte Medîne’ye döndü. Ordu sabah namazına kadar Allah’ı yücelten beyitler okudu. Peygamber (s.a.v) sabah namazında onlara katıldı.
Günler geçiyor ve Benî Nadir beklediği yardımlar için ümidini yitiriyordu. Benî Kurayza, Peygamber (s.a.v) ile yaptığı anlaşmayı bozmak istememiş, Benî Gatafan sessiz kalmış, İbn Übey de her zaman olduğu gibi bir şey yapamayacağını anlamıştı. Çok ümitli olan Benî Nadir’in ümitleri gittikçe kayboluyor ve aralarındaki anlaşmazlıklar artıyordu. Kabile uzun zamandan beri süren anlaşmazlıklar ve düşmanlıklarla parçalanmıştı. Şimdi ise dış dünyadan tamamen kopmuş bir vaziyette hiçbir yardım alamıyordu. On güne yakın bir süre sonra Peygamber’in sur duvarlarının yakınındaki bir-iki hurma ağacını kesmesiyle bu ümitsizliği ve çaresizliği daha fazla hissetmeye başladılar. Peygamber (s.a.v) bu toprakların kendinin olacağını bildiği için bu ağaçları kurban olarak kestirmişti. Ağaçların kesilmesi ilâhî bir emirle (Haşr: 5), ona bildirilmişti. Bu emrin yerine getirilmesiyle düşmanın karşı koyma gücü tamamen yok oldu. Onlar için hurma ağaçlarının özel bir yeri ve anlamı vardı; çünkü bu ağaçlar geçim kaynaklarının büyük bir bölümünü oluşturuyordu. Şimdi topraklarından ayrılmaya zorlansalar bile o yerleri hâlâ kendilerinin olarak düşüneceklerdi. Çünkü gelecekte onu tekrar kazanma ümitleri vardı. Kureyş, vadiden İslâm’ın izlerini silmek üzere söz vermişti. Fakat eğer hurma ağaçları kesilirse, onları yenilemek yıllar alırdı. Sadece birkaç tanesini kesmişlerdi; fakat bu tahrip nereye kadar varacaktı? Huyay, Peygamber (s.a.v)’e topraklarını bırakıp gideceklerine dair haber gönderdi. Fakat Peygamber (s.a.v) daha önce bütün mallarını götürebileceklerine dair verdiği sözde artık duramayacağını söyledi. “Yurdunuzu terk edin” dedi, “Silahlarınız ve zırhlarınız dışında, develerinizin taşıyabileceği miktarda mal götürebilirsiniz”.
Huyay ilk önce bu teklifi reddetti; fakat kabiledeki diğer adamlar onu kabul etmeye zorladılar. İki hafta önce bıraktıkları hazırlıklara tekrar başladılar. Evlerinin kapılarına ve eşiklerine varıncaya kadar bütün eşyalarını develere yüklediler. Hazırlandıklarında Suriye yolu üzerinden kuzeye doğru yola çıktılar. O zamana kadar bu ölçüde zengin ve büyük bir kervan daha görülmemişti. Medîne’nin kalabalık çarşısından geçerken develer tek sıra halinde yol aldılar. Her deve, yüklerinin zenginliği ve süslerinin çokluğuyla ayrı bir şaşkınlık vesilesi oluyordu. Develerin üstündeki tahtların perdeleri, içindeki çeşitli renklerde ipekler giymiş; altın, elmas, yakut gibi değerli taşlarla süslenmiş kadınları gizlemek için örtülmüştü. Benî Nadir’in zengin olduğu bilinirdi; fakat o zamana kadar kendilerinden başka çok az kişi onların bu zenginliğini görebilmişti. Yolculuklarına davul ve çalgı sesleri eşliğinde devam ettiler. Böylece, şimdi topraklarını terk ediyor durumda olsalar da başka yerlerde daha güzel toprakları olduğunu ve oralara gittiklerini göstermek istiyorlardı. Yahudilerin çoğu Hayber’de durdu ve önceden sahip oldukları topraklara yerleşti. Diğer bir grup da kuzeye gitti ve Eriha’ya veya Suriye’nin güneyine yerleşti. Vahyin bildirdiğine göre Yahudilerin toprakları, fakir ve muhtaçlara verilmek üzere Peygamber (s.a.v)’e ait olacaktı. Bu topraklar, özellikle “Yurtlarından ve mallarından sürülüp çıkarılmış” (Haşr: 8) olan muhâcirler içindi. Fakirlikleri nedeniyle ensârdan sadece iki kişiye toprak verildi. Fakat Peygamber (s.a.v) toprakların çoğunu muhâcirlere vererek onları bağımsız kıldı ve ensârın üzerindeki bakım yükünü kaldırdı.


Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.

Yorum Yaz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.