Mustafa Demirci-Esirler
Esirler, Medîne’ye koruyucularıyla beraber, Peygamber’den bir gün sonra ulaştılar. Sevde ziyaret için bir kez daha Afra’nın evine gitti. Döndüğünde kuzeni ve eski kocasının kardeşi, aynı zamanda kabilesinin lideri olan Süheyl’i elleri boynuna bağlı bir şekilde evin bir köşesinde oturur bulunca çok şaşırdı. Bu görüntü onda, unutulmuş ve yerine yenileri geçmiş olan eski duyguları tekrar uyandırdı. “Ebû Yezîd!” diye bağırdı, “ne de çabuk teslim olmuşsun, şerefinle ölmen gerekmez miydi?” Peygamber: “Sevde!” diye yüksek sesle bağırdı. Sevde onun varlığını fark etmemişti. Peygamber (s.a.v)’in sesindeki ton, onu utançla, İslâm öncesi geçmişinden bugününe geri getirdi. Hâlâ Süheyl’in İslâm’a girme ihtimali vardı. Allah’ın kanunlarına uygun yönetimin güçlendiği bir ortamda bulunmaları da onda ve diğer esirlerde belirli izler bırakacaktı. Fakat Peygamber (s.a.v), Müslümanlara kafalarını pagan (putperest) fikirlerle değil, İslâmî düşüncelerle donatmalarını emrediyordu. Tekrar pişman olan Sevde’ye dönerek: “Onu Allah’a ve Rasûlü’ne karşı mı kışkırtıyorsun?” dedi.
Ebu Süfyân gibi, Süheyl’in önemi de diğer liderlerin ölümüyle artmıştı. Onun etkisiyle birçok kararsız İslâm’a girebilirdi, fakat Süheyl Medîne’de çok kısa bir süre kaldı. Çünkü Benî Amir hemen fidye üzerinde görüşmek üzere bir adam göndermişti. Süheyl hemen Mekke’ye dönmüş, gelen adam ise fidye üzerinde anlaşmak için Medîne’de kalmıştı. Her esir üç veya daha fazla Müslüman tarafından paylaşılıyordu. Abbâs’a sahip olan bir grup ensâr, Peygamber (s.a.v)’e geldiler ve: “Ey Allah’ın Rasûlü! İzin ver de kızkardeşimizin fidyesini biz ödeyelim ve serbest bırakalım” dediler. “Kızkardeş” derken, esirin büyükannesi Selmâ’yı kasdediyorlardı. Peygamber onlara: “Siz bir dirhem bile vermeyeceksiniz” dedi. Daha sonra amcasına döndü ve: “Ey Abbâs! Kendinin ve iki yeğeninin; Akîl ile Nevfel’in ve müttefikin Utbe’nin fidyelerini sen öde. Çünkü sen zengin bir adamsın” dedi. Abbâs buna karşı çıktı ve: ”Ben zaten Müslüman olmuştum, fakat bu adamlar beni zorla getirdiler” dedi. Peygamber (s.a.v) ona şu cevabı verdi: “Senin İslâm’ı kabul edip etmediğini ancak Allah bilir. Eğer söylediğin doğru ise, O senin mükâfatını verecektir. Fakat dış görünüşte sen bize karşı olanlarlaydın. O halde bize fidyeni öde.” Abbâs, parası olmadığını söyleyince, Peygamber (s.a.v) ona şöyle dedi: “O zaman Ümmü’l-Fadl’a bıraktığın para nereye gitti? İkiniz yalnızken ona: ‘Eğer öldürülürsem şu kadarını Abdullah’a, şu kadarını Fadl’a, Kisam’a ve Ubeydullah’a ver!’ demiştin”. İşte Peygamber (s.a.v) bunu söyleyince iman gerçekten Abbâs’ın kalbine girdi. “Seni Hak’la gönderene yemin olsun ki, bunu benden ve Ümmü’l-Fadl’dan başkası bilmiyordu. İşte şimdi senin Allah’ın Rasûlü olduğunu anladım”[141] dedi ve kendisiyle birlikte iki yeğeni ve müttefikinin fidyesini ödemeyi kabul etti.
Peygamber (s.a.v)’in yanındaki esirlerden biri de damadı Ebû’l-As idi. Zeyneb, Ebû’l-As’ın kardeşi Amr’ı, fidye ödeyip Ebû’l-As’ı kurtarması için Medîne’ye göndermişti. Gönderdiği paraların yanında annesinin kendisine evlendiği gün hediye ettiği akik bir kolye de vardı. Peygamber (s.a.v) kolyeyi görür görmez, onun Hatîce’nin kolyesi olduğunu fark ederek sarardı. Çok duygulanan Peygamber (s.a.v), esirde hissesi olanlara şöyle dedi: “Eğer isterseniz, esiri fidyesini almadan karısına gönderin, bu size kalmış bir şey”. Hepsi de bunu kabul ettiler ve Ebû’l-As Mekke’ye hem paraları hem de kolyeyi alarak döndü. Onun, Medîne’de iken Müslüman olması ümid ediliyordu, fakat olmadı. Mekke’ye dönerken Peygamber (s.a.v) ona Zeyneb’i Medîne’ye göndermesi gerektiğini söyledi. Ebû’l-As da buna üzülerek söz verdi. Vahiy, Müslüman bir kadının, müşrik bir erkekle evli kalamayacağını açıkça söylüyordu.
Şimdi hayatta olmayan, Mahzûm kabilesinin şefi Velîd’in en küçük oğlu olan Velîd’de Abdullah İbn Cahş’ın da hissesi vardı. Abdullah, 4.000 dirhem fidyeden daha azına razı olmuyor ve Velîd’in üvey kardeşi Hâlid de bu kadar fazla para ödemek istemiyordu. Fakat Velîd’in öz kardeşi Hişâm ona: “Tabiî ödemek istemezsin, o senin annenin oğlu değil” deyince ödemeyi kabul etti. Bununla birlikte Peygamber (s.a.v) bu değiş tokuşa razı olmadı ve Abdullah’a, onlardan babalarının meşhur silahlarını ve zırhını istemelerini söyledi. Hâlid bir kez daha karşı çıktı; fakat Hişâm ondan baskın çıktı. Silahları ve parayı Medîne’ye getirdiklerinde kardeşleriyle birlikte Mekke’ye doğru yola çıktılar. Fakat ilk konaklardan birinde Velîd onlardan kaçarak Medîne’ye döndü, Peygamber (s.a.v)’e gidip Müslüman olduğunu açıkladı ve biat etti. Kardeşleri onu takip ettiler. Olanları fark edince çok sinirlenen Hâlid: “Neden bunu, fidyeyi ödemeden ve babamızın hazineleri elimizden çıkmadan önce yapmadın? Eğer istediğin bu idiyse, neden o zaman Muhammed (s.a.v)’e tabi olmadın?” dedi. Velîd, Kureyşlilerin kendisi hakkında, “Fidyeyi ödememek için Müslüman oldu” demelerini istemediğini söyledi. Daha sonra bazı mallarını almak üzere kardeşleriyle birlikte Mekke’ye gitti. Onların kendisine bir şey yapacaklarını ümit etmiyordu. Fakat Mekke’ye varır varmaz, onu da Ayyâş ve Seleme’nin yanına hapsettiler. Ebû Cehil’in üvey kardeşleri olan bu iki adamı, Ebû Cehil’in oğlu İkrime, babası öldüğü halde hapiste tutmaya devam ediyordu. Peygamber (s.a.v) sık sık bu üç kişi ve Mekke’de zorla tutulan Hişâm ve Sehm’in oradan kurtulmaları için dua ederdi.
Mut’im’in oğlu Cübeyr, kuzenini ve müttefiklerinden ikisini kurtarmak için Medîne’ye geldi. Peygamber (s.a.v) onu çok iyi karşıladı; ona eğer Mut’im hayatta olsa ve esirleri, fidye ödeyip kurtarmak üzere gelseydi, onları fidye almadan Mut’im’e teslim edeceğini söyledi. Cübeyr, Medîne’de gördüğü her şeyden etkilenmişti; bir akşam güneş batarken Mescid’in dışında durmuş ve namaz kılarken Müslümanları dinlemişti. Peygamber (s.a.v) Cennet’ten, Cehennem’den ve hesap gününden bahseden et-Tûr Sûresi’ni okuyordu. Sûre şu sözlerle bitiyordu:
“Artık sen, Rabbinin hükmüne sabret; çünkü gerçekten sen, bizim gözlerimizin önündesin. Ve her kalkışında da Rabbini hamd ile tesbih et. Gecenin bir bölümünde ve yıldızların batışının ardında da O’nu tesbih et.” (Tûr: 48-9)
Cübeyr: “İşte bunları duyduğum zaman iman kalbimde yer etti.” demişti. Fakat o daha fazla dinleyip etkilenmekten kendini alıkoydu. Çünkü çok sevdiği amcasının Bedir’de öldüğü aklından çıkmıyordu. Mut’im’in kardeşi Tu’ayme de Hamza’nın öldürdüğü adamlardan biriydi ve Cübeyr amcasının öcünü almaya kendini zorunlu hissediyordu. Bu amacından dönmekten korktuğu için, fidyeler konusunda anlaşmaya varır varmaz Mekke’ye döndü.
Fidye vermek için gelenlerin çoğu en azından Peygamber (s.a.v)’e karşı saygılıydılar. Fakat savaştan sonra öldürülen Umeyye’nin kardeşi ve yine o zaman öldürülen Utbe’nin yakın arkadaşı Cumah kabilesinden Übey bunların dışındaydı. Fidyesini ödediği oğlunu alıp geri dönerken: “Ey Muhammed! Avd adında bir atı her gün her çeşit tahıl ile besliyorum. Onun üstünde iken, seni öldüreceğim” dedi. Peygamber (s.a.v) şu cevabı verdi: “Hayır, inşaallah ben seni öldüreceğim.”
O sırada Mekke’de Übeyy’in iki yeğeni Safvân ve Umeyr büyük bir acı içinde Bedir’de kaybettikleri değerli ve büyük liderlerden bahsediyorlardı. Safvân, Umeyye’nin oğluydu ve babası öldüğü için Cumah’ın lideri olacağı bekleniyordu. Kuzeni Umeyr, Bedir’de Müslüman ordu hakkında bilgi toplamak ve güçlerini tahmin etmek için gözcü olarak giden adamdı. Safvân: “Tanrı’ya andolsun, onlar gidince dünyada hiçbir iyilik kalmadı” dedi. Umeyr de bunu tasdikledi, fakat o Safvan’dan daha samimiydi. Umeyr’in oğlu da Medîne’deki esirler arasındaydı. Fakat o fidye ödeyemeyecek kadar borçluydu. Zaten hayatından bezmişti, bu nedenle hayatını genel bir yarar uğruna feda etmeye karar verdi. “Eğer ödeyemediğim borçlarım ve bakmak zorunda olduğum bir ailem olmasaydı, gider Muhammed (s.a.v)’i öldürürdüm” dedi. Safvân: “Borcun benim üzerime olsun, senin ailen demek benim ailem demektir. Onlara ölünceye dek bakmaya söz veriyorum. Benim olan her şeyi istemelerine gerek kalmadan onlara veririm”. Bunun üzerine Umeyr kararını uygulamak istediğini söyledi ve amaçları gerçekleşinceye kadar bu konuştuklarını gizli tutacaklarına birbirlerine söz verdiler. Umeyr, kılıcını keskinleştirdi, keskin tarafına zehir sürdü ve oğlunu kurtarma amacıyla gittiğini söyleyerek Medîne’ye doğru yola çıktı.
Aşağı Medîne’ye vardığında, Peygamber (s.a.v) Mescid’de oturuyordu. Umeyr’i kılıcını kuşanmış bir şekilde gören Ömer (r.a.), onun içeri girmesine engel oldu. Fakat Peygamber (s.a.v) ona Cumah’lı adamın yaklaşmasına izin vermesini söyledi. Bunun üzerine Ömer (r.a.), yanında bulunan ensârdan birkaç kişiye şöyle dedi: “Onu Allah’ın Rasûlü’ne götürün, siz de beraber oturun ve gözünüzü bu adamdan ayırmayın; çünkü pek güvenilir bir adam değil.” Umeyr onlara iyi günler diledi -Câhiliyye devrinde yaygın olan bir selamlama şekli.- Peygamber (s.a.v) ona şöyle dedi: “Allah bize bundan daha güzel bir selamlama şekli öğretti, ey Umeyr! O selâm’dır, Cennet ehlinin birbirini selamlama şeklidir”. Daha sonra ona niçin geldiğini sordu. Umeyr oğlunu kurtarmak için geldiğini söyleyince Peygamber (s.a.v): “Peki bu kılıç ne oluyor?” dedi. Umeyr: “Allah kılıçların belasını versin” dedi, “Onların bize hiç faydası dokundu mu?” Peygamber “Gelişinin asıl sebebi ne?” diye tekrar sordu. Umeyr yine sebep olarak oğlunu öne sürünce, Peygamber (s.a.v) onun Safvân’la Hicr’de konuştuklarını kelimesi kelimesine tekrarladı. En son olarak “Safvân senin borçlarını ve aileni üzerine aldı ki sen beni öldürebilesin. Fakat seninle onun arasına Allah girdi” dedi. Bunları duyan Umeyr: “Bunu sana kim söyledi?” diye bağırdı, “Bizim yanımızda bir üçüncü kişi yoktu”. Peygamber (s.a.v) “Bana bunları Cebrâîl haber verdi” dedi. Umeyr: “Sen bize gökten haberler getirdiğinde biz sana yalancı dedik. Fakat bana İslâm’ı hidayet eden Allah’a hamdolsun. Ben, Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed (s.a.v)’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehadet ediyorum” dedi. Peygamber (s.a.v.), orada bulunanlara dönerek şöyle dedi: “Kardeşinize dinini öğretin ve ona Kur’ân okuyun; esir oğlunu da serbest bırakın”.
Umeyr (r.a.) diğerlerini de, özellikle Safvân’ı İslâm’a davet etmek için Mekke’ye dönmek istiyordu. Peygamber (s.a.v) ona gitme izni verdi ve onun sayesinde birçok kişi Müslüman oldu. Fakat Safvân onun bir hain olduğunu düşünüyor ve bu yüzden onunla hiç konuşmuyordu. Birkaç ay sonra Umeyr, muhâcir olarak Medîne’ye döndü.
Ebu’l-As, Mekke’ye döndüğünde karısı Zeyneb’e onu Medîne’ye göndereceğine dair babasına söz verdiğini söyledi. Küçük kızları Ümâme’nin de annesiyle birlikte gitmesine karar verdiler. Oğulları Ali daha bebekken ölmüştü. Zeyneb de üçüncü bir çocuk bekliyordu. Tüm hazırlıklar yapıldığında Ebû’l-As, kardeşi Kinâne’yi muhafız olarak karısının yanına gönderdi. Planlarını gizli yapmışlardı. Fakat buna rağmen gündüz yola çıktılar. Bu da Mekke’de birçok lafa neden oldu; sonunda Kureyş’ten bir grup onları takip etmeye ve Zeyneb’i evlilikle bağlı olduğu Abdu Şems kabilesine geri getirmeye karar verdiler. Fihr kabilesinden Habbâr adındaki bir adam ilerledi ve mızrağını sallayarak, tahtında Ümâme ile birlikte oturan Zeyneb’in önüne geçti. O sırada diğerleri de yaklaşıp onları çevrelediler. Kinâne atından indi ve yayını çekip ok sadağını yere indirdi. “Hele biriniz gelin, hemen okumla öldürürüm” dedi. Yayını gerince adamlar, geri çekildiler. Kısa bir sessizlikten sonra Abdu Şems’in lideri Ebû Süfyân ve bineklerinden inen birkaç kişi ona yaklaştılar. Ona silahlarını bırakıp, meseleyi sakince konuşmayı teklif ettiler. Kinâne razı oldu. Ebû Süfyân ona şöyle dedi: “Başımıza gelen felaketi ve Muhammed (s.a.v)’in bize yaptığı kötülükleri bildiğin halde, kadını, insanların gözü önünde götürmen büyük bir hataydı. Bu bizim aşağılandığımızı gösterir bir işaret, adamlar bizim hakkımızda beceriksiz diye konuşacaklar. Hayatım üzerine yemin ederim ki, onu babasından ayrı tutmak istemiyoruz, bunun bize bir faydası da yok. Fakat kadını Mekke’ye geri götür. Hakkımızda konuşanların ağzı susuncaya ve bizim gidip onu getirdiğimiz halk arasında yayılıncaya kadar Mekke’de kalsın. Sonra onu gizlice al ve babasına götür.” Kinâne bu öneriyi kabul etti ve hep birlikte Mekke’ye döndüler. Döndükten kısa bir süre sonra Zeyneb, bir düşük yaptı. Büyük bir ihtimalle bunun nedeni Habbâr’dan korkmasıydı. İyileşince ve yeteri kadar zaman geçince Kinâne onları, yani Zeyneb ile Ümâme’yi gece karanlığında yola çıkardı ve Mekke’ye sekiz mil kadar uzaklıktaki Yecec ovasına kadar onlara eşlik etti. Orada, daha önceden planladıkları gibi Zeyd’le buluştular. Zeyd, onları sağ salim Medîne’ye getirdi.
Mustafa Demirci
Sitemizde sanatçıya ait toplam 50 eser bulunmaktadır. Sanatçının sayfasına gitmek için tıklayın.
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.