Web sitemize hoşgeldiniz, 18 Aralık 2024
Beğen 2

Mustafa Demirci-Hılful Fudul

Suriye’deki ticaretini bitirdikten sonra Ebû Tâlib, daha önceki yalnız yaşamına devam eden yeğeniyle birlikte Mekke’ye döndü. Fakat amcaları, Abbâs ve Hamza gibi onun da savaş araçlarını kullanmak için eğitimden geçmesi gerektiği kanısına vardılar. Hamza fiziksel açıdan güçlü bir yapıya sahipti, güçlü bir adam olacağı önceden belliydi. İyi bir güreşçiydi ve iyi kılıç kullanırdı. Muhammed ise ortalama uzunluk ve güçte bir gençti. Okçuluğa özel bir yeteneği vardı ve büyük ataları İsmail ve İbrahim gibi iyi okçu olma yolundaydı. Bu başarıdaki en büyük rol ise gözlerinin keskin oluşundaydı: onun Süreyya burcunun on iki yıldızını sayabildiği söylenirdi.
O yıllarda, uzun fakat aralıklarda süren ve haram aylardan birinde başladığı için Ficar Savaşı denilen şavaştan başka önemli bir çatışma olmadı. Kinane kabilesinden bir adam, Necd’deki Hevâzin kabilelerinden Amir’in bir adamını öldürmüş ve Hayber kalesine sığınmıştı. Olaylar dizisi her zamanki çöl kurallarına uygun olarak meydana geldi: şeref intikam gerektirirdi. Öldürülen adamın kabilesi, Kinane’ye yani öldüren adamın kabilesine saldırdı. Kureyş o sıralarda Kinane ile müttefik durumdaydı. Savaş üç dört yıl sürdü. Fakat gerçekte beş günden fazla çatışma meydana gelmedi. O sıralarda Hâşimîlerin başında, Ebû Tâlib gibi Muhammed’in babasının öz kardeşi olan Abdu’l-Muttalib’in oğlu Zübeyr vardı. Zübeyr ve Ebû Tâlib yeğenleri Muhammed’i ilk çatışmalardan birine götürdüler. Fakat onun savaşmak içi çok genç olduğu kanaatine vardılar. Bu nedenle onun sadece hedefine ulaşmayan düşman oklarını toplayıp, amcalarına iletmesine izin verdiler.[17] Fakat bunu takip eden çatışmalarda, Kureyş ve taraftarlarının kötü bir durumda olduğu sırada, onun da bir okçu olarak marifetini göstermesine izin verildi ve başarısı kutlandı.
Bu savaş, yerleşik topluluklarla çöl kanunu arasında her zaman varolan hoşnutsuzlukların artmasına yol açtı. Kureyş’in ileri gelenlerinin çoğu Suriye’ye gitmiş ve orada Roma İmparotorluğu’nun uyguladığı adaleti görmüşlerdi. Habeşistan’da da savaş etmeden adaleti sağlamak mümkündü. Fakat Arabistan’da suç kurbanı kişinin veya ailesinin hakkını alabileceği, bunlarla karşılaştırabilecek bir kanun sistemi yoktu; ve Ficar Savaşı’nın da, kendinden önceki diğer karışıklıklar gibi, birçok zihni, bu tür olayları önleme yolları ve araçlarıyla ilgili düşünceye sevk etmiş olması doğaldı. Fakat bu kez sonuç sadece düşüncelerden ve kelimelerden ibaret kalmamıştı. Kureyş bu tür olayları önlemek için hemen harekete geçmeğe hazırdı. Onların bu adalet anlayışları, savaşın bitiminden birkaç hafta sonra Mekke’de meydana gelen bir olayla sınandı.
Zebîd kabilesinin Yemen’deki bölgesinden bir tüccar, Sehm kabilesinin ileri gelenlerinden birine değerli mallar satmıştı. Sehmli adam malları teslim almıştı, fakat kararlaştırılan fiyatı ödememekte ısrar ediyordu. Dolandırılan tüccar, onu dolandıranın da bildiği gibi Mekkeli değildi ve tüm şehirde ona yardım edebilecek bir velisi veya müttefiki yoktu. Fakat karşısındakinin küstahça kendisine güvenişinden de ürkmüyordu. Bu nedenle Ebû Kubeys Tepesi’ne çıkıp, yüksek sesle ve beliğ bir şekilde tüm Kureyş’i adaleti yerine getirmeye davet etti. İlk tepki Sehm kabilesiyle geleneksel bağları olmayan kabilelerden geldi. Kureyş ise her şeyin ötesinde kabile ayrımı gözetmeden birleşme taraftarıydı. Fakat yine de kendi birlikleri içindeki kesin ayrımın, Kusayy’ın mirası nedeniyle meydana gelen Müttefikler ve Güzel Kokanlar ayrımının farkındaydılar ve Sehm de Müttefikler’dendi. Diğer grubun liderlerinden biri, Mekke’nin en zenginlerinden biri olan Teym kabilesinin şefi Abdullah İbn Cud’an idi; ve şimdi büyük evini, tüm adaleti sevenlerin toplanma yeri olarak açıyordu. Güzel Kokanlar grubundan sadece Abdu Şems ve Nevfel kabileleri orada değildi. Hâşim, Muttalib, Zühre, Esed ve Teym kabileleri toplulukta temsil ediliyordu. Bunlara bir de Müttefikler’den Adiy katılmıştı. Birlikte yaptıkları tartışmalar sonucu zayıfları kollamak ve adaleti korumak için bir örgüt kurmaya karar verdiler. Hep birlikte Kâ’be’ye gidip Haceru’l-Esved’in üzerine su döküp, bu suyu bir kaba akıttılar. Bu şekilde kutsanmış olan sudan teker teker içtiler ve sağ ellerini yukarı kaldırarak Mekke’de ne zaman bir zulüm meydana gelirse, zulmedilen Mekkeli olsun, yabancı olsun onun hakkını alıp, adaleti korumak için tek bir vücut gibi birleşeceklerine and içtiler. Bundan sonra Sehm’li adama borcunu ödettiler; bu anlaşmaya katılmayan kabilelerin de hiç birinden karşı çıkıp Sehm’liyi koruyan olmadı.
Teym’in şefi ile birlikte bu düzeni kuranlardan biri de Hâşimîlerden Zübeyr idi: Beraberinde aynı andı içen yeğenini de bu toplantıya getirmişti. Muhammed (s.a.v.) daha sonraki yıllarda şöyle diyecektir: “Abdullah İbn Cud’an’ın evinde ben de vardım; orada bulunuşumu ve o anlaşmaya katılışımı bir sürü kızıl deveye değişmem ve şimdi, İslâm’da, o örgüte çağrılsam memnuniyetle katılırım” Orada bulunanlardan biri de, oğlu Ebû Bekir ile birlikte gelen ev sahibinin kuzeni Teymli Ebû Kuhâfe idi. Ebû Bekir, Muhammed’den bir veya iki yaş küçüktü ve ileride onun en samimi arkadaşı olacaktı.


Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.

Yorum Yaz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.