Mustafa Demirci-İftira
Medîne’ye döndükten kısa bir süre sonra Âişe (r.a.) hastalandı. O zamana kadar, münafıkların o ve Safvân’la ilgili söyledikleri dedikodular tüm şehre yayılmıştı. Çok az kişi bunu ciddiye alıyordu. Bu olayı ciddiye alanlar arasında Muttalib kabilesinden kuzeni Mistah da vardı. Fakat inansın inanmasın, ondan başka herkesin söylenenlerden haberi vardı. Hiçbir şeyden haberi olmamasına rağmen Âişe, Peygamber’in (s.a.v) kendisine karşı tavırlarında bazı değişiklikler olduğunu hissediyordu. Peygamber, kendisine diğer hastalıklarında gösterdiği sevgi ve şefkati göstermiyordu. Odaya gelir ve tedavi edenlere, “Bugün hepiniz nasılsınız?” der; onu da diğerleri arasına katardı. Buna çok üzülen, fakat gururu nedeniyle şikâyet edemeyen Âişe (r.a.), annesinin evine gidip orada tedavi olmak için Peygamber (s.a.v)’den izin istedi. Peygamber, “Nasıl istersen” dedi.
Neler olduğunu Âişe şöyle anlatıyor: “Neler söylendiğinden habersiz bir şekilde annemin evine gittim ve yirmi gün içinde hastalığım geçti. Bir akşam Mistah’ın annesi ile dışarı çıktık – Onun annesi, babamın annesi ile kardeşti-. Yanımda yürürken: ‘Allah Mistah’ın cezasını versin’ diye bağırdı. Ben, ‘Allah aşkına ne diyorsun?’ dedim. ‘Bedir’de savaşmış olan bir muhâcir hakkında böyle konuşmak kötü bir şeydir’. O, ‘Ey Ebû Bekir’in kızı!’, dedi; ‘nasıl olur da haberler sana ulaşmaz?’ ‘Hangi haberler?’ dedim. Bana iftiracıların neler söylediklerini ve bunun nasıl halkın ağzında dolaştığını anlattı. ‘Bu nasıl olabilir?’ dedim. Onun cevabı şu oldu: ‘Gerçekten olan bu!’ Gözyaşları içinde eve döndüm. Gözyaşlarımın ciğerimi çatlattığını hisedene dek ağladım. Anneme, ‘Allah seni affetsin!’ dedim. ‘Herkes neler söylüyor da, sen bana bir tek kelime bile söylemiyorsun.’ Annem, ‘Kızım, bunu bu kadar ciddiye alma. Çünkü kendisini seven bir koca ile evlenen çok az güzel kadın vardır ki kumaları onun hakkında dedikodu çıkarmasın ve diğerleri de böyle şeyler söylemesin’ dedi. Bunun üzerine bütün gece uykusuz kaldım ve sürekli ağladım.”
Peygamber (s.a.v)’in hanımları arasında ne kadar kıskançlık olursa olsun, hanımların hepsi de takva sahibiydi ve hiçbiri bu iftiraya katılmadı. Aksine, hepsi Âişe’yi desteklediler ve hakkında iyi konuştular. Peygamber (s.a.v)’in ev halkına yakın olanlardan bu konuda en çok suçlu olan kimse, Zeyneb’in kızkardeşi Hanme -Peygamber’in kuzeni idi. O kızkardeşinin daha da gözde olmasını sağlamak için Âişe (r.a.) hakkındaki iftirayı yayanlar arasındaydı. Genelde herkes Zeyneb’in de buna yardımcı olduğunu düşünüyordu; fakat Âişe (r.a.) için, Zeyneb (r.a.) Peygamber (s.a.v)’in en gözde hanımlarından biriydi. Zeyneb, kardeşinin kendi adına yaydığı kötü şeylerden daha sonra da çok muzdarib oldu. Mistah’ın yanı sıra iftiraya katılanlardan biri de şair Hassan İbn Sâbit idi. Geri planda ise bu iftirayı başlatan İbn Übey ve diğer münafıklar yer alıyordu.
Peygamber (s.a.v) bu konuda bir vahiy gelmesini bekliyordu. Fakat hiçbir şey gelmeyince, hanımlarını ve yakın olan diğerlerini sorguya çekti. Hemen hemen Âişe ile aynı yaşta olan Üsâme, onu savundu ve, “Bu bir iftira. Biz onun hakkında iyilikten başka bir şey bilmiyoruz” dedi. Annesi Ümmü Eymen (r.a.) de onu savundu. Hz. Ali ise şöyle dedi: “Allah seni sınırlamadı, ondan başka pek çok kadın var. Onun hizmetçisini sorguya çek, gerçeği ondan öğrenebilirsin.” Bunun üzerine Peygamber (s.a.v) Bureyre’ye haber gönderdi ve “Ey Bureyre! Şimdiye kadar Âişe’de, ondan şüphelenmeni gerektirecek hiçbir hareket gördün mü?” diye sordu. Bureyre bu soruyu şöyle cevapladı: “Seni Hak’la gönderene yemin olsun ki, onun sadece iyiliğini biliyorum. Eğer aksi olsaydı Allah, Rasûlü’ne bunu bildirirdi. Âişe’de hiçbir kusur bulamam.. O daha küçük bir genç kız. Onda gördüğüm tek hata, her seferinde uyardığım halde, ben hamur yoğurduktan sonra ona hamuru beklemesini öğütlediğim halde, onun uyuyakalması ve küçük kuzusunun gelip hamuru yemesidir.”
Peygamber (s.a.v) Mescid’e gittiğinde minbere çıktı ve Allah’a hamdettikten sonra şöyle dedi: “Ey insanlar! Ailem hakkında doğru olmayan şeyleri söyleyerek beni inciten insanlar için ne dersiniz? Allah’a yemin olsun ki ben ailemde ve onların konuştuğu kişilerde iyilikten başka bir şey görmedim. Onlar, yanlarında ben olmaksızın evlerimden hiçbirine girmezler.” Peygamber (s.a.v) konuşmasını bitirir bitirmez, Üseyd ayağa kalktı ve “Ey Allah’ın Rasûlü! Eğer o dediklerin Evs’ten iseler, biz onlara hadlerini bildiririz; eğer onlar Hazrec kabilesinden kardeşlerimiz ise, bize emir ver de başlarını keselim” dedi. O sözünü bitirmeden, Sa’d İbn Ubâde (r.a.) ayağa kalkmıştı. Çünkü itfirayı ilk başlatanlar ve Hassan bin Sâbit (r.a.) Hazrec’tendiler. “Allah aşkına, yalan söylüyorsun” dedi, Sa’d. “Sen onları öldürmeyeceksin, öldürmezsin de. Onlar senin kabilenden olsaydı böyle konuşmazdın.” Üseyd, “Asıl yalan söyleyen sensin. Onları öldüreceğiz. Sen de münafıkların tarafını tutan bir münafıksın” dedi. İki kabile de ayaklanmış, birbirine girmek üzereydi. Fakat Peygamber (s.a.v) onlara sakin olmalarını söyledi ve minberden inerek onları teskîn edip evlerine gönderdi.
Eğer Âişe (r.a.), Peygamber (s.a.v)’in kendisini topluluk içinde minberden savunduğunu bilseydi, bu kadar üzülmezdi. Fakat o zaman için henüz bu konuda bir şey bilmiyordu. O sadece Peygamber (s.a.v)’in, etrafındakilere kendisi ile ilgili sorular sorduğunu biliyordu. Âişe, bunun Peygamber (s.a.v)’in kesin bir tutum ortaya koymaması anlamına geldiğini düşünüp üzülüyordu. Âişe (r.a.) O’ndan, kendi içindekileri okumasını beklemiyordu; çünkü o, Peygamber’e gayb haberlerinin Allah tarafından bildirildiğini biliyordu. O, “Ben sadece Allah’ın bana bildirdiklerini bilebilirim” derdi. O insanların düşüncelerini okumazdı. Fakat Âişe (r.a.), Peygamber’den ona karşı duyduğu bağlılığının, suçlandığı şeyi yapmasını imkânsız kılacak denli büyük olduğunu bilmesini bekliyordu.
Her ne olursa olsun, sadece O’nun, Âişe (r.a.) ve Safvân (r.a.)’ın masum olduğuna inanması yeterli değildi. Mesele çok ciddiydi ve onların suçsuz olduğunu tüm topluma ispat edecek bir delile ihtiyaç vardı. Bu konuda en az yardım eden de Âişe idi. Artık onun bu süregelen sessizliği sona ermeliydi. Onun söyleyeceği hiçbir şey bu meseleyi çözmeye yetmezdi. Fakat Kur’ân, nüzûlü sırasında sorulan sorulara cevap vereceğini vadediyordu. (Mâide: 105). Bu kez Peygamber (s.a.v), sadece vahiyle bir cevap gelsin diye birçok kişiye aynı soruları sormuştu. Fakat belki de bu sorunun, meseleyle en yakından ilgili olan kişiye sorulması gerekiyordu.
Âişe (r.a.), “Ben ailemle beraberdim” dedi. “İki gece ve bir gün boyunca sürekli ağlamıştım. Onlar benimle birlikte otururken ensârdan bir kadın bize katılmak için izin istedi. Ben girmesine izin verdim, o da oturdu ve benimle birlikte ağladı. Daha sonra Peygamber (s.a.v) gelip oturdu. İnsanlar benim hakkımda konuşmaya başladığından beri hiç benimle oturmamıştı. Olaydan bu yana bir ay geçmişti, semadan da hiçbir haber gelmiyordu. Allah’tan başka ilâh yoktur diye şehadet getirdikten sonra bana şöyle dedi: “Ey Âişe! Bana seninle ilgili şunları şunları söylediler. Eğer sen masumsan, Allah senin masum olduğunu açıklar. Eğer yasak olan şeyi yaptıysan Allah’tan bağışlanma dile ve tevbe et! Çünkü, kul eğer, hatasını itiraf edip tevbe ederse Allah ona merhamet eder.” O konuşmasını bitirdiğinde gözyaşlarım dinmişti. Babama, “Benim adıma Allah’ın Rasûlü’ne cevap ver” dedim. Babam, “Ne söyleyeceğimi bilmiyorum” dedi. Anneme sorduğumda, o da aynı şeyi söyledi. Ben ise daha küçük genç bir kızdım ve Kur’ân’dan ezberim çok değildi. Bu nedenle şöyle dedim: “İnsanların benim hakkımda söylediklerini duyduğunu ve onların senin kalbinde yerleşip, senin de onlara inandığını biliyorum. Eğer size masum olduğumu söylesem -ki Allah benim masum olduğumu biliyor- bana inanmayacaksınız. Fakat eğer Allah’ın masum olduğumu bildiği şeyi yaptığımı ikrar etsem bana inanırsınız.” Daha sonra Ya’kûb ismini hatırlamak için zihnimi yokladım, fakat hatırlayamadım. Bu nedenle şöyle dedim: Fakat ben Yûsuf’un babasının dediği gibi diyeceğim
“Bundan sonra (bana düşen) güzel bir sabırdır. Sizin bu düzüp uydurduklarınıza karşı (kendisinden) yardım istenecek olan Allah’tır.” (Yûsuf: 18)
Sonra yatağıma gittim ve Allah’ın benim suçsuz olduğumu bildireceğini ümit ederek uzandım. Benim hakkımda vahiy inmesini beklemiyordum. Çünkü adım Kur’ân’da zikredilecek kadar değerli bir kimse olmadığımı düşünüyordum. Fakat Peygamber (s.a.v)’in rüyasında benim suçsuz olduğuma işaret eden bir şeyler görmesini bekliyordum.
O bizimle oturmaya devam etti ve bizler de yanında iken O’na vahiy geldi: Böyle zamanlarda kendisinde meydana gelen kasılma yine başlamıştı ve bir kış günü olmasına rağmen üstünden terler boşanıyordu. Bu baskıdan kurtulduğunda memnun bir sesle: “Ey Âişe! Allah’a hamdet, çünkü O, senin masum olduğunu açıkladı” dedi. Annem de bana, “Kalk ve Allah’ın Rasûlü’ne git” dedi. Ben, “Hayır Allah’a andolsun kalkıp ona gitmeyeceğim ve Allah’tan başka da kimseye hamdetmeyeceğim” dedim.[236]
İnen âyetler şunlardı:
“Doğrusu, uydurulmuş bir yalanla (ifkle) gelenler, sizin içinizden birlikte davranan bir topluluktur… O durumda siz onu (iftirayı) dillerinize aktardınız ve hakkında bilginiz olmayan şeyi ağızlarınızla söylediniz ve bunu da kolay sandınız; oysa O Allah katında çok büyüktür. Onu işittiğiniz zaman, ‘Bu konuda söz söylemek bize yakışmaz. (Allah’ım) sen yücesin, bu büyük bir iftiradır’ demeniz gerekmez miydi? Eğer iman edenlerden iseniz bunun gibisine bir daha dönmemeniz için Allah size öğüt vermektedir.” (Nûr: 11, 15-17)
Yeni inen vahiy, zina sorununun aslını anlatıyor ve zina cezası ile birlikte şerefli kadınlara iftira atanların kırbaçlanması gerektiğini de bildiriyordu. İftirayı açıkça yayan ve suçlarını itiraf eden Mistah, Hassan ve Hamne’ye bu ceza uygulandı. Fakat çok sinsi olan münafıklar gizli kalmışlar ve bu meselede payları olduğunu itiraf etmemişlerdi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v) meseleyi takip etmekten vazgeçti ve onların cezasını Allah’ı bıraktı.
Ebû Bekir (r.a.), fakir olan Mistah’a bir miktar maaş bağlamıştı. Fakat onun suçlu olduğunu öğrenince, “Allah’a yemin olsun ki, Âişe hakkında söylediklerinde ve başımıza getirdiği beladan sonra artık Mistah’a para verip yardım edemem” dedi. Fakat bunun üzerine şu âyet nazil oldu:
“Sizden, faziletli ve varlıklı olanlar, yakınlara, yoksullara ve Allah yolunda hicret edenlere vermekte eksiltme yapmasınlar, affetsinler ve hoş görsünler. Allah’ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz? Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.” (Nûr: 22)
Ebû Bekir (r.a.), “Gerçekten Allah’ın beni bağışlamasını diliyorum” dedi. Sonra Mistah’a gidip, her zaman verdiği şeyleri verdi ve “Allah’a yemin olsun ki onu hiçbir zaman terk etmeyeceğim” dedi. Peygamber (s.a.v) de aynı şekilde belli bir zaman geçtikten sonra Hassan’a çok büyük cömertlik gösterdi. Mus’ab’ın ölümü üzerine dul kalan kuzeni Hamne’yi de Talha ile evlendirdi. Hamne (r.a.)’nin Talha (r.a.)’dan iki oğlu oldu.
Mustafa Demirci
Sitemizde sanatçıya ait toplam 50 eser bulunmaktadır. Sanatçının sayfasına gitmek için tıklayın.
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.