Web sitemize hoşgeldiniz, 15 Kasım 2024
Beğen 3

Mustafa Demirci-Seçim

Peygamber (s.a.v) sürekli Cennet’i, tasvir ettiği şeyi sanki görüyormuş gibi anlatırdı. Bu izlenim başka işaretlerle de desteklenirdi. Örneğin, bir keresinde elini sanki bir şey alıyormuş gibi uzattı ve tekrar geri çekti. Hiçbir şey söylemedi; fakat etrafında onun bu hareketine dikkat edenler sordular. “Cenneti gördüm” diye cevap verdi “ve üzümlerinden bir salkım alabilmek için uzandım. Eğer onu alabilseydim, dünya durdukça onu yerdiniz.” Çevresindekiler Peygamber (s.a.v)’in bir bakıma âhirette olduğu fikrine alışmışlardı. Belki de bu nedenle, kendi ölümünden bahsettiği veya burada olduğu gibi her an ölebileceğini ima ettiği zamanlar, sözleri onlar üzerinde fazla etkili olmuyordu. Bunun yanı sıra altmış üç yaşında olmasına rağmen hâlâ genç bir adamın incelik ve vücut yapısına sahipti. Gözleri hâlâ ışıl ışıldı ve siyah saçlarında çok az beyazlık vardı. Yine de bir keresinde hanımları ile beraberken yakında öleceğine değinmesi, onların,kendi aralarından ilk önce kimin ona kavuşacağı sorusunu yöneltmelerine neden oldu. Peygamber (s.a.v), “En uzağa erişebilen bana ilk önce kavuşacak” diye cevap verdi. Bunun üzerine hangisinin kolunun daha uzun olduğunu anlamak için kollarını ölçmeye başladılar. Kaynaklarda kaydedilmemesine rağmen, tahminen karşılaştırmayı kazanan, diğerlerine nazaran boyu en uzun olan Sevde idi. Diğer taraftan Zeyneb, küçük yapılı bir kadındı; kolu da boyuna göreydi. Fakat bu olaydan yaklaşık on yıl sonra, içlerinden ilk ölen Zeyneb oldu. İşte o zaman Peygamber (s.a.v)’in “en uzağa erişebilen” deyimiyle en cömert olanı kasdettiğini anladılar. Çünkü Zeyneb (r.a.) de kendi adını taşıyan ve “fakirlerin annesi” diye anılan Peygamber (s.a.v)’in diğer hanımı gibi çok cömertti.
Peygamber (s.a.v.) Suriye seferi için hazırlıklara başlanmasını emrettikten kısa bir süre sonra, ordu ayrılmadan önce bir gece Peygamber, Ebû Muveyhibe adlı azadlı bir kölesini erken saatlerde çağırdı ve “Mezarlıktakiler için bağışlanma dilemem emredildi, benimle gel!” dedi. Birlikte gittiler ve Baki’ye vardıklarında Peygamber (s.a.v.), “Ey mezarlık halkı, selam üzerinize olsun! Halinize sevinin; durumunuz şimdi yaşayanlardan çok iyi. Kargaşalar en karanlık gecenin dalgaları gibi geliyor; birbiri arkasına; her biri bir öncekinden daha kötü” dedi. Daha sonra Ebû Muveyhibe’ye döndü ve “Bana bu dünya hazinelerinin anahtarları ve bu dünya da ölümsüzlük, ardından da Cennet sunuldu. Bununla Rabbime ve Cennet’e kavuşma arasındaki seçim bana bırakıldı” dedi. Ebû Muveyhibe, “Ey bana anamdan ve babamdan daha sevgili olan! Bu dünya hazinelerinin anahtarlarını ve burada, ardından Cennet gelen ölümsüzlüğü seç” dedi. Fakat Peygamber (s.a.v.) ona şu cevabı verdi: “Ben zaten Rabbime ve Cennet’e kavuşmayı seçtim.” Daha sonra Baki’de yatanlar için bağışlanma diledi.
O sabah veya ertesi gün başı o zamana kadar hiç ağrımadığı bir şekilde ağrıdı. Fakat Peygamber (s.a.v.) yine de mescide gitti. Namazdan sonra minbere çıkıp, -sonradan anlatılanlara göre- sanki son defa yapıyormuş gibi Uhud şehidleri için rahmet diledi. Daha sonra, “Allah’ın kulları arasında bir kul var ki, Allah onu bu dünya ile kendisini seçme konusunda serbest bıraktı. O kul da Allah’ı seçti” dedi. Bunları söylediğinde Ebû Bekir ağlamaya başladı; çünkü Peygamber (s.a.v.)’in kendisinden bahsettiğini ve seçimin kaçınılmaz ölüm olduğunu biliyordu. Peygamber (s.a.v.) onun ağladığını gördüğünde, ağlamamasını söyledikten sonra: “Ey insanlar! İnsanlar arasında arkadaşlığı ve ihsanı ile bana en lütufkâr olan kişi Ebû Bekir’dir. Eğer insanlar arasında hiç ayrılmayacağım bir arkadaş seçecek olsam, o arkadaş Ebû Ebû Bekir olurdu -fakat iman kardeşliği ve arkadaşlığı Allah bizi huzurunda birleştirene kadar bizimdir.” İşte bu konuşmadan sonra mescidi çevreleyen ve kapıları mescide açılan özel evlere bakarak, “Mescide açılan şu kapılara bakın. Ebû Bekir’in kapısı hariç hepsini kapatın.” dedi. Minberden inmeden önce şöyle dedi: “Ben sizden önce gidiyorum ve sizin şahidinizim. Sizinle, şimdi şu durduğum yerden gördüğüm Havuz’da bulaşacağım. Sizin Allah’ın yanında ilâhlar edineceğinizden korkmuyorum. Sizin için bu dünyadan korkuyorum, ola ki dünyevî şeyler için birbirinizle rekabet edersiniz.”
Mescidden çıktıktan sonra, ev sahipliği yapma sırası Meymûne’de olduğu için onun odasına gitti. Cemaate konuşma yapmak için harcadığı güç, ateşini yükseltmişti. Bir veya iki saat sonra Âişe’nin kendi hastalığını bilmesini istediği için onun odasına gitti. Âişe’nin başı ağrıyordu; o içeri girdiğinde “Of başım!” diye inledi. Peygamber (s.av.) “Hayır Âişe, aslında of (benim) başım!” dedi. Onun yüzünü ölümcül bir hastalığın izlerini ararcasına araştırdı. Böyle bir şey göremeyince, “Ben hayatta iken olmasını isterdim.” Âişe’nin ölümünü kasdediyordu- “O zaman senin için bağışlanma diler, sana rahmet diler, seni kefenler, namazını kılar ve gömerdim” dedi. Âişe (r.a.) O’nun hasta olduğunu görüyordu ve sesinin tonu onu telaşlandırmıştı. Fakat yine de O’nu neşelendirmeye çalıştı ve O’nu biraz olsun gülümsetmeyi başardı. Peygamber (s.a.v.) tekrar, “Hayır, of (benim) başım !” dedi ve Meymûne’ye döndü.
Sağlıklı olduğu zamanlardaki gibi davranmaya çalışıyordu ve her zamanki gibi mescidde namazları kıldırıyordu. Fakat hastalığı öyle arttı ki, sadece oturarak namaz kılabilecek hale geldi. O zaman cemaate onların da oturarak kılmaları gerektiğini söyledi. O gün sırası gelen hanımın odasına gittiğinde, “Yarın neredeyim?” diye sordu. Hanımı da ertesi günü sırası gelen hanımın adını söyledi. “Peki yarından sonraki gün neredeyim?” diye sordu. Hanımı yine cevap verdi. Onun bu kadar fazla ısrar etmesine şaşırarak ve Âişe ile birlikte olmak istediğini anlayarak diğer hanımlara bunu haber verdi. Onlar da hep beraber geldiler ve, “Ey Allah’ın Rasûlü! Seninle geçireceğimiz günlerimizi kardeşimiz Âişe’ye veriyoruz” dediler. Peygamber (s.a.v.) bu hediyeyi kabul etti. Fakat yardımsız yürüyemeyecek denli zayıftı. Bu nedenle Ali (r.a.) ve Abbâs (r.a.), Âişe (r.a.)’nin odasına kadar ona yardım ettiler.
Suriye seferi için Üsâme (r.a.) gibi çok genç bir adamı kumandan seçmesi konusunda çok eleştiri olduğu ve hazırlıklarda bir yavaşlama olduğu haberi Peygamber (s.a.v.)’e ulaştı. Bu eleştirilere cevap verme ihtiyacı hissetti, fakat ateşi çok yüksekti. Hanımlarına, “Benim üzerime değişik kuyulardan doldurulmuş yedi kırba su dökün ki gidip adamlara hitap edebileyim” dedi. Hafsa (r.a.), Âişe (r.a.)’nin odasına bir tekne getirdi, diğer hanımları da su getirdiler. Üzerine su dökülürken Peygamber (s.a.v.), bu teknenin içine oturdu. Daha sonra onun giyinmesine ve sarığını sarmasına yardım ettiler. İki adam da O’na yardım ederek aralarında mescide kadar götürdüler. Peygamber (s.a.v.) orada minbere çıktı ve toplanan kalabalığa şöyle hitap etti: “Ey insanlar! Üsâme’nin ordusunu sevk edin; çünkü siz ondan önce babasının liderliğine karşı çıktığınız gibi onun liderliğine de karşı çıkmanıza rağmen, o da babası gibi kumandanlık etmeye yaraşır.”Daha sonra minberden indi ve yardımıyla Âişe’nin odasına gitti. Hazırlıklar hızlandı ve Üsâme (r.a.) ordusuyla Medîne’nin üç mil kuzeyindeki Curf’a kadar gitti ve orada kamp kurdu.
Bir sonraki namaz vaktinde ezan okunduğunda, Peygamber (s.av.) hâlâ oturabilmesine rağmen artık namaz kıldıramayacağını hissetti. Hanımlarına, “Ebu Bekir’e namazlarda imamlık etmesini söyleyin” dedi. Fakat Âişe (r.a.), Peygamber (s.av.)’in yerini almanın babasını çok üzeceğinden korktu. “Ey Allah’ın Rasûlü!” dedi; “Ebû Bekir çok duygulu bir adamdır, sesi de gür değildir, hem Kur’ân okurken çok ağlar.” Peygamber (s.av.), sanki o hiç konuşmamış gibi, “Ona namazı kıldırmasını söyle” dedi. Âişe (r.a.) tekrar denedi, bu kez onun yerine Ömer’e görevi vermesini önerdi. Fakat Peygamber (s.av.) tekrar, “Ebû Bekir’e namaz kıldırmasını söyle!” dedi. Âişe (r.a.), Hafsa (r.a.)’nın yüzüne yalvaran bir bakış fırlattı ve Hafsa (r.a.) da konuşmaya başladı. Fakat Peygamber (s.a.v.) onları şu sözlerle susturdu: “Siz Yûsuf’un yanındaki kadınlar gibisiniz.
Ebû Bekir (r.a.)’e namazda insanlara imamlık yapmasını söyle. Bırakın suçlayan hata araştırsın, Hâris olan da arzulasın. Yoksa Allah ve mü’minler buna sahip olmayacaklar.” Son cümleyi üç kez tekrarladı ve hastalığının geri kalan kısmında namazları hep Ebû Bekir kıldırdı.
Peygamber ( s.av.) çoğu zaman başı Âişe’nin göğsünde veya dizinde olduğu halde yatıyordu. Fakat Fâtıma (r.a.) geldiğinde Âişe (r.a.), baba kızı yalnız bırakıyordu. Bu ziyaretlerden birinde Âişe, O’nun kızına bir şeyler söylediğini, kızının da bunun üzerine ağlamaya başladığını gördü. Daha sonra ona bir sır daha verdi; bu kez gözyaşlarının arasında gülümsemeye başladı. O ayrılırken Âişe (r.a.), Peygamber (s.av.)’in ne söylediğini sordu; fakat Fâtıma (r.a.) bunun bir sır olduğunu ve kimseye açamayacağını söyledi. Ancak daha sonraları Fâtıma ona bu sırrı açıkladı: “Peygamber (s.av.) bana bu hastalıktan öleceğini söyledi, ben de ağladım. Daha sonra bana ev halkından ona ilk kavuşanın ben olacağımı söyledi, ben de güldüm.”
Peygamber (s.a.v.) hastalığı sırasında çok acı çekiyordu; acının çok ağırlaştığı bir sırada karısı Safiye (r.a.), “Ey Allah’ın Peygamberi! Senin çektiğini keşke ben çekseydim!” dedi. Bunun üzerine diğer hanımları birbirine baktılar ve aralarında bunun münafıklık olduğunu fısıldaştılar. Peygamber (s.a.v.) onları gördü ve, “Gidin ağzınızı yıkayın” dedi. Ona niçin olduğunu sorduklarında, “Çünkü arkadaşınıza iftira ediyorsunuz. Vallahi, o tüm samimiyetiyle gerçeği söyledi” cevabını verdi.
Ümmü Eymen (r.a.) de sürekli O’nun yanındaydı ve ara ara oğluna Peygamber (s.av.)’in durumu ile ilgili haberler gönderiyordu. Üsâme (r.a.) Allah bir yol gösterinceye kadar daha fazla ilerlemeyip Curf’ta kalmaya karar vermişti. Fakat bir sabah ulaşan kötü haberler nedeniyle Medîne’ye geldi ve ağlayarak, şuuru yerinde olduğu halde konuşamayacak kadar hasta olan Peygamber (s.a.v.)’in yanına gitti. Üsâme (r.a.) onun üzerine eğildi ve öptü. Peygamber (s.av.) elini Semâ’dan rahmet dilercesine yukarı doğru kaldırdı ve açtı. Daha sonra elinin içindekileri, üzüntü içinde kampa dönen Üsâme’nin eline boşaltırmış gibi bir hareket yaptı.
Ertesi gün hicretin on birinci yılının Rebîül-evvel ayının Pazartesi’ye denk gelen on ikinci günü idi; yani M.S. 632 Haziran’ının sekizinci günü. O sabah erkenden Peygamber (s.a.v.)’in ateşi düştü ve çok güçsüz olmasına rağmen, ezan onun mescide gitmeye karar vermesine neden oldu. O içeri girdiğinde namaz başlamıştı ve insanlar onu gördüklerinde sevinçten neredeyse namazdan çıkacaklardı; fakat Peygamber (s.a.v.) onlara devam etmelerini işaret etti. Bir süre onları seyretti ve davranışlarındaki takvayı görerek yüzü sevinçten parladı. Yanında Fadl (r.a.) ve azadlı kölesi Sevbân (r.a.)’ın yardımıyla ilerlerken yüzü hâlâ parlıyordu. “Peygamber (s.av.)’in yüzünü o andaki kadar güzel hiç görmemiştim” dedi, Enes (r.a.). Ebû Bekir (r.a.) arkasındaki saflarda bir hareket olduğunun farkındaydı. Bunun sadece bir tek sebebinin olabileceğini ve arkadan yaklaştığını duyduğu adamın Peygamber (s.av.)’den başkası olmadığını biliyordu. Bu nedenle başını çevirmeden bir adım geri çekildi. Fakat Peygamber (s.av.) elini onun omuzuna koydu ve “Namazı sen kıldır” diyerek, onu tekrar cemaatin önüne doğru itti. Kendisi de Ebû Bekir’in sağına oturdu ve oturarak namaz kıldı.
Onun bu iyileşmesi büyük bir sevinçe yol açmıştı. Namazdan kısa bir süre sonra Üsâme, Peygamber (s.a.v.)’i daha kötü bulacağını umarak dönmüştü, fakat onu daha iyi görünce çok sevindi. Peygamber (s.av.), “Allah’ın rahmeti ile yola çık” dedi. Bunun üzerine Üsâme O’na veda etti ve Curf’a geri dönerek adamlarına kuzeye yürümek için hazırlanmalarını emretti. O sırada Ebû Bekir (r.a.) yukarı Medîne’ye doğru yola çıkmıştı. Esmâ (r.a.) ile evlenmeden çok önce Ebû Bekir (r.a.) on yıl önce vahaya geldiğinde, yanında kaldığı Hazrecli Hârise’nin kızı Habîbe ile nişanlanmıştı. Uzun süre nişanlı kaldıktan sonra evlenmişlerdi. Habîbe hâlâ Sunh’ta ailesinin yanında kalıyordu. Ebû Bekir (r.a.) de onu orada görmeye gidiyordu.
Peygamber ( s.av.) Fadl (r.a.) ve Sevban (r.a.)’ın yardımıyla Âişe (r.a.)’nin odasına döndü. Ali (r.a.) ve Abbâs (r.a.) da oraya kadar peşlerinden gittiler, fakat çok kalmadılar. Dışarı çıktıklarında oradan geçen bazı adamlar Ali (r.a.)’ye, Peygamber (s.av.)’in nasıl olduğunu sordular. “Allah’a hamdolsun” dedi Ali (r.a.), “O iyi.” Fakat soranlar gittikten sonra Abbâs (r.a.), Ali (r.a.)’nin elini tuttu ve, “Yemin ederim ki, kabilemden adamların yüzlerinde gördüğüm gibi Allah’ın Rasûlü’nün yüzünde de ölümü fark ettim. Gidelim ve onunla konuşalım. Eğer hüküm bizim üstümüze yüklenecekse, ondan insanlara bize iyi davranmalarını söylemesini isteyelim” dedi. Fakat Ali, “Vallahi sormam; çünkü hakimiyeti bizden o alırsa, ondan sonra asla kimse onu bize vermez.” dedi.
Peygamber (s.av.) yatağına dönmüş ve başı Âişe’nin göğsünde sanki hiçbir gücü kalmamış gibi yatıyordu. Yine de Âişe (r.a.)’nin kardeşi Abdurrahman (r.a.), elinde bir misvak ile odaya girdiğinde Âişe (r.a.), Peygamber (s.av.)’in ona sanki misvağı istiyormuş gibi baktığını gördü. Misvağı kardeşinden aldı ve yumuşatmak için çiğnedi. Daha sonra Peygamber (s.av.)’e verdi. O da güçsüzlüğüne rağmen, gayretle dişlerini misvakladı. Kısa bir süre sonra kendisini kaybetti. Âişe bunun, ölümün başlangıcı olduğunu düşündü. Fakat bir saat sonra Peygamber (s.av.) gözlerini açtı. Âişe o zaman Peygamber (s.av.)’in kendisine şöyle dediğini anımsadı: “Hiçbir peygamber cennetteki yeri gösterilmeden ve yaşamakla ölmek arasında bir seçim kendisine sunulmadan ölmez.” Âişe (r.a.), şimdi bunun yerine geldiğini ve onun âhireti görüp geldiğini anladı. Kendi kendisine: “Şimdi bizi seçmez” dedi. Daha sonra onun şöyle mırıldandığını duydu: “Cennet’te buluşmak üzere.
“Allah’ın kendilerine nimet verdiği peygamberler, doğrular (ve doğrulayanlar) şehidler ve sâlihler beraberdir. Ne iyi arkadaştır onlar.” (Nîsâ: 69)
Onun tekrar, “Allahım, Cennet’te buluşma üzere diye mırıldandığını duydu. Bunlar ondan duyduğu son kelimeler oldu. Yavaş yavaş Âişe (r.a.)’nin göğsündeki başı ağırlaşmaya başladı. Diğer hanımları ağlamaya başlayınca Âişe (r.a.), O’nun başını bir yastığa koydu ve kendisi de ağlamaya başladı.


Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.

Yorum Yaz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.