Web sitemize hoşgeldiniz, 18 Aralık 2024
Beğen 2

Mustafa Demirci-Şehitlerin Gömülmesi

Peygamber (s.a.v) arkadaşlarına düzlüğe inmelerini emretti. Hâris İbn Simme (r.a.) önden, Hamra (r.a.)’nın cesedini bulmak üzere savaş alanına gönderilmişti. Fakat Hâris, gördüğü manzara karşısında çok şaşırmış ve Peygamber’e (s.a.v.) ne diyeceğini bilemediği için geri dönmekte gecikmişti. Bunun üzerine Ali’yi onun arkasından gönderdiler. Ali, Hâris’i parçalanmış cesedin başında beklerken buldu. Birlikte geri döndüler. Peygamber (s.a.v.), kâfirlerin ne yaptığını duyunca “Şimdiye kadar hiç böyle kızmamıştım; gelecek sefer eğer Allah bana Kureyşlilere karşı zafer verirse, onlardan otuz cesede aynı şeyi yapacağım” dedi. Fakat bundan kısa bir süre sonra şu âyetler indi:
“Eğer ceza verecekseniz, size isabet edenin misliyle ceza verin ve eğer sabrederseniz, andolsun bu, sabredenler için daha hayırlıdır” (Nahl: 126).
Bunun üzerine Peygamber (s.a.v) bir süre önce ettiği yeminden geri dönmekle kalmayıp, cesetlere zarar verilmesini de yasakladı. Bunu yanı sıra, savaş sırasında, insanın en kutsal bölümü olan yüzüne dikkat edilmesini istedi. “Bir darbe indireceğiniz zaman, bunun yüze gelmemesine dikkat edin. Çünkü Allah, Âdem’i kendi sûretinde yaratmıştır”.[189]
Abdullah İbn Cahş da Hamza’nın biraz ötesinde öldürülmüş ve cesedi tahrip edilmişti. Peygamber (s.a.v) başka ölüleri aramak için yüzünü onlardan çevirdiğinde değişik bir manzarayla karşılaştı. Kendi akrabalarından olan Abdullah ve Hamza’nın biraz ötesinde Hanzele’nin cesedi vardı. Kureyş’in ne kadınları ne de erkekleri ona dokunmamışlardı. Hanzele (r.a.) orada sanki meleklerin kendisini yatırdığı şekilde uzanıyordu. Saçları, öğlenin kuru toprağı üzerindeki suyla ıslanmıştı. Yanından geçen herkes Allah’a şükrediyordu. Çünkü onun güzelliği şehid arkadaşlarının Cennet’te şimdiki durumunu gösterir bir işaretti.
Biraz ötede Hayseme (r.a.) ve İbn ed-Dehdahe (r.a.)’nin cesedleri vardı. Hayseme, rüyasında şehid oğlunu gören; Sâbit İbn ed-Dehdahe de, yetim çocuğa hurma ağacını hediye eden adamdı. Peygamber (s.a.v) Sabit’i gördüğünde: “Meyve yüklü alçak dallı hurma ağaçları! İbn ed-Dehdahe’nin Cennet’te ne çok ağacı var!”[190] diye buyurdu.
Evs’lilerden bir grup kendi ölülerini ararken, daha bir gün önce Müslüman olmamakla suçladıkları Usayrim adında bir adamın cesedini buldular. Ona ne zaman İslâm’dan bahsetseler, “Sizin söylediklerinizin doğru olduğunu bilsem, hiç tereddüt etmem” derdi. Fakat şimdi savaş alanında çok ağır yaralı bir şekilde yatıyordu, henüz ölmemişti. “Seni buraya getiren ne?” dediler, “Halkını korumak mı yoksa İslâm’ı korumak mı?” “İslâm için geldim” dedi. “Birdenbire Allah’a ve Rasûlü’ne inandım ve Müslüman oldum. Ondan sonra da kılıcımı alıp bu sabah erkenden Allah’ın Rasûlü ile beraber olmak için buraya geldim. Beni yere düşüren bir darbe alıncaya kadar da savaştım”. Daha fazla konuşamadı, Evs’li grup onun başında ölünceye dek beklediler. Daha sonra Peygamber (s.a.v)’e Usayrim’den bahsettiler. O da Usayrim’in Cennetliklerden olduğunu söyledi. Sonraki yıllarda Usayrim beş vakit namazdan birini bile kılmadan Cennet’e giren adam olarak tanınırdı. Şehidler arasında bir de yabancıya rastladılar. İlk başta yabancı olduğunu sanmışlardı; fakat içlerinden biri onun Sa’lebe kavminin Yahudi alimlerinden Muhayrîk olduğunu anladı. Daha sonradan öğrendiklerine göre Muhayrîk, o sabah erkenden halkını toplamış ve Peygamber (s.a.v)’e verdikleri sözü tutarak, putperestlere karşı onun yanında olmaları gerektiğini söylemişti. Onlar, günlerden cumartesi (sebt günü) olduğunu söylediklerinde ise: “Siz zaten cumartesi yasağına uymazsınız.” Daha sonra, öldürülürse Muhammed (s.a.v)’in kendisinin varisi olduğunu duyurmuştu: “Eğer bugün öldürülürsem, tüm mallarım, onları Allah’ın rızasına uygun şekilde harcayacak olan Muhammed (s.a.v)’indir”. Daha sonra kılıcını ve diğer silahlarını alıp Uhud’a doğru yola çıkmış ve orada öldürülünceye kadar savaşmıştı. Bundan sonra Medîne’ye dağıtılan sadakaların çoğu, Peygamber (s.a.v)’e Muhayrîk’ten miras kalan hurma bahçelerinden kaynaklanıyordu. Peygamber (s.a.v), Muhayrîk için “Yahudilerin en iyisi” demişti.
Mekkelilerin evlerine döndükleri anlaşılır anlaşılmaz Medîneliler rahat bir nefes aldılar ve kadınlar öğleden beri kulaklarına gelen söylentilerin doğru olup olmadığını anlayıp ölülerini görmek üzere şehrin dışına çıkmaya başladılar. İlk gelen kadınlar arasında Âişe, Ümmü Eymen ve Safiye vardı. Peygamber (s.a.v), Safiye’yi görünce çok üzüldü ve Zübeyr’e: “Annene yardım et ve Hamza’nın mezarının hemen kazılmasını sağla. Git anneni götür, kardeşine olanları görmesin” dedi. Bunun üzerine Zübeyr, Safiye’ye gitti ve: “Anne, Allah’ın Rasûlü sana geri dönmeni emrediyor” dedi. Fakat Safiye zaten haberleri önceden öğrenmişti. “Niçin gidecekmişim?” dedi. “Kardeşimin başına gelenleri duydum. Fakat bu Allah içindi. Allah’tan gelene razıyım. İnşallah sabredeceğime söz veriyorum.” Zübeyr, Peygamber (s.a.v)’e döndü. O da Safiye’nin gelmesine izin verdi. Bunun üzerine Safiye kardeşinin cesedinin yanına geldi ve şu âyeti okudu: “Biz Allah’a ait (kullar)ız ve şüphesiz O’na dönücüleriz”. Bunu duyunca hepsi Bedir’den sonra indirilen âyetleri hatırladılar ve rahatladılar.
“Ey iman edenler, sabırla ve namazla yardım dileyin. Gerçekten Allah, sabredenlerle beraberdir. Ve sakın Allah yolunda öldürülenlere ‘ölüler’ demeyin; tersine onlar diridirler. Fakat siz bunun şuurunda değilsiniz. Andolsun, biz sizi bir parça korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele. Onlara bir musibet isabet ettiğinde, derler ki: Biz Allah’a ait (kullar)ız ve şüphesiz O’na dönücüleriz. Rabbinden (olan bir salat) bağışlanma ve rahmet bunların üzerinedir ve hidayete erenler de bunlardır.” (Bakara: 153-157)
Safiye daha sonra kızkardeşi Umeyme’nin oğlu Abdullah İbn Cahş (r.a.)’ın cesedi başında dua etti. Fâtıma (r.a.) da ona katıldı. İki kadın birlikte ağladılar. Peygamber (s.a.v) de onlarla birlikte ağlayarak rahatladı. Daha sonra Fâtıma babasının yaralarını sardı. Kuzenleri Hamne’ye kocası Mus’ab’ın, erkek kardeşi Abdullah’ın ve dayısının ölüm haberini vererek üzüldüler. Savaşın ilerlediği bir anda Peygamber (s.a.v) hâlâ sancağı elinde taşıyan Mus’ab’ı görmüş ve ona seslenmişti. Fakat adam, “Ben Mus’ab değilim” diye cevap vermiş, Peygamber (s.a.v) de onun Mus’ab’ın yerine sancağı taşıyan bir melek olduğunu anlamıştı. Peygamber (s.a.v) genç adamın cenazesi başında durdu ve şu âyeti okudu:
“Mü’minlerden öyle erkek-adamlar vardır ki, üzerinde Allah ile yaptıkları ahide sadakat gösterdiler; böylece onlardan kimi adağını gerçekleştirdi (şehid olup sözünü yerine getirdi), kimi de beklemektedir. Onlar hiçbir değiştirme ile (sözlerini) değiştirmediler” (Ahzâb: 23).
Peygamber (s.a.v) bütün ölülerin Hamza’nın cenazesinin yanına getirilmesini ve mezarların kazılmasını emretti. Hamza bir örtüye sarılmıştı. Peygamber (s.a.v) onun için cenaze namazı kıldı. Bunun ardı sıra diğer cenazeler için de toplam yetmiş iki cenaze namazı kıldı. Bir mezar kazılır kazılmaz iki veya üç cenaze bir mezara gömülüyordu. Hamza ve yeğeni Abdullah aynı mezara yan yana gömüldüler. Peygamber (s.a.v) gömülme işlemi boyunca her mezarın başında bulundu. “Cemuh’un oğlu Amr ile Amr’ın oğlu Abdullah’ı bulun” dedi. “Onlar bu dünyada birbirinden ayrılmaz iki dosttu, ikisini aynı mezara gömün”. Fakat Amr’ın zevcesi ve Abdullah’ın -Câbir’in babası- kardeşi olan Hind ikisinin cenazesini, oğlu Hallad’ınki ile beraber getirmişti. Hind onları Medîne’ye götürmeye çabalamıştı; fakat düzlüğün sonunda ona, cenazeleri götürmemesi gerektiği ve bunun Allah’ın emri olduğu söylendi. Bu nedenle Hind cenazeleri tekrar savaş alanına geri götürmek zorunda kaldı. Bu üç cesed aynı mezara gömüldü. Peygamber (s.a.v) gömülme işlemi bitene dek mezarın başında durdu ve: “Ey Hind! Amr, oğlun Hallâd ve kardeşin Abdullah, hepsi beraber Cennet’teler.” Bunun üzerine Hind: “Ey Allah’ın Rasûlü, beni de onların yanına yerleştirmesi için Allah’a dua et” dedi. Ölülerin çoğunun aksine, Muzeyne’li adamın o anda orada hiç akrabası yoktu. Çünkü yeğeni de ölünceye kadar orada savaşmıştı. Bu nedenle Peygamber (s.a.v) onun başına gitti ve: “Benim senden razı olduğum gibi, Allah da senden razı olsun” dedi.[192] Muzeyne’linin vücudunu, giydiği yeşil çizgili örtüyle kapattılar. Mezara koyduklarında Peygamber (s.a.v) onun yüzünü kapatmak için örtüyü yukarı çekti. Fakat bu kez de ayakları açıkta kaldı. Bunun üzerine, Peygamber (s.a.v) yanındakilerden çevreden biraz ot toplayıp adamın ayaklarını örtmelerini istedi. Diğer cenazeler için de aynı şey söz konusuydu. Yani toprak atılmadan önce ölünün yüz ve ayakları başka bir şeyle örtülmeliydi.
Son mezar da kapatıldığında Peygamber (s.a.v) atını istedi ve bindi. Şafakta geldikleri yoldan geri döndüler. Medîne’nin girişindeki kayalıklara geldiklerinde, çevresindekilere saf oluşturmalarını söyledi. Erkekler Mekke’ye dönük iki saf oluşturdular. On dört kadın da onların arkasına dizildi. Daha sonra Allah’a dua edip şükür ve hamdlerini sundular: “Allah’ım senden selamını, rahmetini, bereketini ve affını diliyorum. Allah’ım, senden ne sona eren, ne de solan ebedî saadeti istiyorum. Allah’ım senden korkulacak günde eminlik, yokluk gününde bolluk istiyorum.”


Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.

Yorum Yaz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.