Mustafa Demirci-Umre ve Sonrası
Hudeybiye Anlaşması’nın üstünden yaklaşık bir yıl geçmişti. Kureyş’in verdiği söz gereği Peygamber (s.a.v) ve arkadaşlarının umre yapmak için Mescid-i Harâm’ı ziyaret etme zamanı gelmişti. Ölen veya savaşlarda öldürülenler hariç içlerinde geçen yılki hacıların da bulunduğu toplam ikibin hacı vardı. Hudeybiye’de bulunmayanlardan biri de Beni Devs’ten Ebû Hureyre (r.a.) idi. Kabilesinden bir grupla Hayber’den sonra Medîne’ye gelmiş ve Ehl-i Suffe’ye katılmıştı. Müslüman olduktan sonra adı Abdurrahman’a çevrilmiş, fakat yine de çoğunlukla “kedilerin babası” anlamına gelen Ebû Hureyre adıyla anılmıştı. Bu ad ona, Peygamber (s.a.v) gibi kedileri çok sevdiği ve yanında sürekli bir kedi yavrusu bulundurduğu için verilmiştir. Daha sonra Peygamber (s.a.v)’in ashâbının ileri gelenlerinden biri olmuştur. Bu hac sırasında da Peygamber (s.a.v) onu kurban develerinin bakımı ile görevlendirmişti.
Kureyşliler, hacıların haram bölgeye yaklaştıklarını duyunca etraftaki tepelere çekilerek tüm vadiyi boşalttılar. Kureyş liderleri Ebû Kubeys tepesine toplandılar ve oradan mescidi gözlediler. Oradan geniş bir alanı görebiliyorlardı. Şimdi uzun bir sıra halinde kuzeybatı geçidinden hacıların şehrin hemen altındaki vadiye girdiklerini görüyorlardı. Bir süre sonra çok eskiden beri gelenek olan bir söz duymaya başladılar: Lebbeyk Allahümme Lebbeyk (Allah’ım, işte geldim hizmetindeyim). Başları tıraşlı, beyaz giysili hacı kalabalığına en önde Kesva’nın üstünde olan Peygamber (s.a.v) ve yerde devesinin ipini tutan Abdullah İbn Revâha (r.a.) önderlik ediyordu. Diğerlerinin de bir kısmı develerde bir kısmı ise yayandı. En yakın yoldan doğruca Kâ’be’ye yöneldiler. Herkeste belden yukarısını örten bir kumaş parçası vardı. Mescide girildiğinde Peygamber (s.a.v) üstündeki elbiseyi düzeltti. Omuzunu açıkta bırakarak kumaşı sağ kolunun altından geçirdi, iki ucu sol omuzundan çaprazlama geçirerek öne ve arkaya sarkıttı. Diğerleri de onun gibi yaptılar. Peygamber (s.a.v) bineğinin üstünde, “Kâ’be’nin güneydoğu köşesine doğru ilerledi ve asası ile Haceru’l-Esved’e dokundu. Daha sonra Kâ’be’nin etrafını yedi kez dolaştı, yani tavaf etti. Tavaftan sonra Safa tepesinin eteklerine gitti ve Safa ile Merve arasında yedi kez gidip geldi. Sa’y adı verilen bu yürüyüş kurban develerinin bulunduğu Merve tepesinde son buluyordu. Peygamber (s.a.v) orada bir deve kurban etti ve Hudeybiye’de de aynı görevi yerine getiren Hiras’a başını tıraş ettirdi. Umre farizası burada son buluyordu.
Daha sonra putlarla dolu olmasına rağmen Kâ’be’ye girmek niyetiyle Mescid-i Harâm’a doğru yöneldi. Fakat Kâ’be’nin kapıları kapalıydı ve anahtar da Abdu’d-Dâr kabilesinden bir adamdaydı. Peygamber (s.a.v) anahtarı istemek üzere bir adam gönderdi.
Fakat Kureyş liderleri bunun anlaşmada yer almadığını ve Kâ’be’ye girmenin haccın farzlarından olmadığını söylediler. Bu nedenle Müslümanlardan hiç kimse o yıl Kâ’be’ye giremedi. Fakat güneş en yüksek noktasına ulaştığında Peygamber (s.a.v) Bilâl (r.a.)’e Kâ’be’nin çatısına çıkıp ezan okumasını söyledi. Onun gür sesi tüm Mekke vadisini doldurdu ve ilk önce tekbir, daha sonra da kelime-i şehâdet sesleri Mekke etrafındaki tepelere kadar ulaştı: “Şehaâdet ederim ki, Allah’tan başka ilah yoktur. Yine şehâdet ederim ki, Muhammed Allah’ın Rasûlü’dür.” Ebû Kubeys tepesindeki Kureyş liderleri Bilâl’i açıkça görebiliyorlardı ve zenci bir köleyi Kâ’be’nin çatısında görünce çok kızdılar. Bu durumun düşman için birçok ilave başarılara neden olacak bir zafer olduğunun da farkındaydılar. Bu nedenle bir yıl önce kendi lehlerine görünen anlaşmayı imzaladıklarına pişman olmuşlardı.
Hacılar boş şehirde üç gün geçirdiler. Peygamber (s.a.v)’in çadırı mescide kurulmuştu. Geceleri gizlice Müslüman olan Mekkeliler tepelerden sessizce iniyor ve Müslümanların kampında sevinçli dakikalar yaşanıyordu. Kureyş’in Müslüman olmasına ses çıkarmadığı Abbâs (r.a.), açıkça bu üç günün çoğunu Peygamber (s.a.v)’le birlikte geçirmişti. İşte bu sırada karısının kardeşi Meymûne’yi Peygamber (s.a.v)’e eş olarak teklif etmiş, o da kabul etmişti. Meymûne ve Ümmü’l-Fadl öz kardeştiler. Onların yanı sıra, Abbâs’ın evinde, bu ikisinin üvey kardeşi ve Hamza’nın dul eşi Selmâ ile kızları Ümâre de kalıyordu. Ali (r.a.) kuzenlerinin yani Hamza (r.a.)’nın kızının putperestler içinde bırakılmaması gerektiğini söyledi. Peygamber (s.a.v) ve Abbâs (r.a.) da bu öneriyi kabul ettiler. Ümâre’nin hacılarla birlikte gelen Fâtıma’nın yanına, onun devesine binmesine karar verildi.
Üç günün sonunda Süheyl ve Huveytib, Ebû Kubeys’den indiler ve Sa’d İbn Ubâde (r.a.) ve bir grup ensâr ile birlikte oturan Peygamber (s.a.v)’e, “Zamanınız bitti bizden uzaklaşın” dediler. Peygamber (s.a.v), “Evliliğimi sizin aranızda yapıp, size düğün yemeği sunmam için bir süre daha burada kalmamın ne gibi bir zararı olabilir?” cevabını verdi. Onlar, “Senin vereceğin ziyafete ihtiyacımız yok, bizden uzaklaş. Ey Muhammed! Senden Allah adına ve aramızdaki anlaşma adına ülkemizi terk etmeni istiyoruz. Bu üçüncü geceydi ve geçti” dediler. Onların bu saygısız ve nezâketsizliğine Sa’d çok sinirlenmişti; fakat Peygamber (s.a.v.) onu teskîn etti ve “Ey Sa’d bizi kampımızda ziyaret edenlere kötü söz söyleme!” dedi. Daha sonra karanlık çökmeden bütün Müslümanların şehirden ayrılması için emir verdi. Fakat hizmetçisi Ebû Rafi’yi, Meymûne’yi getirmek üzere Mekke’de bıraktı. Meymûne geldiğinde haram bölgenin birkaç mil dışında Serif denilen yerde düğün yapıldı.
Bu yeni bağ, düşmanla daha önceden tahmin edilmeyen bir ilişkiye neden oldu. Meymûne, Ümmü’l-Fadl ve üvey kardeşleri Selmâ ve Esma hep bir annenin çocuklarıydı. Fakat Meymûne ve Ümmü’l-Fadl’ın babaları tarafından da ‘Asma’ adında bir üvey kardeşleri vardı. Mahzûm’lu Velîd’in dul eşi olan ‘Asma’nın Velîd’den Hâlid adında bir oğlu olmuştu. Hâlid şimdi Peygamber (s.a.v)’e hanımının yeğeni olması nedeniyle akrabalık bağıyla bağlanmış oluyordu.
Medîne’ye döndükten kısa bir süre sonra bir gün Peygamber (s.a.v) öğle uykusundan ateşli bir tartışma sesiyle uyandı. Tartışanların seslerinden onları Ali (r.a.), Zeyd (r.a.) ve Ca’fer (r.a.) olduklarını anladı. Tartıştıkça bir karara varmaktan daha da uzaklaşıyorlardı. Peygamber (s.a.v) odasının kapısını açıp dışardan onları çağırdı ve tartışma konusunun ne olduğunu sordu. Sorunun bir şeref sorunu olduğunu ve Medîne’ye geldiğinden beri Ali (r.a.)’nin evinde kalan Hamza’nın kızı Ümâre (r.a.) üzerinde hangisinin daha çok hakka sahip olduğunu tartıştıklarını söylediler. “Bana gelin” dedi. Peygamber (s.a.v) “Aranızda hükmü ben vereceğim.” Hepsi oturduktan sonra ilk önce Ali (r.a.)’ye dönerek bu konuda ne düşündüğünü sordu. Ali, “O benim amcamın kızı, onu Mekke’den ben getirdim, bu yüzden onun üzerinde en çok benim hakkım var” dedi. Peygamber (s.a.v) daha sonra Ca’fer’e döndü. O da, “O benim amcamın kızı ve annesinin kız kardeşi benim evimde” dedi. Ca’fer’in karısı Esmâ (r.a.) Ümâre’nin teyzesiydi. Zeyd ise sadece, “O benim kardeşimin kızıdır” dedi. Çünkü Peygamber (s.a.v) Medîne’ye ilk geldiklerinde Hamza ile Zeyd’i kardeş yapmıştı. Hamza (r.a.) da kendi ile ilgili bütün işlere Zeyd (r.a.)’in bakmasını vasiyet etmişti. Üçü de bu şeref meselesinde kendisinin haklı olduğunu düşünecek nedenlere sahipti. Bu nedenle Peygamber (s.a.v) kararını açıklamadan önce hepsini de öven sözler söyledi. İşte o zaman Ca’fer’e: “Görünüşün ve karakterin bana benziyor”[273] demişti. Hepsini övücü sözlerle memnun ettikten sonra Ca’fer’in lehine olan kararını açıkladı. “Onun üzerinde en çok senin hakın var” dedi. “Annenin kız kardeşi de bir annedir”. Ca’fer hiçbir şey söylemedi; fakat ayağa kalkıp Peygamber (s.a.v)’in etrafında dans ederek bir daire çizdi. Peygamber (s.a.v), “Ca‘fer bu da ne?” diye sordu. O şu cevabı verdi: “Habeşistanlıların krallarına yaptıkları bir şeref gösterisi. Necâşî ne zaman birine sevineceği bir şey verse o adam ayağa kalkar ve onun etrafında dans eder.”
Bundan kısa bir süre sonra Peygamber (s.a.v) Ümâre (r.a.) ile, kendi üvey oğlu Seleme (r.a.)’yi evlendirdi. Seleme’nin babası Ebû Seleme, Hamza’nın kız kardeşi Berre’nin oğlu olduğu için Seleme aynı zamanda Ümâre’nin kuzeni oluyordu. Bu evlilik sırasında Peygamber (s.a.v), “Şimdi Seleme’ye borcumu ödedim mi?” demişti. Bu sözleriyle Peygamber (s.a.v) Seleme, annesi Ümmü Seleme’yi kendisine verdiği için ona borçlu olduğunu ve karşılığında da ona bir gelin vererek bu borcunu ödediğini belirtmek istiyordu.
Kureyş’in ileri gelen birçok adamı Peygamber (s.a.v)’in Mekke’ye girişine şahit olmuşlardı. Fakat Hâlid ve Amr, ne Ebû Kubeys’de ne de diğer tepelerde kamp kuranlar arasında yoktu. İkisi de Peygamber (s.a.v)’in şehre yaklaşmasından kısa bir süre önce şehirden ayrılmışlardı. Ayrılış kararları birbirinden bağımsızdı ve ayrılma nedenleri de birbirinden farklıydı. Fakat bir noktada aynı görüşü paylaşıyorlardı: “Hudeybiye Anlaşması Peygamber (s.a.v) için moral bir zafer olmuştu ve onun Mekke’ye girmesi ona karşı dayanma gücünün artık yok olması anlamına geliyordu. Fakat Amr’ın İslâm’a düşmanca tutumunda bir değişiklik olmamıştı. Oysa Hâlid birkaç yıl öncesinden beri kararsızlık içindeydi. Dıştan bakıldığında bunu görmek olanaksızdı: Çünkü o Kureyş’in Peygamber (s.a.v)’e karşı yaptığı her savaşta yerini almıştı. Fakat daha sonraları, Uhud’dan ve Hendek’ten dönüşte savaşın anlamsız olduğunu ve sonunda nasılsa Muhammed’in (s.a.v) zafer kazanacağını düşündüğünü itiraf etmiştir. Peygamber (s.a.v) Hudeybiye’ye giderken, onun süvari birliğinin gözünden kaçıp gidince de Hâlid, “Bu adam gerçekten korunmuş” diye bağırdığını söylemiştir. Bu, onun İslâm’a karşı giriştiği son hareket olmuştu. Bundan sonra da Müslümanlar Hayber’de zafer kazanmışlardı.
Hâlid’i meşgul eden başka tür düşünceler de vardı: İstememesine rağmen Peygamber (s.a.v) için kişisel bir sevgi besliyordu. Ölmeden önce kardeşi Velîd’in kendisine bıraktığı mektuptan da Peygamber (s.a.v)’in kendisini sorduğunu ve “Eğer o güçlü enerjisi ile putperestlere karşı İslâm’ı desteklerse kendisi için çok iyi olur, biz de onu diğerlerine tercih ederiz” dediğini öğrenmişti. Velîd de, “Ey kardeşim, işte neleri kaybettiğini gör” diye eklemişti.
Bunların yanı sıra bir de ailesindeki bazı değişiklikler Hâlid’i etkilemişti. Uzun süreden beri Peygamber (s.a.v)’in taraftarı olan Hâlid’in annesi ‘Asma (r.a.) kısa bir süre önce Müslüman olmuştu. Şimdi ise teyzesi Meymûne (r.a.) Peygamber’in eşi idi. Bu evlilikten kısa bir süre sonra Hâlid rüyasında kendisinin her tarafı kapalı ve kıraç bir ülkede olduğunu görmüştü. Daha sonra bu ülkeden çıkıp her tarafı yeşil ve verimli otlaklarla kaplı bir ülkeye gitmişti. Hâlid bunun bir rüya veya bir hayal olduğunu düşünüyordu. Bunu kendisine göre yorumlayarak Medîne’ye gitmeye karar verdi. Fakat yanında bir arkadaşla birlikte gitmek istiyordu. Kendisi gibi düşünen başka kimse yok muydu acaba? Şimdi orada olmayan Amr’ın yanı sıra, onun en yakın arkadaşları İkrime ve Safvân’dı. Hâlid, ikisini de çağırdı; fakat Safvân, “Bütün Kureyşliler Muhammed’in peşinden gitseler bile ben onun peşinden gitmem” dedi. İkrime de buna benzer bir şey söylemişti. Hâlid ikisinin de babalarını Bedir’de kaybettiklerini, Safvân’ın bir de kardeşini kaybettiğini aklından çıkarmamıştı. Üzgün olarak yalnız başına yola koyuldu. Fakat evinden ayrıldıktan kısa bir süre sonra Abdu’d-Dâr’dan Talha’nın oğlu Osman -yıllar önce Ümmü Seleme’yi Mekke’den Medîne’ye götüren adam- ile karşılaştı. Osman, Hâlid’in İkrime ve Safvân’dan daha yakın bir arkadaşıydı. Fakat daha önce geçirdiği iki deneyim Hâlid’i suskun kılmıştı. Bunun yanı sıra Osman’ın Uhud’da babasını, iki amcasını ve dört kardeşini kaybettiğini hatırlamıştı. Bir süre sessizce birlikte yol aldılar. Sonra Hâlid birdenbire konuşmaya karar verdi ve araştıran gözlerle, “Bizim durumumuz, deliğindeki tilkinin durumundan daha parlak değil. Sadece bir kova su döksen dışarı çıkmak zorunda kalır.” dedi. Yüz ifadesinden Osman’ın kendisinin ne demek istediğini anladığını hisseden Hâlid, nereye ve niçin gittiğini anlattı. Zaten uzun süreden beri bu düşüncede olan Osman da onunla birlikte gelmeye karar verdi. O, evden bazı ihtiyaçlarını almak için gittiğinde, Hâlid onu beklemeyi memnuniyetle kabul etti. Ertesi sabah ikisi birlikte Medîne’ye doğru yola çıktılar.
Amr’a gelince, o İslâm konusunda İkrime ve Safvân’la aynı fikirdeydi. Fakat durumun tehlikesini onlardan daha iyi anlıyordu. Bu nedenle kendisini bir lider gibi kabul eden Sehl ve diğer kabilelerden bir grup genci birlikte Habeşistan’a gitmeye ikna etti. Onlara, eğer Muhammed (s.a.v) sonuçta zafer kazanırsa kendilerinin emin bir himaye altında olacaklarını, Kureyş kazanırsa tekrar Mekke’ye dönme olanaklarının varolduğunu söyledi. “Muhammed (s.a.v)’in yönetiminde olmaktansa Necâşî’nin yönetiminde oluruz” dedi, diğerleri de onu doğruladılar.
Amr akıllı bir politikacı ve kolayca yılmayan azimli bir adamdı. Ca’fer (r.a.) ve arkadaşlarının güçlü etkisini yok sayarak yaptığı büyük hataya rağmen, Müslümanların adını anmadan yıllarca Necâşî ile ilişkisini devam ettirmişti. Şimdi Müslümanlar o ülkeyi terk etmişler ve Medîne’ye gitmişlerdi. Amr, onların gitmesiyle Necâşî’nin yeni dine duyduğu ilginin de yok olduğunu zannediyordu. Huzura ilk çıktığında götürdüğü deri hediyeler memnuniyetle kabul edildi. Necâşî o denli memnun gözüküyordu ki Amr himaye istemeye karar verdi. Fakat bu izni isterken, Muhammed (s.a.v)’den küçümseyerek bahsetti. Ama bu, kralın birdenbire çok sinirlenmesine neden oldu. Amr çok şaşırmıştı: Necâşî’nin söylediklerinden, kendisi için bu ülkede bir gelecek kurabilmesinin -deri hediyelerden çok- Müslüman olmasına bağlı olduğu ortaya çıkıyordu. Bu himayeyi İslâm’dan kurtulmak için istemişti. Fakat şimdi yeni dine karşı koyma gücü zayıflamaya başlıyordu. Muhammed (s.a.v)’in peygamberliğini kasdederek “Ey kral, buna gerçekten şehadet ediyor musun?” dedi. Necâşî, “Tanrı huzurunda buna şehadet ediyorum” dedi. “Ey Amr! Benim söylediğimi yap ve onu izle. Tanrı’ya andolsun o hak. Mûsâ’nın Firavun ve taraftarlarına galip gelmesi gibi, o da önüne konulan tüm engellere galip gelecek.”
Tarih, Amr’ın arkadaşlarının isimlerini ve ne yapmaya karar verdiklerini kaydetmemiş. Fakat Amr kendisini Yemen sahillerine götüren bir gemiye bindi. Sahile vardığında bir deve ve birçok yiyecek alıp kuzeye doğru yola çıktı. Mekke’den Medîne’ye giden sahil yolundaki ilk konaklardan biri olan Hedde’ye vardığında. Hâlid ve Osman’la karşılaştı. Yolculuğun geri kalan bölümünü birlikte yaptılar.
Üçü de Medîne’de sevinçle karşılandılar. Hâlid, Peygamber (s.a.v) hakkında, “Selâmımı aldığında yüzü parlıyordu” dedi. İlk biat eden Hâlid oldu. “Allah’tan başka ilah olmadığına ve senin Allah’ın rasûlü olduğuna şehadet ederim” dedi. “Seni hidayete ulaştıran Allah’a hamdolsun” dedi. Peygamber (s.a.v), “Her zaman sende, seni sonuçta iyiden başka bir şeye götürmeyecek olan bir akıl görürdüm.” “Ey Allah’ın Rasûlü” dedi, Hâlid (r.a.): “Hakka engel olmak için yapılan savaşların hepsinde sana karşı savaştığımı gördün. Allah’a dua et de Allah bunları affetsin.” Peygamber (s.a.v), “İslâm kendisinden önce her şeyi kesip atar” dedi. “Bu kadar çok olsa da mı?” dedi, Hâlid. Hâlâ yüzünde üzüntü izleri taşıyordu.Bu nedenle Peygamber (s.a.v), “Allah’ım! Hâlid’i senin yoluna koyduğu engeller nedeniyle cezalandırma, affet” diye dua etti. Daha sonra Osman (r.a.) ve Amr (r.a.) da kelime-i şehâdet getirdi. Amr daha sonraları, o anda Peygamber (s.a.v)’e duyduğu saygıdan başını kaldırıp onun yüzüne bakamadığını anlatırdı.
Amr’ın kardeşi ve Ömer (r.a.)’in kuzeni olan Hişâm Hendek Savaşı’ndan kısa bir süre önce Mekke’den Medîne’ye kaçmıştı. Daha sonra ona Amr’ın oğlu olan yeğeni Abdullah da katılmıştı. Abdullah on altı yaşında bir gençti ve çok samimi bir Müslümandı, çoğu günü oruçlu geçirirdi. Sahâbe arasında en bilgili kişilerden biri olmayı da başarmıştı. Peygamber (s.a.v) ona kendi sözlerini yazma izni vermişti. Abdullah ve Hişâm, hep Amr’ın Müslüman olması için dua ediyorlardı. Bu nedenle Medîne’de tekrar bir araya gelmeleri hem Amr, hem de onlar için büyük bir sevinç unsuru oldu.
Bu aylarda sevince neden olan olaylardan ikisi de Ca’fer (r.a.) ve Ali (r.a.)’nin ağabeyi Akîl (r.a.) ile Mut’im’in oğlu Cübeyr (r.a.)’in Müslüman olmasıydı. Bedir’de alınan esirleri fidye karşılığı geri almak üzere geldiğinde Cübeyr’in kalbine yerleşen inanç, artık bir kenara atılmayacak dereceye gelmişti. Akîl (r.a.) biat etmek için geldiğinde, Peygamber (s.a.v) ona, “Seni iki tür sevgi ile seviyorum; biri bana akrabalık bağı olarak yakın olman, ikincisi ise sana amcam için beslediğim sevgi” dedi.
Mustafa Demirci
Sitemizde sanatçıya ait toplam 50 eser bulunmaktadır. Sanatçının sayfasına gitmek için tıklayın.
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.