Web sitemize hoşgeldiniz, 28 Nisan 2024
Beğen 1

Mustafa Demirci-Yesrib’in Cevabı

“Düşmanlık ve kötülükle yoğrulmuş.” Halklarını böyle tanımlarken, altı yeni Müslüman abartma yapmıyorlardı. İç savaşın dördüncü çatışması olan Buas, bu vahşeti ortadan kaldırıp barış getirmemiş, savaşa sadece belli bir süre için ara vermeye yol açmıştı. Bu uzun süren çatışmalar ve şiddetin gün geçtikçe artması düşünebilen adamları, bu sorunun sadece ortak bir başkanla, Kusayy’ın Kureyş’i birleştirdiği gibi kendilerini birleştirecek bir adamla çözülebileceği kanaatine yöneltmiştir. Vahanın ileri gelenlerinden biri olan Abdullah İbn Übey’e, çoğu kişi, muhtemel kral gözüyle bakıyordu. O son çatışmada Evs’e karşı savaşmamış, çatışmadan hemen önce adamlarını geri çekmişti. Bununla birlikte yine de bir Hazrecliydi; ve Evslilerin kendi kabilelerinden olmayan bir kralı kabul edip etmeyecekleri şüpheliydi.
Hazrecli altı adam, İslâm’ın mesajını kendilerini dinleyen herkese ilettiler. Ertesi yaz, M.S. 621’de, beş tanesi tekrar hacca geldiler. Beraberlerinde ikisi Evs’li yedi kişi daha getirdiler. Akabe’de, bu on iki adam Peygamber’e biat etti[105]. Bu biat birinci Akabe Biatı olarak bilinir. İçlerinden biri şöyle anlattı: “İlk Akabe’de geceleyin Peygamber’e biat ettik, Allah’a ortak koşmayacağımıza, hırsızlık yapmayacağımıza, zina etmeyeceğimize, çocuklarımızı öldürmeyeceğimize[106], iftira etmeyeceğimize ve haktan ayrılmadıkça ona itaat edeceğimize söz verdik. O da bize şöyle dedi: “Eğer bu söze uyarsanız, Cennet sizindir; bu günahlardan bazılarını işlerseniz ve bu dünyada cezasını çekerseniz, bu ceza onlara kefaret olur. Fakat bu biatı mahşer gününe dek ta’dil ederseniz, o zaman cezalandırmak veya affetmek Allah’a kalmıştır.”
Yesribli Müslümanlar tekrar Yesrib’e doğru yola çıkarken, Peygamber (s.a.v.), Habeşistan’dan yeni dönen, Abdu’d-Dâr sülâlesinden Mus’ab’ı da onlarla birlikte gönderdi. Mus’ab onlara Kur’ân okuyacak ve dinî emirleri öğretecekti. Bu sırada önceki yıl Müslüman olan altı kişiden birinin, Es’ad İbn Zürâre’nin evinde misafir kalacaktı. Mus’ab aynı zamanda namazlarda da imam olacaktı; çünkü Müslüman olmalarına rağmen, ne Evs’ten ne de Hazrec’ten, diğerlerine önderlik edecek kadar bilgili kimse yoktu.
Kayle’nin iki oğlunun soyundan gelenler arasındaki rekabet yıllardan beri sürüyordu. Bununla birlikte iki kabile arasında evlilikler meydana geliyordu. Bunun bir sonucu olarak, Mus’ab’ın Hazrec’li ev sahibi Es’ad, Evs’in kollarından birinin başkanı olan Sa’d İbn Muaz’ın kuzeni oluyordu. Sa’d yeni dine şiddetle karşı çıkıyordu. Bu yüzden, kuzeni Es’ad’la birlikte Mus’ab ve bir grup Müslümanı bir gün kendi kabilesinin topraklarından olan bir bahçede oturmuş, sohbet ediyor görünce sadece kızmakla kalmadı; Es’ad kuzeni olduğu için utandı da. Kendisi böyle hoş olmayan bir durumla muhatap olmak istemediğinden ve fakat bu tür etkinliklere bir son vermeye kararlı olduğu için kendinden sonra kabilesinin en etkili adamı olan Useyd’e gitti ve: “Bizim topraklarımıza, zayıflarımızı kandırmak için gelen şu iki adama git” (şüphesiz bunları söylerken, Yesrib’den ilk Müslüman olan ve şimdi hayatta olmayan kardeşi İlyas (r.a.)’ı düşünüyordu[108].) “Onları buradan çıkar ve bizim topraklarımıza girmeyi onlara yasakla. Eğer Es’ad akrabam olmasaydı bu yükü sana yüklemezdim. Fakat o benim annemin kız kardeşinin oğlu, bu yüzden ona bir şey yapamam.” Useyd mızrağını aldı, onların yanına gitti ve takınabildiği en sert ifade ile: “İkinizi buraya, zayıfları kandırmaya getiren sebep ne? Eğer hayatta kalmak istiyorsanız buradan gidin” dedi. Mus’ab ona baktı ve çok yumuşak bir tonda: “Neden oturup, benim söylediklerimi dinlemiyorsun? Dinledikten sonra, hoşuna giderse kabul eder, gitmezse kabul etmezsin” dedi. Peygamber (s.a.v.)’in elçisinin görünüşünden ve davranışından hoşlanan Useyd: “Doğru bir söz” dedi ve mızrağını yere dayayarak onların yanına oturdu. Mus’ab ona İslâm’ı anlattı ve Kur’ân okudu; Useyd’in yüzündeki ifade değişti. Onun yüzündeki aydınlık ve yumuşamadan etrafındakiler onun Müslüman olduğunu anladılar. Mus’ab (r.a.) bitirdiğinde: “Bu sözler ne kadar güzel ve harika!” dedi. “Bu dine girmek isteyince ne yapılır?” diye sordu. Ona, kendisini temizlemek için baştan aşağıya yıkanması ve elbiselerini temizlemesi gerektiğini söylediler. Oturdukları bahçede bir kuyu vardı. Useyd kuyudan su alıp yıkandı, elbiselerini temizledi ve ‘Allah’tan başka ilah yoktur, Muhammed (s.a.v.) Allah’ın rasûlüdür’ diye şehâdet etti. Ona nasıl namaz kılınacağını gösterdiler, o da namaz kıldı. Daha sonra: “Arkamda öyle bir adam var ki o size uyarsa, tüm halkı ona uyar. Şimdi onu size göndereceğim” dedi.
Kabilesinden adamların yanına döndü. O yanlarına varmadan onlar Useyd’in değiştiğini anlamışlardı. “Ne yaptın?” dedi Sa’d. Useyd: “İki adamla da konuştum ve Tanrı’ya andolsun onlarda bir zarar görmedim. Onların devam etmesine izin verdim. Onlar da: ‘İstediğiniz gibi yapacağız’ dediler”, dedi. “Gördüğüm kadarıyla senden fayda yok” diyen Sa’d mızrağı onun elinden aldı ve hâlâ bahçede sakince oturan Müslümanlara doğru gitti. Kuzeni Es’ad’ı azarladı ve onu akrabalığını kötüye kullanmakla suçladı.
Fakat Mus’ab (r.a.) araya girdi ve Useyd’e söylediklerini ona da söyledi. Bunun üzerine Sa’d onu dinlemeyi kabul etti. Sonuç aynı Useyd’inki gibiydi.
Sa’d namaz kıldıktan sonra, Useyd ve beraberindekilerle halkın toplu olduğu meclise gitti. Sa’d onlara hitap etti ve: “Sizin aranızda benim konumum nedir?” diye sordu. Onlar: “Sen bizim başkanımızsın, aramızda en adaletli ve liderliğe en uygun olansın” dediler. “O halde” dedi Sa’d, “Allah’a ve Rasûlü’ne inanmadıkça aranızdan hiçbir erkek ve kadınla konuşmayacağıma yemin ediyorum”; akşam olmadan onun kabilesinden Müslüman olmayan bir tek kişi kalmamıştı.
Mus’ab (r.a.) on bir ay kadar Es’ad’a misafir olarak kaldı ve İslâm’a girenlerin çoğu bu dönemde girdiler. Hac zamanı yaklaştığında Mus’ab, Evs ve Hazrec’in çeşitli boylarında neler olduğunu Peygamber (s.a.v.)’e haber vermek için Mekke’ye döndü.
Peygamber (s.a.v.) kendisine gösterilen, iki kaya yığını arasındaki sulak ülkenin Yesrib olduğunu ve bu kez kendisinin de göç edenler arasında olacağını biliyordu. Muhammed (s.a.v.) Mekke’de çok az insana, yengesi Ümmü el-Fadl ve Müslüman olmadığı halde onu ele vermeyen ve sırlarını saklayan amcası Abbâs kadar güvenirdi. Bu yüzden ikisine, Yesrib’e yerleşip orada yaşamak istediğini ve bunun Hac döneminde gelecek olan delegeye bağlı olduğunu anlattı. Bunu duyan Abbâs, yeğeniyle birlikte delegelerin yanına gitmenin kendisi için bir görev olduğunu söyledi, Peygamber (s.a.v.) de bunu kabul etti.
Mus’ab Yesrib’li Müslümanlardan ayrıldıktan kısa bir süre sonra, aralarında anlaştıkları üzere, 73 erkek ve 2 kadından oluşan bir Müslüman grup Peygamber (s.a.v.)’le anlaşmak üzere hac yolculuğuna çıktılar. Onların liderlerinden biri Hazrec’li lider olan Berâ idi. Yolculuğun ilk günlerinden itibaren onu bir düşüncedir almıştı. Onlar Mekke’ye Allah’ın Ev’i Kâ’be’nin bulunduğu ve tüm Arabistan’ın hac merkezi olan şehre doğru yol alıyorlardı; aynı zamanda orada Peygamber (s.a.v.) vardı ve Kur’ân ilk olarak orada indirilmişti, bu yüzden gönülleri o yana doğru meylediyordu. Böyle olduğu halde namaz vakti gelince oraya sırt çevirip kuzeye, Suriye’ye dönmek makul bir davranış mıydı? Bu sadece bir düşünceden öte gitmeyebilirdi; çünkü Berâ’nın birkaç aylık ömrü kalmıştı ve ölüme yaklaşan kişilerin çoğunlukla önsezileri kuvvetli olurdu. Her ne ise Berâ, düşündüklerini arkadaşlarına anlattı, onlar da Peygamber (s.a.v.)’in Suriye, yani Kudüs’e doğru namaz kıldığını ve ondan farklı davranmak istemediklerini söylediler. Berâ: “Ben Kâ’be’ye doğru namaz kılacağım” dedi ve yolculuk boyunca öyle yaptı. Diğerleri yine Kudüs’e yönelerek namaz kılmaya devam ettiler, Onunla boşu boşuna tartışmadılar. Yalnız, Mekke’ye vardıklarında Berâ şüphe duymaya başladı ve Yesrib’in ileri gelen şairlerinden olan Hazrec’li Ka’b İbn Malik’e: “Ey kardeşimin oğlu! Allah’ın Rasûlü’ne gidelim ve benim yolda yaptığım şey hakkında ona danışalım; çünkü ben sizin, bana karşı olduğunuzu hissediyorum.” dedi. Bunun üzerine rastladıkları Mekke’li bir adama, henüz hiç görmedikleri Peygamber (s.a.v.)’i nerede bulabileceklerini sordular. Adam: “Amcası Abbâs’ı tanıyor musunuz?” dedi, onlar da tanıdıklarını söylediler, çünkü Abbâs sık sık Yesrib’e gelirdi. Adam “Mescid’e girin, Abbâs’ın yanında oturan odur” dedi. Peygamber (s.a.v.)’in yanına gittiler. Peygamber (s.a.v.) Berâ’nın sorusuna şu cevabı verdi: “Senin bir yönün vardı, onu korumalıydın.” Bu söz birçok anlama çekilebilirdi, fakat Berâ Peygamber (s.a.v.)’in yaptığı gibi namazda yönünü tekrar Kudüs’e çevirmeye başladı.
Mekke’ye aralarında Yesrib’li putperestlerin de bulunduğu bir kervanla yolculuk ettiler. Putperestlerden biri, Beni Selime’nin lideri ve çok etkili bir adam olan Hazrec’li Ebû Cabir Abdullah İbn Amr, yolculuk sırasında Mina’da Müslüman oldu. Peygamberle daha önceki gibi Akabe’de haccı takip eden iki geceden sonraki gece gizlice buluşmayı kararlaştırmışlardı. İçlerinden biri o geceyi şöyle anlatıyor: “O gece kervandaki diğer adamlarla birlikte gecenin üçte biri geçene dek uyuduk. Daha sonra yavaşça kalktık ve kaya kuşu kadar sessiz bir şekilde hepimiz Akabe yakınında toplandık. Orada Allah’ın Rasûlü gelene dek bekledik; onunla birlikte hâlâ atalarının dinine uyan amcası Abbâs da gelmişti. Müslüman olmamasına rağmen Abbâs, yeğenini güvenilir ellere teslim etmek istiyordu. Peygamber (s.a.v.) oturduktan sonra ilk önce Abbâs konuştu: “Ey Hazrecliler, -Araplar Evs ve Hazrec’e böyle hitap ederlerdi- Muhammed (s.a.v.)’in bizim aramızda ne kadar itibarlı olduğunu ve onu nasıl koruyup, ona kabilesi ve ailesi içinde şerefli ve saygın bir kişi olarak davrandığımızı biliyorsunuz. Buna rağmen O, sizi seçti ve sizinle birlikte olmak istiyor. Bu nedenle, eğer ona verdiğiniz sözü tutmaya ve onu karşı çıkanlardan korumaya söz veriyorsanız, alın bu yük sizindir. Fakat o size geldikten sonra onu ele vereceğinizi düşünüyorsanız, onu şimdiden bırakın.” “Söylediklerini duyduk” dediler, “Fakat ey Allah’ın Rasûlü, sen konuş; kendin ve Rabbin adına istediğini seç.”
Kur’ân okuyup, İslâm ve Allah’la ilgili bazı hususlara değindikten sonra Peygamber (s.a.v.): “Bu anlaşmayı şu şartla yapıyorum. Bana verdiğiniz sözden sonra beni eşlerinizi ve çocuklarınızı koruduğunuz gibi koruyacaksınız” dedi. Berâ (r.a.) kalktı, Peygamber’in elini tuttu ve: “Seni Hakla gönderen Allah’a yemin olsun ki, seni, onları koruduğumuz gibi koruyacağız. Ey Allah’ın Rasûlü, biatımızı kabul et; çünkü biz savaşçı ve babadan oğula geçen silahlara sahip bir topluluğuz” dedi. Evs’li bir adam onun sözünü keserek şöyle dedi: “Ey Allah’ın Rasûlü, bizim diğer topluluklarla da bağlarımız var”, -Yahudileri kasdediyordu- “onlara galip gelmek istiyoruz. Ya biz sana biat eder, Allah da sana zafer verirse, sen kendi halkına dönüp bizi bırakırsan?” Peygamber gülümsedi: “Hayır, siz benimsiniz, ben de sizinim. Sizin savaştığınızla savaşır, barıştığınızla barışırım” dedi.
Daha sonra şöyle dedi: “Bana aranızdan grubun işlerine bakacak on iki lider seçin.” Bunun üzerine dokuzu Hazrec’li, üçü Evs’li oniki lider seçtiler. Adamların altmış ikisi ve iki kadın da Hazrec’li olduğu için Hazrec’li liderler çoğunluktaydı. Hazrec’li dokuz liderden ikisi Es’ad ve Berâ idi; Evs’li üç liderden biri ise Sa’d İbn Muâz’ın vekilî olarak gösterdiği Useyd’di.
Topluluk teker teker biat etmeye hazırlanırken, önceki yıl biat eden on iki kişiden biri olan Hazrec’li bir adam: “Hazrec’liler, bu adama biat etmenin ne anlama geldiğini biliyor musunuz?” dedi. Onlar: “Biliyoruz” dediler, Adam onları duymazdan gelerek devam etti: “Siz siyah, kırmızı[109], tüm insanlara savaş açmaya söz veriyorsunuz. Bu yüzden eğer mallarınız eksildiğinde ve bazılarınız öldürüldüğünde, onu terk edeceğinizi düşünüyorsanız, onu şimdi bırakın. Çünkü onu o zaman terk ederseniz, bu dünyada da âhirette de utanç duymanıza sebep olur. Fakat eğer sözünüzden dönmeyeceğinizi düşünüyorsanız, onu alın; çünkü Tanrı’ya andolsun bu, hem dünya hem de âhiret için kurtuluştur.” “Mallarımız elimizden gitse de öldürülsek de onu kabul ediyoruz. Ya Rasûlullah, eğer bu sözümüzü yerine getirirsek bizim için ne var?” dediler. Peygamber: “Cennet”, dedi. Onlar da: “O halde elini bize uzat” dediler, elini tutup biat ettiler.
Şeytan o sırada Akabe’nin tepesinde onları gözlüyor ve dinliyordu; kendisini tutamayınca Muzammam (zemmedilen, suçlanan) diye yüksek sesle bağırdı. Peygamber (s.a.v.) bağıranın Şeytan olduğunu biliyordu, ona şöyle cevap verdi: “Ey Allah’ın düşmanı, sana fırsat vermeyeceğim.”


Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.

Yorum Yaz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.