Mustafa Demirci-Yuva
Damat, amcasının evinden ayrıldı ve gelinle birlikte yaşamak üzere onun evine yerleşti. Hatîce kocasına bir eş olduğu kadar, onun en yakın arkadaşı ve ideallerini ve isteklerini paylaşan bir dostu idi. Acılar ve kayıplar olsa da evlilikleri çok mutlu geçiyordu. Hatîce, Muhammed’e (s.a.v.) altı çocuk doğurdu, iki erkek ve dört kız. En büyük çocukları Kasım adında bir oğlan çocuğuydu. Bundan sonra Muhammed’e Ebû’l-Kasım (Kasım’ın babası) denmeye başlandı. Fakat çocuk iki yaşını doldurmadan öldü. İkinci çocukları Zeyneb adında bir kızdı. Onu üç kız çocuğu daha takip etti: Rukiyye, Ümmü Gülsüm ve Fâtıma. Son çocukları ise yine çok az bir süre yaşayan bir erkek çocuğuydu.
Evlendiği gün Muhammed (s.a.v.), babasından miras kalan sadık cariyeyi, Bereke’yi, azâd etti; aynı gün Hatîce ona kendi kölelerinden birini, on beş yaşındaki Zeyd’i hediye etti. Bereke’ye gelince, onu Yesribli biriyle evlendirdiler. O adamdan bir oğlu oldu ve bundan sonra Ümmü Eymen (Eymen’in annesi) olarak anıldı. Zeyd ise kendisi gibi gençlerle birlikte, Hatîce’nin yeğeni, yani kardeşi Hişâm’ın oğlu Hakim tarafından Ukaz panayırından satın alınmıştı. Halası onu ziyarete geldiğinde, Hakim ona yeni aldığı kölelerden birini seçmesini teklif etti. O da Zeyd’i seçti.
Zeyd, atalarıyla övünürdü: babası Hârise, Suriye ile Irak arasında yerleşik olan Kelb kabilesindendi; annesi ise yine meşhur olan komşu Tayy kabilesindendi. Tüm Arabistan’da cömertliği ve belagatı ile şöhret salan şair-savaşçı Hatim de annesiyle aynı kabiledendi. Yıllar önce bir gün annesi Zeyd’i ailesini ziyaret etmek için kendi kabilesine götürüyordu; kaldıkları köye Benî Kayn kabilesinden bir grup adam saldırdı, çocuğu kaçırıp köle diye sattılar. Babası Hârise onu ümitsizlik içinde arıyordu; Zeyd de Kelb kabilesinden babasına haber gönderebileceği kimseye rastlayamamıştı. Fakat Kâ’be’ye Arabistan’ın her yerinden hacılar geliyordu. Muhammed’in (s.a.v.) kölesi olduktan aylar sonra bir gün, Mekke sokaklarında kendi kabilesinden adamlara rastladı. Eğer onları bir önceki yıl görmüş olsaydı, duyguları çok farklı olurdu. Böyle bir karşılaşmayı uzun süredir arzuluyordu, fakat şimdi şaşkınlığa düşmüştü. Şimdi artık hiçbir şey düşünmeden burayı terkedip ailesine gidemezdi. Fakat onlara nasıl bir haber gönderebilirdi? Meselenin esası ne olursa olsun, bir çöl çocuğu olarak bu durumlarda hiçbir şeyin şiirden daha anlamlı olamayacağını biliyordu. Kafasındakileri anlatabilmek için birkaç mısra yazdı, fakat bu mısralar ifade ettikleri anlamlardan daha fazlasını ima ediyorlardı. Daha sonra Kelb’li hacıların yanına gitti, kendisini tanıttı: “Aileme şu mısraları okuyun, çünkü uzun süredir benim için üzüldüklerini biliyorum:
Kendim uzakta olsam da, sözlerimi alın
Ve halkıma götürün: Ben şimdi Kutsal Ev’de
Tanrı’nın kutsadığı yerde yaşıyorum.
Artık şimdiye dek çektiğiniz üzüntüleri bir kenara bırakı Beni aratmak için develeri yormayın. Çünkü ben, Allah’a şükür, bütün silsilesi soylu olan Büyük ve iyi bir ailenin yanındayım.”
Hacılar bu haberle yurtlarına döndüklerinde, Hârise hemen kardeşi Ka’b ile birlikte Mekke’ye doğru yola çıktı. Muhammed (s.a.v.)’e gidip, ondan oğlu Zeyd’i istediği fiyata kendisine satmasını istedi. Muhammed şu cevabı verdi: “Bırakın kendisi seçsin, eğer sizi seçerse hiçbir ücret istemeden onu size veririm; eğer beni seçerse, ben, beni seçen birinin üstünde karar verici değilim.” Daha sonra Zeyd’i yanlarına çağırdı ve bu iki adamı tanıyıp tanımadığını sordu. Zeyd: “Bu amcam, bu da babamdır” dedi. “Beni tanıyorsun” dedi Muhammed (s.a.v.): “Ve benim sana gösterdiğim dostluğu da biliyorsun. O halde benimle onlar arasında bir seçim yap.” Zeyd zaten seçimini yapmıştı, hemen şöyle dedi: “Senin üstüne başka adam seçecek değilim. Sen bana annem ve babam gibisin.” “Ey Zeyd, köleliği özgürlüğe, babana, amcana ve ailene tercih mi ediyorsun?” diye hayretle sordular. Zeyd: “Evet öyle, çünkü ben bu adamda öyle şeyler gördüm ki kimseyi ona tercih edemem” dedi.
Muhammed (s.a.v.) daha sonraki konuşmaları kısa keserek onları Kâ’be’ye davet etti. Hicr’de ayakta durarak yüksek sesle şunları söyledi: “Ey burada bulunanlar, şahit olun ki Zeyd benim oğlumdur, ben onun, o da benim vârisimdir.”[25]
Amca ve baba isteklerini yerine getiremeden ülkelerine dönmek zorunda kaldılar. Fakat kabilelerine anlatmaları gereken hikâye, bu evlât edinmeye sebep olan karşılıklı sevgi, utanç verici bir şey değildi. Zeyd’in özgürlüğe kavuştuğunu ve daha sonraki yıllarda kardeşleri ve akrabalarına da faydalı olabilecek yüksek bir şerefe ulaştığını gördükten sonra müteselli oldular ve yollarına üzüntüsüz devam ettiler. O günden sonra bu yeni Hâşimî, Mekke’de Zeyd İbn Muhammed diye anılmaya başladı.
Muhammed’le (s.a.v.) Hatîce’nin evlerine en sık gelen ziyaretçilerden biri de Muhammed’in (s.a.v.) kendinden bile küçük olan en küçük halası, aynı zamanda Hatîce’nin yengesi Safiye idi. Beraberinde, ağabeyinin ölümünden sonra Zübeyr adını verdiği oğlunu da getirirdi. Bu nedenle Zübeyr, Muhammed’in kızlarıyla, yani kuzenleriyle küçük yaşlardan beri arkadaşlık ederdi. Safiye ile birlikte, Hatîce’nin tüm çocuklarının ebesi olan ve kendisini ev halkından sayan sadık hizmetlisi Selmâ da gelirdi.
Yıllar geçtikçe, Muhammed’in (s.a.v.) sütannesi Halîme de ara sıra onları ziyarete gelmeye başladı. Hatîce ona her zaman gereken saygıyı gösterirdi. Bu ziyaretlerden biri, Halîme’nin sürülerinin uzun süren çok sert bir kuraklık nedeniyle helâk olduğu bir zamana rastladı. Hatîce ona kırk koyun ve üstünde tahtı ile birlikte bir deve hediye etti. Hicaz’da bir veba gibi yayılan bu kuraklık aileye yeni bir ferdin katılmasına da neden oldu.
Ebû Tâlib bakabileceğinden fazla çocuğa sahipti ve kuraklık onun belini kırmıştı. Muhammed (s.a.v.) bunu fark etti ve bir şeyler yapması gerektiği kanaatine vardı. Amcaları arasında en zengin olanı Ebû Leheb’di, fakat o aileden uzak dururdu. Belki bunun nedeni kendisinin, annesinin tek çocuğu oluşu ve başka öz kardeşe sahip olmayışıydı. Muhammed (s.a.v.) başarılı bir tüccar olan ve beraber büyüdükleri için kendisine çok yakın olan amcası Abbâs’tan yardım istemeyi tercih etti. Muhammed (s.a.v.)’e en yakın olanlardan biri de, onu her zaman evinde hoş karşılayan ve çok seven Abbâs’ın karısı Ümmü’l-Fadl idi. Onlara gitti ve iki ailenin Ebû Tâlib’in durumu düzelene dek onun oğullarından ikisinin bakımını üstlenmesini teklif etti. Hemen karar verdiler ve birlikte Ebû Tâlib’e gittiler. Onların tekliflerine karşı Ebû Tâlib: “İstediğinizi yapın, fakat Akîl ile Tâlib’i bana bırakın” dedi. Ca’fer artık onbeş yaşındaydı ve ailenin en küçüğü de değildi. Annesi Fâtıma, ondan on yaş küçük bir erkek çocuğu daha dünyaya getirmişti; adını Ali koymuşlardı. Abbâs, Ca’fer’in bakımını üstlenebileceğini söyledi, bunun üzerine Muhammed (s.a.v.) de Ali’yi aldı. Bu sıralarda Hatîce, Abdullah adında bir erkek çocuğu daha dünyaya getirmişti; fakat Abdullah, Kasım’dan daha az bir zaman yaşadı. Bir anlamda Ali onun yerini almıştı. Rukiye ve Ümmü Gülsüm’le hemen hemen aynı yaşta, Zeyneb’den küçük ve Fâtıma’dan biraz büyük olan Ali, bu dört kuzeniyle kardeş gibi büyüdü. Bu beş kişi ve Zeyd, Muhammed ve Hatîce ailesinin özünü oluşturuyordu. Fakat bunlardan başka onlara çok bağlı olan ve burada kronolojik olarak ele alınan tarihte küçük veya büyük roller oynayan birçok akrabalar da vardı.
O sırada hayatta olmayan en büyük amcası Hâris geride birçok erkek çocuk bırakmıştı. Bunlardan biri, Ebû Süfyân Muhammed (s.a.v.)’in süt kardeşi idi. Çünkü ondan birkaç yıl sonra o da Beni Sa’d’da Halîme tarafından emzirilmişti. Çoğu kişi Ebû Süfyân’ın aile benzerliği bakımından Muhammed (s.a.v)’e çok yakın olduğunu söylerdi. İkisinin ortak özelliklerinden biri de güzel konuşma sanatı idi. Fakat Ebû Süfyân yetenekli bir şairdi -belki de amcaları Zübeyr ve Ebû Tâlib’den daha yetenekliydi.- Oysa Muhammed (s.a.v.), Arapça grameri ve güzel konuşmada rakipsiz olmasına rağmen, bir tek şiir bile yazmamıştı.
Hemen hemen kendi yaşında olan Ebû Süfyân onun için hem arkadaş hem de bir dosttu. Kanla bağlı akrabalarından nisbeten daha yakın olanlar, babasının öz kardeşleri, yani Abdu’l-Muttalib’in beş kızının çocukları idi. Bu kuzenlerinin en büyükleri kuzeydeki Esed kabilesinden Cahş adında bir adamla evlenen halası Umeyme’nin çocuklarıydı. Cahş’ın Mekke’de bir evi vardı. Kendi kabilesinden başka bir kabile ile beraber yaşayan birinin, o kabilenin bir üyesi ile karşılıklı anlaşma yapması sonuncunda, o kişiyi haklarını ve görevlerini yerine getirecek bir temsilci olarak tayin etmesi de mümkündü. Abdu Şems soyunun Ümeyye kolundan gelen kabilenin başkanı olan Harb, Cahş’ın müttefiki olmuştu. Bu nedenle Umeyme’nin Cahş ile evlenmesi aynen onun bir Şems’li ile evlenmesi gibiydi. Umeyme’nin ağabeyinden sonra Abdullah adını verdiği en büyük oğlu, Muhammed’den (s.a.v.) hemen hemen oniki yaş küçüktü ve bu iki kuzen birbirlerini çok severdi. Umeyme’nin ağabeyinden epey küçük olan ve güzelliğiyle dikkatleri çeken kızı Zeyneb de bu sevgi bağının içindeydi. Muhammed (s.a.v.) ikisini de çocukluklarından beri çok severdi; halası Berre’nin oğlu Ebû Seleme’ye de özel bir sevgi beslerdi.
El-Emîn’i çevreleyen bu sevgi ve cazibe sadece ailesi ile sınırlı değildi; Hatîce ile birlikte bu sevgi çemberinin merkezinde bütün akrabalarını içeren bir daire içindeki tüm insanlara sevgi besliyorlardı. Hatîce’nin akrabaları da bu çemberin içindeydi. Ona en yakın olanlardan biri, oğlu Ebû’l-As ile onları sık sık ziyaret eden kardeşi Hâle idi. Hatîce yeğenini, sanki kendi oğluymuş gibi seviyordu; bu nedenle Hâle kardeşinden oğlu için bir eş bulmasını istedi. -Hatîce sık sık onların her durumda yardım istemelerini tembih ederdi.-Hatîce kocasına bu konuyu açtığında o, kızları Zeyneb’in evlenecek yaşa geldiğinde Ebû’l-As’a uygun bir eş olabileceği önerisini getirdi. Zamanı geldiğinde Zeyneb’i kuzeni ile evlendirdiler.
Politik olarak bir arada anılan Hâşim ve Muttalib soylarının zayıflayan politik etkisini tekrar güçlendirmek için duyulan ümitler, Muhammed (s.a.v.) üzerinde yoğunlaşmıştı. Soy ayrımı olmaksızın tüm Kureyş onu, Arabistan’da kabilelerinin şerefini ve gücünü devam ettirebilecek, neslinin en yetenekli şahsı olarak görüyordu. El-Emîn’e yapılan övgüler herkesin dilindeydi; belki de bu nedenle Ebû Leheb yeğenine gelmiş ve kızları Rukiyye ve Ümmü Gülsüm’ü kendi oğulları Utbe ve Uteybe’ye nişanlamak istediğini söylemişti. Muhammed (s.a.v), bu iki kuzenini iyi kimseler olarak tanıdığı için teklifi uygun bulmuş ve nişanlar yapılmıştı.
İşte bu sıralarda Ümmü Eymen’i yine aile fertleri arasında görüyoruz. Kaynaklar onun bir dul olarak döndüğünü, veya kocasının onu boşadığını belirtmiyorlar. Sebep her ne ise, Ümmü Eymen yerinin orası olduğunu biliyordu. Muhammed (s.a.v.), çoğu kez ona “anne” diye hitap eder ve başkalarına “O bana ailemden kalan tek ferttir” derdi.”
Mustafa Demirci
Sitemizde sanatçıya ait toplam 50 eser bulunmaktadır. Sanatçının sayfasına gitmek için tıklayın.
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.