Web sitemize hoşgeldiniz, 18 Aralık 2024
Beğen 2

Halil İbrahim Çanakkaleli-Amenerrasulü Ali İmran 01 09 Arası

Euzübillahimineşşeytanirracim Bismillahirrahmanirrahim
Amenerrasulü bima ünzile ileyhi mirrabbihi vel mü’minun,
küllün amene billahi ve melaiketihi ve kütübihi ve rusülih,
la nüferriku beyne ehadin min rusülih,
ve kalu semi’na ve ata’na gufraneke rabbena ve ileykelmesir.
La yükellifullahü nefsen illa vüs’aha,
leha ma kesebet ve aleyha mektesebet,
rabbena la tüahızna innesiyna ev ahta’na,
rabbena vela tahmil aleyna ısran kema hameltehü alelleziyne min kablina,
rabbena vela tühammilna ma la takate lena bih,va’fü anna, vağfirlena, verhamna, ente mevlana fensurna alel kavmil kafiriyn.
Meali
285 – Peygamber, Rabbi tarafından kendisine ne indirildi ise ona iman etti, müminler de.
Onlardan her biri Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve resullerine iman etti.
“O’nun resullerinden hiç birini diğerinden ayırt etmeyiz” dediler ve eklediler:
“İşittik ve itaat ettik ya Rabbenâ, affını dileriz, dönüşümüz Sanadır”.
286 – Allah hiç bir kimseyi güç yetiremeyeceği bir şekilde yükümlü tutmaz.
Herkesin kazandığı iyilik kendi lehine, işlediği fenalık da kendi aleyhinedir.
Ya Rabbenâ! Eğer unuttuk veya kasıtsız olarak yanlış yaptıysak bundan dolayı bizi sorumlu tutma.
Ya Rabbenâ! Bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme.
Ya Rabbenâ! Takat getiremeyeceğimiz şeylerle bizi yükümlü tutma.
Affet bizi, lütfen bağışla kusurlarımızı, merhamet buyur bize!
Sensin Mevlâmız, yardımcımız! Kâfir topluluklara karşı Sen yardım eyle bize!

Âl-i İmran 01-09 Âyetler
Bismillahirrahmanirrahim
1. Elif lam mim
2. Allahü la ilahe illa hüvel hayyül kayyum
3. Nezzele aleykel kitabe bil hakkı müsaddikal lima beyne yedeyhi ve enzelet tevrate vel incıl
4. Min kablü hüdel lin nasi ve enzelel fürkan* innellezıne keferu bi ayatillahi lehüm azabün şedıd* vallahü azızün züntikam
5. İnnellahe la yahfa aleyhi şey’üm fil erdı ve la fis sema’
6. Hüvellezı yüsavviruküm fil erhami keyfe yeşa’* la ilahe illa hüvel azızül hakım
7. Hüvellezı enzele aleykel kitabe minhü ayatüm muhkematün hünne ümmül kitabi ve üharu müteşabihat* fe emmellezıne fi kulubihim zeyğun fe yettebiune ma teşabehe minhübtiğael fitneti vebtiğae te’vılih* ve ma ya’lemü te’vılehu illellah* ver rasihune fil ılmi yekulune amenna bihı küllüm min ındi rabbina* ve ma yezzekkeru illa ülül elbab
8. Rabbena la tüzığ kulubena ba’de iz hedeytena veheb lena mil ledünke rahmeh* inneke entel vehhab
9. Rabbena inneke camiun nasi li yevmil la raybe fıh* innellahe la yuhlifül mıad
Meali
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1 – Elif, Lâm, Mîm.
2 – Allah o İlahtır ki Kendinden başka tanrı yoktur. Hay O’dur, kayyûm O’dur. [2,255]
el-Hay: “Her zaman var olan, diri olan ezeli ve ebedî hayat sahibi”. el-Kayyûm: “Kendi zâtı ile var olup, zevali olmaksızın kaim olan ve bütün kâinatı varlıkta tutup yöneten”
3 – Sana kitabı, gerçeğin ta kendisi ve daha önce indirilen kitapları tasdik edici olarak indiren O’dur. Bundan önce de, insanlara doğru yolu göstermek için Tevrat ve İncîl’i indirmişti. [2,41]
Âyet’teki bi’l-hakk: Gerçeğin ta kendisi, gerçek ile yani akıl, adalet, doğruluk gereklerine uygun, gerçeğe mutabık olarak, gerçek bir gaye ile gönderdi demektir. Maksat şunu belirtmektir. Kur’ân, hakikatin, aklın ve adaletin icaplarını, insanlığın ihtiyaçlarını karşılamak üzere gönderilmiştir.
4 – Eğriyi doğrudan, hakkı batıldan ayırd eden Furkanı da indirdi. Allah’ın âyetlerini inkâr edenlere pek çetin bir azap vardır. Öyle ya, Allah daima azîzdir, (mutlak galiptir, mazlumların) intikamını alır. [2,53; 5,95; 14,47; 39,37; 32,22; 43;41; 44,16] {KM, Tesniye 32,35; Mezmurlar 94,1; Yeremya 51,56}
Furkan: Hakkı batıldan, hayrı şerden, doğruyu eğriden ayıran anlamında olarak Kur’ân-ı Kerimin isimlerinden biridir.
5 – Ne yerde, ne de gökte hiçbir şey Allah’a gizli kalmaz.
6 – O’dur ki annelerinizin rahimlerinde size dilediği şekli verir. Ondan başka tanrı yoktur. Azîzdir, hakîmdir: (mutlak galip, tam hüküm ve hikmet sahibidir). [18,37; 22,9; 40,64; 95,4] {KM, Mezmurlar 33,15; Yeremya 1,5}
7 – Bu muazzam kitabı sana indiren Odur. Onun âyetlerinin bir kısmı muhkem olup bunlar Kitabın esasıdır. Âyetlerin bir kısmı ise müteşabihtir. Kalplerinde eğrilik olanlar sırf fitne çıkarmak, insanları saptırmak ve kendi arzularına göre yorumlamak için müteşabih kısmına tutunup onlarla uğraşır dururlar. Hâlbuki onların hakikatini, gerçek yorumunu Allah’tan başkası bilemez. İlimde ileri gidenler: “Biz ona olduğu gibi inandık. Hepsi de Rabbimizin katından gelmiştir” derler. Bunları ancak tam akıl sahipleri düşünüp anlar ve şöyle yalvarırlar: [13,39; 43,4; 85,22]
8 – “Ey bizim Kerîm Rabbimiz, bize hidâyet verdikten sonra kalplerimizi saptırma ve katından bize bir rahmet bağışla. Şüphesiz bağışı bol olan Vehhab Sensin Sen!”
9 – “Sen, geleceğinde hiç şüphe olmayan bir günde bütün insanları bir araya toplayacaksın. Allah sözünden asla dönmez.”
Muhkem: Anlamı açık, kesin, ifade ettiği mâna tek olup, açıklanması için başka delile ihtiyaç olmayan demektir. Müteşabih: Birden fazla mâna ihtimali olduğundan, anlaşılması için başka delile ihtiyaç hissettiren, mânası hakkında kesin bir hüküm verilemeyen âyettir.
Müteşabih, şibh (benzerlik) kökünden gelip mânalar birbirine benzeyip içiçe girdiğinden şüpheye yani değişik ihtimallere yol açmayı ifade eder. İnsanın aklının, duyularının sınırlı olduğunu düşünürsek, bu konumda olan insana hitap eden ilahi kelamın müteşabihler ihtiva etmesinin kaçınılmaz olduğu açıkça ortaya çıkar. Müteşabih lafızlarla Yüce Allah, insanlara tamamını kavrayamayacakları meseleleri, teşbihlerle, muayyen bir nisbette, farklı seviyelere göre daha farklı şekilde anlaşılacak tarzda bildirir. Müteşabihlerdeki bu izafî durum, dinin değişmez gerçeklerine zarar vermez. Zira Allah sabit gerçekler olarak, biz yükümlü insanlardan istediği akaid, ibadet, ahlâk ve ahkâma dair esasları muhkem âyetlerde bildirmiştir. Müteşabihlerle ise bazı “nisbi hakîkatleri” bildirmek istemiştir.
Beşeriyetin konumu icabı, dünyada insan hayatında, mutlak hakikatlerden çok nisbî hakikatler daha fazladır. Bir kristal âvizeyi gözönüne alalım. Onun elektrik voltajı, ampullerinin gücü değişmediği halde, etrafında oturanlar, yerlerini hafifçe değiştirince, farklı renkler ve ışınlar alırlar. Bu, âvizenin taşlarının farklı açılar verecek şekilde tıraşlanmasından ileri gelir. İşte Allah Teâlâ, mahdut lafızlarla, tükenmek bilmeyen mânaları, farklı seviyelerde, kıyamete kadar gelecek bütün insanlığa anlatmak, onları kitabı üzerinde düşündürmek için birçok müteşabih âyet göndermiştir. Bu kaçınılmaz durum, bir zaruretten ileri gelmiştir. Fakat unutmamak gerekir ki teşabüh ve teşbih ile olan benzetmelerde, benzetilen ile kendisine benzetilen arasında bütün yönlerden bir benzerlik aranmaz. Çeşitli yönlerden sadece biri ile olan bir benzerlik dahi, benzetmenin geçerli sayılması için yeterli sayılır. Demek ki müteşabihler hakikî müteşabih ve izâfî müteşabih kısımlarına ayrılır. Bütün çeşitlerinde, müteşabihler birçok mânalar ifade ederler. Onun içindir ki tefsirlerde çok mânalar verilmiştir. Fakat kesin mânası, Allah’ın ilmine havale edilir.


Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.