Ziya Uğur-Aşk İmiş Her Ne Var Alemde
Fuzulî’nin üslûbudur, hep ilim erbabı profesör üzerinden, fakih üzerinden mukayeselerle anlatır. Fakîh-i medrese ma’zûrdur inkâr-ı aşk etse, Yok özge ilmine inkârımız bu ilme câhildir. Der mesela. Profesör aşkı inkar ederse haklıdır, anlamadığı için inkar eder, sahasındaki ihtisasına hürmetimiz var ama bu işi biz biliriz diyor. Bu sualinize konu olan meşhur beyitte ise, kemalin ilimle elde edilemeyeceğini ve kemale ancak aşk ile kavuşulabileceğini anlatıyor. Fakat biz burada ilmin kıymetini gözden düşüren yorum biçimine kat’iyyen gitmemeliyiz. Burada durum şu, esasen o ilim olmadan da olmaz. İlimle olmaz, ilimsiz de olmaz. Peygamber (s.a.s) den en çok hadis rivayet eden kimse Ashab-ı Suffe’den Ebu Hüreyre efendimiz (r.a.) diyor ki: “Rasulullah’tan iki ilim aldım; birini söyledim yazdınız, öbüründen bahsetsem sapıttı diye beni öldürürsünüz.” (Buhari, İlim, 42) Birincisi zahiri ilimlerdir, ikincisi batını ilimlerdir. İlmi ledün dediğimiz şeydir, kalpten kalbe intikal eden, aşk. Yani kitap sayfalarından ve gönül sayfalarından. İkisi de olmazsa olmaz. Ama aşkı sadece ilimle, sadece öğrenmekle, sadece akılla fethedemezsin. Bu ayrıca gönül işidir diyerek biraz önceki izahlar meyanında hem emre inkiyad, hem de itaat, takva, salah, zühd hepsi tamam. Buna ilaveten aşkın derinliğine ve sonsuzluğuna yolculuk. Şimdi bunu örneklerle, en azından bir miktar kavramak, çok daha mümkün. Ebü’l-Vefa Hazretleri’nin kapısından, Sultan Fatih sıradan bir talebe gibi içeri girmek ister. Hazreti Ebü’l Vefa müsaade etmez: “görüşemeyiz, dönsün” der. Ağlayarak döner Sultan. Sultan Fatih ağlayarak döner ama Ebü’l Vefa’da ağlamaktadır. Daha sonra sorulur tabi: “Efendim hem siz üzüldünüz, hem o üzüldü. Kapıya kadar gelmişken niye kabul etmediniz sultanı.” Cevap buyurur: “O gaza askeridir, biz dua askeriyiz, gelir de bu lezzeti tadacak olursa devletten soğur biz ona ayrılık olmayan yere randevu verdik orada görüşeceğiz.” der. Aşk aslında hiç gözümüzden kaçırmamamız gereken bir husus. Sonsuz hayat henüz başlamadan oraya bir hazırlık dönemindeyiz. Her şeyimiz sonsuza endeksli, sonsuza ayarlı. Aşk sonsuz yaşanan, sonsuzda meyvelerini veren, sonsuz hayatta neşv-ü nema bulan bir hazine olarak, muhafaza etmemiz gereken emanettir. İşte bizim edebiyatımızın dünyanın modern kültürüne ram olmuşlar ya da ondan başka bir şey görmemiş olanlar arasında asla anlaşılması mümkün olmayan ciheti bu. Neden anlaşılamıyor? Sonsuza endeksli olduğumuzu anlayamıyorlar da ondan.. Hayatlarını sonlu yaşıyorlar; üç gün, beş gün, şu gördüğümüz daracık dünya çerçevesinde yaşananlara aşk diyorlar. İşte bütün bunlara cevaben bizimkiler derler ki: “Nefsin hevâsına aşk adını vermek, altın taç giydirilmiş kel kör bir başa benzer.” Bizde her şey sonsuza endeksli. Çünkü Allah sonsuzdur, bakidir. Aşk O’na dair, O’na aittir. Diğer – sözüm ona – aşklar bir egzersizdir. Bizi O’na hazırlayan laboratuar çalışmalarıdır. Orada da mayın tarlasına düşmeden, suça girmeden, yani yanlış yapmadan usulünce süreci yönetmek lazım. Cenab-ı Hak hepimize nasip etsin.
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.