Web sitemize hoşgeldiniz, 18 Aralık 2024
Beğen 2

Mustafa Demirci-Beni Kurayza

Dinlenmek için sadece birkaç saatleri vardı. Çünkü öğle namazından hemen sonra Cebrâîl, Peygamber (s.a.v)’e geldi. Çok güzel giyinmişti. Sarığı gümüş ve altın işlemeliydi. Gümüş ve altın işlemeli bir örtü de onu getiren katırın semerine örtülmüştü. “Ey Allah’ın Rasûlü, teslim mi oluyorsun?” dedi. “Melekler teslim olmadılar. Düşmanı kovalamaktan şimdi döndüm. Ey Muhammed (s.a.v) gerçekten yüce Allah sana Benî Kurayza’ya karşı çıkmanı emrediyor. Ben şimdiden onların yanına gidiyorum. Belki onları korkutabilirim.”
Peygamber (s.a.v), Benî Kurayza yerleşim bölgesine ulaşana kadar kimsenin ikindi namazı kılmamasını emretti. Sancak Ali (r.a.)’ye verilmişti. Hendekte, Kureyş ve müttefiklerine karşı çıkan aynı üç bin kişi güneş daha batmadan tüm Kurayza kalelerini kuşatmıştı.
Kuşatma yirmi beş gece sürdü. Yirmi beş günün sonunda Yahudiler, Peygamber (s.a.v)’e Ebû Lübabe ile görüşmek istedikleri haberini gönderdiler. Benî Nadir gibi onlar da uzun süreden beri Evs’in müttefiki idiler. Ebû Lübâbe de bu ittifak sağlayan önemli liderlerden biriydi. Peygamber (s.a.v) ona Benî Kurayzalılara gitmesini emretti. Ebû Lübâbe oraya vardığında, ağlayan çocuk ve kadınlarla karşılaştı. Bu onun hain düşmana karşı duyduğu kini yumuşattı. Adamlar, Muhammed (s.a.v)’e teslim olup olmamaları konusundaki fikrini sorunca o, “Evet” dedi. Aynı zamanda elini boğazına dokundurarak, teslimiyetten ölümü kasdettiğini ima etti. Bu imalı davranış onun görevine aykırıydı ve kuşatmanın daha da uzamasına sebep olabilirdi. Daha önce Peygamber (s.a.v) bir hurma ağacını velâyeti altındaki bir yetime vermesini teklif etmiş, kendisi de bunu reddetmişti. Zaten bu hareketinden dolayı büyük bir suçluluk duyuyordu. Bu jesti yaptıktan hemen sonra duyduğu suçluluk daha da arttı.[223] “Daha bir adım bile atmamıştım ki, Allah’ın Rasûlü’ne ihanet ettiğimin farkına vardım” dedi. Ebû Lübâbe’nin yüzünün rengi değişti ve şu âyeti okudu: “Biz Allah’a ait (kullar)ız ve şüphesiz O’na dönücüleriz.” (Bakara: 156). Kâ’b, “Sana ne oldu?” diye sordu. Ebû Lübâbe, “Allah’a ve Rasûlü’ne ihanet ettim” dedi. Üst kattan aşağı indiğinde sakalını tuttu, gözyaşlarıyla sırılsıklam olmuştu. Geldiği kapıdan çıkıp kendisinden haber bekleyen diğer Evs’lilerle karşılaşmaya dayanamayacağını hissetti. Bu nedenle kalenin arka kapısından çıkıp şehre doğru yola koyuldu. Doğruca Mescid’e gitti. Kendisini Mescid’in direklerinden birine bağlayıp şöyle dedi: “Allah yaptığım şeyi affedinceye kadar burada bağlı kalacağım”.
Peygamber (s.a.v) onun gelip haber getirmesini bekliyordu. Neler olduğunu duyunca şöyle dedi: “Eğer bana gelseydi, onu affetmesi için Allah’a dua ederdim. Fakat onun bu yaptığını gördükten sonra, Allah ona merhamet edinceye kadar onu bırakamam”.[224]
Ebû Lübâbe, on ya da on beş gün o direkte bağlı kaldı. Her namazdan önce veya gerektiğinde kızı gelip onu çözüyor ve namazını bitirdikten sonra tekrar aynı yere bağlıyordu. Bu durumdan duyduğu üzüntü, kuşatmanın hâlâ sürdüğü gecelerden birinde gördüğü bir rüya ile biraz hafifledi. Rüyasında kendisini yapışkan çamurdan bir bataklığa gömülmüş görüyordu. Neredeyse bataklığın saldığı pis kokudan ölmek üzere iken, akan bir pınar görüyor ve pınarda yıkanıyor. Etrafındaki koku da güzelleşiyor. Ebû Lübâbe (r.a.) uyandığında Ebû Bekir’e gidip bu rüyanın ne anlama gelebileceğini sordu. Ebû Bekir (r.a.) ona vücudunun ruhunu temsil ettiğini, ilk önce ruhunu baskı altına alan kötü bir olay yaşayacağını, fakat sonra bundan kurtulacağını söyledi. Ebû Lübâbe direkte bağlı olduğu sürece bu kurtuluşun ümidiyle yaşadı.
Benî Kurayza’ya gelince; Kâ’b onlara, nasıl olsa hepsi Muhammed’in (s.a.v) peygamber olduğuna inandığına göre, onun dinine girip mallarını ve hayatlarını kurtarmayı teklif etti. Fakat onlar ölümün bundan daha iyi olduğunu ve Tevrat’tan ve Mûsâ’nın kanunlarından (namus) başka bir şey istemediklerini söylediler. Bunun üzerine Kâ’b onlara başka çözüm yolları önerdi; fakat hepsi kabul edilmeyecek nitelikteydi. Kuşatmanın başından beri Benî Kurayzalıların kalelerinde kalmakta olan Beni Hedl’den -Kurayza’nın erkek kardeşi Hedl’in soyundan gelenler- üç genç adam, Kâ’b’ın öne sürdüğü ilk teklife taraftardılar. Gençliklerinde, kendi aralarında yaşamaya gelen Suriyeli Yahudi İbn el-Heyeban’ı tanımışlardı. Şimdi onun beklenen Peygamber (s.a.v)’le ilgili söylediklerini tekrarlıyorlardı. “Onun vakti geldi. Ey Yahudiler, ona ilk ulaşan sizler olun. Çünkü o kendisine karşı çıkanları öldürmek, kadın ve çocuklarını esir almak üzere gönderilecek. Bu durumun sizi ondan uzaklaştırmasına izin vermeyin.[225]” Fakat gençlere verilen tek cevap: “Biz Tevrat’tan vazgeçmeyiz” oldu. Bunun üzerine üç genç o gece Kurayza kalelerinden kaçıp, Müslüman kampına sığındılar. Müslüman olmak istediklerini söyleyip Peygamber’e (s.a.v) biat ettiler. Benî Kurayza’lılardan ise sadece iki kişi onların yolundan gitti. Bunlardan biri, Amr İbn Su’da, zaten başından beri Peygamber (s.a.v)’le yapılan anlaşmayı bozmaya karşıydı ve resmen kendisinin buna karşı olduğunu açıklamıştı. Şimdi ise eğer Müslüman olmayacaklarsa, Peygamber (s.a.v)’e haraç veya vergi ödeyebilecekleri fikrini ortaya attı. “Ama onun bu teklifi kabul edip etmeyeceğini bilmiyorum” dedi. Buna karşılık Yahudiler, Araplara haraç ödemektense ölmeyi yeğleyeceklerini söylediler. Bunun üzerine kaleden yalnız başına ayrıldı; kuşatma çemberini Müslüman olarak geçti ve o geceyi Medîne’deki Mescid’de geçirdi. Fakat o geceden sonra bir daha onu gören olmadı. Bugüne kadar onun nereye gittiği ve nerede öldüğü öğrenilememiştir. Peygamber (s.a.v) onun hakkında: “O, inancı nedeniyle Allah’ın koruduğu bir adamdır” derdi. Müslüman olan diğer adam ise Rifa’a İbn Semev’al’di. O gece Yahudi kalelerinden kaçmış, askerlerin arasından gizlice geçip Hazrec’in Benî Neccâr kolundan bir adamla evlenen Peygamber (s.a.v)’in teyzesi Selmâ binti Kays’ın yanına sığınmıştı. Rifa’a onun evinde Müslüman olmuştur.
Ertesi gün Ebû Lübâbe’nin uyarısına rağmen Benî Kurayza’lılar kalelerinin kapılarını açtılar ve Peygamber (s.a.v)’in adaletine teslim oldular. Adamlar elleri arkalarına bağlı bir şekilde kendileri için kampın bir tarafında ayrılan yere doğru gittiler. Diğer tarafa da kadınları ve çocukları topladılar. Peygamber (s.a.v) kadın ve çocukları koruma görevini, Benî Kaynuka’nın eski lideri olan Abdullah İbn Selâm’a verdi. Silahlar, giyecekler ve ev eşyaları kalelerden getirilip bir yere yığıldı. Şarap ve mayalanmış hurma suyu kavanozları teker teker açıldı ve boşaltıldı. Evs kabileleri Peygamber (s.a.v)’e, bu eski müttefiklerine de, Hazrec’in müttefiki olan Kaynuka’lılara gösterdiği yumuşaklığı göstermesini rica eden bir haber gönderdiler. Peygamber (s.a.v), “Ey Evsliler! Eğer onlar hakkındaki kararı sizden birine bırakırsam, bu sizi tatmin eder mi?” dedi. Onlar da bu fikri kabul ettiler. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v) onları yaraları henüz iyileşmemiş olan ve Mescid’de bir çadırda tedavi gören liderleri Sa’d İbn Muâz (r.a.)’a gönderdi. Peygamber (s.a.v) onu daha sık ziyaret edebilmek için mescide yerleştirmişti. Rufeyde adındaki Eslem’li bir kadın da Sa’d’ın yarasını tedavi ediyordu. Kabilesinden birkaç adam Sa’d’ın yanına gittiler. Onu bir katıra bindirip kampa götürdüler. Yolda ona, “Müttefiklerimize iyi davran; çünkü Allah’ın Rasûlü onlara müsamahalı davranman için kararı sana bıraktı.” Fakat Sa’d çok adaletli bir adamdı; Ömer gibi o da Bedir esirlerini öldürme taraftarıydı ve onların bu görüşü vahiy tarafından desteklenmişti. Bedir’de fidye karşılığı serbest bırakılanların çoğu Uhud’da ve Hendek’te geri gelip onlara karşı savaşmışlardı. Bu son savaşta ise istilâya gelenlerin asıl gücü, sürgün edilen Benî Nadir’in yardımlarından kaynaklarıyordu. Eğer onlar sürüne gönderilmek yerine öldürülmüş olsalardı, Kureyş ordusu yarıya iner ve Benî Kurayza’lılar da anlaşmaya sadık kalırlardı. Bundan başka Sa’d (r.a.) kriz anında Benî Kurayza’ya gönderilen elçilerden biriydi ve onların Müslümanların yenileceğine inandıklarında nasıl ihanet ettiklerini gözleri ile görmüştü. Eğer onlar hakkında sert bir karar alırsa, bütün Evs’liler onu suçlayacaktı. Fakat Sa’d (r.a.) bu tür düşüncelere zaten önem vermezdi. Yakında öleceğini hissettiği bu seferki kararında ise, bu tür kaygılar ondan tamamen uzaktı. Kabilesinden adamların sözlerine kısaca şu karşılığı verdi: “Artık Sa’d’ın, Allah katında, hiçbir suçlunun suçuna önem vermeme zamanı gelmiştir.”
Sa’d, güçlü yapılı, yakışıklı ve heybetli bir adamdı. O kampa geldiğinde Peygamber (s.a.v), “Başkanınıza saygı için ayağa kalkın” dedi. Onlar da ayağa kalktılar ve şöyle dediler: “Ey Amr’ın babası! Allah’ın Rasûlü seni müttefiklerimiz hakkında karar vermek üzere görevlendirdi.” Sa’d (r.a.), “Peki benim kararımın onlar üzerindeki son hüküm olacağına Allah’a yemin edip O’na ahit verir misiniz?” dedi. “Evet” dediler. Sa’d, Peygamber (s.a.v)’e doğru bir göz atıp adını anmaksızın: “Bu, buradaki herkes için mi geçerli?” dedi. Peygamber (s.a.v), “Evet” dedi. “O halde” dedi Sa’d, “ben erkeklerin öldürülmesi, malların dağıtılması, kadın ve çocukların esir alınmasına hüküm veriyorum”.[226] Peygamber (s.a.v) ona, “Sen, yedi kat yüksek semada Allah’ın verdiği hükmün aynısını verdin” dedi.
Kadınlar ve çocuklar şehre götürülüp yerleştirildiler. Erkekler ise kampta kaldılar ve geceyi Tevrat okuyup birbirlerine sabır ve dayanıklılık tavsiye ederek geçirdiler. Sabahleyin Peygamber (s.a.v) pazar yerinde dar, fakat uzun ve derin hendekler açılmasını emretti. Toplam yedi yüz kişi olan adamlar -bazı kaynaklara göre yedi yüzden fazla, bazılarına göre ise daha az- küçük gruplar halinde gönderildiler. Her grup kendi mezarı olacak olan çukurun başına dizildi. Daha sonra Ali ve Zübeyr gibi ashâbın gençleri hepsini birer kılıç darbesi ile öldürdüler.
Huyay pazar yerine doğru gönderildiğinde, Peygamber (s.a.v)’e döndü ve ona şöyle dedi: “Sana karşı geldiğim için kendimi suçlamıyorum. Allah’ı terk eden aynı şekilde terk edilecektir.” Daha sonra Yahudilere dönerek: “Allah’ın emri yanlış olmaz; bu Allah’ın kitabında İsrailoğulları’na gönderdiği bir karar, bir hüküm ve katliamdır” dedi. Çukurların yanına oturdu ve başı kesildi.
Son öldürülenin başı bir meşale ile kesildi. Daha sonra Zabir İbn Bata adındaki yaşlı Yahudi hakkında karar verilemediği için, kadın ve çocukların olduğu eve yerleştirildi. Ertesi sabah erkeklerin öldürüldüğü haberini alan kadınlar, tüm şehri ağıt sesleri ile ayağa kaldırdılar. Fakat yaşlı Zabir onları teskin etti ve şöyle dedi: “Sessiz olun! Siz dünya kuruldu kurulalı İsrailoğulları’ndan esir alınan ilk kadınlar mısınız? Eğer erkekleriniz iyi olsaydı, sizi bu durumdan kurtarırlardı. Siz kendinizi Yahudi dinine verin; çünkü bu din üzere ölüp, âhirette bu din üzere tekrar dirilmeliyiz.”
Zabir en azılı İslâm düşmanlarından biriydi ve çoğu kişiyi Peygamber (s.a.v)’e karşı gelmeye o teşvik etmişti. Fakat iç savaşlar sırasında, Sâbit İbn Kays adındaki Hazrec’li bir adamın hayatını kurtarmıştı. Sâbit bu borcunu ödeme amacıyla Peygamber (s.a.v)’den Zabir’in yaşamasına izin vermesini rica etti. Peygamber (s.a.v), “O senin” dedi. Fakat Sâbit, Zabir’e bu durumu anlatınca o, “Karısız ve çocuksuz yaşlı bir adam hayatta ne yapar?” dedi. Bunun üzerine Sâbit tekrar Peygamber (s.a.v)’e gitti. O da ona Zabir’in karısını ve çocuklarını verdi. Fakat Zabir bu kez de “Hicaz da hiçbir varlığı olmayan bir aile neyle geçinir?” dedi. Sâbit yine Peygamber (s.a.v)’e gitti. Peygamber (s.a.v) de ona, Zabir’in zırh ve silahları dışındaki bütün mallarını verdi. Fakat tüm arkadaşlarının öldürülmüş olması, Zabir’i meşgul eden bir düşünce haline geldi. Sâbit”e, “Sende olan hakkıma dayanarak, Allah adına senden beni de arkadaşlarımın yanına göndermeni istiyorum. Onlar gittikten sonra benim için hayatın bir anlamı yok” dedi. İlk önceleri Sabit bunu kabul etmedi; fakat onun çok ciddi olduğunu görünce, onu da infaz yerine götürdü ve Zübeyr (r.a.) onun başını kesti. Karısı, çocukları serbest bırakıldı ve malları Sâbit’in velâyeti altında onlara iade edildi.
Diğer kadın ve çocuklar ise, mallarla birlikte kuşatmada görev alan askerlere dağıtıldı. Bu esirlerin çoğunu Hayber’deki soydaşları Benî Nadir, fidye verip kurtardılar. Peygamber (s.a.v)’e hisse olarak Reyhâne adında, Nadir’li Zeyd’in kızı olan ve Kurayza’lı biri ile evlenmiş olan bir Yahudi kadın düştü. Reyhâne çok güzel bir kadındı ve beş yıl sonra ölene dek Peygamber (s.a.v)’in cariyesi olarak kaldı. Peygamber (s.a.v) ilk önceleri onu Rifa’a’nın sığındığı teyzesi Selmâ’nın yanına yerleştirdi. Reyhâne ilk önceleri İslâm’a karşıydı; fakat Rifâ’a ve Benî Hedil’den Müslüman olan üç genç ona İslâm’ı anlattılar. Bundan kısa bir süre sonra üç gençten biri olan Sa’lebe Peygamber (s.a.v)’e geldi ve Reyhâne’nin Müslüman olduğu haberini verdi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v) çok sevindi. Peygamber (s.a.v) ona gitti ve onu serbest bırakıp evlenme teklif etti. Fakat Reyhâne (r.a.): ”Ey Allah’ın Rasulü, beni kendi himayende bırak; bu benim için de, senin için de daha kolay” dedi.


Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.

Yorum Yaz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.