İhsan Atasoy-12.Cüz
12.CÜZ-LATİNCE
11-HUD SURESİ
Bismillahirrahmanirrahim
6. Ve ma min dabbetin fil erdı illa alellahi rizkuha ve ya’lemü müstekarraha ve müstevdeaha küllün fı kitabim mübın
7. Ve hüvellezı halekas semavati vel erda fı sitteti eyyamiv ve kane arşühu alel mai li yeblüveküm eyyüküm ahsenü amela ve le in kulte inneküm meb’usune mim ba’dil mevti le yekulennellezıne keferu in haza illa sıhrum mübın
8. Ve le in ehharna anhümül azabe ila ümmetim ma’dudetil le yekulünne ma yahbisüh e la yevme ye’tıhim leyse masrufen anhüm ve haka bihim ma kanu bihı yestehziun
9. Ve lein ezaknel insane minna rahmeten sümme neza’naha minh innehu leyeusün kefur
10. Ve lein ezaknahü na’mae ba’de darrae messethü le yekulenne zehebes seyyiatü annı innehu le ferihun fe hur
11. İllellezıne saberu ve amilus salihat ülaike lehüm mağfiratüv ve ecrun kebır
12. Fe lealleke tarikum ba’da ma yuha ileyke ve daikum bihı sadruke ey yekulu lev la ünzile aleyhi kenzün ev cae meahu melek innema ente nezır vallahü ala külli şey’iv vekıl
13. Em yekulunefterah kul fe’tu bi aşri süverim mislihı müfterayativ ved’u menisteta’tüm min dunillahi in küntüm sadikıyn
14. Fe illem yestecıbu leküm fa’lemu ennema ünzile bi ılmillahi ve el la ilahe illa hu fe hel entüm müslimun
15. Men kane yürıdül hayated dünya ve zıneteha nüveffi ileyhim a’malehüm fıha ve hüm fıha la yübhasun
16. Ülaikellezıne leyse lehüm fil ahırati illen nar ve habita ma saneu fıha ve batılüm ma kanu ya’m’lun
17. E fe men kane ala beyyinetim mir rabbihı ve yetluhü şahidüm minhü ve min kablihı kitabü musa imamev ve rahmeh ülaike yü’minune bih ve mey yekfür bihı minel ahzabi fen naru mev’ıdüh fe la tekü fı miryetim minhü innehül hakku mir rabbike ve lakinne ekseran nasi la yü’minun
18. Ve men azlemü mimmeniftera alellahi keziba ülaike yu’radune ala rabbihim ve yekulül eşhadü haülaillezıne kezebu ala rabbihim e la la’netüllahi alez zalimın
19. Ellezıne yesuddune an sebılillahi ve yebğuneha ıveca ve hüm bil ahırati hüm kafirun
20. Ülaike lem yekunu mu’cizıne fil erdı ve ma kane lehüm min dunillahi min evliya’ yüdaafü lehümül azabv ma kanu yestetıy’unes sem’a ve ma kanu yübsırun
21. Ülaikellezıne hasiru enfüsehüm ve dalle anhüm ma kanu yefterun
22. La cerame ennehüm fil ahırati hümül ahserun
23. İnnellezıne amenu ve amilus salihati ve ahbetu ila rabbihim ülaike ashabül cenneh hüm fıha halidun
24. Meselül ferıkayni kel a’ma vel esammi vel baıyri ves semiy’ hel yesteviyani mesela e fe la tezekkerun
25. Ve le kad erselna nuhan ila kamihı innı leküm nezırum mübın
26. El la ta’büdu illellah innı ehafü aleyküm azabe yevmin elım
27. Fe kalel meleüllezıne keferu min kavmihı ma nerake illa beşeram mislena ve ma neraket tebeake ilellezıne hüm erazilüna bediyer ra’y ve ma nera leküm aleyna min fadlim bel nezunüküm kazibın
28. Kale ya kavmi eraeytüm in küntü ala beyyinetim mir rabbı ve atanı rahmetem min ındihı fe ummiyet aleyküm e nülzimükümuha ve entüm leha karihun
29. Ve ya kavmi la es’elüküm aleyhi mala in ecriye illa alellahi ve ma ene bi taridillezıne amenu innehüm mülaku rabbihim ve laninnı eraküm kavmen techelun
30. Ve ya kavmi mey yensurunı minellahi in taredtühüm e fela tezekkerun
31. Ve la ekulü leküm ındı hazinüllahi ve la a’lemül ğaybe ve la ekulü innı meleküv ve la ekulü lillezıne tezderı a’yünüküm ley yü’tiyehümüllahü hayra allahü a’lemü bima fı enfüsihim innı izel le minez zalimın
32. Kalu ya nuhu kad cadeltena fe ekserte cidalena fe’tina bima teıdüna in künte mines sadikıyn
33. Kale innema ye’tıküm bihillahü in şae ve ma entüm bi mu’cizın
34. Ve la yenfeuküm nushıy in eradtü en ensaha leküm in kanellahü yürıdü ey yuğviyeküm hüve rabbüküm ve ileyhi türceun
35. Em yekulunefterah kul inifteraytühu fe aleyye icramı ve ene birıüm mimma tücrimun
36. Ve uhıye ila nuhın ennehu ley yü’mine min kavmike illa men kad amene fe la tebteis bima kanu yef’alun
37. Vasneıl fülke bi a’yünina ve vahyina ve la tühatıbnı fillezıne zalemu innehüm muğrakun
38. Ve yasneul fülke ve küllema merra aleyhi meleüm min kavmihı sehıru minh kale in tesharu minna fe inna nesharu minküm kema tesharun
39. Fe sevfe ta’lemune mey ye’tıhi azabüy yuhzıhi ve yehıllü aleyhi azabüm mükıym
40. Hatta iza cae emruna ve farat tennuru kulnahmil fıha min küllin zevceynisneyni ve ehleke illa men sebeka aleyhil kavlü ve men amen ve ma amene meahu illa kalıl
41. Ve kalerkebu fıha bismillahi mecraha ve mürsaha inne rabbı le ğafurur rahıym
42. Ve hiye tecrı bihim fı mevcin kel cibali ve nada nuhunibnehu ve kane fı ma’ziliy ya büneyyerkem meana ve la teküm meal kafirın
43. Kale seavı ila cebeliy ya’sımünı minel ma’ kale la asımel yevme min emrillahi illa mer rahım ve hale beynehümel mevcü fe kane minel muğrakıyn
44. Ve kıyle ya erdubleıy maeki ve ya semaü akliıy ve ğıdal maü ve kudıyel emru vestevet alel cudiyyi ve kıyle bu’del lil kavmiz zalimın
45. Ve nada nuhur rabbehu fe kale rabbi innebnı min ehlı ve inne va’dekel hakku ve ente ahkemül hakimın
46. Kale ya nuhu innehu leyse min ehlik innehu amelün ğayru salihın fe la tes’elni ma leyse leke bihı ılm innı eızuke en ketune minel cahilın
47. Kale rabbi innı euzü bike en es’eleke ma leyse lı bihı ılm ve illa tağfirlı ve terhamnı eküm minel hasirın
48. Kıyle ya nuhuhbıt bi selamim minna ve berakatin aleyke ve ala ümemim mimmem meak ve ümemün senümettiuhüm sümme yemessühüm minna azabün elım
49. Tilke min embail ğaybi nuhıyha ileyk ma künte ta’lemühü ente ve la kavmüke min kabli haza fasbirv innel akıbete lil müttekıyn
50. Ve ila adin ehahüm huda kale ya kavmı’büdüllahe ma leküm min ilahin ğayruh in entüm illa müfterun
51. Ya kavmi la es’elüküm aleyhi ecra in ecriye illa alellezı fetaranı e fe la ta’kılun
52. Ve ya kavmistağfiru rabbeküm sümme tubu ileyhi yürsilis semae aleyküm midrarav ve yezidküm kuvveten ila kuvvetiküm ve la tetevellev mücrimın
53. Kalu ya hudü ma ci’tena bi beyyinetiv ve ma nahnü bi tarikı alihetina an kavlike ve ma nahnü leke bi mü’minın
54. İn nekulü illa’terake ba’du alilhetina bi su’ kale innı üşhidüllahe veşhedu ennı berıüm mimma tüşrikun
55. Min dunihı fekıdunı cemıan sümme la tünzırun
56. İnnı tevekkeltü alellahi rabbı ve rabbiküm ma min dabbetin illa hüve ahızüm binasıyetiha inne rabbı ala sıratım müstekıym
57. Fe in tevellev fe kad eblağtüküm ma ürsiltü bihı ileyküm ve yestahlifü rabbı kavmen ğayraküm ve la tedurrunehu şey’a inne rabbı ala külli şey’in hafıyz
58. Ve lemma cae emruna necceyna hudev vellezıne amenu meahu bi rahmetim minna ve ncceynahüm min azabin ğalıyz
59. Ve tilke adün cehadu bi ayati rabbihim ve asav rusülehu vettebeu emra külli cebbarin anıd
60. Ve ütbiu fı hazihid dünya la’netev ve yevmel kıyameh e la inne aden keferu rabbehüm e la bu’del li adin kavmi hud
61. Ve ila semude ehahüm saliha kale ya kavmı’büdüllahe maleküm min ilahin ğayruh hüve enşeeküm minel erdı vesta’meraküm fıha festağfiruhü sümme tubu ileyh inne rabbı karıbüm mücıb
62. Kalu ya salihu kad künte fına mercüvven kable haza etenhana en na’büde ma ya’büdü abaüna ve innena le fı şekkim mimma ted’una ileyhi mürıb
63. Kale ya kavmi eraeytüm in küntü ala beyyinetim mir rabbı ve atanı minhü rahmetem fe mey yensurunı minellahi in asaytühu fe ma tesıdunenı ğayra tahsır
64. Ve ya kavmi hazihı nakatüllahi leküm ayeten fezeruha te’kül fı erdıllahi ve la temessuha bi suin fe ye’huzeküm azabün karıb
65. Fe akaruha fe kale metetteu fı dariküm selasete eyyam zalike va’dün ğayru mekzub
66. Felemma cae emruna necceyna salihav vellezıne amenu meahu bi rahmetim minna ve min hızyi yevmiiz inne rabbeke hüvel kaviyyül azız
67. Ve ehazellezıne zalemüs sayhatü fe asbehu fı diyarihim casimın
68. Kel el lem yağnev fıha e la inne semude keferu rabbehüm e la bu’del li semud
69. Ve le kad cet rusülüna ibrahıme bil büşra kalu selama kale selamün fe ma lebise en cae bi ıclin hanız
70. Felemma raa eydiyehüm la tesılu ileyhi nekirahüm ve evcese minhüm hıyfeh kalu la tehaf inna ürsilna ila kavmi lut
71. Vemraetühu kaimetün fe dahıket fe beşşernaha bi ishaka ve miv verai ishaka ya’kub
72. Kalet ya veyleta e elidü ve ene acuzüv ve haza ba’li şeyha inne haza le şey’ün acıb
73. Kalu e ta’cebıne min emrillahi rahmetüllahi ve berakatühu aleykum ehlel beyv innehu hamıdüm mecıd
74. Femma zehebe an ibrahımer rav’u ve caethül büşra yücadilüna fı kavmi lut
75. İnne ibrahıme le halımün evvahüm münıb
76. Ya ibrahımü a’rıd an haza innehu kad cae emru rabbik ve innehüm atıhüm azabün ğayru merdud
77. Ve lemma caet rusülüna lutan sıe bihim ve daka bihim zer’av ve kale haza yevmün asıyb
78. Ve caehu kavmühu yühraune ileyhi ve min kablü kanu ya’melunes seyyiat kale ya kavmi haülai benatı hünne atheru leküm fettekullahe ve la tuhzuni fı dayfı e leyse minküm racülür raşıd
79. Kalu le kad alimte ma lena fı benatike min hakk ve inneke le ta’lemü ma nurıd
80. Kale lev enne lı biküm kuvveten ev avı ila ruknin şedıd
81. Kalu ya lutu inna rusülü rabbike ley yesılu ileyke fe esri bi ehlike bi kıd’ım minel leyli ve la yeltefit minküm ehadün illemraetek innehu müsıybüha ma esabehüm inne mev’ıdehümüs subh e leyses bi karıb
82. Felemma cae emruna cealna aliyeha safileha ve emtarna aleyha hıcaratem min siccılim mendud
83. Müsevvemeten ınde rabbik ve ma hiye minez zalimıne bi beıyd
84. Ve ila medyene ehahüm şüayba kale ya kavmı’büdüllahe maleküm min ilahin ğayruhv ve la tenkusul mikyale vel mızane innı eraküm bi hayriv ve innı ehafü aleyküm azabe yevmim mühıyt
85. Ve ya kavmi evfül mikyale vel mızane bil kıstı ve la tebhasün nase eşyaehüm ve la ta’sev fil erdı müfsidın
86. Bekıyyetüllahi hayrul leküm in küntüm mü’minın ve ma ene aleyküm bi hafıyz
87. Kalu ya şüaybü e salatüke te’müruke en netruke ma ya’büdü abaüna ev en nef’ale fı emvalina ma neşa’ inneke le entel halımür raşıd
88. Kale ya kavmi eraeytüm in küntü ala beyyinetim mir rabbı ve razekanı minhü rizkan hasena ve ma ürıdü en ühalifeküm ila ma enhaküm anh in ürıdü illel ıslaha mesteta’t ve ma tevfıkıy illa billah aleyhi tevekkeltü ve ileyhi ünıb
89. Ve ya kavmi la yecrimenneküm şikakıy ey yüsıybeküm mislü ma esabe kavme nuhın ev kavme hudin ev kavme salıh ve ma kavmü lutım minküm bi beıyd
90. Vestağfiru rabbeküm sümme tubu ileyh inne rabbı rahıymüv vedud
91. Kalu ya şüaybü ma nefkahü kesıram mimma tekulü ve inna le nerake fına daıyfa ve lev la rahtuke le racemnake ve ma ente aleyna bi aziz
92. Kale ya kami erahtıy eazzü aleyküm minellha vettehaztümuhü veaeküm zıhriyya inne rabbı bi ma ta’melune mühıyt
93. Ve ya kavmı’melu ala mekanetiküm innı amil sevfe ta’lemune mey ye’tıhi azabüy yuhzıhi ve men hüve kazib vertekıbu innı meaküm rakıyb
94. Ve lemma cae emruna necceyna şüaybev vellezıne amenu meahu bi rahmetim minna ve ehazetillezıne zalemus sayhatü fe asbehu fı diyarihim casimın
95. Keel lem yağnev fıha ela bu’del li medyene kema beıdet semud
96. Ve le kad erselna musa bi ayatina ve sültanim mübın
97. İla fir’avne ve meleihı fettebeu emra fir’avn ve ma emru fir’avne bi raşıd
98. Yakdümü kavmehu yevmel kıyameti fe evradehümün nar ve bi’sel virdül mevrud
99. Ve ütbiu fı hazihı la’netev ve yevmel kıyameh bi’ser rifdül merfud
100. Zalike min embail kur nekussuhu aleyke minha kaimüv ve hasıyd
101. Ve ma zalemnahüm ve lakin zalemu enfüsehüm fe ma ağnet anhüm alihetühümülteı yed’une min dunillahi min şey’il lemma cae meru rabbik ve ma zaduhüm ğayra tetbıb
102. Ve kezalike ahzü rabbike iza ehazel kura ve hiye zalimeh inne ahzehu elimün şedıd
103. İnne fı zalike le ayetel li men hafe azabel ahırah zalike yevmim meşhud
104. Ve ma nüehhıruhu illa li ecelim ma’dud
105. Yevme ye’ti la tekellemü nefsün illa bi iznih fe minhüm şekıyyüv ve seıyd
106. Fe emmellezıne şeku fe fin nari lehüm fıha zefıruv ve şehiyk
107. Halidıne fıha madametis semavatü vel erdu illa ma şae rabbük inne rabbeke fe’alül lima yürıd
108. Ve emmellezıne süıdu fe fil cenneti halidıne fıha madametis semavatü vel erdu illa ma şae rabbük ataen ğayra meczuz
109. Fe la tekü fı miryetim mimma ya’büdü haüla’ ma ya’büdune illa kema ya’büdü abaühüm min kabl ve inna le müveffuhüm nesıybehüm ğayra menkus
110. Ve le kad ateyna musel kitabe fahtülife fıh ve lev la kelimetün sebekat mir rabbike le kudiye beynehüm ve innehüm le fı şekkim minhü mürıb
111. Ve inne külül lemma leyüveffiyennehüm rabbüke a’malehüm innehu bima ya’melune habır
112. Festekım kema ümirte ve men tabe meake ve la tatğav innehu bi ma ta’melune besıyr
113. Ve la terkenu ilellezıne zalemu fe temessekümün naru ve maleküm min dunillahi min evliyae sümme la tünsarun
114. Ve ekımıs salate tarafeyin nehari ve zülefem minel leylv innel hasenati yüzhibnes seyyiat zalike zikra liz zakirın
115. Vasbir fe innellahe la yüdıy’u ecral muhsinın
116. Fe lev la kane minel kuruni min kabliküm ülu bekıyyetiy yenhevne anil fesadi fil erdı illa kalılem mimmen enceyna minhüm vettebeallezıne zalemu ma ütrifu fıhi ve kanu mücrimın
117. Ve ma kane rubbüke li yühlikel kura bi zulmiv ve ehlüha muslihun
118. Ve lev şae rabbüke le cealen nase ümmetev vahıdetev ve la yezalune muhtelifın
119. İlla mer rahıme rabbük ve li zalike halekahüm ve temmet kelimetü rabbike le emleenne cehenneme minel cinneti ve nasi ecmeıyn
120. Ve küllen nekussu aleyke mir embair rusüli ma nüsebbitü bihı füadek e caeke fı hazihil hakku ve emv’ızatü ve zikra lil mü’minın
121. Ve kul lillezıne la yü’minuna’melu ala mekanetiküm inna amilun
122. Ventezıru inna müntezırun
123. Ve lillahi ğaybüs semavati vel erdı ve ileyhi yürceul emru küllühu fa’büdhü ve tevekkel aleyh ve ma rabbüke bi ğafilin amma ta’melun
12-YUSUF SURESİ
Bismillahirrahmanirrahim
1. Elif lam ra tilke ayatül kitabil mübın
2. İnna enzelnahü kur’anen arabiyyel lealleküm ta’kılun
3. Nahnü nekussu aleyke ahsenel kasası bima evhayna ileyke hazel kur’ane ve in künte min kablihı le minel ğafilın
4. İz kale yusüfü li ebıhi ya ebeti innı raeytü ehade aşera kevkebev veş şemse vel kamera raeytühüm li sacidın
5. Kale ya büneyye la taksus rü’yake ala ıhvetike fe yekıdu leke keyda inneş şeytane lil insani adüvvüm mübın
6. Ve kezalike yectebıke rabbüke ve yüallimüke min te’vilil ehadısi ve yütimmü nı’metehu aleyke ve ala ali ya’kube kema etemmeha ala ebeveyke min kablü ibrahıme ishak inne rabbeke alımün hakım
7. Le kad kane fı yusüfe ıhvetihı ayatül lis sailın
8. İz kalu le yusüfü ve ehuhü ehabbü ila ebına minna ve nahnü usbeh inne ebana le fı dalalim mübın
9. Uktülu yusüfe evitrahuhü erday yahlü leküm vechü ebıküm ve tekunu mim ba’dihı kavmen salihıyn
10. Kale kailüm minhüm la taktülu yusüfe ve elkuhü fı ğayabetil cübbi yeltekıthü ba’düs seyyarati in küntüm faılın
11. Kalu ya ebana ma leke la te’menna ala yusüfe inna lehu lenasihun
12. Ersilhü meana ğadey yerta’ ve yel’ab ve inna lehu lehafizun
13. Kale innı le yahzününı en tezhebu bihı ve ehafü ey ye’külehüz zi’bü ve entüm anhü ğafilun
14. Kalu le in ekelehüz zi’bü ve nahnü usbetün inna izel le hasirun
15. Fe lemma zehebu bihı ve ecmeu ey yec’aluhü fı ğayabetil cübb ve evhayna ileyhi le tünebbiennehüm bi emrihim haza ve hüm la yeş’urun
16. Ve cau ebahüm ışaey yebkun
17. Kalu ya ebana inna zehebna nestebiku ve terakna yusüfe ınde metaına fe ekelehüz zi’b ve ma ente bi mü’minil lena ve lev künna sadikıyn
18. Ve cau ala kamısıhı bi demin kezib kale bel sevvelet leküm enfüsüküm emra fe sabrun cemıl vallahül müsteanü ala ma tesıfun
19. Ve caet seyyaratün fe erselu varidehüm fe edla delveh kale ya büşra haza ğulam ve eserruhü bidaah vallahü alımün bi ma ya’melun
20. Ve şeravhü bi semenim bahsin derahime ma’dudeh ve kanu fıhi minez zahidın
21. Ve kalellezişterahü mim mısra limraetihı ekrimı mesvahü asa ey yenfeana ev nettehızehu veleda ve kezalike mekkenna li yusüfe fil erdı ve li nuallimehu min te’vılil ehdıs vallahü ğalibün ala emrihı ve lakinne ekseran nasi la ya’lemun
22. Ve lemma beleğa eşüddehu ateynahü hukmev ve ılma ve kezalike neczil muhsinın
23. Ve ravedethülletı hüve fı beytiha an nefsihı ve ğallekatil ebvabe ve kalet heyte lek kale meazellahi innehu rabbı ahsene mesvay innehu la yüflihuz zalimun
24. Ve le kad hemmet bihı ve hemme biha lev la er raa bürhane rabbih kezalike li nasrife anhüs sue vel fahşa’ innehu min ıbadinel muhlesıyn
25. Vestebekal babe ve kaddet kamısahu min dübüriv ve elfeya seyyideha ledel bab kalet ma ceazü men erade bi ehlike suen illa ey yüscene ev azabün elım
26. Kale hiye ravedetnı an nefsı ve şehide şahidüm min ehliha in kane kamısuhu kudde min kubulin fe sadekat ve hüve minel kazibın
27. Ve in kane kamısuhu kudde min dübürin fe kezebet ve hüve mines sadikıyn
28. Felemma raaa kamısahu kudde min dübürin kale innehu min keydikünn inne keydekünne azıym
29. Yusüfü a’rıd an haza vestağfirı li zembik inneki künti minel hatıın
30. Ve kale nisvetün fil medınetimraetül azızi türavidü fetaha an nefsih kad şeğafeha hubba inna leneraha fı dalalim mübın
31. Felemma semiat bi mekrihinne erselet ileyhinne ve a’tedet lehünne müttekeev ve atet külla vahıdetim minhünne sikkınev ve kaletıhruc aleyhinn felemma raeynehu ekbernehu ve katta’ne eydiyehünne ve kulne haşe lillahi ma haza beşera in haza illa melekün kerım
32. Kalet fe zalikünnellezı lümtünnenı fıh ve le kad ravedtühu an nefsihı festa’sam ve leil lem yef’al ma amürruhu le yüscenenne ve leyekunem mines sağırın
33. Kale rabbis sicnü ehabbü ileyye mimma yed’unenı ileyh ve illa tasrif annı keydehünne asbü ileyhinne ve eküm minel cahilın
34. Festecabe lehu rabbühu fe sarafe anhü keydehünn innehu hüves semıul alım
35. Sümme beda lehüm mim ba’di ma raevül ayati le yescününnehu hatta hıyn
36. Ve dehale meahüs sicne feteyan kale ehadühüma innı eranı a’sıru hamra ve kalel aharu innı eranı ahmilü fevka ra’sı hubzen te’külüt tayru minh nebbi’na bi te’vılih inna nerake minel muhsinın
37. Kale la ye’tiküma taamün türzekanihı illa nebbe’tüküma bi te’vılihı kable ey ye’tiyeküma zaliküma mimma alemenı rabbı innı teraktü millete kavmil la yü’minune billahi ve hüm bil ahırati hüm bil ahırati hüm kafirun
38. Vetteba’tü millete abai ibrahıme ve ishaka ve ya’kub ma kane lena en nüşrike billahi min şey’ zalike min fadlillahi aleyna ve alen nasi ve lakinne ekseran nasi la yeşkürun
39. Ya sahıbeyis sicni e erbabüm müteferrikune hayrun emillahül vahıdül kahhar
40. Ma ta’büdune min dunihı illa esmaen semmeytümuha entüm ve abaüküm ma enzelellahü biha min sültan inil hukmü illa lillah emera ella ta’büdu illa iyyah zaliked dınül kayyimü ve lakinne ekseran nasi la ya’lemun
41. Ya sahıbeyis sicni emma ehadüküma fe yeskıy rabbehu hamra ve emmel aharu fe yuslebü fe te’külüt tayru mir ra’sih kudıyel emrullezı fıhi testeftiyan
42. Ve kale lillezı zanne ennehu nacim minhümezkürnı ınde rabbike fe ensahüş şeytanü zikra rabbihı fe lebise fis sicni bid’a sinın
43. Ve kalel melikü innı era seb’a bekaratin simaniy ye’külühünne seb’un ıcafüv ve seb’a sümbülatin hudriv ve uhara yabisat ya eyyühel meleü eftunı fı rü’yaye in küntüm lir rü’ya ta’bürun
12.CÜZ-MEAL
11 – HÛD SÛRESİ
6 – Yeryüzünde kımıldayan hiçbir canlı yoktur ki onun rızkı Allah’a ait olmasın.
Allah her canlının hayatını geçirdiği yeri de, öleceği yeri de bilir. Bütün bunlar apaçık bir kitaptadır.[2,44; 29,17; 6,59]{KM, Mezmurlar 104, 11-12; 155,15-16}
Allah onun müstekarrını da, müstevdaını da bilir, yani yerleştiği yeri de, emaneten bulunduğu yeri de bilir. Durduğu, oturduğu yeri de, gezdiği ve dolaştığı yeri de bilir. Babasının sulbündeki durumunu da, ana rahmindeki durumunu da bilir. Yattığı yeri de bilir, öleceği yeri veya öleceği vakti de bilir. Bütün bunları bilir de ona göre rızkını verir. Bütün o kımıldayan canlılar, onların rızıkları, müstekarları ve müstevda’ları takdir olunup Levh-i Mahfuz’a yazılmış, Allah’ın ilminden yaratılış alanına çıkarılmıştır ki bu Kitabı görebilen melekler oradaki yazıyı açıktan okur ve anlarlar.
İşte Allah’ın ilim ve kudreti öyle geniş ve fazl-ı keremi ile rububiyeti de böyle kapsamlıdır. Şu halde insan rızkını Allah’tan istemeli. Fakat rızık için değil, Allah için çalışmalıdır. Rızık meselesi o kadar endişe edecek bir şey değildir. Allah’tan başkasından rızık beklemek boşunadır.
7 – Hem O’dur ki gökleri ve yeri altı günde yarattı. Bundan önce ise Arş’ı su üstünde idi.
Bu kâinatı yaratması sizden hanginizin daha güzel iş ortaya koyacağını imtihan etmek içindir.
Böyle iken sen onlara “öldükten sonra elbette dirileceksiniz” dersen, o kâfirler bunu haber veren Kur’ân’ı kasdederek “Bu, aldatıcı olma yönünden, besbelli bir büyüden başka bir şey değil!” derler. [23,115-116; 38,27; 18,7; 43,87; 75, 6,36]
8 – Şayet Biz kendilerine azap göndermeyi belirli bir zamana kadar ertelersek: “Bu azabı alıkoyan sebep nedir?” derler.
İyi bilin ki o azap başlarına geldiği gün, artık onlardan geriye çevrilmez ve alaya aldıkları o azap, kendilerini çepeçevre kuşatmış olur.”
9 – Eğer insana tarafımızdan bir rahmet tattırır, sonra o nimeti geri alırsak o, son derece ümitsiz, son derece nankör olur.
10 – Fakat başına gelen bir dertten sonra kendisine bir nimet tattırırsak:
“Artık bütün dertler ve belalar bir daha gelmemek üzere bitti gitti!” der, sevinir, övünür durur.
11 – Ancak her iki halde de sabredip makbul ve güzel işler yapanlar başka!
İşte onlar için pek geniş bir mağfiret ve pek büyük bir mükâfat vardır. [103,1-3; 36,11; 2,25]
Bu son bölümün, daha önce 7. âyette geçen imtihan konusu ile sıkı sıkıya ilgisi vardır. Zira gerek nimetlerin verilmesi, gerek dertlerin verilmesi, imtihan mevsimlerinden birer mevsimdir ve o âyette mücmel olan imtihanın tafsilatı kabilindendir. Mümine düşen, her iki halde de itidal ve istikametten ayrılmamaktır.
12 – İmdi, senin de muhatap olduğun imtihan icabı ey Resûlüm, o müşriklerin:
“Ona bir hazine indirilse ya!” veya “beraberinde bir melek gelse ya!” demelerinden ötürü,
belki de göğsün daralarak sana vahyolunanın bir kısmını terkedecek olursun.
Fakat sen böyle yapmazsın ve yapma! Zira sen sadece uyaran bir elçisin.
Bütün işleri düzenleyen, herkese lâyık olduğu neticeyi verecek olan ise Allah Teâladır. [3, 173; 25,7-8; 15,97-98]
13 – Yoksa “Kur’ân’ı kendisi uydurmuş” mu diyorlar.
De ki: “İddianızda tutarlı iseniz, haydi belagatta onunkine benzer on sûre getirin,
isterse kendi uydurmanız olsun ve Allah’tan başka çağırabileceğiniz herkesi de yardımınıza çağırın! [2,23; 10,38]
Kur’ân, önce Kur’ân ayarında bir söz, bir eser ortaya koymalarını isteyerek insanlara, meydan okudu. Bunu yapamayınca, belagat ve tesirde onun ayarında, bari on sûre miktarında bir nazire istedi. “Söylenen şeylerin gerçek olması da şart değil, uydurma, rastgele şeyler dahi söyleyebilirsiniz” diye serbestlik tanıdı. Bunu da yapamadılar (10,38-39). Bu hem arap ediplerinin en mahir oldukları alandaki aczlerini, hem de putlarının aczlerini ortaya koymuş oluyor, böylece Kur’ân’ın Allah kelamı olduğu kesinleşiyordu.
14 – Eğer bu dâvetinizi kabul etmezlerse, bilin ki o ancak Allah’ın ilmiyle indirilmiştir ve O’ndan başka ilah yoktur.
Nasıl, artık hakka teslim olup müslüman oluyorsunuz değil mi?
15 – Kim dünya hayatını ve dünyanın zinet ve şatafatını isterse,
Biz orada onların işlerinin karşılığını kendilerine tam tamına öderiz ve onlara dünyada asla haksızlık yapılmaz. [17,18-21; 42,20; 2,201]
16 – Fakat onlara âhirette ateşten başka bir şey yoktur.
Onların dünyada yaptıkları bütün işler hatta iyilikler bile heder olmuştur, bütün yaptıkları boşa gitmiştir.
17 – Rabbi tarafından gönderilen kesin delile (Kur’ân’a) dayanan, peşinden de o delili destekleyen (diğer mûcizelerden şahitleri) bulunan, daha önce de rehber ve rahmet olarak gönderilmiş Mûsâ’nın kitabı ile tasdik edilen kimse, yalnız dünya hayatını arzu eden gibi olur mu?
İşte bu kesin delile dayananlar Kur’ân’a iman ederler.
Hangi zümre de onu reddederse bilsin ki varacağı yer ateştir. Bunda hiç şüphen olmasın.
Çünkü o Rabbinden gelen hakikatin ta kendisidir; fakat insanların çoğu buna iman etmezler. [30,30; 6,19; 2,1-2; 12,103]
Bunda hiç şüphen olmasın. Yani Kur’ân’ın Allah tarafından gönderildiğinde şüpheye yer yoktur.
18 – Uydurduğu bir yalanı Allah’a isnad edenden daha zalim kim olabilir?
Onlar Rab’lerinin huzuruna getirilecek ve şahitler de: “İşte Rab’leri hakkında yalan uyduranlar! İyi biliniz ki Allah’ın lâneti zalimlerin üzerinedir” diyeceklerdir.
19 – O zalimler ki insanları Allah yolundan çevirirler ve onu eğri göstermek isterler. Âhireti de inkâr ederler.
20 – Allah onları azaba uğratmak isterse, onlar dünyadan kaçıp Allah’ın hükmünden kurtulamazlar.
Allah’tan başka kendilerini koruyacak hâmiler de bulamazlar. Onların azabı kat kat olur.
Çünkü hakkı işitmeye tahammül edemiyorlardı. Hem de gerçeği görmüyorlardı. [6,134; 67,10; 16,88]
21 – İşte bunlar kendilerini büyük ziyana uğratmışlar
ve uydurdukları şerikler, sözüm ona hamileri de kendilerinden uzaklaşmış, ortalıkta görünmez olmuşlardır. [46,6; 19,81-82; 29,25; 2,166]
22 – Hiç şüphe yok ki âhirette en büyük hüsrana uğrayanlar bunlardır.
23 – Fakat iman edip makbul ve güzel işler yapanlar
ve mevlâlarına gönülden bağlanıp itaat edenler ise cennetliktir.
Onlar orada ebedî kalacaklardır.
24 – Bu iki zümrenin durumu, tıpkı âma ve sağıra kıyasla, gören ve işiten kimsenin durumu gibidir.
Bunların hali hiç eşit olur mu? Artık düşünüp ibret almaz mısınız? [8,23; 35,19-24; 59,20]
25-26 – Gerçekten Biz vaktiyle, Nuh’u kendi halkına gönderdik, şunu ilan etsin diye:
“Bilesiniz ki ben sizi açıkça uyarmaya geldim. Sakın Allah’tan başkasına ibadet etmeyin.
Doğrusu, bu gidişle, ben sizin canınızı yakacak, gayet acı bir günün azabına uğramanızdan endişe ederim.” [7,59-64] {KM, Tekvin 6,5; 8,15}
27 – Buna karşı halkının ileri gelen kâfirleri hep birden kalkıp:
“Bize göre, sen sadece bizim gibi bir insansın, bizden farkın yoktur.
Hem sonra senin peşinden gidenler toplumumuzun en düşük kimseleri, bu da gözler önünde!
Ayrıca sizin bize karşı bir meziyetiniz olduğunu da görmüyoruz.
Bilakis sizin yalancı olduğunuzu düşünüyoruz” dediler. [23,24]
28 – Nuh şöyle cevap verdi: “Ey benim halkım! Düşünün bir kere: Ya ben Rabbimden gelen çok âşikâr bir belgeye, kesin delile dayanıyorsam,
ya O, bana tarafından bir nübüvvet vermiş, bunlar size gizli kalmış da siz görememişseniz?
Ne yapalım, istemediğiniz o rahmete girmeye sizi zorlayabilir miyiz?”
29 – “Hem ey halkım! Bu tebliğimden ötürü sizden maddî bir karşılık istiyor değilim.
Benim mükâfatımı verecek olan yalnız Allah Teâladır.
Ben o iman edenleri kovacak da değilim. Elbette onlar Rab’lerine kavuşacaklar (O da onları imanlarından dolayı ödüllendirecektir). Ama ben sizin cehalet içinde yuvarlanan bir toplum olduğunuzu görüyorum.” [6,52-53; 10,72; 26, 111]
30 – “Hem ey milletim! Ben onları kovacak olsam
Allah indinde bu sorumluluktan beni kim kurtarabilir,
Kim bana yardım edebilir? Artık bir düşünmez misiniz?
31 – Ben size: “Allah’ın hazineleri benim elimdedir”
yok: “Ben gaybı bilirim”
yok: “Ben bir meleğim” demiyorum.
Hor gördüğünüz müminlere “Allah hiçbir hayır, hiçbir meziyet vermez” de demem. Allah onların içlerinde olanı pek iyi bilir.
Böyle bir şey yaptığım takdirde ben elbette zalimlerden olurum.” [6,50]
32 – “Ey Nûh! dediler. Bizimle mücadele ettin, bu mücadelende de hayli ileri gittin.
Yeter artık, eğer doğru söyleyenlerden isen haydi bizi tehdit edip durduğun o azabı getir de görelim!”
33 – Nuh cevap verip dedi ki: “Onu, dilerse ancak Allah getirir ve O’nun elinden siz asla kaçıp kurtulamazsınız.”
34 – Allah sizin helâkinizi dilemişse, ben sizin iyiliğinizi arzu etsem bile,
size öğüt verip iyiliğinizi istemem size fayda etmez.
Rabbiniz O’dur ve siz O’nun huzuruna götürüleceksiniz.”
35 – Yoksa “Kur’ân’ı, kendisi uydurdu!” mu diyorlar? De ki? “Eğer uydurdumsa günahı bana aittir.
Ama ben de sizin işlediğiniz suçlardan beriyim.”
36-37 – Nuh’a şöyle vahyolundu ki: “Artık halkından, daha önce iman etmiş olanlar dışında, hiç kimse iman etmeyecek.
Öyleyse o kâfirlerin yaptıklarından dolayı kederlenme de,
Bizim gözetimimiz altında ve vahyimiz doğrultusunda, gemiyi yap ve o zalimler lehinde Ben’den hiçbir ricada bulunma.
Çünkü onlar suda boğulacaklardır.” [23,27; 71,26; 54,10]
38 – Nuh gemiyi yapıyor, halkından ileri gelenler her ne zaman yanından geçseler onunla alay ediyorlardı.
Nuh da: “Siz, dedi; şimdi bizimle alay ediyorsanız, elbet bizim de sizinle alay edeceğimiz bir gün gelir.”
39 – “Artık rüsvay edecek azabın kime gelip çatacağını, ayrıca âhiretteki daimi azabın da kimin üzerine ineceğini yakında görüp öğrenirsiniz.”
40 – Nihayet emrimiz gelip de tennur kaynadığı zaman Nuh’a dedik ki:
“Her hayvan türünden erkekli dişili ikişer eş ile
haklarında helâk hükmü verilmiş olanları hariç olmak üzere, aileni
bir de iman edenleri
gemiye al.”
Zaten beraberinde iman eden pek az insan vardı. [3,7; 26,119-121; 54,11-14] {KM, Tekvin 7,13; I Pier 3,20; 2,5}
Tennur: kapalı ocak, fırın mânasına gelir. Türkçeye tandır olarak geçmiştir. Bu kelime Tefsirlerde farklı anlayışlara imkân vermiştir. Hz. Havva’dan kalan ve Hz. Nuh’a intikal eden taştan bir ocak, gemide suyun toplanıp biriktiği yer, yeryüzünün fışkıran sular sebebiyle kaynaması, tan yerinin ağarması gibi birbirinden uzak mânalar düşünülmüştür. Elmalılı Hamdi Yazır, tennur’un, bu geminin kazanla çalışan buharlı bir gemi, bir vapur olduğunu düşündürdüğünü yazar.
41 – Nuh dedi ki “Binin gemiye! Onun yüzüp gitmesi de, durması da Allah’ın adıyladır.
Gerçekten Rabbim gafurdur, rahîmdir” (affı, rahmet ve ihsanı pek boldur).
42 – Gemi onları dağlar gibi dalgalar arasından geçirirken,
Nuh biraz ötede olan oğluna: “Evladım, gel sen de bizimle gemiye bin de
kâfirlerle beraber kalma!” diye seslendi. [69,11-12; 54,13-15]
Onun bu oğlu, küfrünü içinde gizleyip açığa vurmadığı için, (Hz. Nuh) onu iman ehlinden sayıp gemiye almak istemişti.
43 – O: “Beni sudan koruyacak bir dağa sığınırım” dedi.
Nuh ise: “Bugün Allah’ın helâk emrinden koruyacak hiçbir kuvvet yoktur. Ancak O’nun merhamet ettiği kurtulur” derdemez,
birden aralarına dalga girdi, ve oğlu boğulanlardan oldu.
44 – Kâfirler boğulduktan sonra yerle göğe:
“Ey yer suyunu yut ve sen ey gök suyunu tut!” diye emir buyuruldu.
Su çekildi, iş bitirildi ve gemi Cudi üzerinde yerleşti
ve “Kahrolsun o zalimler!” denildi. {KM, Tekvin 8,4}
Cudi, Türkiye’nin Güneydoğusunda Şırnak civarında 2000 m. yüksekliğinde bir dağdır. Tevrat, Ararat Dağına yerleştiğini bildirir (Tekvin, 8,4). Hz. Nuh’un Irak tarafında irşadda bulunduğunu düşünmek daha makuldür. Cudi ismiyle Musul, Cizre ve Şam’da birer dağ bulunduğu rivayet edilmektedir.
45 – Nuh Rabbine hitâb edip: “Ya Rabbî, dedi, elbette boğulan oğlum da ailemdendi, öz evladımdı.
(Halbuki ben onları gemiye alırken Sen bana kurtulacaklarını, müjdelemiştin).
Senin vaadin elbette haktır ve Sen hâkimlerin hâkimisin!”
46 – “Ey Nuh!” buyurdu Allah, “O senin ailenden değil. Çünkü o, dürüst iş yapan, temiz bir insan değildi.
O halde, hakkında kesin bilgin olmayan bir şeyi Benden isteme.
Cahilce bir davranışta bulunmayasın diye sana öğüt veriyorum.”
Cenab-ı Allah’ın bu buyruğundan kasdı şudur: “Senin bu oğlun, kurtarmayı vaad ettiğim aile fertlerinden değildi. Çünkü kâfir idi. Kâfir senin ailenden sayılmaz. Zira müminle kâfir arasında velâyet yoktur.”
47 – “Ya Rabbî, dedi, hakkında kesin bilgim olmayan şeyi istemekten Sana sığınırım.
Eğer beni affetmez, bana merhamet etmezsen, herşeyi kaybedenlerden olurum.”
48 – “Ey Nuh! denildi, sana ve beraberinde bulunan mümin topluluklara Bizim tarafımızdan bir selâmet ve çok bereketlerle gemiden in!
Gelecek nesiller içinde niceleri de olacak ki onları dünyada bir müddet yaşatacağız,
sonra da Bizden onlara gayet acı bir azap dokunacaktır.” [2,38]
49 – İşte bunlar gayb olan birtakım haberlerdir. Onları sana Biz vahyediyoruz.
Halbuki bu vahiyden önce onları ne sen, ne de milletin bilmezdiniz.
Öyleyse onların red ve inkârlarına karşı sabret,
dişini sık ve şüphen olmasın ki hayırlı akıbet müttakilerindir. (Sonunda kazananlar, Allah’ı sayıp O’nun emirlerini çiğnemekten sakınanlar olacaktır) [3,44; 28,46; 40,51; 37,171-172]
50 – Âd kavmine de, kardeşleri Hûd’u peygamber olarak gönderdik.
O da: “Ey benim halkım! Yalnız Allah’a ibadet edin, zaten sizin O’ndan başka bir ilahınız yoktur. Siz şirk koşmakla iftira etmekten başka bir şey yapmıyorsunuz!”
51 – “Ey milletim! Risaleti tebliğden dolayı sizden hiçbir ücret beklemiyorum.
Ben mükâfatımı yalnız ve yalnız beni yaratandan beklerim. Hiç düşünmez misiniz?”
52 – “Ey milletim! Haydi, Rabbinizden af dileyin, sonra ona tövbe edin,
O’na dönün ki gökten size bol bol yağmur göndersin, gücünüze güç katsın, n’olur, yüzçevirip suçlu duruma düşmeyin!” [71,11]
53 – “Ey Hûd! dediler, sen bize açık bir belge, bir mûcize getirmedin.
Biz de senin sözüne bakarak tanrılarımızı bırakacak değiliz. Sana asla inanacak da değiliz.”
54-56 – “Galiba tanrılarımızdan biri seni pek fena çarpmış!” demekten başka bir şey söyleyemeyiz.
Hûd dedi ki: “Ben Allah’ı şahit tutuyorum, siz de şahid olun ki: ben sizin Allah’a şerik koştuklarınızdan hiç birini tanımıyorum.
Artık hepiniz toplanın, bana istediğiniz tuzağı kurun, hiç göz açtırmayın, hiç süre tanımayın.
Ben benim de, sizin de Rabbiniz olan Allah’a dayanıp güvendim.
Hiç bir canlı yoktur ki mukadderatı Onun elinde olmasın. Rabbim elbette tam istikamet üzeredir.” [10,71]
Allah’ın yaptığı her iş doğrudur, güzeldir. Onun rızası hakta, doğruluk ve adalettedir. O, dürüstlüğün hâmisi, doğruların yardımcısıdır.
57 – Eğer haktan yüz çevirirseniz, ben müsterihim, zira size ulaştırmakla görevli olduğum buyrukları size tebliğ ettim.
Rabbim dilerse, sizi gönderip yerinize başka bir topluluk getirir.
Ama siz O’na hiçbir şekilde zarar veremezsiniz.
Muhakkak ki Rabbim her şeyi denetlemektedir.
Allah’ın Hafîz, denetleyen olmasının anlamı şudur:
Hiçbir şey O’ndan saklanamaz. Bütün işlerinizi görüp kaydettirir de ona göre karşılığını verir.
58 – Azaba dair emrimiz gelince Hûd ve beraberinde olan müminleri, tarafımızdan bir rahmet eseri olarak kurtardık, onları pek ağır bir azaptan selamete çıkardık.
Birinci kurtarma Âd halkını imha eden kum fırtınasından, ikincisi ise âhiret azabından kurtarmayı ifade eder.
59-60 – İşte Âd halkı buydu…
Rablerinin âyetlerini inkâr ettiler, O’nun peygamberlerine isyan ettiler ve Hakka karşı gelen her inatçı zorbanın isteklerine uydular.
Hem bu dünyada lânete tâbi tutuldular, hem de kıyamet gününde.
Evet, Âd toplumu, Rab’lerini tanımayıp inkâr yolunu tuttular.
Dikkat et: Nasıl da defoldu gitti o Hûd’un kavmi Âd! [53,50]
61 – Semûd kavmine de kardeşleri Salih’i elçi olarak gönderdik.
“Ey benim halkım!” dedi, “Yalnız Allah’a ibadet edin, çünkü sizin O’ndan başka ilahınız yoktur.
Sizi topraktan yetiştirip yaratan, sizi orada yaşatan O’dur.
O halde O’ndan mağfiret dileyin, yine O’na dönün, tövbe edin.
Çünkü Rabbim kullarına çok yakın ve onların tövbe ve dualarını kabul edendir.” [2,186; 7,73-76; 26,155-159]
Şirke yer veren inanç sistemlerinde, Allah’a ancak bazı aracılar vasıtasıyla ulaşmanın şart olduğu vurgulanır. Hz. Salih (a.s.), insanların Rab’lerine perdesiz ve aracısız yönelip niyaz edebileceğini bildiriyor.
62 – “Yahu Salih!” dediler, “Sen şimdiye kadar ümit bağladığımız bir kişi idin. Şimdi ne oldu sana. Ne diye bizi atalarımızın taptığı tanrılara tapmaktan vazgeçirmek istiyorsun?
Doğrusu, senin çağırdığın bu fikrin doğruluğundan şüphe içindeyiz, kuşkulanıyoruz.”
63-64 – Salih: “Ey benim milletim!” dedi, “Şimdi söyleyin bakayım:
Şayet ben Rabbimden gelen kesin delile dayanıyorsam ve O bana tarafından bir nübüvvet lütfetmişse?
Peki bu durumda ben kalkıp Allah’a isyan edersem, O’nun cezasından kim beni kurtarabilir?
Sizin bana hiçbir faydanız olamaz, olsa olsa ziyanımı artırırsınız.
Hem Ey milletim! İşte size mûcize olarak Allah’ın devesi!
Bırakın onu Allah’ın mülkünde yayılsın, yesin içsin.
Sakın kötü bir maksatla ona el sürmeyin, yoksa çok geçmez sizi bir azap kıstırıverir.” [7,33]
65 – Fakat halk o deveyi tepeleyince Salih onlara: “Yurdunuzda üç günlük bir ömrünüz kaldı. Sonra helâk olacaksınız. İşte hilafı olmayan kesin söz!” dedi. [7,77]
66 – Azap emrimiz gelince, tarafımızdan bir lütuf olarak Salih’i ve beraberindeki müminleri azaptan ve o günün zilletinden kurtardık.
Şüphesiz ki senin Rabbin kavî ve azîzdir (çok kuvvetlidir, mutlak galiptir).
67-68 – Zulmedenleri ise o korkunç ses tutuverdi de diyarlarında çökekaldılar.
Sanki hiç orada yaşamamış gibi oldular, ortadan silindiler.
Evet… inkâr etti Rabbini Semûd milleti.
Evet, işte onun için defolup gitti Semûd milleti!
69 – Bir zaman da elçilerimiz İbrâhim’e varıp onu müjdelemek üzere “Selam sana!” dediler.
O da: Size de Selam!” deyip çok kalmadan, elinde nefis, güzelce kızartılmış körpe bir dana getirip ikram etti. [51,26-27; 15,52-62] {KM, Tekvin 18. bölüm}
70 – Ama misafirlerinin ellerini yemeğe uzatmadıklarını görünce, onların bu hali hoşuna gitmedi
ve onlardan kuşkulandı, kalbine bir korku girdi.
“Korkma!” dediler. “Çünkü biz aslında Lût kavmini imha etmek için gönderildik.”
Lût (a.s.), Hz. İbrâhim (a.s.)’ın yakın akrabasından olup onun şeriatı üzere gönderilmiş bir Peygamberdi. Durum Hz. İbrâhim ile de ilgili olduğundan, Lût kavminin kıssasına giriş mahiyetinde Hz. İbrâhim’den bahsedilmiştir.
71 – Bu sırada hanımı da, hizmet için ayakta durmuş, onları dinliyordu.
Bunu işitince korkusunun geçmesinden ötürü gülümsedi.
Biz de onu İshak’ın, onun peşinden de Yâkub’un doğumu ile müjdeledik. [2,133; 15,54] {KM, Tekvin 17,17.19; 18,12,15}
72 – İbrâhim’in hanımı: “Ay! dedi, ben bir kocakarı, kocam da bir pir iken ben mi doğuracağım!
Doğrusu bu çok şaşılacak bir şey!” {KM, Tekvin 18,12}
73 – Elçi melekler: “Sen, dediler, Allah’ın emrine mi şaşırıyorsun?
Ey ehl-i beyt! Allah’ın rahmeti ve bereketi sizin üzerinize olsun.
O gerçekten her türlü hamde lâyıktır, hayır ve ihsanı boldur.”
74-75 – Vaktaki İbrâhim’in kalbinden korku geçip gitti ve ona müjde geldi,
hemen tuttu Lût’un halkı hakkında bizimle mücadeleye başladı.
Çünkü İbrâhim çok yumuşak huylu, yufka yürekli ve kendisini Allah’a teslim eden bir kuldu. [9,114] {KM, Tekvin 23,32}
76 – “İbrâhim! Vazgeç sen bu işten.
İşte Rabbinin helâk emri gelip çattı ve hiç şüphe yok ki onlara, geri çeviremeyecekleri bir azap geliyor.”
77 – O elçilerimiz Lût’a gelince o fena halde sıkıldı, onlar yüzünden göğsü daraldı ve:
“Gerçekten bu gün pek çetin bir gün!” dedi. {KM, Tekvin 19,1-25}
78 – Esasen kötü işler yapagelen halkı, kötü niyetle koşa koşa Lût’a geldiler,
Lût: “Ey milletim! dedi, işte kızlarım! Onlar sizin için nikâh akdi ile, daha temiz, şaibeden daha uzaktır.
Öyle ise Allah’tan korkun, emirlerini, çiğnemekten sakının da bari misafirlerimin yanında beni rüsvay etmeyin, yok mu içinizde aklı başında bir adam? [26,165-166; 15,71-72]
Peygamber ümmetinin babası durumunda olduğundan halkının kızları hakkında böyle söylemiştir. Onları nikâhlayıp aile düzeni kurmalarını istemiştir. Aynı şeyi bizzat kendi kızları için de söylemiş olmasına mani yoktur.
79 – Şöyle dediler: “Sen de pek iyi bilirsin ki senin kızlarında hakkımız ve onlarla hiçbir alakamız yoktur, onlarda gözümüz yoktur, ama sen bizim ne istediğimizi pekâla biliyorsun!”
80 – “Keşke” dedi, “size karşı yetecek bir gücüm olsaydı
veya pek sağlam bir kaleye dayansaydım!”
81 – Melekler: “Lût! dediler, Biz Allah’ın elçileri seninleyiz,
hiç merak etme onlar size hiçbir kötülük yapamayacaklardır.
Haydi öyleyse, gecenin bir bölümünde ailenle yola çık, yürü.
Beraberindekilerin hiç biri geri dönüp bakmasın, yalnız eşin bunun dışındadır.
Zira ötekilere ulaşan hangi rüsvaylık varsa, ona da gelecektir.
Onların helâk olma zamanı sabah vaktidir.
Sahi! Sabah da pek yakın değil mi?”
82-83 – Azap emrimiz gelince o ülkenin üstünü altına çevirdik
ve üzerlerine pişirilmiş balçıktan yapılıp istif edilmiş ve Rabbinin nezdinde damgalanmış taşlar yağdırdık.
Evet bu taşlar şimdiki zalimlerden de uzak değildir. [51,33]
Damgalanıp istif edilme kavramı, her taşın kime ve nereye isabet edeceğinin ezelde takdir edildiğini gösterir. Yoksa bunlara tesadüfî bir tabiat olayı olarak bakmak doğru değildir. Çünkü gerçekte tesadüf diye birşey yoktur, âlemleri yaratan yüce kudretin tasarruf ve yönetimi vardır.
84 – Medyen halkına da kardeşleri Şuaybı gönderdik. O da onlara:
“Ey milletim! dedi, yalnız Allah’a ibadet edin, çünkü sizin O’ndan başka tanrınız yoktur. Hem ölçü ve tartıyı eksik tutmayın.
Ben sizin bolluk içinde olduğunuzu görüyorum.
Ama böyle devam edecek olursanız, sizi azapla kuşatacak olan bir günden korkuyorum. [7,85-93]
Medyen, Hz. İbrâhim (a.s.)’ın bu ismi taşıyan oğlunun soyundan gelen bir toplum olup, Kızıldenizde Akabe körfezinin doğu tarafında otururlardı. Hz. Mûsâ Şuayb (a.s.)’a hizmet etmiş, ve onun damadı olmuştur. Şuayb (a.s.)’ın öğrettiklerine dikkat edilirse, zamanımız medeniyetinin genel ahlâk anlayışını özellikle ilgilendiren çok dersler bulunur.
85 – Ey milletim! Ölçü ve tartıyı dengi dengine tam tutun, halkın hakkını yemeyin ve ülkede müfsitlik ederek fenalık yapmayın. [6,152; 7,85]
86 – Eğer mümin iseniz, Allah’ın helâlinden bıraktığı kâr, sizin için daha hayırlıdır.
Ben sadece sizin iyiliğinizi düşünerek öğüt veriyorum, yoksa sizin üzerinizde bir bekçi değilim.” [5,100]
87 – “Şuayb! dediler, atalarımızın taptıkları tanrılarımızı terketmeyi yahut mallarımız konusunda istediğimiz şekilde davranmamızı senin namazın, ibadetin mi emrediyor?
Aferin, amma da akıllı, uslu bir adamsın ha!”
Kâfirler, gerek kendilerini gerek bütün varlıkları yaratıp varlıkta tutan Allah’ın huzuruna namaz miracı ile çıkmanın zevkini tadamazlar. Dolayısıyla bu, kendilerine faydasız bir uğraş geldiğinden namaz kılanlarla alayı öteden beri âdet edinmişlerdir. Şuayb (a.s.)’ın toplumu hayata kavuşturan mesajlarını, doğrudan doğruya reddedemediklerinden, dolaylı yoldan onları geçersiz kılmak niyeti ile, bütün bunları onun kıldığı namaza bağlayarak akılları sıra değersiz göstermeye çalışmışlar, onun peygamberliği ile alay etmek kasdıyla, namazı ile alay etmişlerdir.
88 – Şuayb: “Ey halkım! Dedi, ya ben Rabbimden gelen açık delile dayanıyorsam ve O, kendi katından bana güzel bir nasip lutfetmişse?
O’na nankörlük etmem doğru olur mu?
Hem ben sizi birtakım şeylerden menederek kendim onları işlemek istemiyorum ki!
İstediğim tek şey, gücüm yettiğince ortamı düzeltmektir.
Muvaffak olmam sadece Allah’ın yardımı ile olur. Onun için ben de yalnız O’na dayanıyorum, O’na yöneliyorum.
89 – Ey milletim! Bana muhalif olmanız sakın sizi Nuh halkının, yahut Hûd halkının, veyahut Semûd halkının başına gelen felaketler gibi bir musîbete uğratmasın.
Lût kavmi ise zaman ve mekân bakımından zaten uzağınızda değil, bari onların başına gelen felaketten ibret alın.
90 – Rabbinizden af ve mağfiret dileyin, sonra günahlarınızdan tövbe edip O’na sığının. O sizi affeder ve korur. Çünkü Rabbim rahimdir, veduddur” (pek merhametlidir, kullarını çok sever). [85,14] {KM, Yeremya 31,3; I Yuhanna 4,8.16; Romalılar 5,8}
Bu âyette, bir Peygamberin ağzından Cenab-ı Allah vedûd olduğunu bildiriyor. İslâm’da Allah ile kul münasebetlerinde sevginin yerinin ne derece yüksek olduğunu, tek başına bu isim göstermeye yeter. Zira Allah’ın yaratıklarını çok seven ve onlar tarafından çok sevilen olduğunu bildirir. Kulların en ideal vazifeleri Rabbe ibadetleri olup ibadet, duyulan sevginin ifade edilmesinin en ileri şeklidir. Allah’ı çok seven, O’na daha çok ibadet eder. Bu sevgi gerçeğini ispatlayan daha nice âyet ve hadis varken, bunu görmezlikten gelen bir çok müsteşrikin bulunması oldukça tuhaftır.
91 – Halkı ise “Şuayb!” dediler, “söylediklerinin çoğunu anlamıyoruz, kabul etmiyoruz.
Hem içimizde seni pek zayıf görüyoruz, eğer senin üç beş kişilik akraba grubunun hatırı olmasaydı seni taşa tutar linç ederdik.
Bizim nazarımızda senin hiç önemin yoktur.”
Anlamıyorlardı, çünkü kulak vermiyorlardı, dikkatle dinlemiyorlardı, vahiy ve nübüvvete önem vermiyorlardı. Bütün fena insanlar gibi onlar da başka insanları da kendileri gibi kötü zannettiklerinden, şahsî çıkarlar peşinde koşmayan ihlaslı insanlar olacağını düşünemiyorlardı. Bu güzel insanların yaptıkları değerli hizmetlerin arkasında gizli niyetler, art düşünceler aramaya çalışıyorlardı.
92 – Şuayb: “Ey milletim, demek akrabam sizin nazarınızda Allah Teâladan daha mı kıymetli ki siz O’nun buyruklarını arkanıza atıverdiniz.
Ama şunu hiç unutmayın ki Rabbim, yaptığınız bütün şeyleri ilmi ile ihata etmektedir.
93 – Ey milletim! Siz vargücünüzle elinizden geleni yapın, ben de vazifemi yapıyorum.
Zelil ve perişan eden azabın kime geleceğini ve asıl yalancının kim olduğunu yakında bilip öğreneceksiniz.
Gelecek azabı gözleyip bekleyin, ben de gözlüyorum.”
94-95 – Azap emrimiz gelince, tarafımızdan bir lütuf olarak Şuayb ve beraberindeki müminleri o azaptan kurtardık.
Zulmedenleri ise o korkunç ses bastırıverdi de diyarlarında çökekaldılar.
Sanki hiç orada yaşamamış gibi oldular.
Evet, Semûd halkı defolup gittiği gibi Medyen halkı da defoldu gitti!
96-97 – Mûsâ’yı da âyetlerimizle ve özellikle pek âşikâr bir delil ile,
Firavun’a ve ileri gelen adamlarına Peygamber olarak gönderdik.
Ama adamlar tutup Firavunun emrine tâbi oldular.
Oysa Firavun’un emri tutarlı ve doğru bir emir değildi. [3,128; 7,60; 73,16; 79,21-26]
98 – O, kıyamet günü halkının önüne düşecek, onları ateşe götürecektir. Vardıkları o yer ne fena bir yerdir! [7,38; 33,67]
99 – Bu dünyada da, kıyamet gününde de peşlerindeki destek, lânet oldu. Ne kötü bir destektir o destek! [28,42; 40,46]
100 – İşte sana bildirdiğimiz bu haberler, helâk olmuş diyarların haberleri.
Onların kiminin izleri hâlâ dururken, kimi biçilmiş ekin gibi yok olmuştur.
101 – Biz onlara zulmetmedik, asıl onlar kendi kendilerine zulmettiler.
Rabbinin azap emri gelince Allah’tan başka taptıkları tanrılar kendilerine hiçbir fayda vermedi.
Hatta onların ziyanlarını artırmaktan başka bir şeye yaramadı.
102 – Halkı zalim olan ülkeleri cezaya çarptırdığı zaman Rabbinin çarpması işte böyle olur!
Şüphesiz ki O’nun çarpması pek acı, pek çetindir!
103 – Bu anlatılan olaylarda, âhiret azabından korkanlar için elbette ibret ve ders vardır.
O gün, bütün insanların bir araya toplandığı mahşer günü olacaktır.
O gün bütün gök ve yer ehlinin tanık olacağı gündür! [40,51; 14,13-14; 18,47]
104 – Biz o günü ancak belirli bir müddete kadar erteleriz.
Dünyanın ömrü sınırsız ve sonsuz olarak devam edip gitmeyecektir. O aslında, günleri sayılı az bir süredir.
105 – O gün gelince, Allah’ın izni olmaksızın hiç kimse konuşamaz.
Artık onlardan kimi bedbaht, kimi mutludur. [78,38; 20,108; 42,7]
106 – Bedbahtlar cehenneme atılacaklar.
Çektikleri azabın dehşetinden, devamlı surette anırıp canları çıkasıya feryad edecekler.
107 – Senin Rabbinin dilemesi hariç, gökler ve yer durdukça, orada ebedî kalacaklardır. Çünkü Rabbin dilediğini yapar. [6,128; 14,48]
Bu âyette cehennemliklerin cezası hakkında “Rabbin dilediğini yapar”, 108. âyette cennetlikler hakkında ise “kesintisi olmayan ihsan” buyurulmasından bazı alimler cennetin ebedî, cehennem azabının ise sonlu olacağı neticesini çıkarmak istemişlerdir. Rabbu’l-alemin ne dilerse onu yapar, kimse onun iradesini sınırlayamaz. Fakat O, genellikle bildiriyor ki âhiret âleminin devamını ve o devam süresinde de azgınların ateşte ebedî kalmalarını dilemiştir.
108 – Mutlu olanlar ise cennettedirler.
Senin Rabbinin dilemesi hariç gökler ve yer durdukça orada ebedi kalacaklardır.
Kesintisi olmayan bir ihsan içinde olacaklardır.
109 – Artık o müşriklerin taptıkları şeylerin kendilerini ne feci akıbete sürükleyeceğinden hiç şüphen olmasın.
Daha önce ataları nasıl tapınıyor idiyse bunlar da onları taklid ederek öylece tapınıyorlar. Biz de elbet müstehakları ne ise, eksiksiz tam tamına ödeyeceğiz.
110 – Mûsâ’ya Tevrat’ı verdik. Kur’ân hakkında senin halkının yaptığı gibi onun hakkında da ihtilaf edip kimi iman, kimi inkâr etti.
Şayet Rabbinin, insanlara mühlet verme vaadi olmasaydı, elbette haklarında nihâi hüküm verilmiş, iş bitirilmiş olurdu.
Bu gerçeğe rağmen, senin halkın hâla, Kur’ân’dan ve azaptan yana şiddetli bir tereddüt ve şüphe içindedir. [10,19; 17,15; 20,129-130; 6,156]
Meal, Nesefî’nin yaptığı isabetli ve güzel tefsire göre verilmiş, böylece konular arasında ilişki kurulmuştur.
111 – Hiç şüphe yok ki Rabbin herkesin işlerinin karşılığını tam tamına ödeyecektir. Çünkü O, onların bütün yaptıklarından haberdardır.
112 – Öyleyse ey Resulüm, sen beraberinde olup tövbe edenlerle birlikte, sana nasıl emredilmişse öyle dosdoğru hareket et.
Aşırı gitmeyin. Çünkü O, yaptığınız her şeyi görmekte olup işlerinizin karşılığını da size verecektir.
113 – Bir de sakın zulmedenlere meyletmeyin, sempati duymayın. Yoksa size ateş dokunur.
Bu âyetle ilgili olarak Hz. Peygamber (a.s.): “Hûd Sûresi ve benzerleri beni ihtiyarlattı” buyurmuştur. Kurtuluş doğruluktadır. Hedefe ulaşmanın en kısa yolu doğruluktur. Böyle olmakla beraber herhangi bir işte doğrunun hangi çizgide olduğunu tayin etmek bazan çok zordur. Ayrıca çeşitli noktalardan ilgisini kesip sarsılmadan dosdoğru olan o çizgi üzerinde yürüyebilmek daha zordur ve yine, istenilen hedefe ulaştıktan sonra, doğruluk üzere sebat etmek büsbütün zordur. İşte Efendimizi ihtiyarlatan, kendisinden ziyade, ümmetinin istikameti koruyup koruyamama endişesidir.
Aslında sizin Allah’tan başka yardımcınız yoktur. Sonra O’ndan da yardım görmezsiniz.
114 – Gündüzün iki tarafında, gecenin gündüze yakın saatlerinde namaz kıl.
Zira böyle güzel işler insandan uzak olmayan günahları silip giderir.
Bu, düşünen ve ibret alanlara bir nasihattır. [3,113; 20,130]
115 – Sabret, zira Allah iyi davrananların mükâfatını zayi etmez.
116 – Sizden önceki nesillerde, dünyada fesat ve düzensizliği menedecek, böylece onları helâk olmaktan koruyacak idrâk ve fazilet sahipleri bulunmalı değil miydi?
Onların içinden görevlerini yaptıklarından ötürü kurtardığımız az kimse var.
Zalimler ise içinde bulundukları refahın ardına düştüler. Doğrusu onlar suçlu kimselerdi.
Bu âyet, iyiliği yayıp kötülüğü önlemeye çalışmanın lüzumunu belirtmektedir. Âyetten anlaşılan diğer bir husus şudur: Eğer bir toplumda, iyilik için çalışanlar yeterli sayıda iseler, genel azap, bir fırsat tanımak için bir süre ertelenir. Eğer toplum, salihlere hakka hizmet için izin vermiyorsa, o toplum helâkini hazırlamış demektir.
117 – Rabbin, halkı dürüst hareket eden hem kendi nefislerini, hem de birbirlerini düzeltmeye çalışan diyarları, haksız yere asla helâk etmez. [43,76]
118-119 – Eğer Rabbin dileseydi bütün insanları hakta ittifak eden bir tek ümmet yapardı.
Fakat O bunu irade etmediğinden ittifak etmemişlerdir
ve işte böylece ihtilaf eder vaziyette devam edeceklerdir.
Ancak Rabbinin lütfederek hakta birleşmeyi nasib ettiği kimseler bunun dışındadır. Esasen O, insanları bunun için yaratmıştır.
Böylece, Rabbinin “Ben cehennemi, bütün cin ve insanlardan müstehak olanlarla dolduracağım” sözü gerçekleşecektir. [11,99; 32,13; 51, 56]
“ve li zâlike halekahum” cümlesi şu iki tefsire elverişlidir. Birincisi: Allah Teâla farklı olmalarını dilemiştir, onları neticede ihtilafa düşmüş olacakları bir şekilde var etmiştir. (Buna göre lâm, akıbet ifade eder). İkincisi: Zamiri, en yakın mezkûrla irtibatlandırıp, Allah onları bu merhametine nail kılmak gayesiyle yaratmıştır. Bu âyet, mukadder bir soruya cevaptır. Hemen önceki kısımla ilgili olarak insan: “Neden yeterli salih insanlar yaratılmıyor?” gibi sorular soracak olursa Allah, hikmeti ile insanlara tercih hakkı verip sonuçlarına katlanma imkânını verdiğini bildirmektedir.
120 – Peygamberlerin haberlerinden, senin kalbini takviye edecek her şeyi sana anlatıyoruz.
Bu sûrede de sana hak ve gerçek, müminlere de bir öğüt ve talimat gelmiştir.
121-122 – İman etmeyenlere de de ki: “Siz yerinizde sayarak elinizden geleni yapın, ama biz de çalışacağız, gerekeni yapacağız.
Siz bizim için felaket gözleyin bakalım, biz de eski ümmetlerin başına gelen felaketlerin size gelmesini gözleyip bekliyoruz.
123 – Bununla beraber, göklerin ve yerin gaybını bilmek Allah’a mahsustur.
Bütün işler hükmetmesi için O’na götürülür.
Öyleyse sen yalnız O’na ibadet et, yalnız O’na dayan, O’na güven.
Rabbin yaptıklarınızdan asla habersiz değildir.
12 – YUSUF SÛRESİ
Mekke döneminin sonlarında nâzil olmuş olup 111 âyettir. Adını, sûrenin nerdeyse esas konusu olan Yusuf (a.s.)’ın kıssasından alır. Aslında Hz. Yusuf (a.s.)’ın kıssası bir çerçeve olup, bu vesile ile çok sayıda dini prensip zihinlere yerleştirilir. Bu sûrenin Hz. Peygamber dünyadaki en büyük iki desteğini, yani hanımı Hz. Hatice (r.a) ile amcası Ebû Talib’i kaybedip büyük bir üzüntü içine girdiği bir dönemde gelmesi, ona tam bir teselli olmuştur. Diğer peygamber kıssaları, siyak münasebetiyle, değişik üsluplarla, farklı sûrelerde ele alındıkları halde, Yusuf kıssası yalnız bu sûrede, ama Kur’ân’ın en tafsilatlı kıssası olarak zikredilmiştir. Kıssa, bizi dünyada elimizden tutarak âhiret ebedîliğine götürdükten sonra hatimesinde tekrar dünyaya döndürür, tevhid ve tebliğde metod dersi vererek sona erer.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1 – Elif, Lâm, Râ. Bunlar, hakkı açıklayan, Haktan geldiği âşikâr olan kitabın âyetleridir.
2 – Düşünüp mânasını anlamanız için Biz, onu Arapça bir Kur’ân olarak indirdik.
Arapça olmasından maksat, Kur’ân’ın nâzil olduğu çevrenin dili olarak, arap toplumunun bahanelerini ortadan kaldırmaktı. Elbette ilahî mesaj insanların konuştukları dillerden biri ile gelme durumunda idi. Evrensel de olsa her hareketin mutlaka ilk çekirdeğinin bir yerde oluşturulması gerekir. Bu âyet, Kur’ân adının ancak Arapça olan aslî şekline denilip, onun tercümelerinin Kur’ân olmasına imkân ve ihtimal bulunmadığına kesin bir delildir.
3 – Biz, bu Kur’ân’ı sana vahyetmekle, geçmiş ümmetlerin birtakım haberlerini en güzel şekilde beyan ediyoruz. Şu bir gerçek ki daha önce senin bundan hiç haberin yoktu.
4 – Bir zaman Yusuf babasına, “Babacığım!” dedi. “Ben rüyamda on bir yıldızın, güneş ve ayın bana secde ettiklerini gördüm.”
5 – “Evladım! dedi babası, sakın bu rüyanı kardeşlerine anlatma.
Sonra seni kıskandıklarından sana tuzak kurarlar.
Çünkü şeytan, insanın besbelli düşmanıdır. {KM, Tekvin 37,39 vd. bölümler}
6 – Rabbin seni öylece seçecek, sana rüya tabirini öğretecek,
ve daha önce büyük babaların İbrâhim ile İshak’a olan nimetini tamamına erdirdiği gibi, sana ve Yâkub ailesine de nimetini kemale erdirecektir. Çünkü Rabbin her şeyi hakkıyla bilir, tam hüküm ve hikmet sahibidir.
Bu tabir, rüya tabirinden başka sezgi, basiret ve konuların gerçek mahiyetini kavramayı da içine almaktadır.
7 – Gerçekten, Yusuf ile kardeşlerinin kıssalarında, sorup ilgilenenlerin alacakları nice ibretler vardır.
Mevcut Tevrat’a göre Yusuf’un rüyayı anlatması üzerine babası Yâkub (a.s.) kızıp onu azarlamıştır. (Tekvin, 37,10)
8-9 – Hani onlar “Yusuf ile öz kardeşi, babamıza daha sevimli geliyor.
Oysa biz daha güçlü bir grubuz.
Pek belli ki babamız bu işte yanılıyor.
Yusuf’u öldürün yahut onu uzak bir yere atın ki babanızın sevgi ve teveccühü yalnız size kalsın.
Ondan sonra da tövbe ederek salih kimseler olursunuz,
babanızla münasebetleriniz düzelir, işiniz yoluna girer.
Onun ana baba bir kardeşi Bünyamin’i kasdediyorlardı. Bünyamin’in dünyaya gelirken annesi ölmüş olduğundan, babaları onlara daha fazla şefkat duyardı. Diğerleri ise Yusuf’un baba cihetinden kardeşleri idi.
10 – İçlerinden biri: “Yusuf’u öldürmeyin de bir kuyu dibine bırakın.
Yolcu kafilelerinden biri onu yitik olarak alıp götürsün. Eğer yapacaksanız böyle yapın!” dedi. {KM, Tekvin 37,22-26}
11-12 – Onlar buna karar verdikten sonra bir gün babalarına varıp:
“Sevgili Babamız! dediler, sen neden güvenip de Yusuf’u bize emanet etmiyorsun.
Oysa biz onu çok seviyoruz. Ona samimiyetle bağlıyız.”
“Yarın onu bizimle gönder, gezsin oynasın, biz ona çok iyi sahip çıkarız.”
13 – Babaları: “Onu götürmeniz beni meraklandırır.
Korkarım ki siz farkında olmadan, kurdun biri gelip onu yiyebilir” dedi.
14 – Onlar! “Vallahi! dediler, “Biz böylesine güçlü bir grup iken onu kurt kapar da yerse, yazıklar olsun bize! Biz ne güne duruyoruz.”
15 – Derken kardeşleri onu alıp götürünce
ve onu kuyunun dibine bırakma konusunda görüş birliğine varınca,
Biz de Yusuf’a şöyle vahyettik: “Zamanı gelecek, onların hiç hatırlarına gelmediği ve seni hiç tanımadıkları bir sırada, kendilerine yaptıkları bu işi hatırlatacaksın.”
16-17 – Yatsı vakti, ağlayarak babalarının yanına dönüp dediler ki:
“Sevgili babamız, biz yarışmak üzere bulunduğumuz yerden ayrılırken Yusuf’u da eşyalarımızın yanında bıraktık.
Bir de döndük ki onu kurt yemiş!
Şimdi biz doğru da söylesek sen bize inanmayacaksın!”
18 – Onlar Yusuf’un gömleğine sahte kan bulaştırarak getirmişlerdi.
Babaları Yâkub: “Hayır! dedi, nefisleriniz sizi aldatmış, bu işe sevketmiş.”
Artık bana düşen, ümitvar olarak güzelce sabretmektir.
Ne diyeyim, sizin bu anlattıklarınız karşısında, Allah’tan başka yardım edebilecek hiç kimse olamaz!” {KM, Tekvin 37,31-33}
Sabrun Cemil: Feryatsız, şikâyetsiz, soğukkanlı ve mütevekkil bir şekilde belayı karşılamak demektir. Mevcut Tevrat metni, Hz. Yâkub (a.s.) ın tepkisini ve yas tutmasını, bir Peygamber teslimiyetine yaraşmayacak tarzda tasvir eder.
19 – (Gelelim Yusuf’a) Öteden bir kafile gelmiş, sucularını kuyuya göndermişlerdi.
Saka vardı, kovasını sarkıttı.
“A müjde! müjde! işte bir civan!” dedi.
Sucu ile yanındakiler, onu ticaret malı olarak satmak niyetiyle, kafilede olanlara onu bildirmeyip gizlediler.
Ama Allah Teâla, onların ne yapacaklarını pek iyi biliyordu!
20 – Nihayet Mısır’a varınca, onu düşük bir fiyata, bir kaç paraya sattılar.
Zaten ona pek kıymet biçmiyorlardı. {KM, 37.28}
21 – Mısır’da Yusuf’u satın alan vezir hanımına:
“Ona güzel bak!” dedi,
“Belki bize faydası dokunur, yahut onu evlat ediniriz!”
Böylece Yusuf’un o ülkede yerini sağlamlaştırdık, ona imkân verdik
ve bu cümleden olarak, ona rüyaların yorumunu öğrettik.
Allah Teâla iradesini yerine getirmekte her zaman mutlak galiptir, fakat insanların çoğu bunu bilmezler. {KM, Tekvin 10,6; Keza 39. bölüm}
Tevrat ve Talmud’a göre onu satınalan Kraliyet muhafız alay komutanı idi. Hanımının adı Talmud’a göre Zeliha idi. İleride Hz. Yusuf ile evlenmesi şeklindeki bilginin, ne Kur’ân’da, ne İsrail rivayetlerinde esası yoktur ve bir Peygamberin ahlâksızlık eden biri ile evlenmesi düşünülemez.
Yusuf’un aileden gelen eğitim ve dindarlığı olmakla birlikte ilahî hikmet, medeniyetin en ileri olduğu bir ülkede, en seçkin bir ailenin evladı olarak, ona iyi bir öğrenim imkânı verdi.
22 – O kemâl çağına geldiğinde kendisine hüküm ve ilim verdik. İşte güzel iş yapanlara biz böyle karşılık veririz.
Kemâl çağı diye çevirdiğimiz “Bedenin gelişmesinin kemâle erdiği ve artık stabl döneme girdiği 30 – 40 yaşlarıdır.
“Hikmet” yani “uygulanan ilim” yahut “insanlar arasında hükmetme yetkisi”, “ilim” ise burada nübüvvet demektir.
23 – Derken, bulunduğu evin hanımı, Yusuf’u kendisine bağlamak, onun nefsinden murad almak istedi
ve kapıları kapatarak “Haydi yaklaş bana!” dedi.
O: “Allah’a sığınırım!” dedi. “Doğrusu, senin kocan olan benim efendim, bana çok iyi davranıyor.
Hıyanet ederek zalim olanlar iflah olmazlar.” {KM, Tekvin 39,7-20; 37,36; 39,1}
24 – Doğrusu, hanım ona sahip olmayı iyice aklına koymuş ve buna yeltenmişti de.
Eğer Rabbinin bürhanını görmeseydi o da kadına meyledecekti.
İşte böylece Biz fenalığı ve fuhşu ondan uzaklaştırmak için bürhanımızı gösterdik. Çünkü o, Bizim tam ihlasa erdirilmiş kullarımızdandı.
25 – Neyse, ikisi de kapıya doğru koştular. Kadın, Yusuf’un gömleğini arkadan yırttı.
Kapının yanında, birden, hanımın efendisi ile karşılaştılar!
Kadın hemen “Senin ailene kötü maksatla yaklaşanın cezası, zindana atılmaktan
veya gayet acı bir azaptan başka ne olabilir?” dedi.
Yusuf sûresindeki emarelerden anlaşılıyor ki o devirde Mısır’daki medeni hayat, cinsel özgürlük, Yirminci asır Batı tipi toplumlarında görülen duruma benziyordu. Yusuf (a.s.) böyle bir toplumda çalışacaktı. Allah Teâla onu daha ilk safhada, çok soylu, güzel, zengin, mevki sahibi ve kendisine aşık olmuş bir kadınla denedi. Bütün bu cazibeler, onu kadına celbetmeyince artık diğer kadınların ondan tamamen ümitlerini kesmeleri sağlandı.
26-27 – Yusuf ise: “O beni arzu ederek bana yaklaştı” dedi. Hanımın akrabalarından biri de şöyle şahitlik etti: “Eğer gömleği önden yırtılmışsa, kadın doğru söylemiş, delikanlı ise yalancılardandır.
Yok, eğer gömleği arkadan yırtılmışsa o yalan söylemiştir, delikanlı doğru söylemektedir.”
28-29 – Gömleğinin arkadan yırtıldığını görünce de o hanıma hitaben:
“Anlaşıldı!” dedi. “Bu, siz kadınların fendinizden! Gerçekten sizin fendiniz pek müthiştir!
Yusuf! Sakın bunu kimseye söyleme!
Hanımefendi! Sen de günahından dolayı af dile, çünkü sen günaha girenlerden oldun”
Tekvin, 39. bölüme göre Yusuf (a.s.) elbisesini Zeliha’nın yanında bırakıp çıplak vaziyette kaçmıştır. Keza Talmud’a göre vezir, mahkemede dâva açmıştır. Gerçeğe uymayan bu bilgiler Kur’ân’da yer almaz. Böyle bir çok ayrıntıya Kur’ân’ın yer vermeyişi şu gerçeği ortaya koyması yönünden önemlidir: Kur’ân daha önceki dinî metinler üzerinde bir hakem ve düzeltici durumdadır. Hâşâ Kur’ân bunları nakletseydi, oradaki bilgilere elbette yer verirdi. Şu halde birçok oryantalistin Kur’ân’ın Tevrat’tan naklettiği şeklindeki iddiaları, tamamen batıldır.
30 – Şehirde bir takım kadınlar: “Duydunuz mu” dediler:
“Vezirin hanımı uşağına gönlünü kaptırmış, ondan kâm almak istemiş!
Sevda ateşi bağrını yakmış. Kadın besbelli çıldırmış! Doğrusu biz bu hali ona yakıştıramıyoruz!”
31 – Hanım o kadınların kendisi aleyhindeki bu dedikodularını işitince onları konağına dâvet etmek üzere dâvetçi gönderdi.
Onlar için dayalı döşeli bir sofra hazırlattı. Sofrada, ikram edilen meyveleri soyup kesmek gayesiyle, her misafir için bir de bıçak koydurmuştu.
Onlar meyvelerini soyup kesmekle meşgul oldukları sırada, beriden de Yusufa:
“Onların içine çık!” dedi. Kadınlar onu görünce hayran kaldılar,
onun güzelliğine dalıp gittiklerinden, farkında olmadan kendi ellerini kestiler
ve: “Hâşâ! Allah için, bu bir insan olamaz, bu pek kıymetli bir melek! Başka bir şey olamaz!” dediler.
32 – Vezirin hanımı: “İşte, beni kınamanıza sebep olan genç!
Yemin ederim ki ben ondan kâm almak istedim, ama o iffetli davrandı.
Yine yemin ederim ki kendisine emredeceğim işi yapmaması halinde o mutlaka zindana atılacak, zelil ve perişan olacaktır!”
33 – “Ya Rabbî! dedi, “Zindan, bu kadınların beni dâvet ettikleri o işten daha iyidir.
Eğer sen onların fendini benden uzaklaştırmazsan, onlara meyledip cahilce davrananlardan olabilirim.”
34 – Rabbi onun duasını kabul buyurdu ve onu kadınların fendinden korudu.
Çünkü O, dua edenlerin dualarını işitir, durumlarına uygun olan şeyleri bilir.
35 – Sonra, vezir ve arkadaşları bunca kesin deliller görmelerine rağmen,
dedikoduları kesmek gayesiyle, bir müddet için onu hapse atmayı uygun buldular.
36 – Hapishaneye onunla beraber iki genç de girmişti. Onlardan biri:
“Ben rüyamda, kendimi şarap yapmak için üzüm sıkarken gördüm.”
Öbürü de: “Ben de başımın üstünde ekmek taşıdığımı ve bu ekmeği kuşların gagaladığını gördüm.
Ne olur, bu rüyamızın tabirini bildir, doğrusu biz seni iyi insanlardan biri olarak görüyoruz” dediler.
Baskılar ve tuzaklarla hakikati örtbas etmeye çalışanlar, uzun vaade de asla başarılı olamazlar. Kuyu dibine de atılsa, köleleştirilse, zindana da atılsa gerçek, güneş gibi kendisini gösterir. İşte Hz. Yusuf (a.s.) bu sefer hapishaneyi dershane haline getirerek, kıyamete kadar gelecek tebliğ ve hizmet insanlarına da Üstad olup, Medrese-i Yusufiyeleri başlatıyor. “Hapishane müdürü, bütün mahkûmları Yusuf’un emrine verdi, kendisi de bir köşeye çekilip rahatına baktı” (Tekvin, 39,22-23).
37-38 – Yusuf: “Yiyeceğiniz yemek size henüz gelmeden, herbirinizin rüyasının tabirini size bildirmiş olurum. Bu, Rabbimin bana öğrettiği ilimlerdendir.
Ama, önce biraz beni dinleyin: Ben Allah’a iman etmeyen, âhireti de inkâr eden bir halkın dinini terkedip, atalarım İbrâhim, İshak ve Yâkub’un dinine girdim. Allah’a herhangi bir şeyi şerik saymak bizim için asla doğru olmaz.
Bu tevhid inancı, Allah’ın hem bize, hem de insanlara olan ihsanıdır.
Ama ne yazık ki insanların çoğu bu nimete şükretmezler.”
39 – “Ey hapishane arkadaşlarım, bir düşünün, sizin için müteaddit rablere ibadet etmek mi, yoksa tek mutlak hâkim olan Allah’a ibadet etmek mi iyidir?
40 – Sizin Allah’tan başka ibadet ettiğiniz tanrılar, sizin ve atalarınızın uydurduğu birtakım boş isimlerden ibarettir. Allah onların tanrı olduklarına dair hiçbir delil indirmemiştir.
Hüküm yetkisi yalnız Allah’ındır. O ise, başkasına değil, yalnız Kendisine ibadet etmemizi emir buyurmuştur.
İşte dosdoğru din! Fakat insanların çoğu bunu bilmezler.”
Hz. Yusuf (a.s.)’ın esas hizmeti olan bu nübüvvet tebligatı da ne Tekvin, ne de Talmud’da yer almaz. Bu hitabe ve Hz. Yusuf’un güzel tutumu, hizmet insanlarına örneklerle doludur.
41 – “Ey hapis arkadaşlarım, gelelim rüyalarınızın tabirine:
İlk soran arkadaş, efendisine yine şarap sunacak, öbürü ise asılacak, kuşlar da başını gagalayacak.
İşte yorumunu istediğiniz iş, böylece hal edilip sonuçlandırılmıştır.”
42 – Onlardan kurtulacağını zannettiği arkadaşına:
“Efendine benden bahset, suçsuz olduğumu hatırlat,” dedi.
Fakat şeytan, efendisine söylemeyi ona unutturdu. Böylece Yusuf bir kaç yıl daha hapishanede kaldı.
Hapishanede 8 yıl kaldığı anlaşılmaktadır.
43 – Günün birinde hükümdar gördüğü bir rüyayı anlatıp dedi ki:
“Ben yedi semiz inek gördüm, bunları yedi zayıf inek yiyordu. Bir de yedi yeşil başak ile yedi kuru başak gördüm. Ey efendiler: “Siz rüya tabir ediyorsanız, benim bu rüyamı da halledin!” [7,60]
Bu hükümdar, Sina yarımadasından gelip Mısırı istila ettikten sonra M.Ö. 1700 – 1580 arasında hüküm süren Hiksos krallarından biri olup İbrani kavminden olan Hz. Yusuf ile menşe yakınlığı olabilir. Onun Yusuf hanedanına imkân vermesi Mısırda İsrail milletinin oluşumuna esas teşkil etmiş olabilir. Hiksos döneminin kapanmasından sonra Hz. Mûsâ’nın dünyaya geldiği sırada Mısırın yerlileri, İbranilerin dışından gelecek tehlike ile işbirliği yapacağı endişesi ile onların erkek çocuklarını öldürüyorlardı.
Kur'an-ı Kerim Dosyaları
Sitemizde sanatçıya ait toplam 50 eser bulunmaktadır. Sanatçının sayfasına gitmek için tıklayın.
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.